Peygamber Efendimiz "Her kim her gece Vakıa suresini okursa ona fakirlik dokunmaz" diye buyurmuştur. Peki Vakıa suresi okunuşu ve meali nasıldır? Vakıa suresi ne anlatıyor? İşte Vakıa suresi hakkında her şey...
Vakıa Suresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 ayettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki (vâkıa) kelimesinden alır. Mushaftaki sıralamada 56, iniş sırasına göre 46. suredir.
Abdullah b. Mesud (r.a.) şöyle rivayet ediyor: "...Ben Resûlullah'ın (s.a.s.) «Her kim her gece Vâkıa sûresini okursa ona fakirlik dokunmaz» buyurduğunu işitmiştim” der. (İbn Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe, II, 726)
VAKIA SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU
Bismillahirrahmanirrahim
Vakıa Suresi / 1 İżâ veka’ati-lvâki’a(tu) Vakıa Suresi / 2 Leyse livak’atihâ kâżibe(tun) Vakıa Suresi / 3 Ḣâfidatun râfi’a(tun) Vakıa Suresi / 4 İżâ rucceti-l-ardu raccâ(n) Vakıa Suresi / 5 Ve busseti-lcibâlu bessâ(n) Vakıa Suresi / 6 Fekânet hebâen munbeśśâ(n) Vakıa Suresi / 7 Ve kuntum ezvâcen śelâśe(ten) Vakıa Suresi / 8 Fe-ashâbu-lmeymeneti mâ ashâbu-lmeymene(ti) Vakıa Suresi / 9 Ve ashâbu-lmeş-emeti mâ ashâbu-lmeş-eme(ti) Vakıa Suresi / 10 Ve-ssâbikûne-ssâbikûn(e) Vakıa Suresi / 11 Ulâ-ike-lmukarrabûn(e) Vakıa Suresi / 12 Fî cennâti-nna’îm(i) Vakıa Suresi / 13 Śulletun mine-l-evvelîn(e) Vakıa Suresi / 14 Ve kalîlun mine-l-âḣirîn(e) Vakıa Suresi / 15 ‘Alâ sururin mevdûne(tin) Vakıa Suresi / 16 Mutteki-îne ‘aleyhâ mutekâbilîn(e) Vakıa Suresi / 17 Yatûfu ‘aleyhim vildânun muḣalledûn(e) Vakıa Suresi / 18 Bi-ekvâbin ve ebârîka veke/sin min ma’în(in) Vakıa Suresi / 19 Lâ yusadde’ûne ‘anhâ velâ yunzifûn(e) Vakıa Suresi / 20 Ve fâkihetin mimmâ yeteḣayyerûn(e) Vakıa Suresi / 21 Ve lahmi tayrin mimmâ yeştehûn(e) Vakıa Suresi / 22 Ve hûrun ‘în(un) Vakıa Suresi / 23 Ke-emśâli-llu/lui-lmeknûn(i) Vakıa Suresi / 24 Cezâen bimâ kânû ya’melûn(e) Vakıa Suresi / 25 Lâ yesme’ûne fîhâ laġven velâ te/śîmâ(n) Vakıa Suresi / 26 İllâ kîlen selâmen selâmâ(n) Vakıa Suresi / 27 Ve ashâbu-lyemîni mâ ashâbu-lyemîn(i) Vakıa Suresi / 28 Fî sidrin maḣdûd(in) Vakıa Suresi / 29 Ve talhin mendûd(in) Vakıa Suresi / 30 Ve zillin memdûd(in) Vakıa Suresi / 31 Ve mâ-in meskûb(in) Vakıa Suresi / 32 Ve fâkihetin keśîra(tin) Vakıa Suresi / 33 Lâ maktû’atin velâ memnû’a(tin) Vakıa Suresi / 34 Ve furuşin merfû’a(tin) Vakıa Suresi / 35 İnnâ enşe/nâhunne inşâ-â(n) Vakıa Suresi / 36 Fece’alnâhunne ebkârâ(n) Vakıa Suresi / 37 ‘Uruben etrâbâ(n) Vakıa Suresi / 38 Li-ashâbi-lyemîn(i) Vakıa Suresi / 39 Śulletun mine-l-evvelîn(e) Vakıa Suresi / 40 Ve śulletun mine-l-âḣirîn(e) Vakıa Suresi / 41 Ve ashâbu-şşimâli mâ ashâbu-şşimâl(i) Vakıa Suresi / 42 Fî semûmin ve hamîm(in) Vakıa Suresi / 43 Ve zillin min yahmûm(in) Vakıa Suresi / 44 Lâ bâridin velâ kerîm(in) Vakıa Suresi / 45 İnnehum kânû kable żâlike mutrafîn(e) Vakıa Suresi / 46 Ve kânû yusirrûne ‘alâ-lhinśi-l’azîm(i) Vakıa Suresi / 47 Ve kânû yekûlûne e-iżâ mitnâ ve kunnâ turâben ve ’izâmen e-innâ lemeb’ûśûn(e) Vakıa Suresi / 48 Eve âbâunâ-l-evvelûn(e) Vakıa Suresi / 49 Kul inne-l-evvelîne vel-âḣirîn(e) Vakıa Suresi / 50 Lemecmû’ûne ilâ mîkâti yevmin ma’lûm(in) Vakıa Suresi / 51 Śumme innekum eyyuhâ-ddâllûne-lmukeżżibûn(e) Vakıa Suresi / 52 Leâkilûne min şecerin min zakkûm(in) Vakıa Suresi / 53 Femâli-ûne minhâ-lbutûn(e) Vakıa Suresi / 54 Feşâribûne ‘aleyhi mine-lhamîm(i) Vakıa Suresi / 55 Feşâribûne şurbe-lhîm(i) Vakıa Suresi / 56 Hâżâ nuzuluhum yevme-ddîn(i) Vakıa Suresi / 57 Nahnu ḣalaknâkum felevlâ tusaddikûn(e) Vakıa Suresi / 58 Eferaeytum mâ tumnûn(e) Vakıa Suresi / 59 E-entum taḣlukûnehu em nahnu-lḣâlikûn(e) Vakıa Suresi / 60 Nahnu kaddernâ beynekumu-lmevte vemâ nahnu bimesbûkîn(e) Vakıa Suresi / 61 ‘Alâ en nubeddile emśâlekum ve nunşi-ekum fî mâ lâ ta’lemûn(e) Vakıa Suresi / 62 Ve lekad ‘alimtumu-nneş-ete-l-ûlâ felevlâ teżekkerûn(e) Vakıa Suresi / 63 Eferaeytum mâ tahruśûn(e) Vakıa Suresi / 64 E-entum tezra’ûnehu em nahnu-zzâri’ûn(e) Vakıa Suresi / 65 Lev neşâu lece’alnâhu hutâmen fezaltum tefekkehûn(e) Vakıa Suresi / 66 İnnâ lemuġramûn(e) Vakıa Suresi / 67 Bel nahnu mahrûmûn(e) Vakıa Suresi / 68 Eferaeytumu-lmâe-lleżî teşrabûn(e) Vakıa Suresi / 69 E-entum enzeltumûhu mine-lmuzni em nahnu-lmunzilûn(e) Vakıa Suresi / 70 Lev neşâu ce’alnâhu ucâcen felevlâ teşkurûn(e) Vakıa Suresi / 71 Eferaeytumu-nnâra-lletî tûrûn(e) Vakıa Suresi / 72 E-entum enşe/tum şeceratehâ em nahnu-lmunşi-ûn(e) Vakıa Suresi / 73 Nahnu ce’alnâhâ teżkiraten ve metâ’an lilmukvîn(e) Vakıa Suresi / 74 Fesebbih bismi rabbike-l’azîm(i) Vakıa Suresi / 75 Felâ uksimu bimevâki’i-nnucûm(i) Vakıa Suresi / 76 Ve-innehu lekasemun lev ta’lemûne ‘azîm(un) Vakıa Suresi / 77 İnnehu lekur-ânun kerîm(un) Vakıa Suresi / 78 Fî kitâbin meknûn(in) Vakıa Suresi / 79 Lâ yemessuhu illâ-lmutahherûn(e) Vakıa Suresi / 80 Tenzîlun min rabbi-l’âlemîn(e) Vakıa Suresi / 81 Efebihâżâ-lhadîśi entum mudhinûn(e) Vakıa Suresi / 82 Ve tec’alûne rizkakum ennekum tukeżżibûn(e) Vakıa Suresi / 83 Felevlâ iżâ belaġati-lhulkûm(e) Vakıa Suresi / 84 Ve entum hîne-iżin tenzurûn(e) Vakıa Suresi / 85 Ve nahnu akrabu ileyhi minkum velâkin lâ tubsirûn(e) Vakıa Suresi / 86 Felevlâ in kuntum