IDEF'23 fuarı, İstanbul'da düzenlendi ve burada gerçekleştirilen en dikkat çekici anlaşmalardan biri, Türkiye ile Azerbaycan arasında imzalanan metindi. Bu mutabakat, diplomatik bir dil kullanılarak ifade edilmiş olsa da aslında Türkiye ve Azerbaycan arasında önemli işbirliği detaylarını içeriyor. Metinde, 'Milli Muharip Uçak KAAN'ın geliştirme faaliyetleri de dahil olmak üzere üretim konularındaki iş birliğinin çalışma usul ve esaslarının belirlenmesi' şeklinde ifade edilmiş. Ancak bu ifadenin arkasında, çok değerli işbirliği detayları yer alıyor.
Kamuoyuna yansıyan kimi bilgilere göre Türk ve Azerbaycan heyetleri arasında mutabık kalınan metin ilginç bir sürece de işaret ediyor. KAAN projesi için Azerbaycan'da yerleşik kabiliyetlerin belirlenmesi, değerlendirilmesi, uygun değerlendirilen tesis ve/veya firmalarda üretim hazırlıklarının yapılması, üretim kabiliyetlerinin geliştirilmesi ve tecrübe paylaşımlarının yapılması bunlardan bazıları.
Pakistan ile imzaların da ‘eli kulağında’Azerbaycan ile atılan bu adımın henüz dumanı tüterken medyaya düşen başka bir haber KAAN’ın geleceğine dair beklentileri daha farklı bir noktaya taşıdı. Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Pakistan’ın KAAN Milli Muharip Uçak Programı’na katılımı için anlaşmanın imzalanmak üzere olduğunu açıkladı.
Haliyle KAAN için Azerbaycan ve Pakistan gibi iki ülkenin programa dahil olacağı netleşti. Tabii bu noktada hatırlamamız gereken bir başka önemli detay da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Körfez ziyareti. Erdoğan’ın mevkidaşlarıyla yaptığı görüşmeleri ve KAAN’ın burada da başrolde olduğunu unutmamak gerek. Ziyaret sırasında Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin de KAAN’ın geliştirme sürecine katılmak istediği açık kaynaklara yansıdı.
Tüm bunları alt alta koyduğumuzda aslında herkesin aklına tek bir soru geliyor… Türkiye, KAAN için neden başka ülkelere ihtiyaç duyuyor? Bu ülkelerin katılımı savaş uçağının yerli/milli özelliğine herhangi bir leke getirir mi? Daha da önemlisi bu ülkelerin muhtemel katılımı sonrası KAAN projesi nereye evrilir? Bu soruların yanıtı Savunma Sanayii Araştırmacısı Kadir Doğan ile konuştuk…
'Savaş uçağı geliştirmek çok zor ve maliyetli bir iş'Kadir Doğan, öncelikle KAAN dahil olmak üzere bir savaş uçağı geliştirme boyutundan ele alıyor meseleyi… Böyle bir projeyi geliştirmenin savunma sanayii açısından en büyük, en kapsamlı ve en maliyetli işlerinden biri olacağının altını çiziyor.
Teknik olarak bu gibi işlere ‘proje’ yerine ‘program’ dendiği bilgisini de paylaşıyor Doğan ve içerisinde bulunan en ufak bir mekanik parçadan, elektronik donanımlara, yazılımlardan binlerce sensöre kadar bu tür işlerin aslında devasa sistemler olduğuna işaret ediyor.
Savaş uçağı yapabilmek için yüzlerce hatta binlerce şirketin birlikte çalıştığını yine binlerce mühendisin birbirleriyle entegre bir şekilde geliştirdiği sistemlerin kullanıldığını kaydediyor. Hal böyle olunca bu gibi programların mali yükümlülükleri de çok yüksek bedellere ulaşmış oluyor.
Milyarlarca dolarlık işleri tek başına yapmak pek mümkün değilDoğan, işin maliyetinden bahsederken hemen hepimizin yakından takip ettiği F-35 projesine getiriyor konuyu ve söz konusu projenin geliştirme faaliyeti için yaklaşık 400 milyar dolar harcandığını vurguluyor.
“Bu Türkiye'nin gayrisafi milli hasılasının neredeyse yarısı” dedikten sonra devam ediyor:
Bununla birlikte programın gelişimi ve devamlılığının sağlanması da bir diğer önemli nokta. Zira bir savaş uçağı ortalama 50 ila 70 yıl kullanılabilen ve bu sürede hem ikamesinin yapılması hem de gelişen teknolojiye uyum sağlaması gereken sistemler. Bu da bu süre zarfında ürünün sürekli geliştirilmesi, değişen harp koşulları ve teknolojiye uyum sağlaması anlamına geliyor.
Bu açılardan bakıldığında Türkiye'nin bahsettiğimiz mali yükümlülüğün altına tek başına girmemesi gerektiği konusunda hemen herkes hemfikir. Öte yandan farklı ülkelerin programa dahil olarak geliştirme sürecine teknik ve mali açıdan destek vermesi oldukça makul bir adım.”
'Savaş uçağı ortaklığı savunma sanayiinden çok öte bir adım'İşin mali boyutu madalyonun elbette bir yüzü. Ancak Kadir Doğan madalyonun diğer yüzünü de çeviriyor ve belki de parasal konulardan çok daha önemli bir sürece işaret ediyor…
Konu bu noktada doğal olarak savunma sanayii projelerinin uluslararası ilişkiler ve dış politikaya etkisine geliyor. Bu süreci ‘bir savaş uçağı programı ortaklığının çok daha ötesi’ olarak niteliyor Doğan.
Bugün hiçbir ülkenin siyaseten ters düşebileceği, sorun yaşayacağı veya yaşama ihtimali olduğu bir ülkeyle böylesine büyük programda birlikte çalışmayacağını vurguluyor ve “Ürettiğiniz savaş uçağı sizin milli güvenliğinizin en önemli yapı taşlarından biridir. Haliyle kimse bunu tehlikeye atmak istemez” diyor.
SİHA diplomasisinin ardından KAAN diplomasisiKadir Doğan, yakın dönemde Türk SİHA’larının ilgili coğrafyalarda oluşturduğu etkiyi hatırlatıyor ve şimdi KAAN ile de benzer bir süreç yaşanacağına inandığını belirtiyor.
Savaş uçağı ortaklığının aslında Ankara’nın bahsi geçen ülkelerdeki etkisini en üst noktalardan birine taşıması anlamına da geldiğine değinen Doğan, “Bu hem dış politika açısından oldukça olumlu hem de Türkiye'nin bölgesel bir gücün ötesinde kendini konumlandırması açısından oldukça iyi bir enstrüman. Türkiye'nin çok büyük bir başarı hikayesine dönüşen ‘SİHA Diplomasisi’ tekniği KAAN ile çok daha farklı bir boyuta taşınabilir. Bu yeni gerçeklik Türkiye'yi bölgesel bir güç olmanın ötesine taşıyabilir. Bu nedenle KAAN bir savaş uçağından çok daha fazlasına dönüşebilir ve Türk diplomasisi için ‘altın anahtar’ rolü üstlenebilir” diyerek sözlerini tamamlıyor.
Kaynak: TRT Haber