Gülsüm İncekaya- MİLAT
Suudi Arabistan, Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 34 İslam ülkesinden oluşan yeni 'Terörle mücadele ittifakı'nın kurulduğunu açıkladı. İttifakın kurulduğunu Savunma Bakanı Prens Muhammed bin Selman duyurdu. Prens Selman, 'Teröre karşı İslam ittifakı' olarak adlandırılan yeni yapının sadece DAEŞ'e karşı değil, karşılaşılan tüm 'terörist' gruplara yönelik olarak mücadele edeceğini açıkladı. ABD'den bu girişime destek geldi. ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, "Suudi öncülüğündeki yeni koalisyon, ABD'nin DAEŞ'le mücadelede Sünnilerin daha büyük rol oynaması yönünde uzun süredir yaptığı çağrılarla uyumlu bir adım" yorumunu yaptı. Rusya ilk açıklamalarında detayları görelim şeklinde temkinli bir açıklama yaptı daha sonra, Rusya Devlet Duması Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Aleksey Puşkov, İslam İttifakı kurulmasının olumlu bir adım olduğunu açıkladı. 'islam İttifak'nın kuruluş amacını, uzun vadede ne yapacağını, Türkiye'nin ittifaktaki konumunu ve özellikle Suudi Arabistan-ABD ve Çin-Rusya-İran paktı arasında sıkışan Pakistan'ın durumunu vb. soruları Polis Akademisi Araştırma Görevlisi Ömer Aslan'la konuştuk...
Suudi Arabistan liderliğinde 34 ülkenin katılımıyla 'Teröre karşı İslam İttifakı' kuruldu. Amaç ne? Ne yapacak bu koalisyon?
Amerika, askerini her ne pahasına olursa olsun u2014özellikle Ortadoğu'dau2014 sahaya sürmemeye yeminli u2014bu durumun Amerikan kamuoyunda pozitif karşılığı olduğunu da bildiği içinu2014 Obama yönetimi, uzunca bir süredir Körfez ülkeleri başta olmak üzere Müslüman ülkelerin pahalı Batı menşeli silahları envanterlerine katmak yerine sahaya inip terörizme karşı somut olarak mücadele etmeleri gerektiğini söylüyordu. Ayrıca IŞİD'le mücadelenin Sünni Araplar ve Sünni Müslümanlar harekete geçmeden mümkün olmadığı tezi birçok defalar Batı basınında dile getirildi. Dolayısıyla Amerika'nın teşviği çerçevesinde gerçekleşen bu tür bir ittifakın benzerinin geçtiğimiz Mart ayında Mısır'ın darbeci lideri Sisi tarafından 'ortak Arap Ordusu' adı altında dile getirildiğini ve hatta Sisi'nin Arap liderlerin bu konuda anlaştığı şeklinde iddialı beyanatlar verdiğini hatırlatmakta fayda var. Ancak Sisi'nin dile getirdiği bu plan fikir düzeyinde kalmış, hiçbir somut netice getirmemişti. Burada birkaç Arap devletinin bir araya gelerek ortak bir düşmana karşı savaştıkları son gerçek savaşın 1967 Arap-İsrail savaşı olduğunu ve Arap ordularının o savaşta büyük bir yenilgi aldıklarını ve bir daha bir araya gelemediklerini hatırlatmakta da fayda var. Bu bakımdan her ne kadar en başta Amerika ile olmak üzere diğer Batılı devletlerle kontr-terörizm de dahil olmak üzere farklı ortak askeri eğitim programları yürütmüşler ve yine ABD başta olmak üzere ortak askeri operasyonlar yapmış olsalar da İslam coğrafyasındaki Müslüman devletlerin, komuta kontrol merkezi Riyad'da olacak bir ortak operasyonu sahada yürütmeleri oldukça zor gözüküyor.
Alt yapısı olmayan bir karar
Acele ve hazırlıksız alınmış bir karar diyebilir miyiz?
