Türk tipi başkanlık sistemi

Başkanlık Sistemi'nin Türkiye'nin önünü açacağını vurgulayan Başbakan Başdanışmanı Prof. Dr. Vedat Bilgin, "Evrensel ilkelere uyarak Türkiye'nin şartlarını dikkate alan model Türk tipi Başkanlık Sistemi olacaktır" dedi.

EZGİ ÇELİKANKARA

Türkiye'nin gündeminde olan Başkanlık Sistemi tartışmaları, Çözüm Süreci ve muhalefet sorununu Başbakan Başdanışmanı Prof. Dr. Vedat Bilgin ile konuştuk. İşte o söyleşi;

Çözüm Süreci'nde kritik bir aşama geride kaldı. Öcalan'ın silah bırakma ve kongre çağrısı ile yeni beklentiler oluştu. Çözüm Süreci'nde gelinen aşama ve bundan sonraki süreci değerlendirecek olursak neler söylemek gerekir?

Silahlı mücadelenin miadının dolduğu yönündeki açıklamayı Öcalan iki Nevruz önce yapmıştı. O günden bugüne silahlı çatışmanın fiilen bittiği bir dönem yaşadık. Ancak geçtiğimiz 6-7-8 Ekim olayları ve yaklaşık ondan 3-4 ay önce başlayan terör örgütünün bölgede hakimiyet kaybetme endişesi ile girdiği bir takım sindirme hareketleri bölgede yaşanıyordu. Özgürlük havasının insanlarda yarattığı bağımsızlık ve kendi özgürlüklerini yaşamaya yönelik davranışları terör örgütünde bir korku oluşturdu. "Bizi dinlemeyecekler. Kendi başlarına hareket ediyorlar" gibi bir endişe yaşadılar. Bunun üzerine de halkı yeniden yıldırmak için sahneye çıktılar. Bu şekilde şehirlerde haraç toplama, insanları kaçırıp işkence etme, iş yerlerini yakma, kamu binalarına zarar verme gibi bir yargı sistemi ile insanları baskı altına aldıkları, terörize ettikleri bir ortam yeniden oluştu. Örgütün bu dağa çıkma çağrısına Diyarbakır anneleri karşı tepki oluşturdu. Çözüm Süreci'nde gelinen aşamayı annelerin "Çocuklarımızı geri istiyoruz. Evlatlarımız bizimdir, 14-15 yaşına gelmiş çocuk daha bunlar" eylemine bağlıyorum. Anneler Diyarbakır Belediyesi'nin önünde çok önemli bir ışık yaktılar. Annelerin çocuklarımızı istiyoruz eylemi aynı zamanda bir özgürlük eylemiydi diyebiliriz. Yani anneler kendi iradelerini örgütün iradesinin karşısına koydular. O annelerin arasında BDP'ye oy veren, BDP Yönetim Kurulu meclis üyesi olan kişilerde vardı. Burada aslında ortaya çıkan çelişki terörle özgürlük çelişkisidir. Annelerin çocuklarını ve insanca yaşama hakkını geri istemesi terör örgütünün gerçek yüzünü ortaya çıkardı.Bu tabi terör örgütünde paniğe yol açtı. Bu paniğin neticesi olarak da halka bir gözdağı vermek biz kontrolü kaybetmedik, biz yine buradayız diye bir sindirme hareketi ile kışkırtma hareketi başlatıldı. Bu durum 6-7-8 Ekim olaylarında birçok insanın katledilmesine yol açtı.

