Yazı Dizisi/ Özlem Doğan
İlk koalisyondan bu yana Türkiye'de siyasi çehre kah darbelerle kah koalisyon anlaşmazlıkları sonucu değişirken olan yine halka oluyor, cebinden parası, yasaklı ve eksik eğitimden dolayı geleceği, dış güçler tarafından körüklenen çatışmalardan ötürü hayatından oluyordu. 90'lı yıllar ise faili meçhullerin, yolsuzlukların, toplumu bölmek için üretilmiş krizlerin, doğal felaketlerde aciz ve çaresiz kalan hükümetlerin, devalüasyon ve hortumlanan bankaların dönemi olarak tarihe geçti. Ülke menfaatini kendi menfaati üstünde tutan liderler ise Özal gibi ya şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti, ya da Erbakan gibi post modern darbeyle siyaset hayatından el çektirildi.
Türkiye'de Özal dönemi
1980 darbesi öncesinde koalisyon hükümetlerinin acziyeti yüzünden başta ekonomik ve sosyal alanda olmak üzere her alanda dibe vuran bir ülke tablosuyla karşı karşıya kalınmıştı. Ceplerde, evlerde, sokaklarda huzur yoktu. Her yer kan gölü haline dönüşmüştü. Ayak sesleri çok daha önce işitilen darbe 1980'de gerçekleşti. Türkiye yeni bir darbeyle yeniden geriye döndü. Fakat DP'den sonra uzun yıllar sonra Turgut Özal Anavatan Partisi'yle tek başına iktidar oldu. Özal da tıpkı Menderes gibi ülkeyi düştüğü bunalımdan kurtarmak için çalışmalara başladı. Ama Türkiye'ye rahat nefes aldırmayan, darbe ve anarşiyi planlayanlar yeniden devreye girerek içerideki işbirlikçileri aracılığıyla Özal aleyhine algı operasyonu başlattılar. Siyasi karmaşa oluşturmaya çalışanlar ülkenin önüne set çekmeye çalışırken 1991 seçimleri gerçekleşti. DYP sandıktan %27 oy oranı ile önde çıkarken ANAP %24, SHP %20.8 ile bitirdi. Demirel, Erdal İnönü'yle koalisyon kurdu. Bu koalisyon Türkiye'nin batağa saplanmasının miladı olacaktı. Ülke lehine icraat yerine Cumhurbaşkanı Özal'ı eleştirmekten başka bir şey yapmayan yeni koalisyon hükümeti döneminde faili meçhul cinayetler, karanlık suikastlar başladı. Üstelik halkın sevdiği ve sırf bu sevgi yüzünden 'Üst Akıl' yüzünden hedef alınan Cumhurbaşkanı Özal şaibeli bir şekilde hayatını kaybetti
İç çatışmalar körükleniyor
Türkiye artık kanlı ellerin kıskacında boğulacak ve uzun yıllar gün yüzü görmeyecekti. Sivas ve Başbağlar katliamından Uğur Mumcu suikastına, laik antilaik çatışmasının körüklenmesinden Marmara depremine kadar 90'lı yıllar Türkiye'nin adeta yüzüstü süründüğü yıllar olarak hafızalara kazınacaktı. 2 Temmuz 1993'te Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli'nin derin güçler tarafından yakılması sonucu çoğunluğu Alevi olan otuz üç 33 yazar ve iki otel çalışanı yanarak veya dumandan boğularak hayatlarını kaybetti. Derin güçler bununla da yetinmedi ve sadece üç gün sonra yani 5 Temmuz'da Erzincan'ın ilinin Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde muhafazakarlığı ile bilinen Başbağlar köyünde taşeron PKK'ya otuz üç sivili katlettirdi. Katliam sonrası köye gidenler, 'Sivas'ın intikamını aldık' notuyla karşılaştılar. Türkiye'nin çilesi henüz bitmemişti. Ağırlıklı olarak alevi vatandaşların yaşadığı Gazi mahallesinde karanlık eller kahvehaneye ateş açarak bir alevi dedesinin ölümüne yol açtı. İşte bu kışkırtma Gazi olaylarının fitilini ateşledi. Tansu Çiller ve Murat Karayalçın koalisyonu da diğer koalisyonlar gibi kargaşa ve kaos karşısında yetersiz kalıyordu. 22 kişinin hayatını kaybettiği Gazi ayaklanması Türkiye'nin içine yuvarlandığı boşluğun sadece başlangıç noktasıydı. 5 Nisan 1994'te alınan kararlar doğrultusunda lirada devalüsyon yapıldı. Vatandaştan sıkmasını istedikleri kemer boğazlarına geçtiği için halk daha da fakirleşti. Bu arada koalisyon hükümetinde yaşanan iç çekişmeler Çiller ve Baykal erken seçim şartıyla yeniden koalisyon masasına oturdu. Hükümet koalisyon batağına saplanmış halde seçime gitti.