Evet, böylesi bir işbirliğinin gerekli ön zihni, siyasi ve askeri hazırlıklar ve görüşmeler yapılmadan ilan edildiği izlenimi hakim. Örneğin, üyelerinin çoğunluğu zayıf ekonomilere sahip bu girişimin finansal maliyetini kim karşılayacaktır? Hatırlanacağı üzere, 1. Körfez Savaşının stratejik hedeflerini koyan Amerika iken, koalisyonun operasyonlarını Suudi Arabistan finanse etmişti. Petrol fiyatlarındaki düşüş ve bölgede darbeleri finanse etmenin verdiği ek maliyetler ışığında Körfez ülkeleri böylesi bir inisiyatifi karşılayabilecekler mi veya karşılamayı ne kadar sürdürebilirler? Suudi Arabistan'ın şimdiden darbeci Sisi rejimine rüşvet niteliğinde 8 milyar dolar yatırım vaadinde bulunduğunu biliyoruz. Tüm bu değerlendirmeler ışığında, kurulmak istenen koalisyona dair açıklama bu bakımdan çok aceleyle yapılmış olduğunu rahatlıkta söyleyebiliriz. Pakistan ve Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkenin teklife 'prensipte' evet dedikleri ve Suudi Arabistan da 'prensipte evet' cevabını duyar duymaz ya da bazı ülkelerin evet diyeceklerini tahmin ederek bir basın açıklamasına gitmiş gibi gözüküyor. Türkiye ve Pakistan Dışişleri Bakanlıklarının koalisyon haberini duyduklarında 'şaşırdıklarını' ve 'daha detaylı bilgilendirilmeyi beklediklerini' beyan etmeleri de 'İslam İttifakı' haberinin etraflıca görüşülmeden, bu nedenle de amaçları çok genel ve muğlak kavramlarla ifade edilmek suretiyle hızlı bir şekilde duyurulduğu ortaya çıkıyor.
2-Deklarasyonunda, hiç bir örgüt adı belirtilmeden "terörle mücadelede askeri operasyonların koordine edileceği ve destekleneceği" gibi ifadeler yer aldı. Hangi terör gruplarıyla mücadele edilecek? Uluslararası tüm terörist gruplar bu kapsama giriyor mu? Operasyonlar Irak, Suriye eksenli mi olur?
Hem zihni hem de bürokratik altyapısı hazırlanmadan aceleyle ilan edildiği için İttifak deklarasyonu muğlak kalmak durumundaydı. Terörizmin nasıl tanımlanacağı ve hangi grupların terörist olarak kabul edilerek operasyonların nesnesi olacağı koalisyonun yaşayacağı en büyük sorun olacaktır. Malum olduğu üzere farklı gruplar farklı ülkeler tarafından farklı sıfatlarla tanımlandığı içindir ki terörizm konusunda uluslararası işbirliği oldukça zor olmaktadır. Suudi Arabistan Savunma Bakanı Muhammed Bin Selman'ın ittifak bünyesinde hangi gruplara karşı harekete geçileceği konusunda 'gelen vakalara göre değerlendirme yapılacağı' şeklindeki açıklaması da aslında bu konuda hiçbir uzlaşma olmadığının ve kafa karışıklığı yaşanacağının bir işareti olarak kabul edilebilir. 'Terörist olarak kabul edilmesi gereken ve ortak operasyon yapılması istenecek' bu grupları kimlerin teklif edeceği ve ortak kararın nasıl ve hangi mekanizmayla alınacağı da meçhul gözüküyor.
İttifak sakat doğdu, ölmesi muhtemel
Bu arada hemen araya girip şu soruyu sormak istiyorum. Biliyorsunuz Müslüman Kardeşler hala Suudi Arabistan'ın 'terör listesinde. Birçok İhvan üyesi Türkiye'de yaşıyor. Bunun yanı sıra Türkiye için oldukça hayatı önemde olan PKK, PYD, YPG terör grupları. İttifak bunları 'terör listesi'ne alacak mı?