ġayra medînîn(e) Vakıa Suresi / 87 Terci’ûnehâ in kuntum sâdikîn(e) Vakıa Suresi / 88 Fe-emmâ in kâne mine-lmukarrabîn(e) Vakıa Suresi / 89 Feravhun ve rayhânun ve cennetu na’îm(in) Vakıa Suresi / 90 Ve emmâ in kâne min ashâbi-lyemîn(i) Vakıa Suresi / 91 Feselâmun leke min ashâbi-lyemîn(i) Vakıa Suresi / 92 Ve emmâ in kâne mine-lmukeżżibîne-ddâllîn(e) Vakıa Suresi / 93 Fenuzulun min hamîm(in) Vakıa Suresi / 94 Ve tasliyetu cahîm(in) Vakıa Suresi / 95 İnne hâżâ lehuve hakku-lyakîn(i) Vakıa Suresi / 96 Fesebbih bismi rabbike-l’azîm(i)
VAKIA SURESİ MEALİ
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
1. O kaçınılmaz ve önlenemez kıyâmet koptuğu zaman;
2. Artık onun kopmasını yalanlayabilecek hiçbir kimse kalmayacaktır.
3. O, kimini alçaltır, kimini yüceltir.
4. Yer şiddetli bir sarsılışla sarsıldığı,
5. Dağlar parçalanıp darmadağın edildiği,
6. Uçuşan toz zerreleri hâline geldiği zaman…
7. Sizler de üç zümreye ayrılırsınız:
8. O “ashâb-ı meymene” ki, ne uğurlu ne mutlu insanlardır o “ashâb-ı meymene!”
9. O “ashâb-ı meş’eme” ki, ne uğursuz ne bedbaht kimselerdir o “ashâb-ı meş’eme!”
10. Üçüncü zümre “sâbikûn”; dünyada hayırlı işlerde öne geçenlerdir ki, onlar âhirette mükâfatda da öne geçeceklerdir.
11. İşte bunlar “mukarrabûn”; Allah’a en yakın kullardır.
12. Nimetlerle dopdolu cennetlerde olacaklardır.
13. Onların çoğu öncekilerden,
14. Birazı da sonrakilerden!
15. Mücevherlerle işlenip süslenmiş ve yan yana dizilmiş tahtlar üzerine kurulurlar.
16. Orada birbirlerine muhabbetle bakarak karşılıklı otururlar.
17. Etraflarında hiç yaşlanmayan gençler hizmet için âdeta pervâne olur;
18. Durmadan çağıldayan pınarlardan doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle…
19. Bu şaraptan ötürü ne başları ağrır, ne de sarhoş olurlar.
20. Beğendikleri türlü türlü meyvelerle…
21. Canlarının çektiği kuş etleriyle…
22. Bir de iri gözlü güzel yüzlü hûriler;
23. Sedeflerinde saklı inciler gibi!
24. Dünyada yaptıkları güzel amellere bir mükâfat olarak.
25. Orada ne bir boş, mânasız laf işitirler, ne de günaha sokacak bir söz.
26. Sadece, “Selâm size ey cennetlikler, selâm!” sözünü duyarlar.
27. O “ashâb-ı yemîn” ki, ne uğurlu ne mutlu insanlardır o “ashâb-ı yemin!”
28. Onlar dikensiz, dalbastı kirazlar,
29. Dolgun salkımlı muzlar,
30. Uzayıp yayılmış gölgeler,
31. Çağlayarak akan sular,
32. Bol bol meyveler arasında yaşarlar.
33. Ki o nimetler ne eksilip tükenir, ne de onlardan esirgenir.
34. Kabartılmış yüksek döşekler üzerine eşleriyle birlikte yaslanırlar.
35. Şüphesiz biz cennet kadınlarını yepyeni bir yaratılışla yarattık.
