Haber: Ebrar Ünaldı
İstanbul Güngören Belediyesi, “100. Yılında Cumhuriyet: Muhasebe ve Geleceğin İnşası” başlıklı, iki gün süren bir sempozyum düzenledi.
Güngören Belediye Başkanı Başkanı Mimar Bünyamin Demir, Sempozyumun kapanışında yaptığı konuşmada, “Bu sempozyum ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan Türkiye Yüzyılı’na uzanan sürecin yeni akademik çalışmalarla ortaya konması, akademik bir perspektifle geçmişin muhasebesinin yapılarak geleceğin inşasına katkı sunulmasını amaçlıyoruz” dedi.
Ahmet Zeki Gayberi: Batılı düşünürlerin Gazze iflasıMilat Medya Grup Başkanı Ahmet Zeki Gayberi konuşmasında, Tanzimat’la başlayan batılılaşma serüvenimizin, Jön Türkler ve İttihat Terakki gibi hareketlerle devam edip günümüze kadar geldiğini, üç asır önce başlayan ‘Galip’ Batı karşısındaki ‘aşağılık kompleksi’ refleksinin bugün de sosyal medya platformlarındaki sosyal deneylerde kendini gösterdiğini ifade etti.
Cumhuriyet dönemi düşünce hayatımızı konuşurken bile hayatta, eşitlik, iyilik, adalet arayışındaki siyaset felsefesi ile güncel yaşanan sorunlara değinmemenin imkansız olduğunu ifade eden Gayberi, İsrail’in dünyanın gözleri önünde Gazze’de Filistinli Müslümanlara yönelik canlı yayınla katliam yaptığını ve 7 bini çocuk, 5 bini kadın olmak üzere 20 bine yakın insanı katlettiğini belirterek konuşmasını şöyle sürdürdü: “Batı’da popüler olan Frankfurt Okulu’ndan ve eleştirel düşüncenin temsilcilerinden sayılan 94 yaşındaki evrenselliğin ve aydınlanmanın peşinde koşan Batının 10 büyük düşünür arasında saydığı Habermas ve yine Zizek gibi felsefecilerin Gazze soykırımındaki tutumları herkesi şoke etti. Batı kamuoyu Filistin için sokaklara akarken, karşısında gençlerimizin komplekse kapıldığı Batı’da düşünce hayatına yön veren bu isimlerin İsrail’in soykırım girişimine meşruiyet kazandırmaya çalışması hepimizi düşündürdü. Dünyadaki milyonlarca insan gibi Türkiye’de insanlar, tarihin doğru tarafında yer aldı ve dünya savaşlarından bu yana kan dökücülerin değişmeyen yüzüne şahit oldu.”
Necmettin Türinay: Tarihsel hafızamızda kopukluk var
Oturumda ilk söz alan konuşmacı Dr. Necmettin Turinay, Cumhuriyetin 10. Yılında, 1930’lar Türkiye’sindeki düşünce hayatına değinerek, “O dönemde Türk düşünce hayatı iki merkezli, iki kutuplu bir manzara arz ediyordu. Bunlardan ilki Batıcılığa ve Batılılaşmaya karşı “Asyacılık” tezi ile ortaya çıkan ve yeni bir toplum tasarımı geliştirmeyi deneyen “Kadroculuk” düşüncesi idi. Sonra tavsayan ve bilahare 1930 ortalarında yeni bir hamle üreten mistisizmi de içeren Bergsoncu yaklaşımlar oldu. Diğer tarafta da Mütareke yıllarında ortaya çıkan, dört düşünce ekolünün içinde maalesef İslamcılık ve Türkçülük gibi yerli akımlar yoktu. Bu da tarihsel hafızamızdaki kopukluğa işaret ediyor. Batı’ya göre ayarlanmış bir düşünce hayatı ile Türkiye ilerleyemez. Çin, Asya, Afrika ve Uzakdoğu’yu da takip etmemiz gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Mustafa Aydın: İstiklal savaşını tüm milletimiz kazandıKonuşmasına, Türinay’ın, tarihsel hafızadaki kopukluk vurgusundan devam ederek başlayan Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Aydın, “İstiklal ve istikbal mücadelemiz hiç bitmeyecektir. Ancak bugün gelinen noktada, tarihimizle barışmak zorundayız. Şimdilerde milletin kimliği toplumsal hafızadan çıkmaya çalışmaktadır. Esasen asıl kimliğin yaşadığı yer toplumsal hafızadadır. Bir unutma yaşansa da belli şartlar altında ortaya çıkmaya çalışır. Şimdi böylesi bir sürecin eşiğindeyiz, tarihsel misyonumuz bir canlanmanın eşiğindedir. Tarihteki diğer Türk devletlerinin aksine devlet bilinci taşıyan ilk yapı Osmanlı imparatorluğu idi. “Milli mücadele de 1 kişinin çabaları ile kazanılmıştır” dersek bütün millete haksızlık etmiş oluruz. Zira o dönemde, aydınlar, çiftçiler, yoksul ve zengin halkımız dini, mezhebi ve etnik aidiyeti fark etmeksizin milli mücadeleye katılmıştır. Son zamanlarda, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin bile dünyadaki gelişmelere verdiği tepkilere ve iç politikalarına baktığımızda devlet vasfını yitirip birer sistem organizasyonuna döndüğün tanıklık ediyoruz” şeklinde konuştu.