Alçakça bir oyun sahneye konuldu

Böylece Çözüm Süreci'nin başladığı günden itibaren terör belasının durdurulduğu kansız ortam yeniden kana bulandı. Türkiye'ye karşı çok alçakça bir oyun sahneye konuldu. Ama daha sonra devlet kamu düzeni içerisinde biz bu sorunu çözeceğiz vurgusu yaptı. Kamu düzenini sokakta ki eşkıyaya, eli kanlı katillere teslim etmeyeceğiz tavrı hükümet tarafından ortaya konulduğunda Çözüm Süreci yeni bir aşamaya girdi. Bu Nevruz'da İmralı'nın ortaya koyduğu mesajdan anlaşılıyor ki örgüt içerisinde silahların Türkiye'ye karşı kullanılmaması ve bırakılmaması gibi bir tartışmaya yol açtı Kandil'de. Kandil diyoruz ama Kandil'de sadece PKK örgütü yok. Uluslararası medyada yer alan bilgilere göre Kandil'de İran'ın giderek nüfusunu artırdığı bir yapı var. Yani şu anda İran istihbarat örgütü Kandil'de ki bir grup üzerinden Türkiye'ye cevap veriyor. Aslında bu ilginç bir durumdur. İran böyle bir yapıyla Türkiye'ye karşı iş birliği yapıyor. Tabi Türkiye'ye karşı değil. İran'ın yeni Ortadoğu siyaseti budur. İran çok eski geri bir siyaset izliyor. Çağımız mezheplerin, kabilelerin, aşiretlerin, kan bağı topluluklarının, terör örgütlerinin siyasetin aracı olmasını reddeden bir çağ. Çağımız, daha fazla özgürlük, bağımsızlık ve insan hakları istenilen bir dönem. Bu döneme karşı bölgemizde bir kargaşa hakim. Amerika'nın işgalleri PKK İran işbirliği istihbarat örgütlerinin oyunları bir vahşet tablosunu ortaya çıkarıyor. Türkiye'nin Batılı dostları, siyasal ve askeri müttefikleri Türkiye'de terörün bitmesinden endişe eder bir hale gelmiştir. Bu da Türkiye'de terör bitmesin ittifakına yol açmıştır. Bugüne kadar İslamcı rejim olan İran'ı da yanlarına almışlardır. Tabloya baktığımızda kimlerin ittifak halinde olduğu şaşırtıcıdır. Batılı istihbarat örgütleri, İran, Suriye ve PKK Türkiye'nin karşısında duruyorlar. Tabi PKK'nın bir kısmının da Türkiye'de terörü sonlandırma konusunda İmralı çizgisinde hareket ettiğini biliyoruz. Ama esas sorun burada Türkiye'de ki terör örgütünün siyasal unsurlarının kararlı bir tavır sergilememiş olmasıdır.

İran'ın tarihi korkusu

Türkiye'nin güçlenmesinden korkuyorlar diyebilir miyiz?

İran'ın düşüncesi bu yöndedir. Mesela Suriye'ye demokrasi gelirse Suriye ve Türkiye arasında ekonomik ilişkiler yoğunlaşacak siyasal ilişkiler artacaktır. Tıpkı Kuzey Irak ile Türkiye'nin yaptığı iş birliği gibi geniş iş birliği alanları oluşacak. Bu İran'ın tarihi korkusudur. Yani İran'da Yavuz Sultan Selim sendromu diyebileceğimiz bir endişe vardır. Ben Yavuz Selim yaşıyor diyorum. Yani Yavuz Selim'in bölgenin stratejik problemlerini bilerek yaptığı tarihsel hamleler, bugün coğrafyamızda ittifakın şartlarını oluşturmuştur.

Barış korkusu ile kuduruyorlar

6-7-8 Ekim Olaylarından bahsetmiştik. Selahattin Demirtaş o zamanda şiddetin dilini kullanmıştı. Yine bu hassas süreçte Selahattin Demirtaş'ın şiddetin dilini kullanmasına neler söylemek gerekir?

Şiddetin dilini kullananlar Türkiye'de özgürlüklere karşı tavır alan ittifakın adamlarıdır. Dolayısıyla bu dili kullananlar Türkiye'de şiddetten en büyük zararı görmüş, en fazla kaybı vermiş Güneydoğu'da yaşayan Kürtlerimizin hakkına, hukukuna, tarihine saygısızlık ve barışa ihanet ettiklerini görmeleri gerekiyor. Ağızlarından barışı düşürmeyenler bugün barış korkusuna kapılmışlardır. Bunu Kandil'de ki terör eylemini sürdürmek isteyen teröristleri kışkırtan gazeteciler de dahildir. Barış dilimiz olsun diyerek yazılar yazıp onları kitaplaştıran, elinde kalem ortalıkta dolaşan adına gazeteci diyen kişiler var. Onlar, Türkiye'de ki Beyaz Türklerin iktidarının yıkılmasıyla terörün şiddetin kucağına düşecek olan aşağılık ruhlu kişilerdir. Bunlar Kandil'e gidip silahlarınızı niye bırakıyorsunuz, silah olmadan bağımsızlık olmaz diyorlar. Ama barış yanlısı Kürtler onlara bir cevap veriyor. Bizim Türklere karşı bağımsızlığımız olmaz. Bizim Türklerle birlikte bağımsızlığımız olur. Türkler, Zazalar ne kadar bağımsızsa Kürtlerde o kadar bağımsız olur. Yani onlar biz birlikte bağımsız olabiliriz cevabını verdikleri içinde tabiri caizse barış korkusuyla kudurmaktadırlar.

