Türkiye, Şubat 2021’de ilk insansız su-üstü aracı (unmanned surface vehicle / USV) [1] ULAQ’ın tanıtımını yaptı. Ares ve Meteksan’ın ortak üretimi olan bu yeni deniz harp platformunun, 65 km/s maksimum hız ve 400 km operasyonel menzile sahip olduğu rapor edildi.
Türkiye’nin bu alandaki ilk platformu olan ULAQ, Türk Donanması için gerçek bir artı değer anlamına gelebilecek, gelecek vaat eden bir potansiyele sahip. ULAQ’ın prototipi ilk olarak Roketsan yapımı Cirit ve UMTAS füzeleriyle tanıtıldı. Açık kaynaklı veriler [2], platformun ayrıca elektronik harp, istihbarat ve mayınlara karşı tedbirleri gibi farklı konfigürasyonlar sunabileceğini gösteriyor.
Robotik deniz harp paradigması ve insansız su-üstü platformlar
İnsansız su-üstü araçları, akıllıca değerlendirildikleri takdirde, donanmalar için oyunun kurallarını değiştiren avantajlara dönüşebilirler.
Türk yapımı ULAQ prototipinin örneğinde de görüldüğü üzere, USV’lerin yüksek riskli alanlarda elverişli füze platformları oluşturması da ihtimal dahilinde. Elbette ki, platform büyüdükçe harp yükü ve ateş gücü de artacaktır. Füze harp yetenekleri, USV’lerin, daha büyük gemilere ve görev gruplarına eşlik ederken, hava savunma görevlerinde de kullanılmasını sağlayabilir.
Doktrine ilişkin yayımlanan çalışmalar, robotik sistemlerin envantere katılmasının donanmalara mevcut personel kaynağı ötesinde bir yetenek kazandırabileceğini göstermektedir. Örneğin eski ABD Savunma Bakanı Mark Esper, insansız su-üstü platformlarına yatırım yapmanın ABD Donanması için 355 parçalık filo kapasitesini aşmanın en iyi yolu olduğunu ifade etmişti. [3]
USV’ler, içlerinde personel bulunmasını gerektirmediği için, yüksek riskli operasyonel görevler için uygunluk arz ediyor. İnsan faktörü minimize edildiği için dayanıklılık parametreleri de robotik standartlarda. Ayrıca, insanlı gemilere kıyasla birçok USV tipi daha ucuz birim maliyetlere sahip.
USV’ler, elektronik harp ve istihbarattan, füze kabiliyetine kadar geniş bir görev yelpazesinde kullanılabilen çok yönlü sistemler. Son olarak, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının dünyadaki birçok donanma üzerindeki etkileri göz önüne alındığında, “dronizasyon” hemen her kuvvet için daha öngörülebilir bir biyo-güvenlik avantajı sunuyor. Zira robotlar patojenlerden etkilenmiyor, ateşleri çıkmıyor ve hastalanmıyorlar.
İnsansız su-üstü araçları [4] hakkında giderek büyümekte olan literatürde, söz konusu yeni sistemlere enteresan rollerin biçildiği görülebilir. Birincisi, robotik platformların geleneksel filolara eşlik eden insan-makine işbirliği temelli harekât tasarısı (CONOPS) dahilinde görev yapması muhtemel.
Türk yapımı ULAQ prototipinin örneğinde de görüldüğü üzere, USV’lerin yüksek riskli alanlarda elverişli füze platformları oluşturması da ihtimal dahilinde. Elbette ki, platform büyüdükçe harp yükü ve ateş gücü de artacaktır. Füze harp yetenekleri, USV’lerin, daha büyük gemilere ve görev gruplarına eşlik ederken, hava savunma görevlerinde de kullanılmasını sağlayabilir.
USV’ler, gelecekteki harekât tasarılarının parçası olarak amfibi operasyonlarda da görev alabilirler. Söz konusu çerçevede, lojistik görevler, yani çıkarma bölgesine personel ve ekipman taşınmasını icra edebilecekleri gibi; silahlı USV’ler amfibi birlikleri ateşle destekleyebilirler.
Son olarak, 2013 tarihli bir RAND Corporation raporunun [5] USV’lerle ilgili önerdiği gibi, söz konusu araçlar, tıpkı taarruzi (kamikaze) drone’lar gibi kullanılarak, bir tür, su-üstünde seyreden “robotik torpido” olarak da kullanılabilirler. Ayrıca, daha büyük insanlı deniz araçlarını korumak için gemisavar füze tehditlerine karşı koyacak şekilde de yapılandırılabilirler.