36. Onları dâimî bâkireler kıldık.
37. Eşlerine karşı sevgi dolu, âşık ve hep aynı yaşta.
38. Bütün bunlar, “ashâb-ı yemîn” içindir.
39. Onların birçoğu öncekilerdendir;
40. Birçoğu da sonrakilerden!
41. O “ashâb-ı şimal” ki, ne uğursuz ne bedbaht kimselerdir o “ashâb-ı şimâl!”
42. Onlar, iliklere işleyen zehirli, kavurucu bir ateş ve son derece kaynar sular içindedirler.
43. Kapkara bir dumanın gölgesindedirler.
44. Bir gölge ki, ne serinlik verir, ne bir hayrı dokunur.
45. Çünkü onlar, dünyadayken hiçbir ahlâkî kaygı taşımadan nimet ve sefahat içinde şımarıyorlardı.
46. En büyük günahı işlemekte ısrar edip duruyorlardı.
47. Ve şöyle diyorlardı: “Sahi biz, ölüp de toprak olduktan ve kemik yığınına dönüştükten sonra mı, yani biz o halde iken mi yeni bir yaratılışla tekrar diriltileceğiz? Bu, olacak şey değil!”
48. “Gelip geçmiş atalarımız da mı?”
49. De ki: “Hem şu ana kadar yaşayıp gitmiş olanlar, hem de siz ve sizden sonra gelecekler;”
50. “Hepiniz bilinen bir günün buluşma vaktinde mutlaka bir araya toplanacaksınız!”
51. Sonra siz ey doğru yoldan sapanlar ve gerçeği yalanlayanlar!
52. O zakkûm ağacının meyvesinden mutlaka yiyeceksiniz.
53. Yiyecek ve karınlarınızı onunla tıka basa dolduracaksınız.
54. Üzerine de o kaynar sudan içeceksiniz.
55. Hem de susuzluk hastalığına yakalanmış develerin suya saldırışı gibi saldırarak içeceksiniz.
56. Onlara hesap gününde verilecek ziyâfet işte budur!
57. Sizi yoktan yaratan biziz. Böyle iken, hâlâ yeniden diriliş gerçeğini tasdik etmeyecek misiniz?
58. Rahimlere akıttığınız meniyi hiç düşünmez misiniz?
59. Onu mükemmel bir insan olarak siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?
60. Aranızda ölümü şaşmaz bir plan çerçevesinde takdir eden biziz. Engel olabilecek hiçbir güç yoktur sizi öldürmemize.
61. Öldürüp de, yerinize benzeriniz başka nesiller getirmemize ve bilmediğiniz bir âlemde ve şekilde sizi yeni bir yaratılışla ortaya çıkarmamıza.
62. Aslında siz ilk yaratılışın Allah’ın kudretiyle gerçekleştiğini pekâla biliyorsunuz. O halde bunun üzerinde düşünüp ikinci yaratalışın da mümkün ve kaçınılmaz olduğunu kabullenmeniz gerekmez mi?
63. Toprağa ektiğiniz tohumu hiç düşünmez misiniz?
64. Acaba o ekinleri yeşertip büyüten siz misiniz; yoksa onu yetiştiren biz miyiz?
65. Dileseydik hepsini daha olgunlaşmadan kurumuş çerçöp hâline getirirdik de şaşırıp kalırdınız:
66. “Eyvâh, emeklerimiz boşa gitti, çok zarara uğradık.”
67. “Bundan da öte, biz her türlü rızıktan büsbütün mahrum kaldık!” diye feryat ederdiniz.
68. İçtiğiniz suyu hiç düşünmez misiniz?