Böylesi bir durumda, Mısır'ın Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinin de 3 Temmuz darbesinden bu yana desteğiyle terörist olarak kabul ettiği Müslüman Kardeşler'in 'İslam İttifakı'nın hedefinde olması durumunda buna Türkiye ve Katar'ın ne diyeceğini kestirmek zor değil. Aynı şekilde Türkiye, PKK, PYD ve YPG gibi terörist kabul ettiği grupları İslam İttifakı'nın 'terörist' tanımı içerisine aldırabilir mi? İttifaka katılan ülkelerin bu tür bir hareket serbestileri olacak mı sorusu önemli bir soru. Afrika ülkelerinin Boko Haram ve el-Şebab gibi terör örgütlerine karşı bu tür bir desteğe ihtiyaç duydukları aşikarken, İttifakın Afrika odağının ne ölçüde olacağı ve üye Müslüman ülkelerin Afrika'ya asker gönderme konusunda ne kadar gönüllü olacakları da ayrı bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Terörizm tanımı üzerinde somut bir anlaşmaya gidilmez ve 'hedef yalnızca IŞİD olmayacak' deyimi daha net tanımlanmazsa, zaten sakat doğmuş olan bu ittifakın çabuk öleceğini tahmin etmek zor değil.
Koalisyona katılan ülkelere baktığımızda ağırlıklı olarak Sünni nüfusun yoğun olduğu ülkeler. Irak "Suudi Arabistan'ın kurduğu koalisyon mezhepsel ve İslam'ı temsil etmiyor" şeklinde karşı çıktı. İran henüz bir açıklama yapmadı. Bu bir Sünni bloklaşma mı?
Irak, İran, Suriye ve Afganistan gibi ülkelere bu ittifakta yer verilmemesinin sürpriz olmadığı ve İran'ın böylesi bir ittifak haberine göstereceği tepkiyi tahmin etmenin zor olmadığı kanaatindeyim. Suriye ve Irak'taki çözümsüzlüğün en büyük kaynağı İran'ın bu ülkelere müdahalesi olduğu için burada ne İran'ı ne de Irak ve Esed rejimini böylesi bir koalisyona almanın mümkün olmadığı ortadadır. İttifaka dahil olduğu söylenen ülkeler arasında bile 'terörizm' ile kimlerin işaret edildiği noktasında bu kadar potansiyel ve reel fikir ayrılığı varken, İran, Irak ve Suriye'yi de dahil etmek zaten söz konusu olamazdı. İslam dünyasının en büyük askeri güçleri olarak Türkiye ve Pakistan'ı da yanınıza almak isteyen bir koalisyonun Afganistan ve Suriye'yi bu işin içine katması düşünülemezdi. Var olan durumda, her ne yapılırsa yapılsın, böylesi bir ittifakın 'Sünni bloklaşma' olarak gözükmeme şansı maalesef kalmamış gözüküyor. Bu noktada önemli olan husus, İran ve Suriye'nin hava operasyonları ve Şii milislerle DAİŞ'i Irak'ta ve Suriye'de yenemeyeceğini anlamaları ve bunu anlamalarının sağlanıp sağlanamayacağıdır. İttifakın asıl amaçlarından birisinin de İran'ı ve Rusya'yı bazı amaçlarından vazgeçirerek kapsamlı bir çözüme razı etmeye zorlamak olduğu söylenebilir. Ancak burada İran'ın tavrı bakımından da asıl belirleyici olan aktörün Rusya olduğu görülmelidir. Çoğunluğu Sünni Müslüman bu ülkelerin sağlayacağı askerlerle DAİŞ'e karşı bir harekata girişilmesinde Rusya da oyuna dahil edilebilirse u2014bu ihtimal çok zor gözükse deu2014 o zaman İran'dan gelecek olan muhalefet nötralize edilebilir. Bu çıkmazları ve zor ihtimalleri düşününce, ABD ve Batı'nın bu tür İslam İttifakı harekatını, Amerikan Dışişleri Bakanı Kerry'nin ifadesiyle 'Suriye'deki oyunu değiştiren' hamleler yapmış olan Rusya'yı çözüme ikna etmede bir koz olarak kullanmayı düşünüp düşünmediğini hesaba katmak gerekiyor.
Suudi Arabistan, bölgede vekalet savaşından daha fazlasını istiyor
Koalisyonun kurulduğunun açıklanmasından hemen sonra yapılan en ciddi yorumlardan biri 'Bu ittifakın amacı: İran'ı bölgede kontrol altına almaktır' şeklindeydi. Böyle bir amaç güdülüyor mu?