USV’ler, içlerinde personel bulunmasını gerektirmediği için, yüksek riskli operasyonel görevler için uygunluk arz ediyor. İnsan faktörü minimize edildiği için dayanıklılık parametreleri de robotik standartlarda. Ayrıca, insanlı gemilere kıyasla birçok USV tipi daha ucuz birim maliyetlere sahip.
Robotik deniz harbi sularına yelken açmak
Ülkenin ilk USV’si olan ULAQ’ın, nihai operasyonel kapasitesine ulaşmadan önce önünde ilerlemesi gereken uzun bir yol bulunuyor.
Şu andan itibaren, Türkiye’nin insansız deniz harp sistemleri geliştirme programı, gerçek bir oyun değiştirici yetenek olarak kabul edilmeden önce iki kritik eşiği geçmek zorunda kalacaktır.
Birincisi, ULAQ ve benzeri sistemler, askeri zeitgeist’a yani zamanın ruhuna ayak uydurabilmek için bir noktada yarı-otonom ve otonom olarak çalışabilecek hale gelmeliler. Milli Savunma Sanayii ve Teknoloji Altyapısı (Defense Technological and Industrial Base/DTIB) sahip olduğu yeni kapasiteleri otonom hale getirmeye odaklanmalı. Bunu yapabilmek için, savunma eko-sistemi, bütüncül bir anlamda, yapay zekâ (AI) ve daha etkin karar alma algoritmalarına dair kapsamlı bir anlayış geliştirmeli.
Ayrıca, ilerleyen aşamalarda, Türk askeri planlamacıları, otonomiyle gelen özelliklerden faydalanarak, savunma sektörüyle yakın işbirliği içinde, robotik deniz harbi için swarming (sürü) konseptleri üzerinde de çalışmak zorunda kalacaklar.
İkincisi, Türkiye’nin, donanma modernizasyonu için daha karmaşık konseptler üretmesi gerekiyor, bunların başında da “cross-domain” olarak tabir edilen yetenekler geliyor. Yani, USV’lerin, insansız hava ve kara araçlarıyla birlikte harekat icra edebilecek kabiliyet kazanmaları kritik. Türk Deniz Kuvvetleri’nin, halihazırda, bir SİHA & İHA envanteri bulunduğunu hatırlatalım.
Türk Donanması insansız hava aracı (İHA) olarak halihazırda Bayraktar TB-2 ve ANKA’yı kullanıyor. “Pantsir-avcısı” olarak bilinen Bayraktar TB-2, Kuzey Afrika’dan Kafkasya’ya birçok cephede binlerce saatlik muharip uçuşuyla Türkiye’nin drone harbi envanterinin en önemli unsuru olarak adlandırılmayı hak ediyor. Donanmanın ANKA varyantları da ayrıca dikkat çekiyor. [6] Türk Deniz Kuvvetleri ANKA kapasitesi, güçlü bir istihbarat ve durumsal farkındalık kabiliyeti sağlayan gelişmiş sistemlerle; yani, SAR/ISAR radarları ve elektro-optik/kızılötesi sensörlerle donatılmıştır. ANKA’nın Otomatik Tanımlama Sistemi (Automatic Identification System-AIS), sistemin yüzlerce mil içindeki herhangi bir su-üstü platformunu tespit etmesini sağlıyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri, yakında daha büyük bir sistem olan Aksungur’u teslim almaya başlayacak. ANKA ailesinin de yapımcısı olan TUSAŞ tarafından imal edilen Aksungur, harp yükü konfigürasyonları dahilinde taşıdığı yeteneklerle (sonobuoy, manyetik anomali detektörü) iddialı bir denizaltı harbi sistemi olmaya aday.
İdeal bir ortamda, yukarıda bahsedilen İHA’lar, ULAQ ve diğer müstakbel USV’lerle ağ bağlantılı bir şekilde çalışacaktır ya da çalışmalıdır.
Nihayet şunu ifade edelim ki, USV pazarının istikrarlı bir şekilde büyüme ihtimali de dikkate alınmalı. Dolayısıyla, ULAQ aynı zamanda kârlı bir ihracat unsuruna dönüşebilir.
Sonuç olarak, Türkiye robotik savaş ufkunu genişletmiş ve insansız sistemler gündemini denizcilik alanına da intikal ettirmiş bulunuyor. İcap ettiği şekilde yönetilebilirse, ULAQ, Türk Donanması için yeni bir dönemin başlangıcı olabilir.