Polis Akademisi Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Araştırma Merkezi (UTSAM) tarafından düzenlenen 6. Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Sempozyumu gala gecesinin ardından düzenlenen son oturum ve Mehmet Özkan'nin kapanış konuşması ile 7 Aralık Pazar günü bitti. Sempozyum süresince güvenlik kavramının kavramsal ve pratik çerçevesi, Ortadoğu'da bölgesel güvenlik, yabancı savaşçılar fenomeni, Barış Süreci ve medyada terörizm haberciliği gibi konular üzerinde duruldu. Sempozyuma, 60 civarında uluslararası katılımcının yan sıra, yaklaşık 150 civarı Türkiye'de alanında uzman katılımcı ve basın mensubu katıldı. Sempozyumda Güney Afrika'dan İRA'ya, Moro İslam Cephesi'nden ETA'ya kadar bir çok başlık tartışıldı. Polis Akademisi bünyesinde faaliyet gösteren UTSAM'ın direktörü Mehmet Özkan ile Sempozyumun düzenlenme amacını ve soğuk savaş sonrası başlayan uluslararası terörizm/ güvenlik sorunu ve Türkiye'nin Afrika politikasını konuştuk.
Sempozyumu düzenlemenizin amacı neydi?
Konferansın en temel amacı Türkiye'nin çevresinde bulunan sorunları ulusal ve uluslararası alanında uzman kişilerin katılımıyla tartışmaktı. Bu tartışmanın zemini olarak bu konulardan doğrudan etkilenen bir ülke olarak Türkiye olmasını sağlamaktı. Bu çerçevede 60 civarında uluslararası katılımcının yan sıra, yaklaşık 150 civarın Türkiye'den alanında uzman katılımcı vardı. İkinci temel amacımız ise Türkiye'de güvenlik sektöründe çalışan pratisyenleri, bu konuda çalışan teorisyenler buluşturmaktı. Buna bir de gazeteciler ve uluslararası uzmanları ekleyince aslında güvenlik sorunlarının bütün taraflarının katıldığı bir toplantı oldu. Sonuca bakınca bu açıdan alanında en iyi konferanslardan birisi olduğunu söylemek mümkün.
Soğuk savaş sonrası liberal barış havası yok oldu. Dünya klasik sorunlarının dışında sorunlarla mı karşı karşıya. Yeni dünyanın terörizm tanımı ve mücadele şekli değişti mi?
Şimdi şöyle bir baktığımızda çoğu bölgedeki güvenlik sorunları yapısal sorunlardan kaynaklanmaktadır. Bir çok sınır da zaten yapay sınır olduğu için öyle sorunlar yaşanıyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyada soğuk savaş sistemi ve buna bağlı nasıl belli bir yapısal düzen oluştu bunları anlamak lazım. Bu yeni yapısal düzen içinde güvenlik kavramı, belirli sınır, ve benzer şeyler netleşince soğuk savaş dönemi de bu yapıyla birlikte göçtü. Dolayısıyla soğuk savaş sonrası 90'larda böyle bir hava oluşmuştur. Özellikle Francis Fukuyama'nın tarihin sonu tezi ile artık liberalizm kazandı yeni bir liberal barış havası oluştu. Aynı zamanda 90'lar batının en çok demokrasi ihracı yaptığı, demokrasiyi dünyaya yaymaya çalıştığı süreçtir aslında. Fakat bu süreç yani bence şöyle 2001'de 11 Eylül saldırları ciddi bir sarsıntıya uğradı. 2001'den sonraki 11 Eylül ile beraber bu sarsıntı güçlü askeri ve klasik yöntemlere dönüş getirdi. Ama tabii o 90'ların oluşturduğu yüksek tonlu liberal barış tonu, işte o yüksek tonlu liberal demokrasi sonra sorgulanmaya başlandı. Ama bu sorgular 2001'e kadar devam etti. 2001'den sonra 11 Eylül sonrası oluşturduğu bu ilk baştaki baş kaldırış şuydu; El-Kaide diye bir örgüt var işte biz bu örgütün üzerine gidebiliriz, Afganistan'a gideriz, yok ederiz diye bir hava vardı. Bu sonuçlanmadı.
Irak için de benzer bir şey düşünüldü sanırım?
