Bülent BAL / balbulent@hotmail.com
Gümüşhane Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Sendromdan kastım, herhangi bir sosyal birimin, grubun kendini var eden mecradan kaynaklanan gücünü, başka bir alana kotarmaya çalışırken, meşruluk kaynaklarını kaybetmesi ve bunun sonucunda ontolojik bir kriz içerisine girmesidir. Bunu, yakıtını silah olarak kullananların yaşadığı trajedi olarak da niteleyebiliriz. Tahmin edileceği üzere kavramsallaştırmaya çalıştığım bu olgunun ilham kaynağı, Cem Uzan'dır. Malum, Uzan siyasete girince daha önce kendisine büyük bir güç veren gazeteleri inandırıcılıktan yoksun birer bültene, televizyonları ise ağırlığı olmayan bir parti tanıtma aracına dönüşmüştü. Dahası, siyasetin doğası gereği bütün enstrumanlar üzerine salınınca, sahip olduğu dokunulmazlık zırhı her yerinden lif lif döküldü. Bunun sonucunda Uzan, ekonominin zirvesinden indirilmekle kalınmayıp, yerinden yurdundan koparak ailesi ile birlikte mülteci konumuna düştü. Herhangi bir ahlaki/hukuki değerlendirmeye girmeden şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; şayet Uzan siyasete girmemiş olsaydı, yüksek ihtimalle Türkiye'nin en gözde işadamlarından biri olarak varlığını devam ettiriyor olacaktı.
Hizmet hareketi de benzer bir sendroma tutulmuş durumda. Bunu görmek için laboratavura girip mikroskoplarla semptom aramaya, herhangi bir konsültasyona ya da herhangi bir klinik teste ihtiyaç yok. Öyle ki, bu saatten sonra sendrom yok demek bile bu tabloya hizmet etmekten başka bir etki doğurmaz. Sendromun hizmet hareketinin üzerinde nasıl bir sonuç ortaya çıkardığını görmek için onun 17 Aralık öncesi tomografisine, bileşenlerine bakmakta yarar var.
Kategorik bir tasnif yaparsak, hizmet hareketi kabaca ikili bir yapıya dayanıyordu. Birinci halkada, abi-abla hiyerarşisinden ödün vermeyen, yoğun bir itaatkarlık-adanmışlık duygusuyla harekete sımsıkı bağlı kişiler yer alırken, ikinci halka, yapı içerisinde aktif bir şekilde faaliyet göstermemekle beraber, kimisi gazete aboneliğiyle; kimisi verdiği burslarla, kurbanlarla, kurban derileriyle; kimisi kalemiyle; kimisi de en azından kalbiyle harekete destek veren kişilerden oluşuyordu. Esasen harekete camia özelliği veren de işte bu ikinci halkaydı. Bu halkanın önemi sadece destek vermekle sınırlı değildi. Aynı zamanda hareketin hem genişleme/gelişme alanını, hem de dışa karşı yumuşak gücünü teşkil ediyordu. Hariçten gelebilecek eleştirilere karşı adeta bir koruma çemberi, hücre çeperi görevini görüyordu.
Gönlümüze girip yüreğimizi aldılar
17 Aralık operasyonuyla birlikte harekete camia karakteri veren bu halkayla, katıksız cemaat bünyesi arasında büyük bir yarık oluştu. Yıllardır harekete destek verirken yüreğinde şüphe taşımayan insanlar, artık pişmanlıklarla, hayal kırıklıklarıyla, aldatılmışlık duygularıyla yoğrulmuş bir hissiyatın derin ızdırabını yaşıyorlar. Öncesi ve sonrasıyla taşıdıkları bu ruh halini şöyle tercüme edebiliriz: ''Bizim hizmet hareketine verdiğimiz destek, ona karşı beslediğimiz muhabbet, Hocaefendi' nin ince işçilikli üslubuna, manevi ve eğitim alanında yapılan hizmetlere dayanıyordu. Biz kirli olsak da bir yerlerde arınmış insanlar var diye kendimizi teselli ediyorduk. Hizmete olan muhabbetimizin nedeni buydu. Ancak MİT krizi, 17 Aralık operasyonları ve ardından ortaya konulan refleks gösteriyor ki; yanılmışız. Bilmeden gizli ajandalara odun taşımışız. Verdiğimiz destek, derin abilerle biraderlerin koalisyonuna meze, beyaz cemaatçilerle beyaz Türkler' in birlikteliğine katık olarak kullanıldı. Cemaatin kendi gerçeği, evrensel bir hakikatmiş gibi ülkenin hakikatinin önüne geçirildi. Seçtiğimiz iktidara pusu kuruldu, çelme takıldı. Hakkın içine bolca şer araçlar boca edilerek, bir kokteyl yapıldı ve bu kokteyl bir ab-ı hayat olarak sunulduu2026 Velhasıl, 'Önce gönlümüze girdiler, sonra da yüreğimizi aldılar.'