Suudi Arabistan'ın İran'ın bölgedeki nüfuz alanını genişletme ihtimalinden duyduğu kaygı Irak'ın işgaliyle tavan yapmıştı. Son 10 yılda gelinen noktada Suudi Arabistan, korktuğunun başına geldiğini, kaygılandığı ihtimalin artık gerçeğe dönüştüğünü ve İran'ın ciddi anlamda mezhepçi ve jeopolitik saiklerle bölgeyi şekillendirme ameliyesine giriştiğini düşünmektedir. Ancak anlaşılan o ki, gelinen noktada Suudi Arabistan, Suriye ve Irak'ta İran'a karşı vekalet savaşından daha fazlasını yapmayı istemektedir. İslam İttifakı Esed'i devirmeyi hedeflediği değil, Esed'li ve IŞİD'li çözümün mümkün olmadığını ve kabul edilemeyeceğini tüm taraflara gösterebildiği ve gösterilmesine çıplak güç tehdidi anlamında yardımcı olabildiği ölçüde anlamlı olabilir.
İttifak Suriye ordusunu da hedef alır mı? Esed rejimine bir saldırı düzenlenirse, Rusya'nın ve Amerika'nın tepkisi ne olur?
İttifak'ın öncesinde, ABD ve Rusya'nın tepkisini hesap etmeden Suriye Ordusuna saldıracağını düşünmek naiflik olur. İttifakın harekata hazır hale gelerek Suriye Ordusunu da hedef alması kararı kolay ve hızlı bir şekilde verilemeyecek büyük bir adımdır. Böyle bir adım öncesinde bunun pazarlığı ve görüşmeleri taraf aktörler olarak başta Amerika ve İngiltere olmak üzere Batı ve Rusya arasında yapılmış olması gerekir. Rusya, ABD, İran, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ana aktörler IŞİD ve Esed rejiminin kaderi üzerinden tartıştıkları 'Ortadoğu'da yeni düzen' fikrinde anlaşma sağladıkları anda, İslam İttifakı, IŞİD'i Suriye ve Irak'tan çıkarma ve sahadaki Sünni muhalif gruplarını bir düzen içerisinde tutma döneminde, bu çabaların daha meşru gözükmesi açısından rol alabileceklerdir. İttifakın bağımsız bir ulus-aşırı aktör değil, farklı aktörlerin bölgeye yönelik genel stratejik planlarının taktik bir enstrümanı olacağını unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla, İslam İttifakı kendi içerisinde anlaştığı takdirde, gerektiğinde Rusya, ABD ve İran'ın tepkisini de göze alarak Esed rejimine saldırabilecek bir otonom yapıya sahip olmayacaktır.
'İslam İttifakı' ABD koalisyonuna kara desteği verebilir
ABD, 'Bu koalisyon konusunda Suudi Arabistan'ın aklında ne olduğunu öğrenmek için sabırsızlanıyoruz' şeklinde açıklama yaptı. Bu koalisyon ABD öncülüğünde kurulan koalisyonla ortak hareket eder mi?
'İslam İttifakı' adı verilen bu koalisyon somut olarak harekete geçmeye hazır hale gelse bile, ABD öncülüğündeki koalisyondan ayrı hareket etmesi ya da ajandası ve kapsamının farklı olması düşünülemez. Ayrıca, teknik detayları ve askeri planlaması çok kritik ve zorlu olacak böylesi bir operasyonun Amerikan desteği, koordinasyonu olmadan yapılabilmesi maalesef çok zor olacaktır. Fikrin detaylarına hakim olmadığını düşünemeyeceğimiz ABD'den, Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest aracılığıyla, bu koalisyonun ABD öncülüğündeki koalisyonun yerini almayacağını, onu tamamlayıcı nitelikte olacağını söyledi. Dolayısıyla, İslam İttifakı gerçekten sahaya inebilecek seviyeye gelirse u2014ki bu çok zor gözüküyoru2014 bu operasyonun kara operasyonunda rol alma şeklinde olacağın söylemek gerekir. Irak ve Suriye hava sahalarında yeterince İngiliz, Fransız, Amerikan jetleri ve Rus jetleri ve füzeleri varken, İslam İttifakı uçaklarına veya füzelerine yer kaldığını söylemek güç.