Evet, Irak için de aynı şeyi düşündüler. Saddam'i indiririz, Irak'taki sorunu çözeriz. Bunda da başarılı olamadılar. 2011'den sonra 11 Eyül ile oluşan o net, keskin ve mekanik düşünen zihin zamanla anlaşıldı ki bu işler o kadar kolay değil. Bunların en temel sebebi yapısal bir sistemin olmaması. Terörizm aslında bir nevi sorunların çözümlenmesi iken El-Kaide bile franchisingkonumuna dönüşmüş oldu. Dolayısıyla daha da dağıldı. Ama hala bunlarla alakalı bir sistem düşünülmemiştir. Suriye'yle beraber bu sert güç unsurları daha çok belirgin oldu. Suriye'de direnç daha çok gösterdik aslında. Bir çok ülke destek vermesine rağmen illegal destekle Suriye sorunu çözülemedi. Kırım sorunu çıktı. Bu süreçte Batı, Rusya'yı sistemin içine çekmeye çalıştı. Yani soğuk savaşın bitmesinden beri, Rusya, AB zirveleri, Nato zirveleri vs. Rusya, bu süreçte kendini sistemin içinde göstererek bir taraftan da güç temarküzü yaptı. Yani Kerkük anlamında. Tabii Rusya, Batı'nın en zayıf noktası olan Kırım'ı ilhak etti. Bu bence batı için tam bir şoktu. Bunun temel sebebi şu; Batı böyle bir hamle beklemiyordu. İkincisi batı ciddi bir şekilde Rusya'yı sistemin içine çektiğni düşünüyordu ama Putin bu hamleyi yaparken ''tamam bütün bu karşılıklı bağımlılıklar önemli ama hala tek ve en kilit güç benim'' demek istedi. Dolayısıyla, bu anlamda güvenlik konsepti tamamen değişti.
Putin Kırım İlhakını meşrulaştırdı
Tabii Putin'in bu hamelesi batıda hayal kırıklığı ya ya planların tersyüz olmasına neden oldu ama Kırım'ın işgali batının Ukrayna da oynadığı oyunun doğal sonucu gibiu2026Ukrayna sorunu, Kırım'ın ilhaki biraz da batının suçu değil mi?
Rusya'nın 3 tane sınır bölgesi var. 1 tanesi Gürcistan diğeri Ukrayna, bir diğeri de Rusya'yla bağlı değil ama Avrupa'yla olduğu zandan Türkiye. Bu üç ülke de aslında iki tarafı bağlayan ülkeler. Gürcistan'nın 2008'deki savaşını hatırlarsınız. İşte son zamanlarda Ukrayna'nın yaşadığı olaylar ortada. Batı bunları NATO'ya üye yapmaya çalışarak kendisine bağlamaya çalıştı bir nevi. Özellikle Türkiye, haricinde Gürcistan ve Ukrayna Rusya'nın doğal alanına müdahale gibi oldu. Dolayısıyla bu ülkelerin en büyük handikapı şu, iki güç arasında sıkışmış olmaları. Bu nedenle bu ülkelerin liderlerinin çok akıllı olması lazım. Bunların iki tarafı tercih etme hakkı yok. Üçüncü bir yol bulup ikisini de dengelemesi lazım. Türkiye son zamanlarda bunu yapmaya başladı. Doğu-Batı tercihi yapma şansı yok bu ülkelerin. Dolayısıyla dengeli olmalı. Ülkelerin basiretsizliği de bu noktada çok etkili. Rusya'nın Kırım meselesindeki sert tavrı çok net bir şekilde Batı'ya mesajdı.
Putin'in, ''Kudüs, İsrailli yahudiler için neyse Kırım da bizim için o anlama geliyor'' açıklaması da ilginçti?
Bu açıklamanın dini bir içeriği yok. Bu, Putin'in siyasal meselesi. Yani böyle bir şey yok. İlhakı bir anlamda meşrulaştırma aslında. Bunu söylerken batıya verdığı mesaj çok basıt, ''Bu ülkelerle alakalı yaptığım projelerde benim hayat alanıma dokunma, dokunursan karışmam'' uyarısıdır.
Siyasal şartlar oluşursa radikal örgütler biter
Hangi siyasal, toplumsal sorunlar sonucu, Somali'de Boko Haram, Nijerya'da El-Şebab ortaya çıktı? Ne istiyorlar? Neden şiddete yöneldiler? El-Kaide veya IŞİD'le organic bir bağları var mı?
Ben Boko Haram'ın da El-Şebab'ın da çok net bir şekilde siyasal sıkıntıların ürettiği örgütler olduğunu düşünüyorum. Afrika'da normalde bizim bildiğimiz gibi karışıklıklar çıkmaz. Afrika kültürü tüm bu dini radikal hareketlerin üstünde bir kimlik. Dolayısıyla ne El-Şebab ne de Boko Haram pratikte bir El-Kaide'dir diyemeyiz. Eğer siyasal şartlar düzenine girerse bu örgütler yok olabilir. Somali'deki El-Şebab tamamiyle Batı vilayetine karşı oluşturulmuş bir hareket. 2006 yılında Somali'de İslam Mahkemeleri diye bir örgüt vardı. Somali'de bir yıl kalan bu örgüt, 90 sonrası ilk defa finans açıklarını getirdi. Buna yönelik Kenya, Etiopya'da burda bir dini yapılanma var diyerek müdahalede bulundu, savaş açtı. Bu iç müdahaleye karşı tepki olarak El-Şebab örgütü doğdu. İslam Mahkemeleri örgütünün gençlik ekibinden sert bir ekip çıktı. Dolayısıyla bu sürecin dışında kaldıkça mahallileştiler. Kendilerini El-Kaide'ye yakınlaştırdılar. Ama ben işin özünde Boko Haram ve El-Şebab'ın siyasal sorunlar merkezinde olduğu kanaatindeyim. Eğer bu siyasal sorunlara çözüm bulunursa bu tür radikal hareketler çok fazla taban bulamayacaktır.