69. Onu bulutlardan siz mi indiriyorsunuz; yoksa onu indiren biz miyiz?
70. Dileseydik onu içilmesi mümkün olmayan tuzlu, acı bir su yapardık. Öyleyse şükretmeniz gerekmez mi?
71. Yakmakta olduğunuz ateşi hiç düşünmez misiniz?
72. Onun ağacını siz mi yaratıp yetiştiriyorsunuz; yoksa onu yaratan biz miyiz?
73. Biz onu hem cehennem ateşi için bir hatırlatma hem de çölde yaşayanlar, yolda bulunanlar, ayrıca ona ihtiyacı olanlar için vazgeçilmez bir nimet kıldık.
74. Öyleyse Yüce Rabbinin ismini tesbih et; O’nun her türlü kusurdan ve ortakları olmaktan çok yüce ve uzak olduğunu söyle!
75. Yıldızların düştüğü yerlere ve peyderpey inen Kur’an’ın her bir bölümüne yemin ederim.
76. Eğer bilirseniz bu gerçekten pek büyük bir yemindir,
77. Şüphesiz o, çok değerli, pek şerefli bir Kur’an’dır.
78. Onun aslı çok iyi korunmuş bir kitaptadır.
79. Tertemiz olanlardan başkası ona dokunamaz.
80. O, Âlemlerin Rabbi tarafından parça parça indirilmektedir.
81. Şimdi siz bu ilâhî kelâmı mı küçümsüyorsunuz?
82. Allah’ın size verdiği bu büyük nimete teşekkür edecek yerde onu yalanlıyorsunuz.
83. Hele can boğaza gelip dayandığında,
84. O vakit can çekişenin yanında bulunan sizler, elinizden bir şey gelmez, sadece çâresizlik içinde seyredersiniz.
85. Biz ona sizden daha yakınızdır, fakat siz göremezsiniz.
86. Eğer siz yeniden diriltilip hesâba çekilmeyecek, ceza görmeyecekseniz;
87. Lutfen çıkmakta olan o canı geri çevirin; eğer iddianızda tutarlı ve doğru iseniz!
88. Eğer ölen kişi “mukarrebûn”dan; Allah’a yaklaştırılmış has kullardan ise,
89. Onu bekleyen sonsuz bir rahatlık ve mutluluk, güzel ve hoş kokulu rızıklar ve nimetlerle dolu cennetlerdir.
90. Eğer o, “ashâb-ı yemin”den; uğurlu ve mutlu kimselerden ise,
91. Melekler ona: “Selâm sana, ey ashâb-ı yeminden olan kişi!” derler.
92. Eğer o, Kur’an’ı ve Peygamber’i yalanlayanlardan, doğru yoldan kaymış sapıklardan ise,
93. Onu da bekleyen kaynar sudan bir ziyâfettir.
94. Peşinden de kızgın alevli cehenneme atılacaktır.
95. İşte bu, hakkında en küçük şüphe bulunmayan en kesin gerçeğin tâ kendisidir.
96. Öyleyse, Yüce Rabbinin ismini tesbih et; O’nun her türlü kusurdan ve ortakları olmaktan çok yüce ve uzak olduğunu söyle!
VAKIA SURESİ KONUSU - NÜZUL SEBEBİ VE FAZİLETİ Vâkıa Sûresi Konusu Nedir?
Kıyâmetin kopuşuyla beraber insanların, sâbikûn, ashâb-ı meymene ve ashâb-ı meş’eme olmak üzere üç gruba ayrılacağı ve bunların âhirette karşılaşacakları iyi ya da kötü neticeler dikkat çekici bir üslup ve tablolarla haber verilir. Allah Teâlâ’nın bunları yapabilecek kudrete sahip olduğunun açık delilleri bildirilir. Kur’an’ın belli vasıfları ve büyük bir nimet olduğu hatırlatıldıktan sonra, kaçınılmaz ölüm gerçeği akılları susturacak ve hisleri donduracak dehşetli yönleriyle dikkatlere sunulur. Başta bahsedilen üç grubun âkıbeti tekrar hülâsa edilerek sûre nihâyete erer.