Suudi Arabistan, Pakistan'ı da ittifaka aldı. Pakistan haberimiz yok açıklaması yaptı. Son yıllarda Çin'in Pakistan'a milyarlarca dolar yatırım yaptığını biliyoruz. Pakistan, İran-Rusya karşıtı bir pakt içinde olmayı göze alır mı?
Tarihi İpek Yollarını canlandırarak Asya'da etkinliğini arttırmak ve 'süpergüç' olmaya ısınmaya çalışan Çin, Pakistan'a 'Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru' adı altında önümüzdeki 5-10 yıl içinde 46 milyar dolarlık yatırım yapmaya hazırlanıyor. Bunun muazzam bir rakam olduğu ve Pakistan'ın içinde bulunduğu ekonomik şartlar ve Pakistan altyapısına yatırım yapma konusundaki Amerika gönülsüzlüğünün devam ettiği düşünüldüğünde büyük bir stratejik yatırım olduğu muhakkak. Düzeltilecek ve inşa edilecek yeni yollar, barajlar, köprüler ve dağlar delinerek açılmaya başlanan tünellerle Pakistan'ın kuzeyinden en güneyine kadar uzanacak bu stratejik hat ile Çin ürettiği ucuz malların Güney Çin Denizinden dolaşmak yerine Pakistan'ın en güneyinde yer alan Gwadar Limanı'ndan Afrika ve Ortadoğu piyasalarına daha az maliyetle ve daha hızlı ulaşmasını sağlayacak. Ayrıca Uygur Türklerinin yaşadığı Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nden başlayacak bu hat ile, hava kirliliği ile boğuşan ana kentlerdeki üretimi çevre bölgelere kaydırmayı, daha fazla Çinliyi Uygur bölgesine taşımayı ve bölgedeki kontrolünü arttırmayı planlıyor. Bu planın hiçbir kısmının Uygur Türkleri'nin lehine olmayacağı ortadadır. Çin'in başlattığı bu yatırım hamlesinin en önemli şartlarından bir tanesi Pakistan'da siyasi istikrarın ve genel anlamda güvenliğin sağlanmasıdır. O bakımdan Pakistan Ordusu bir yandan Belücistan gibi eyaletlerde Pakistan Talibanı ile mücadele ederken diğer yandan Karaçi'de yolsuzlukla mücadele etmeye çalışmaktadır. Pakistan açısından ise Çin ile yakın ilişkiler, ABD-Hindistan stratejik ortaklığına karşı geliştirilen bir denge mekanizması ve tarihsel olarak iyi olan ikili ilişkilerin yukarılara taşınarak Pakistan'ın altyapı ihtiyaçlarının karşılanması ve kronik hale gelen elektrik enerjisi sorununun çözülmesi anlamına gelmektedir. Ülkesi içinde altyapıdan en temel güvenliğe kadar sorunlarla boğuşan Pakistan, Suudi Arabistan'la tarihsel olarak çok yakın askeri ve siyasi ilişkilerine rağmen Suudi Arabistan'ın Yemen'dek Husilere karşı operasyonlarına dahil olmamayı tercih etmişti. Bu Suudi Arabistan açısından büyük sürpriz olmuştu çünkü Pakistan 1. Körfez Savaşında Suudi topraklarının korunması için çok sayıda askerini Suudi Arabistan'a göndermiş, Saddam'a karşı savaşmaları için izin de vermişti. Ancak bugün gelinen noktada Pakistan Ortadoğu'daki çatışmalı sorunlara da mesafeli yaklaşmaktadır. Özellikle İran'ın da dahil olduğu Irak, Suriye ve Yemen çatışma denklemlerinde, Pakistan, Şii nüfusunu ve doğabilecek mezhepçi çatışma ihtimallerini de düşünerek yer almak istememekte.
Pakistan'ın iki alternatifi var
Dolayısıyla, İslam İttifakı bağlamında Pakistan'ı zor bir karar bekliyor diyebiliriz.