Derda Küçükalp: Cumhuriyet muhafazakarlarla barışmalıUludağ Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Derda Küçükalp, Cumhuriyetin politik felsefesini irdelediği konuşmasında, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, insanın “geçmişle” bağını veya “bireyselliğini” unutarak “vatandaş” kimliğini öne çıkarmasını istediğini ve bugün artık muhafazakarlık ve liberal demokrasiyle barışması gerektiğini vurguladı.
Prof. Küçükalp konuşmasına şöyle devam etti; “Cumhuriyet (Res Publica) etimolojik olarak “herkese ait olan” anlamına gelmektedir. Buna göre cumhuriyet iktidarın herhangi bir kişi, grup ya da zümrede değil herkeste olduğu bir politik düzene karşılık gelir. Ancak “Vatandaş” kimliğini öne çıkaran “Ortak iyi”nin peşindeki Cumhuriyet, geçmişle bağlantısını kesmeyen muhafazakarlarla ve bireylerin iradelerini toplumun ortak iradesi (genel irade) içinde erittiği için ise liberalizmle kavgalıdır. Toplumsal yaşamın piyasalaşarak özelleştiği, dayanışma bağlarının çözüldüğü ve insanların bir araya gelerek politika yapabilecekleri kamusal alanların kaybolduğu günümüz neoliberal dünyasında cumhuriyet fikrinin önemini koruduğu söylenebilir. Özellikle ülkemizde cumhuriyet anlayışının muhafazakarlık ve liberal demokrasi ile yakınlaşmasının gerekli olduğu açıktır. Günümüz Türkiye’si cumhuriyetin kurulduğu günkü gibi değildir. Cumhuriyet, muhafazakarlar için de bir kazanım olarak görüldüğü için bu gün bu mesafeye ihtiyaç yoktur. Öte yandan günümüz Türkiye’si cumhuriyetin kurulduğu zamanki Türkiye değildir. Türk toplumu bu gün yüz yıllık bir toplumsal değişmenin (modernleşmenin, kapitalistleşmenin, kentleşmenin ve liberalleşmenin) bir sonucu olarak birbirinden faklı yaşam tarzlarının bir arada bulunduğu heterojen bir toplumdur. Cumhuriyet düşüncesinde öne çıkan “ortak iyi” anlayışı bu farklılıkların bir bütünlük içerisinde kalması açısından kuşkusuz önemlidir. Fakat bu bütünlüğün varlığını sürdürebilmesi için söz konusu ortak iyinin toplumsal realiteyle uyumlu bir katılıkta olması gerekir.
M. Fatih Birgül: Cumhuriyet felsefemiz yok“Cumhuriyet döneminde Türkiye’ye has bir felsefemiz var mı?” sorusuna “Maalesef hayır” yanıtını vererek sözlerine başlayan Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Fatih Birgül, “Tanzimat ile Cumhuriyet arasındaki dönemde, daha ziyade Batı’dan devşirilmiş varlık, insan, ahlak ve bilgi görüşleri ile milletimizin tarihi süreç içinde meydana getirdiği, esas itibariyle medrese ve tekke menşeli tefekkür mirası arasında bir salınım ve sallantı yaşandığını müşahede etmekteyiz. Esas itibariyle -o sırada Batı’da hâkimiyetini sürdüren- pozitivist ve materyalist düşünce akımlarının yoğun etkileri giderek şiddetlenmiş ve Cumhuriyet’in ilk devresinde resmi bir ağırlık kazanmıştır. Buna mukabil, özellikle İstiklal Harbi esnasında yayılan Bergsonculuk, pozitivizme karşı bir diyalektik ve eleştiri dayanağı olmuştur. 1933 üniversite reformu ile başlayan süreçte, akademimizin -gerek tek yönlü ve pozitivizm merkezli yapısı gerek toplumla münasebetlerinin zayıflığı nedeniyle- felsefi üretiminin yetersizliği ne yazık ki göze çarpmaktadır. Buna karşılık çok partili hayata geçişle birlikte, felsefi kültürün temel şartı olan farklı görüş ve fikirlerin dillendirilmeye başladığını müşahede ediyoruz. Bu dönemde özellikle varoluşçuluk etkisi taşıyan ve yerli ve milli sorunlara odaklanan yeni yorumlarda artış göze çarpmaktadır. 1960 ile 1980 askeri müdahaleleri arasındaki ideolojik dönemdeki çatışmalar ise ne yazık ki, arzulanan felsefi kültürün gelişimine ket vurmuştur. Seksen sonrasından günümüze gelen süreçte de Doğu-Batı tartışmalarının aşılamadığı ve Türkiye merkezli bir felsefi üretimin yeterli derinliğe ulaşamadığı gözlemlenmektedir. Bu husustaki eksiklikler ve ön açıcı bazı tespitler de ileri sürülebilir” diye konuştu.