Tek dertleri LGBT'yi meşrulaştırmak: Toplumun ahlakına düşmanlar

İstanbul Sözleşmesi'nin Türkiye'de büyük bir siyasi araç haline getirilmeye çalışıldığını belirten Uzmanlar: "Sözleşmeyi reddeden ya da feshetmeyi düşünen ülkeler, gizlenen asıl amacı fark etti. Sözleşmeyle LGBT sapkınlığı topluma zorla empoze edilmeye çalışılıyor."

HABER: ÖZLEM DOĞAN

Türkiye, Türk toplumunun aile yapısını bozmak isteyen LGBT’nin kadına şiddeti kullanarak sahip çıktığı İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı Kararı ile ayrıldı. Halkın çoğunluğunun karşı çıktığı sözleşmeye sahip çıkan marjinal gruplar, sözleşmeye geri dönülmesini isteyerek Kanal İstanbul ve Boğaziçi Üniversitesi rektör atamasını da protesto edip gerçek niyetlerini ortaya koyuyor. Sözleşmenin yeniden yürürlüğe girmesi için eylem ve açıklama yapan grupların asıl amacını, sözleşmenin şiddeti önleyip önlemediğini, Sözleşme-LGBT ilişkisini Siyasi Analist Dr. Ali Demirdas ve Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Adnan Küçük Milat’a değerlendirdi.

İstanbul Sözleşmesi şiddeti artırdı

İstanbul Sözleşmesi’nin kadınları koruyup koruyamadığını görmek için sözleşmeye taraf başka Avrupa ülkelerine bakmak gerektiğini ifade eden Ali Demirdas, “Sözleşmenin yürürlüğe girdiği 2014’ten bu yana kadın eşitliği ve hakları konusunda örnek gösterilen İsveç’te kadına yönelik cinsel içerikli şiddet ve tecavüz oranlarında sürekli bir artış dikkati çekiyor. Statista.com verilerine göre 2014 sonrası ülkede her yıl 16 bin üzeri cinsel saldırı olayı tespit edilmiş. Yine, anlaşmayı 2014 yılında imzalayan AB üyesi İspanya’da kadına cinsel saldırı ve tecavüz olayları o kadar artmıştır ki geçen sene (2020) Amerika Birlesik Devletleri hukumeti, özellikle kadın vatandaşlarını İspanya’da aşırı dikkatli olmaları konusunda uyaran resmi bir bildiri yayımladı” dedi.

Diğer ülkelerde durum daha kötü

İstanbul Sözleşmesi’ne taraf başka bir ülke Polonya’da da durum farklı olmadığını belirten Demirdas, “İstatiklere göre Polonyalı kadınların yüzde 63’ü hayatlarının bir döneminde cinsel saldırıya uğramış. 2020’de Polonya hukuk sistemi, ülkede tepki çeken bir karara imza attı. 2016’da 14 yaşında bir kız 26 yaşındaki akrabasının tecavüzüne uğradı. Kız olayda kendi rızasının olmadığını söylemesine rağmen mahkeme “kız çığlık atmadığı” gerekçesiyle erkeğin tecavüz etmediği kanısına vardı. Türk yargı sisteminde kadının beyanı esastır hükmü göz önüne alındığında, Türk yargı sistemi, AB üyesi Polonya’ya göre kadını daha çok koruyan bir yapıda olduğu söylenebilir” diye konuştu.

Şiddet ve cinayetleri engelleyemiyor

Avrupa genelinde endişe verici bir hususta yapılan kamuoyu araştırmalarına göre kıtada tecavüzün benimsenmiş bir olgu haline geldiğini kaydeden Demirdas şöyle konuştu: “Avrupa Birliği resmi istatistik birimi Eurobarameter’e göre Belçika, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Litvanya, Romanya ve Bulgaristan’da halkın yarıdan fazlası “bir kadın içkiliyse, açık giyinmişse ve yolda tek başına yürüyorsa tecavüze uğraması doğaldır” şeklinde ahlaki ve vicdani beklentiden uzak bir görüştedir. Bu oran Fransa, Avusturya, Polonya, Hırvatistan ve Yunanistan’da yüzde 30’un üzerindedir. Avrupa’da kadına bakış açısını gösteren bu rakamlar İstanbul Sözleşmesi’nin bu kıtada neden kadına şiddet ve cinayetleri engelleyemediğinin bir göstergesidir.”

Kadınları korumaktan aciz bir sözleşme

“İstanbul Sözleşmesi yaşatır” sloganının anlaşmaya taraf ülkelerde geçerli olmadığının altını çizen Demirdas, “2018 İstatistiki verilere gore anlaşmaya taraf İngiltere, Almanya, Fransa ve italya’da ortalama her üç günde bir kadın öldürülüyor. Almanya’da her gün ortalama bir kadına cinayet teşebbüsünde bulunuluyor. Burada şunu da hatırlatmakta fayda var; Almanya ve kadına şiddet denilince ilk akla gelen acaba bu rakamların yüksekliğinden orada yasayan Türk, Kürt ya da Ortadoğulu göçmenler mi sorumlu sorusu. Hayır! Almanya hukumeti resmi kayitlarina gore ülkede kadına karşı şiddetin kaynağı yüzde 70 oranında Alman erkekleri. “İstanbul Sözleşmesi kadını korur” düsturuyla yola çıkan ve anlaşmadan çekilen Türkiye’yi eleştiren Avrupa Birliği, kadınları koruyamadığı gibi çocukları da korumaktan aciz bir durumda” ifadelerini kullandı.