Yakarken küle dönmek
Öyle ya da böyle kitlelerde oluşan bu ruh hali, hizmet hareketinin bünyesine büyük bir darbe vurmuştur. Camia gitmiş, geriye sadece, ozon tabakası delinmiş, her okun bağrına saplandığı çıplak bir cemaat yapısı kalmıştır. İçine düşülen bu ontolojik krizin atlatılması yakın ve orta vadede mümkün görünmüyor. Ancak hareketin en azından pür cemaat olarak kalabilmesi için kapalı devre çalışmasına son verip şeffaflaşmayı (olduğu ya da göründüğü gibi olmak) şiar edinmelidir. Daha önce topluma sundukları alana geri dönerek, geniş bir muhasebeden kendini geçirmelidir. Siyasetle ilişkisinin sınırlarını açık bir şekilde çizmelidir. Aksine yaşadığı rotasız, pusulasız savrulmayı devam ettirdiği müddetçe, sosyolojik anlamda bir intihar kendini beklemektedir. Çünkü, benimsenen mücadele tarzı, bir nefsi müdafaanın ötesine çoktan geçmiş durumda. Bir nefis mücadelesi yaşandığı apaçık görülüyor. İktidar virüsünden soyutlayamayacağımız nefis mücadelesi ise serseri mayın gibidir. Nerede konaklayacağı belli olmaz. Sürekli bir içe dönme, yani bir parçalama riski taşır, özellikle Gülen sonrası. Şu anda bile örneğin, bir Gülerce ile bir Keneş'i bir arada tutmak zorken, Gülen sonrası oluşabilecek tabloyla ilgili bir senaryo yazmaya gerek yok sanırım.
Nefretin Önüne Geçmek
Yalnız bu parçalanma ihtimali, eller ovuşturularak beklenilecek bir hal de değildir. Nasıl ki; yapılan örtülü operasyon sadece AK Parti'yi yaralamıyorsa, yanı sıra bütün siyasal sistem bundan nasibini alıyorsa, böylesine büyük sosyolojik yapının bir anda parçalanması da toplumsal açıdan benzer sonuçlar doğurabilir. Şöyle ki; hareket aynı zamanda küresel bir organizasyon olduğu için olası bir parçalanma sonucunda ortaya çıkacak klikler, isteyerek ya da istemeyerek uluslararası operasyonlara açık hale gelebilir. Oluşabilecek en önemli sorunlardan bir diğeri ise, cemaat ve cemaat dışındaki muhafazakar kesimler arasındaki ilişkinin bir nefrete dönüşme ihtimalidir. Diğer Müslüman ülkelerde yakıcı örneklerini her an gördüğümüz ve Türkiye'nin yabancısı olduğu bir nefret iklimiyle karşılaşılırsa, on yıllara sari korkunç bir tablo ortaya çıkabilir. Böyle bir çatışma zemininden ne bir toplumsal uzlaşı, ne de siyasal bir istikrar üretilebilir. Gerek siyaset erbabı, gerek cemaat, gerekse cemaat dışı muhafazakar kesimler pozisyon alırken ve hamle yaparken bu hassas durumu, öncelikle dikkate almaları gerekmektediru2026 Çözüm, cemaatin imhasından veya kendini imha etmesinden değil, bir an önce ıslahından geçmektedir.
* Cem Uzan siyasete girince, önce kendisine büyük bir güç veren gazeteleri inandırıcılıktan yoksun birer bültene, televizyonları ise ağırlığı olmayan bir parti tanıtım aracına dönüştürmüştü. Şayet siyasete girmemiş olsaydı, yüksek ihtimalle Türkiye'nin en gözde işadamlarından biri olarak varlığını devam ettiriyor olacaktı.
* Hizmet hareketi bir sendroma tutulmuş durumda. Bunu görmek için laboratavura girip mikroskoplarla semptom aramaya ihtiyaç yok. Oluşabilecek en önemli sorunlardan bir diğeri ise, cemaat ve cemaat dışındaki muhafazakar kesimler arasındaki ilişkinin nefrete dönüşme ihtimalidir.