HDP barajı aşamadığı takdirde kaos ortamı oluşacağı, ortalığın karışacağına dair söylemler var. Bu konuda neler söylemek gerekir?

HDP'nin bir parti olarak seçime katılma iradesi kendi tercihleridir. Barajı aşmama gibi bir ihtimalleri yüksektir. Ama aşabilirler de. Barajı aşmaları ve aşmamaları söz konusu olduğunda Kürtlerin iradesiyle ortaya çıkan Çözüm Süreci'nin devam edeceğine inanıyorum. Kaos çıkarırız gibi tehditler savuranlar ancak barış düşmanı olduklarını teşhir etmiş olurlar. Bunu dile getirenler yabancı istihbarat örgütleri ile iş birliği halinde olan unsurların siyasi sözcüleridir.

Başkanlık Sistemi'nde Türk modeli konuşuluyor. Peki, nedir bu Türk modeli?

Başkanlık Sistemi denilen oturulup çalışılmış teorik bir sistem yoktur. Bütün sistemleri tarih icat eder. Amerikan Başkanlık Sistemi Amerika'nın tarihi bir parçasıdır. Neden kongre ve temsilciler meclisi ayrımı olmasın diyorlar. Olmaz. Çünkü Amerika'da önce bağımsız federe devletler kuruldu. Onlar birleşip Amerika'yı oluşturdular. Birleşik Amerika denmesinin sebebi budur. Dolayısıyla Amerikan Başkanlık Sistemi iki meclisli sisteme dayanır. Bu da Amerika'nın tarihinin bir sonucudur. Bu nedenle adı Amerikan tipi başkanlıktır. Dolayısıyla her ülkenin siyasal sisteminde kendisine has unsurların, geleneğin, siyasal birikimin, toplumsal farklılıkların yansıyacağı bir siyasal sistem oluşur. Mesela yarı Başkanlık Sistemi Fransa'nın icat ettiği bir sistemdir. Teorik olarak bir filozof yarı Başkanlık Sistemi kurdum bunu alın siz uygulayın dememiştir. O tarihsel olarak inşa edilmiştir. Türk Başkanlık Sistemi de dolayısıyla tarihsel bir sistem olacaktır. Türkiye'nin şartlarını dikkate alan evrensel ilkelere dayanan temeli olacaktır. Bu da bireysel hak ve özgürlüklerin temeli, demokratik ilkelerin vazgeçilmezliğidir. Demokratik ilkelerin vazgeçilmezliği de kurumlar arası farklılığın kuvvetler ayrımının ilkelerinin ortaya konmasıdır. Yani hukukun üstünlüğü prensibinin kabul edilmesi, meclisin yasama gücünün bağımsız olması, kendi milletvekili iradelerinin milli iradelerinin dışında başka bir iradeye müdahalesine veya baskı altında kalmasına imkan vermemesi denetleme gücünün ortaya çıkması ve icranın bağımsızlığıdır. Dolayısıyla evrensel ilkelere uyarak Türkiye'nin şartlarını dikkate alan bir model Türk tipi Başkanlık Sistemi olacaktır. Amerika'da çift meclis var Türkiye'de niye çift değil diyenlere şaşırmak gerekir. Bunların oturup biraz tarih, siyaset, sosyoloji gibi bilimleri okumalarını söyleyebiliriz. Ön yargıları ile itiraz ediyorlar.

Neden Başkanlık Sistemi?