Refah Partisi ve 28 Şubat garabeti
Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi'nin birinci parti olarak sandıktan çıkması beyaz Türkleri şok etti. Erbakan hükümet kurma görevini devraldı ama koalisyon kuracak ortak bulamıyordu. Çünkü laiklik üzerinden halkı bölen mihraklar Erbakan'ı büyük bir tehlike olarak görüyorlardı. 29 Haziran'da Çiller ve Erbakan yeni koalisyon hükümeti ilan edildi. Gazete köşelerini işgal eden ve halkın dinine düşman olan gazeteciler muhafazakarların iktidarından duydukları rahatsızlığı kaleme alıyorlardı. Medyaya verilen emir doğrultusunda Erbakan hükümetini karalama kampanyasının düğmesine basıldı. Her gün askerlerin rahatsızlığından söz ediliyor, -olmayan ya da kışkırtılmaya çalışılan- laik anti laik çatışmalarından ve malum medyanın deyimiyle dincilerin kemalist ve laiklere baskı uyguladıkları hatta saldırdıklarını gösteren asparagas haberlere imza atıyorlardı. Çünkü bu haberler darbeye zemin hazırlamak için gerekliydi. Fadime Şahin, Ali Kalkancı ve Müslüm Gündüz senaryolarının ardından Sincan'da tanklar yürüdü ve ülkeyi soyup soğana çevirmek isteyenlerin elini tuttuğu efendileri tarafından 28 Şubat postmodern darbe gerçekleşti. Bu darbe muhafazakar kesimi adeta idam etti. Hiçbir günahı olmayan yüzlerce insan hapse atıldı. Başörtülü oldukları gerekçesiyle genç kızlar sürüklenerek üniversitelerden atıldı. Türbanlı kızlar ödül almaya hak kazandıkları halde yaka paça, ağzı kapatılarak salondan çıkarıldılar. Analar oğullarının yemin törenini izleyemedi. İnançlı oldukları için birçok asker ordudan ihraç edildi. Zira siyonizmin sözcüleri ülkenin boğazına dişlerini sıkıca geçirmişti.
Tüm partiler için sonun başlangıcı
Erbakan Çiller hükümeti düşürülerek yerine Mesut Yılmaz'ın başbakan olduğu ANASOL-D hükümeti de uzun ömürlü olmadı. Bülent Ecevit'in kurduğu hükümet sırasında Abdullah Öcalan Türkiye'ye iade edildi. 18 Nisan 1999 seçimlerinde sandıktan Ecevit çıktı. Ecevit-Bahçeli-Yılmaz koalisyonu kuruldu. Aslında bu koalisyon Türkiye'deki cuntacılar, derin güçler ve fırsatçılar için sonun başlangıcı, Türkiye'nin selameti için başlangıç noktası olacaktı. 17 Ağustos 1999'da on binlerce vatandaşımızın ölümüyle sonuçlanan Marmara Depremi'nde hükümetin adeta sessizliğe gömülüp bölgeye üç gün sonra yardım göndermesi halkın büyük tepkisine neden oldu. Üstelik deprem yardımıyla maaşların ödendiğinin ortaya çıkması da büyük bir rezalet olarak tarihe geçti.
Ecevit-Sezer gerginliği ülkeyi mahvetti
Ramazanda kameralar önünde su içen, büyük kadehlerde eşiyle birlikte içki içen, halkın inancına dogma diyerek aşağılayan ve cumhurbaşkanlığına tepeden inme şekilde getirtilen Ahmet Necdet Sezer, 19 Şubat 2001'de Başbakan Ecevit'in önüne Anayasa kitapçığı fırlatarak Cumhuriyet tarihinin en büyük krizlerinden birine yol açtı. Faizler inanılmaz rakamlara ulaştı. Ecevit'e yazar kasalar fırlatıldı. Bankalar hortumlandı. Milyarlarca dolar kayboldu. Memur maaşlarını ödeyebilmek için IMF'den para dilenen hükümete bakan atayan IMF, Kemal Derviş'i Türkiye'nin başına bela etti. Koltuğa dayanarak Türkiye'ye hakaret eden ABD Başkanı Clinton önünde el pençe divan duran aciz bir başbakan ve hükümetinden elbette bağımsız bir hareket beklenemezdi. Kara Çarşamba kriziyle başlayan süreç ülkeyi dibe vurdurdu. Halk artık yaşananların idrakindeydi. Boğazlarına dayanmakla kalmamış adeta şah damarlarını kesmişti. Kriz döneminde 94.500 işyeri kapandı. 1 milyon kişi işsiz kaldı. Esnaf kan ağlıyordu. İşte yıllardır koalisyonların uçurumdan yuvarladığı ülkeyi tekrar selamete erdirmek yine sandık başına giden vatandaşın elinden olacaktı.
İDRİS KARDAŞ/Görüş
Halk istikrara oy veriyor
Başkanlık sisteminin en önemli avantajı istikrardır. 7 Haziran'da yüzde 16 oy olan bir MHP vardı. Bahçeli'ye başbakanlık vereceklerdi. Yüzde kırk oy alan partinin genel başkanı başbakan olamadığı halde çok daha az oy alan bir partinin lideri başbakan olacaktı. İşte koalisyon böyle garip durumlara yol açıyor. Koalisyonu kim kuracak, cumhurbaşkanı kime yetki verecek gibi tartışmalar geçmişte enerjimizi tüketti ve tüketir. Tek parti iktidarlarında Türkiye hep yükselmeye geçmiştir. Gerek Adnan Menderes gerekse Özal dönemi buna örnektir ama iki lider de cuntacılar ve karanlık güçler tarafından durdurulmuştur. Bugüne kadar kurulan koalisyonların ülkeye verdiği zararlar ortada. 2002'den beri koalisyonsuz yönetildiğimiz için siyasette, ekonomide ve uluslararası ilişkilerde önemli bir ivme yakaladık. Bizim artık koalisyonlarla kaybedecek vaktimiz yok. Suriye'deki ateşkesi sağlayacak ana aktörlerden biriyiz. Eskiden koalisyon kurulmadan önce bakan pazarlıkları yapılır, kim başbakan olacak tartışmaları ülkeye zaman kaybettirir, koalisyon içindeki diğer partiler hükümet çöksün diye iş yapmasını engellerdi. AK Parti 2002'de tek başına iktidar olduğundan beri istikrar sürüyor. Halk da bu istikrara oy veriyor. Başkanlık sistemi bunun üzerinden bile yürüse yeterli.