Vâkıa Sûresi Nuzül Sebebi Nedir?
Mushaftaki sıralamada elli altıncı, iniş sırasına göre kırk altıncı sûredir. Tâhâ sûresinden sonra, Şuarâ sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Sadece 81-82. âyetlerinin Medine’de indiği rivayet edilmiştir; fakat bunların önceki ve sonraki âyetlerle konu ve üslûp açısından bir bütün oluşturması bu rivayetin gerçekliğinde tereddüt uyandırmaktadır (Derveze, III, 100). İbn Atıyye de bu sûredeki bazı âyetlerin Medine’de veya bir sefer sırasında indiğine dair rivayetlerin sağlam olmadığını belirtir (V, 238).
Vâkıa Sûresi Fazileti Nedir?
Abdullah b. Mesud (r.a.)’ı ölüm hastalığında ziyaret eden Hz. Osman:
“- Sana beytülmalden bir bağışta bulunulmasını emredeyim mi?” diye sorar. İbn Mesud buna ihtiyacı olmadığını söyler. Osman (r.a.):
“- Senden sonra hiç olmazsa kızlarına kalır” deyince İbn Mesud (r.a.):
“- Sen kızlarımı merak etme. Ben onlara her gece Vâkıa sûresini okumalarını öğrettim. Zira ben Resûlullah (s.a.s.)’in «Her kim her gece Vâkıa sûresini okursa ona fakirlik dokunmaz» buyurduğunu işitmiştim” der. (İbn Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe, II, 726)
VAKIA SURESİ NE ANLATIYOR? 1- İnsanın Yaratılışı
“Sizi Biz yarattık. Tasdik etmeniz gerekmez mi?
Rahime attığınız o nutfeyi gördünüz mü? (Bir düşünün!)
Onu yaratıp insan hâline getiren siz misiniz, yoksa Biz miyiz?” (el-Vâkıa, 57-59)
Yok kadar bir su zerresinden, son derece girift ve bir o kadar da âhenkle işleyen sistemlerle donatılmış bir insan vücûdunun meydana gelmesi, ne muazzam bir ilâhî sanattır.
2- Ölüm ve Yeniden Dirilme
“Aranızda ölümü takdir eden Biz’iz. Ve Biz, irâdemizi gerçekleştirmekten âciz değiliz.
(Ölümü,) sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir âlemde tekrar var edelim diye (takdir ettik).” (el-Vâkıa, 60-61)
Ölüm gerçeği… Kimse ölümden kaçamaz. Cenâb-ı Hak isterse inkârcıları helâk edip daha iyi bir toplum getiriverir.
“Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?” (el-Vâkıa, 62)
İlk yaratmayı böylesine mükemmel bir şekilde yapan Yüce Allah, insanı tekrar yaratmaya da kâdirdir. Bunun üzerinde tefekkür ederek âhirete ve “ba‘sü ba‘de’l-mevt”e, yani ölümden sonra dirilişe hazırlanmak îcâb eder.
3- Tohumlar ve Bitkiler
“Ektiğiniz o tohumu gördünüz mü? (Şimdi onu bir düşünün!)
Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz?
Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız.
«Doğrusu biz çok ziyandayız. Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!..» (derdiniz).” (el-Vâkıa, 63-67)
Çevremizdeki ekinlere, ağaçlara, bitkilere ibretle bakarak Allah Teâlâ’nın yaratma sanatını ve nîmetlerini hayranlıkla seyretmeliyiz. Cenâb-ı Hak vermezse insanların gayretleri ve tedbirleri boşa gider, bir ot bile yetişmez.
Bir an için etrafımızdaki bütün yeşilliklerin kuru bir çöp hâline geldiğini düşünelim. Hayâtımız bir anda nasıl da kararıverirdi!..
4- Tatlı Su
“Ya o içtiğiniz suyu gördünüz mü? (Bir de onu düşünün!)
Onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa indiren Biz miyiz?
Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi?” (el-Vâkıa, 68-70)
Buluttan inen tatlı su, Cenâb-ı Hakk’ın büyük bir ikramıdır. O su acı bir şekilde inse, kimse onu tatlandıramazdı. Veya bir kuraklık olsa, bulutları oluşturup yağmuru indirmeye kim güç yetirebilir ki?!.
5- Ateş
“Bir de o tutuşturduğunuz ateşi gördünüz mü? (Onu da düşünün!)
Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan Biz miyiz?
Biz onu hem ibret (için) hem de çölden gelip geçenlerin, yolcuların ve muhtaçların istifâdesi için yarattık.” (el-Vâkıa, 71-73)
Hakîkaten düşünmek gerekir ki hayatta insanlara pek çok faydaları olan ateşi ve onun yakacağı olan ağaçları kim yaratmıştır?
Allâh’ın kudretine bakın ki yeşil ağaçtan ateş çıkarıyor!.. Bir de ateşin mâhiyetini düşünelim… Nasıl yanıyor, nasıl yakıyor?!.
Çöl yolcuları, gecenin soğuk ve karanlığında ateşe sığınırlar. Ateş, yolcular için vazgeçilmez bir ısınma, aydınlanma ve yemek pişirme vâsıtasıdır. Aslında ateşe bütün insanların ihtiyacı vardır. Ateşsiz yaşamak çok zordur.
Dolayısıyla ateş, hem ibretlik bir hâdisedir hem de toprak, su, hava gibi zarûrî bir ihtiyaçtır. Resûlullah şöyle buyurmuştur:
“Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Suda, otta ve ateşte.” (Ebû Dâvûd, Büyû, 60/3477)
Diğer taraftan, dünya ateşine bakarak cehennemi hatırlamalı… Ne kadar ibretliktir ki altımızda mağma tabakası, müthiş bir ateş deryâsı; üstümüzde ise Güneş, muazzam bir alev topu… İki ateş arasında serin ve selâmet bir hayat şartlarını lûtfeden Rabbimize ne kadar şükretsek az!..
Bütün bu nîmetler karşısında insanın Allâh’ı çokça tesbîh etmesi îcâb eder:
“O hâlde, Yüce Rabbinin ismini tesbîh et (yücelt)!” (el-Vâkıa, 74)
– Dilimiz; zikir, Kur’ân ve tebliğle meşgul olarak tesbîh etmeli,
– Kalbimiz; duygu derinliği içinde şükredip tesbîh etmeli,
– Âzâlarımız; nâfile namazları, oruçları ve hizmetleri artırmak sûretiyle tesbîhe devam etmeli…
6- Yıldızlar veya Vahiyler
“Hayır! Yıldızların mevkîlerine yemin ederim ki, bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir.” (el-Vâkıa, 75-76)
Azamet-i ilâhiyyenin nihâyetsizliği… Cenâb-ı Hak tefekkürümüzü sonsuzluğa yönlendiriyor…
Semâ, âdeta bahr-i bî-pâyân / haddi hudûdu olmayan bir okyanus…
Bu âyetlerde, yıldızlar görünmez olduktan sonra başlayan seher vakitlerine ve gece ibadetlerine de dikkat çekilmektedir.
Yine bu âyet-i kerîmelerde yemin edilen hususlardan bir diğeri de Peygamber Efendimiz’e nâzil olan vahiylerdir. Bunlar ya bir âyet, ya birkaç âyet veya bütün bir sûre olurdu. Her bir vahye de “Necm: Yıldız” denilmiştir.
7- Kur’ân-ı Kerîm
“Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da) bulunan değerli bir Kur’ân’dır. Ona ancak iyice temizlenenler dokunabilir.” (el-Vâkıa, 77-79)
Kur’ân-ı Kerîm’e son derece tâzim ve hürmet göstermek îcâb eder. Mushaf’a yapışık olan dış kabına ve cildine bile abdestsiz olarak dokunmak yasaktır. Abdestsiz kişi, elbisesinin yeniyle de Mushaf’ı tutamaz. Ona hürmet ve tâzîmi zedeleyecek tavırlar içinde bulunmak da büyük bir gaflettir. Zira:
“O, Âlemlerin Rabbi’nden indirilmiştir. Şimdi siz, bu ilâhî kelâmı mı küçümsüyorsunuz? Allâh’ın verdiği rızka (bu en büyük nîmete) karşı şükrünüzü, onu yalanlamak sûretiyle mi yerine getiriyorsunuz?!” (el-Vâkıa, 80-82)
Bizlere lûtfedilen en büyük nîmetlerden biri, Kur’ân-ı Kerîm’e muhâtap kılınmış olmaktır. Bu nîmetin şükrü de, onu güzelce idrâk edip muktezâsınca yaşamaktır.
