Son oyun sahneleniyor

Türkiye’nin toplumsal huzurunu bozmak isteyen ve son dönem İslam coğrafyası ile ilişkileri hedef alan bazı güçlerin kışkırtması ile gündeme gelen Deizm konusu kaynağı ve desteği belirsiz kişilerce sağlanan destek ile kurumsal bir yapıya dönüştürülmeye çalışılıyor. Kendilerini kurucu üye olarak tanımlayan kişilerin paylaştıkları dini görüşleri adeta toplumu bölmeye yönelik bir senaryonun uygulanmasını andırıyor. Dinler arası diyalog fikrine benzer FETÖ vari bir yaklaşımın hissedildiği açıklamalarda toplumu bölmeye çalışan kan donduran ifadeler var.

ORGANİZE BİR FİKİR VAR

Kurucu üye olarak kendisini tanımlayan bir kişi, Hristiyan bir cemaatte uzun süre yer aldığını belirterek sübliminal bir mesaj verirken Sünni kökenli olduklarını iddia eden kişilerin de İslam dininin Arapça olmasını sorgulaması göze çarpıyor. “Dinin Türkçeleşmesi” fikrini tekrar gün yüzüne çıkarmaya çalışan, “Andımız” konusu ile toplumsal uzlaşıyı baltalama isteyen bazı grupların yaptıklarına çanak tutan ifadelerin yer aldığı açıklamalarda Türkiye’ye karşı yeni bir oyunun oynandığı açıkça görülüyor.

NEŞAT GÜNDOĞDU/ANKARA

Türkiye’de suni bir şekilde başlatılan “Deizm” tartışması sonrası Türk gençliğinin deizme kaydığı iddia edilmiş ve çeşitli ters psikoloji propagandaları ile konunun gündemde tutulması sağlanmaya çalışılmıştı. Konunun gündemden düşmesi ile beraber çok kısa bir zamanda (18 Eylül) bir “Deizm Derneği” kuruldu. “Bütün dünya vatanımız, tüm insanlar kardeşimiz. Kutsal kitap vicdanımız, iyilik yapmak dinimizdir” sloganları ile dinler arası diyalog yaklaşımını anımsatan bir motto belirleyen dernek yönetimi sosyal medyada aktif bir çalışma sergiliyor. Tanıtım konusunda belli bir takvim ışığından hareket ettiği açıkça görülen Deizm Derneği’nin yönetiminin son hamlesi ise farklı bir propaganda çalışması olarak yorumlandı.

Toplumun her kesimine mesaj veriyorlar

Derneğin kurucu üyelerinin dinsel geçmişi hakkında bir açıklama yaparak Türkiye üzerindeki tüm gençliği hedef kitle gibi gösteren dernek yönetiminin açıklamalarında çarpıcı ifadeler yer aldı. Daha çok Alevi vatandaşları hedef koyan bir yaklaşım sergilenirken aynı zamanda birçok basma kalıp düşünce ortaya koyularak da Sünni kesim ile ilgili mesnetsiz düşünceler ortaya koyuluyor.

Toplumun sinir uçlarına dokunuyorlar

Alevi olduğunu belirten bir kurucu üye küçüklüğünden itibaren Aleviliği bir türlü benimseyemez ve her zaman İslam dışı, İslam’a yama yapılmaya çalışılan bir mezhep olarak gördüğünü söyler. Bahsi geçen üyenin açıklamaları şu şekilde devam ediyor: “Dinin beş şartını yerine getirmenin daha doğru olabileceğini düşünse de ülkedeki bağnazlıktan dolayı, inançta kendine sığınacak yer bulamaz. 18 yaşında Yalova’nın Şehitleri’nin Hristiyan Cemaati ile tanışır. 6 ay inceleme ve araştırma sonucu hakikati bulduğunu düşünür. Vaftiz olur ve Kadıköy Cemaatinde 17 sene, sokak ve kapı-kapı dergi ve broşür dağıtarak misyonerlik faaliyetinde bulunur. Cemaatte Hizmet Yardımcısı ve İhtiyar olarak atanır. Ancak, 2013 senesinde, bir olay onu dinsel hayal kırıklığına uğratır. Ve bu olay, iman ettiği dinsel öğretileri tekrar sorgulamasına neden olur. Artık incelemelerini imanla değil sorgulamayla ve bilimsel disiplinlerle yapmaya karar verir. İman ettiği için bilinçaltında hep bastırdığı şüpheler artık bastırılamaz hal almıştır. Kutsal Kitabı (Tevrat, Zebur, İncil’i) derinlemesine inceledikçe, bilim ile uyuşmadığını, akıl ve mantık ile bağdaşmadığını görür ve Tanrı’nın sözü olamayacağına kanaat eder. Cemaat İhtiyarlığından istifa eder ve gönül vermiş olduğu cemaatten ayrılır.”

Türkiye’de sempatizan kazanmaya çalışıyorlar

İslam hakkında dolaylı bir şekilde eleştiri getirerek toplum tarafından benimsenmeye çalıştıkları açıkça görülen üyelerin diğer dinlere ait kutsal kitapları kötüleyerek de sempati kazanmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Bu anlamda Sunni temelli bir anlayışa sahip olduğunu söyleyen bir üyenin açıklamaları ise gerçeği ayan beyan ortaya koyan bir nitelikte:

“Oldukça tutucu, muhafazakâr Sünni bir ailede doğan Abdullah Kara, ailesi tarafından inançlı biri olarak yetiştirilir. 25 yaşlarına kadar inancının gereği olan, oruç, namaz ve diğer ibadetleri gayretle yerine getirir. Arapça bilmez ve ezberlediği şeylerin basmakalıp tekrarlardan başka bir şey olmadığını düşünür. Bu onu rahatsız eder ve daha iyi bir Müslüman olabilmek için Kutsal Kitabını kendi dilinde, Türkçe okumak ister. Okudukça, bir zamanlar Arapça okuduğu kitabın üzerindeki kutsallık, derinlik, maneviyat yıkılıverir ve okuduğu şeyler kendisini derinden sarsar. Tercümeleri birbirleri ile karşılaştırır ama bu, sarsılan imanını kurtaramaz. O yaşına kadar iman ettiği kitaptaki sözlerin, evreni var eden bir yaratıcıya ait olamayacağını düşünür. İmanını oluşturan dev çınar yıkılmış, ana sütunlar dağılmış şekilde korku dolu günler geçirir. Yaşama amacını kaybeder ve depresyona girer. Ancak cesareti elden bırakmaz ve sağduyulu davranır. O an hakikatin ne olduğunu bilemez ancak insanlara verilenlerin hakikat olmadığını fark eder. Araştırmalarını yoğunlaştırır, Tevrat, Zebur ve İncil diye bilinen diğer kutsal kitapları da inceler. Öğretilerin başka kitaplardan kopya edilerek revizyona uğradığına kanaat eder.”