Başkanlık Sistemi'ni rahmetli Özal'dan bu yana savunuyorum. Savunma gerekçem Türkiye'de kuvvetler ayrımı yoktur. Kuvvetler birliği vardır. Kuvvetler Birliği resmi ideoloji ekseninde ortaya çıkmıştır. Türkiye'nin düzeni şekli bir kuvvetler ayrılığıdır. Asla bir kuvvetler ayrılığı gerçek anlamda olmamıştır. Her şey Türkiye'nin 27 Mayıs anayasasında somutlaşan militarist rejiminin kontrolü içindedir. İcra, yasama, yürütme de resmi ideolojinin kontrolündedir. İlk defa tarihsel olarak 2010 referandumundan sonra Türkiye'nin bu militarist rejimi tasfiye edilme sürecine girmiştir. Türkiye'nin demokratikleşme yönünde attığı adımlar, Ak Parti iktidarının 12 yıldır yaptığı reformlar Türkiye'yi buraya getirmiştir. 2010 referandumu da bunu farklı bir aşamaya taşımıştır. Geldiğimiz aşamada da kuvvetler ayrımı tam olarak gerçekleşmiyor. Çünkü mecliste çoğunluğu olan aynı zamanda iktidar oluyor. Demek ki orada bir sorun yaşanıyor. Bürokrasinin militer unsurlarının kurumsal yapıları içerisinde ki eski siyasal düzenin bir parçası olarak konumları devam ediyor. İcraatı bloke ediyor. Dolayısıyla bunları tasfiye edecek bir sistem olarak ben Başkanlık Sistemi'nin Türkiye'nin önünü açacağını düşünüyorum.

Ak Parti'ye saldırarak siyaset yapıyorlar

Başbakan Davutoğlu Savcı Kiraz'ın ölümünün ardından yaptığı açıklamada çok kritik bir süreç yaşadığımız belirterek tüm partilerin birlik olması gerektiği yönünde vurgu yaptı. Kılıçdaroğlu ise yaşanan olaya rağmen her şeyi hükümete bağlamaya devam ediyor. Kılıçdaroğlu'nun bu tutumu hakkında neler söylemek gerekir?

CHP ve Kılıçdaroğlu'nun probleminin tarihsel olduğunu düşünüyorum. CHP kendisini yenileme sorunu yaşayan bir partidir. CHP tek parti mirasını eleştirecek, kritik edecek, yeni bir siyasal ideolojik perspektif programı ortaya koyacak veya eski mirasın içinde bir takım laf oyunlarıyla kendini yenilediğini iddia edecek bir enerji ortada koymuyor. Onun içinde her fırsatta hükümete nasıl bir muhalefet edebiliriz diye Ak Parti'ye saldırarak siyaset yapmayı tercih ediyorlar. Bu onların mecburi kaldıkları bir durum olabilir. Esas yapıyı değiştiremedikleri müddetçe burada kalacaklar diye düşünüyorum. Düşünün ki bu seçime giderken CHP'nin ortaya attıkları en büyük proje Kemal Derviş'i bakan yapmak oldu. Aslında CHP açısından Kemal Derviş projesi bir çaresizlik projesidir. Kemal Derviş neyi temsil ediyor? Neo-libarist politikaların Türkiye'de koşulsuz şartsız uygulanmasını temsil ediyor. Dolayısıyla bu görüş biz yeniden Türkiye'yi IMF'ye teslim edeceğizdir. CHP'nin bu pozisyonu muhalefet edememiş olmaktır. O nedenle her olayda hükümete saldırıyorlar.

Anayasa değişikliği konusunda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'nin yeni sivil bir anayasaya ihtiyacı var. Mevcut anayasa 12 Eylül rejiminin anayasasıdır. Daha da önemlisi bütün bu Türkiye'nin anayasaları 27 Mayıs anayasasının devamıdır. Yani Türkiye'de ki militer rejimin. Militer rejim dediğim şudur. Türkiye'nin nihai karar organı MGK, ordu, devlet bürokrasisi, bürokratik kadrolar, askerdir. Onun altında da teknokratlar ve siyasetçilerdir. Bu rejim 12 Eylül anayasasının da temeli ve bunu takip etmek üzere yapılmış bir anayasadır. Bütün bu anti demokratik unsurlardan Türkiye'nin kurtulması için anayasayı değiştirmesi zorunlu bir ihtiyaçtır. Bugün ki anayasa çok geridir. Toplumsal değişme düzeyi ile çelişen birçok sorunu bu nedenle yaşıyoruz.

7 Haziran seçimleri yaklaşıyor. Seçim tahmininiz nedir?

Ak Parti'nin yüzde 45 ile 50 arasında bir oy aranı alacağını düşünüyorum. Bu seçimin ana mottosunun temel temasının şu olduğunu düşünüyorum. Çözüm Süreci devam etsin. Türkiye toplumsal barışa gitsin mi? Yeni anayasa yapılsın mı? Başkanlık Sistemine geçsin. Türkiye parlamenter sistemin pürüzlerinden ve tortularından kurtulsun mu? Dolayısıyla bunlara Türk halkının evet diyeceğini düşünüyorum.