Avrupa’da çocuklar istismar ediliyor

Avrupa’da çocuk ve kadına istismar konusunda en çarpıcı gelişmelerden birisinin 2018’de Fransa’da yaşandığını ifade eden Demirdas sözlerine şöyle devam etti: “Almanya, İtalya, Avusturya, Portekiz, Danimarka, İsveç ve Macaristan gibi ülkelerde yasal ergenlik yaşı (age of consent) 14. Bu rakam İsveç, Yunanistan, Polonya ve Romanya’da 15. Avrupa Birliği üye ve aday ülkeleri arasında en yüksek yasal ergenlik yaşı Malta ve Türkiye’de 18’dir. 30 yaşındaki bir Fransız adam 11 yaşındaki bir kız çocuğuyla cinsel ilişkiye girmiş, çocuğun annesinin polise başvurmasıyla olay yargıya taşınırken davaya bakan Fransız mahkeme adam için beraat kararı vermişti. Bunun nedeni 2018 Mayıs ayına kadar Fransa kanunlarında ‘ergenlik yaşı’ tanımının bulunmaması ve 11 yaşındaki bu kız çocuğunun ‘kendi rızasıyla 30 yaşındaki bir adamla cinsel ilişkiye girdiğine’ karar verilmesiydi. Gelen tepkiler üzerine Macron Hükûmeti bu olaya el atmak zorunda kaldı. Isin ilginç tarafı Fransa Parlamentosu alt kanadı (Assemblée nationale) ergenlik yaşını belirleyen tasarıyı Mayıs 2018’de reddetti. Tepkilerin daha da artması üzerine ‘ergenlik yaşı 13’mu yoksa 15’mi olsun’ tartışmalarından sonra 2018 Kasım ayında Fransa’da ergenlik yaşı 15 olarak belirlendi.”

Kilisedeki tecavüzleri görmezden geliyorlar

Avrupa Birliği raporuna göre Avrupa genelinde her 5 çocuktan birinin cinsel istismara maruz kaldığını kaydeden Demirdaş, “Internet İzleme Kurumu (IWF) dünyadaki internet çocuk müstehcenliği içeriği bakımından dünya liderliğinin yüzde altmışla Avrupa’da olduğunu belirtmiştir. Avrupa genelinde en sansasyonel çocuk cinsel istismarı haberleri genellikle Katolik Kilisesi’nden gelir ve neredeyse çocuk cinsel istismarına bulaşmamış kilise yoktur. Türkiye’de bir imam ile ilgili çıkan tecavüz haberlerini ağızları dolarak anlatan kesimin tecavüz edenlerin kilise mensubu olduğunda sesleri çıkmaz” dedi.

Değerlerimizi yıkmaya çalışıyorlar

İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye özelinde büyük bir siyasi araç haline getirilmeye çalışıldığını belirten Demirdas sözlerini şöyle noktaladı: “Türk toplum ve aile yapısınca tabu olarak kabul edilen eşcinsellik, biseksüellik, translık gibi kavramların eğitim sistemi dâhil olmak üzere hayatın birçok kısmına zorla empoze edilmeye çalışılıyor. Bu cinsel tercihlere haiz vatandaşların toplumdaki varlıkları zaten kabul edilmiştir. Fakat sözleşmeyle Türk toplumunun kültür ve değerlerini yıkmak amacıyla ortaya atılmıştır.”

Küresel ölçekli proje

İstanbul Sözleşmesi’nin küresel ölçekli bir proje olduğuna dikkat çeken Adnan Küçük, “Sözleşmenin amacı, meşru aile kurumunu zayıflatarak her türlü sapkın ilişkiyi meşrulaştırmaktır. LGBTİ+ eğilimlilerin temel fikirlerinin, küresel ölçekte çağdaşlığı, medeniyeti temsil ettiği vurgulanarak, bunun ilericiliği sembolize eden kültürel değerler olduğu yönünde baskın propagandalar yapılarak, bütün ülkelere yayılması amaçlanıyor. Eşcinsel evliliklerden diğer her türlü sapkın ilişkilerin meşrulaştırılması temel amacı teşkil ediyor” dedi.

Sözleşmenin amacı bambaşka

Sözleşmenin feshinden sonra kadın cinayetleri işlemenin artık serbest kalacağı yönündeki söylemlerin maksatlı olduğunu söyleyen Küçük, “Sözleşme yürürlükte iken asıl amacın kadına yönelik şiddetin önlenmesinden ziyade asıl gizlenen amaç önem arz ettiği için, cinayetler Sözleşmeye rağmen arttıkça Sözleşmeye vurgu yapılmıştır. Sözleşmeyi imzalayan bazı ülkelerde onaylama aşamasının gecikmesi, bazı ülkelerde hala imzalanmaması, bazı ülkelerde onaylama sürecinde onaylama talebinin reddedilmesi, bazı ülkelerde feshedilme konusunun gündeme gelmesi, bu ülkelerdeki geniş toplumsal kesimlerle siyasilerin, Sözleşmenin bu gizlenen amacını fark etmelerinden kaynaklanıyor” diye konuştu.

Sözleşmenin feshi kanuna uygun

Sözleşmenin feshinin 9 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine uygun olarak yapıldığına dikkat çeken Küçük sözlerini şöyle bitirdi: “Sözleşmenin feshinin hangi usulle yapılacağını belirleme yetkisi yasama ve yürütmeye bırakılmıştır. Cumhurbaşkanı da bu konuyu 9 Sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlemiştir. Bu sebeple 9 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi Anayasaya aykırı olmadığı gibi, Fesih kararı da 9 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine uygundur.”