''Bu sureyi okumaya devam eden kişiler yaşamları boyunca susuzluk ve açlık nedir bilmezler'' Hdis-i Şerifi ile meşhurlaşan ''Vakia Suresi '' için insanlar ayetlerin tefsirini internetten aratıyor. Biz de Vakia Suresinin her ayetinin tefsirini yazacağız. Vakıa suresinin 1. -2. ayetlerinin tefsiri nedir? sorusuna cevap vererek başlayacağız.
1.Ayet
İza veka'atilvaki'atu.
Vakıa (kıyamet) vuku bulduğu zaman.
O vâkıa meydana gelince, yani kıyamet kopunca. Vâkıa, esasen vukua gelen, vukuu muhakkak olan hadise demektir. Ahid lâmı ile da, kıyametin bir ismidir. Gelecekte muhakkak surette meydana geleceği için bu isim verilmiştir. Şart mânâsını ifade eden zarftır. Âlimlerin çoğu cevabın, korkutmak için hazfedilip, mânânın "kıyamet kopunca neler neler meydana gelecektir!" şeklinde olduğunu söylemişlerse de, esasen cevap şudur:
2.Ayet
Leyse livak'atiha kazibetun.
Artık onun kopmasını yalanlayabilecek hiçbir kimse kalmayacaktır.
Onun meydana gelmesini yalanlayacak kimse yoktur. Vuku', düşmek anlamını ifade ettiği gibi, vak'a da masdar bina-i merre olarak şiddetli bir düşüş demektir. Sonra yaygın bir şekilde başa çarpan büyük iş mânâsında kullanılmıştır. Bazen de özellikle harbe isim olarak verilmiştir. Kısacası, kıyamet kopmadan önce onu yalanlayan ve inkar edenler bulunursa da, vukuu gerçekleşip bir kere meydana geldi mi, artık onu kimse inkar edemez ve çaresizce tasdik etmeye mecbur olurlar. Başka bir ifade ile onun başa çarpışı yalan olmaz. Değişiminin tesirinden kurtulma imkanı yoktur.
1. âyette geçen vâkıa kelimesi “meydana gelen, vukûu kesin olan önemli hâdise” demektir. Kıyametin geleceğinde kuşku bulunmadığı için bu kelimeyle anılmıştır. Müfessirlerin bir kısmı, “büyük olay gerçekleştiği zaman” ifadesinin devamında “göreceksiniz neler olacak!” gibi bir mânanın bulunduğunu düşünmüşlerdir. Buna göre
2. âyete “Ki onun meydana geleceğini kimse yalan sayamaz” şeklinde mâna vermek uygun olur. Yine bu âyetteki kâzibe kelimesinin cümledeki görevini farklı değerlendirerek “onun oluşu asla yalan değildir” anlamı da verilebilmektedir (Zemahşerî, IV, 55-56; İbn Atıyye, V, 238).