Evet, Pakistan Dışişleri Bakanlığı, Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyona dahil olduğu haberleri karşısında önce 'haberimiz yok' açıklaması yaptı daha sonra koalisyona dahil olabileceğini söyledi. Bu tavır, geçtiğimiz ay önce Suudi Arabistan'ı ve sonrasında Washington'u ziyaret eden Pakistan Genelkurmay Başkanı Rahil Şerif nezdinde bazı görüşmelerin yapılmış olabileceğini ve bazı sözlerin verilmiş olabileceğini akıllara getirebilir. İç siyaset açısından bakıldığında Başbakan Navaz Şerif'in oldukça zor durumda kalacağını söyleyebiliriz. Navaz Şerif bir yandan Pervez Müşerref'in 1999 darbesinden sonra sürgün edildiğinde kendisini ağırlayan ve çok yakın siyasi ve ekonomik ilişkilere sahip olduğu Suudi Arabistan'ı Yemen sonrasında bir kez daha reddetmek istemeyecektir. Diğer yandan İmran Han'ın muhalefeti ve Pakistan'da giderek eleştirel hale gelen ana akım medya ve gençlik Pakistan askerinin Ortadoğu'ya gönderilmesine tepki gösterecektir. Şunu da söylemek gerekir ki, ABD'nin de desteklediği bu tür bir koalisyona destek vermeye çekinen ancak Çin'le çok yakın siyasi, ekonomik ve askeri (insansız hava aracı geliştirme dahil) ilişkilere girmiş bir Pakistan'ın ABD ile ilişkilerinde ciddi sorunlar yaratabilir. Bu durumda Pakistan için iki alternatif gözükmektedir. İlk olarak, Pakistan koalisyona evet der ve eğer koalisyon şu anda gözüktüğünden çok daha ciddi bir yapılanmaya dönüşür ve somutlaşırsa, Pakistan ittifaka çok ılımlı bir katkı yapar ve ön safta gözükmez. Örneğin, Suudi egemenliğini savunmak için Suudi Arabistan'a asker gönderebilir ancak askerlerinin Suriye'de ve diğer çatışma bölgelerinde savaşmalarına izin vermez. Diğer alternatifte ise Pakistan İttifaka katılabilir ancak koalisyonun somutlaşması ve operasyona dönüşmesi için çok istekli ve aktif gözükmez ve koalisyon projesinin çökmesini umutla bekler.
Türkiye 'ittifaka' stratejik anlamda sıcak bakıyor
Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun 'Terör ile İslam'ı özdeşleştirmek isteyenlere en iyi cevaptır" ifadelerini kullanarak koalisyonun içinde yer aldıklarını belirtti. Türkiye'nin katkısı ne olur. Suudi Arabistan, 'ittifak silahlı' olacak dedi, Türkiye 'silahsız' açıklaması yaptı..
11 Eylül saldırıları sonrası ABD'nin başlattığı Afganistan saldırısı ve Irak'ın işgali sonrasında İslam Dünyasında ortaya çıkan tüm komplikasyonlar ve El-Kaide'nin Ortadoğu'ya sıçraması karşısında, İslam Dünyasındaki bu tür problemlerin Müslümanlar tarafından çözülmesinin ve ortak siyasi ve askeri stratejileri geliştirilmesinin önemli olduğu fikri ortaya atılmıştı. Yani, İslamiyet ile terörizmin birlikte anılmasına yol açan Batı müdahaleleri karşısında 'problemlerimizi kendimiz çözebilmeliyiz, buna askeri operasyonlar da dahil olmalı' düşüncesi zihinlerde zaten vardı. Bu bakımdan Türkiye ve diğer bazı ülkeler bu öneriye fikren ve stratejik anlamda sıcak bakıyor olabilirler. Ancak ittifakın silahlı olması ve açık müdahalelere ve operasyonlara dönüşmesi çok zor ve uzak bir ihtimal gibi gözüküyor. Türkiye'nin ittifakın silahsız olması gerektiğine dair söylemi şu aşamada 'silahlı operasyonlar' fikrinin prematüre olduğunu, öncesinde yapılacak çok işin olduğunu hatırlatması bakımından anlamlı olabilir.