8- Ölüm
“Hele can boğaza dayandığı zaman, o vakit siz bakar durursunuz.” (el-Vâkıa, 83-84)
Kişinin vâdesi dolup emr-i Hak vâkî olduktan sonra onu geri döndürmek için insanoğlunun elinden hiçbir şey gelmez.
“Biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz.
Mâdemki siz dînin emirlerine boyun eğmiyorsunuz ve cezâ görmeyeceğinizi iddiâ ediyorsunuz, haydi o zaman o (canı) geri çevirin de görelim! Şâyet iddiânızda doğru iseniz!” (el-Vâkıa, 85-87)
İşte Allâh’ın kudreti… İşte insanın acziyeti… Bütün insanlık, ister istemez ilâhî takdîre boyun eğecek ve teslim olacak… Hâl-i hayâtında emr-i ilâhîye karşı çıkıp inatla diklenen zorba ve mütekebbirler bile o an hiçbir îtiraz sesi yükseltemeyecek… İdrâki üzerindeki sayısız gaflet perdeleri kalkan insan, kâinattaki asıl hükümranlığın yalnızca Allâh’a ait olduğunu, bütün gerçekliğiyle ancak o an anlayabilecek…
9- Ölen Kişi Üç Hâlden Biri Üzeredir
(1) “Fakat (ölen kişi Allâh’a) yakın olanlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm Cenneti vardır.
(2) Eğer o sağdakilerden ise, «Ey sağcılardan olan kişi, sana selâm olsun!» denir.
(3) Ancak yalanlayıcı sapıklardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır! Ve (onun sonu) cehenneme atılmaktır.” (el-Vâkıa, 88-94)
Kâfirler ve günahkâr Müslümanlar, bu kısma dâhildir.
“Şüphesiz ki bu (anlatılanlar), kesin hakîkatin ta kendisidir.” (el-Vâkıa, 95)
10- Cenâb-ı Hakk’a İlticâ
“Öyleyse haydi azîm olan Rabbinin ismini tenzîh ile an! (O’nu tesbîh et ve yücelt!)” (el-Vâkıa, 96)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Kâinat İnsan ve Kur’ân’da Tefekkür, Erkam Yayınları
VAKIA SURESİ TEFSİRİ ❂ O kaçınılmaz ve önlenemez kıyâmet koptuğu zaman;
اَلْوَاقِعَةُ (vâkıa), meydana gelmesi kaçınılmaz olan hâdise, olay demek olup, kıyâmetin isimlerinden biridir. Onun yakın zamanda mutlaka kopacağını belirtir. Belki kopmadan önce onu yalanlayanlar olabilir. Fakat vuku bulduktan sonra artık hiç kimsenin onu yalanlama imkânı kalmayacaktır.
Kıyâmetin iki önemli vasfı vardır: Alçaltıcı ve yükseltici olması. Buna göre:
❂ Kıyâmet kâinatın düzenini bozacak, dünyanın altını üstüne getirecek, yüksek dağları yerle bir edecek, alçak yerleri yükseltecektir. Nitekim 4-6. âyetler bu mânayı teyid etmektedir.
❂ Kıyâmetin bu vasfı insanlar için de geçerlidir. Çünkü o, inkârcıları cehennemin aşağı derekelerine düşürecek, müminleri ise cennetin yukarı derecelerine yükseltecektir. Yine bu müthiş olay, dünyada büyüklenen nice insanları, toplumları alçaltacak, rezil rüsvâ edecek; horlanan veya tevazu gösteren nicelerini de yüceltecektir.