Bu terör örgütlerine karşı oluşturulmuş herhangi bir 'güvenlik' politikası var mı?
Nijerya'nın şu anki Cumhurbaşkanı, buradaki sorun bir askeri sorundur, güvenlik sorunudur diyor. Tıpkı 11 Eylül sonrası Çeçenistan ile Rusya, İsrail ile Filistin'in kendi teröristlerini yok ettikleri gibi ben de kendi teröristimi yok ederim diyor. Fakat bu konsept işleyemedi ve 10 yıldır hiçbir şeyi çözmedi. Durumu daha da radikalleştirdi. Şuan Nijerya ve Somali aslında terkedilmiş konseptleri takip ediyor. Kendilerine has bir şey üretmiyorlar. Mesela Nijerya'da bir barış örgütü Boko Harama'la Nijerya Devleti arasında barış görüşmeleri yapmaya çalışmıştı. Hatta Nijerya'nın Cumhurbaşkanı şöyle ilginç bir tabir kullanmıştı; "eğer Türkiye bu sürece dahil olmak isterse, Türkiye bile barış sağlayabilir." İlk görüşmede böyle bir talep bile vardı. Ama Nijerya bunu reddetti. Aynı şey Somali için de geçerli. Somali'deki El-Şebab örgütü biraz daha bölgeselleşmiş durumda. Kendi başına karar verecek bir merkezi otoritesi yok. Kenya bir şekilde Somali içine karışmış durumda. Eğer güçlü bir merkezi hükümet olursa ve bu merkezi hükümete Etiopya ve Kenya çok az müdahale ederse, Somali'deki kabilelerin de sürece girmesiyle siyasal sorunun ortadan
Türkiye'nın Somali'ye yönelik bir takım çalışmları olduğunu biliyoruz. Türkiye Somali'de neler yapıyor?
Somali meselesi Türkiye'nin Afrika'daki başarı iddiasıdır. Türkiye'nin Somali politikası ancak Türkiye'nin Afrika politikası içinde genel bir konsepte oturtularak tamamlanabilir.
Türkiye Somali'de bir devlet inşa ediyor
Nedir Türkiye'nin Afrika politikası?
Türkiye'nin Afrika'ya siyasal aktör olarak girmesi Somali politikası ile gerçekleşti. Siyasal aktörden kastım, ülkenin siyasal sorunları, güvenlik sorunları hakkında söz söyleyen bu konuda politika üreten bir yaklaşımdır. Türkiye'nin 2011 yılı öncesinde Afrika ve Arap politikası ticaret ve kalkınma konuları üzerineydi. Hala bu konular son derece önemli ama siyasal boyutu ve güvenlik meseleleri 2011 sonrasında değişti. Türkiye Somali'de başarılı olursa Afrika ülkelerini de kapsayacak bir başarı olacak. Türkiye artık Afrika'da bir aktör kabul edilmiş durumda. 5 yıl önce birçok Afrika ülkesinde ve Batı'da, Türkiye Afrika'da ne yapmak istiyor, derdi ne ? gibi sorular varken bugün artık Türkiye Afrika konusunda danışılan ülke konumuna gelmiştir. İspanya, AB, Amerika, İngiltere, İspanya gibi bir çok ülke bu konuda istişareler yapıyor Türkiye'yle. Geçen ay Ekvator Gine'de Türkiye Afrika liderler zirvesinin ikincisi yapıldı. Bu Türkiye'nin Afrika'ya verdiği önemi gösteriyor. Dolayısıyla Somali, Türkiye'nin Afrika politikasında bir orta öge konumunda. Türkiye Somali'de tam anlamıyla bir devlet inşası niyetinde. Ülkenin İç siyasetine karışmıyor ama kurumlar aracılığıyla destek veriyor. Yani Cumhurbaşkanınızı vs kendiniz seçin ama kurumsal bir şey varsa biz yaparız diyor. Yani ben şunu diyorum Somali Türkiye için Kıbrıs'tan sonra 2.devlet inşası örneğidir. Bunun ilk örneği olarak Kuzey Kıbrıs'ta Türkiye'nin ne kadar başarılı olduğu ayrı. Ama Somali'de şuan göreceli bir başarı var. Belki 3.bir devlet Libya olacak. Şuan farklı gruplar arasında görüşmeler yapılıyor. Türkiye, Kuzey Kıbrıs'ta çok net şekilde belirli bir sürece oturdu. Somali'de de başarıya sahip şuan görüldüğü üzere. Türkiye'de bu konuda başarılıdır. Dolayısıyla biz Türkiye olarak bir devlet inşaası sürecine gidiyoruz.
Türkiye, Libya'da moderator görevi yapıyor
Türkiye'nin Kuzey Kıbrıs ve Somali'den sonra inşa edeceğı 3. ülke Libya olur diyorsunuz. Libya'nin toplumsal ve siyasal dokusu çok karmaşık ve kritik. Türkiye'nin Libya da başarılı olma şansı ne?
Evet Libya çok kritik bir ülke, karmaşık bir yapısı var. Petrol dağılımı var. Siyasi askeri gruplar var. Dolayısıyla asıl mesele şu, yani orada tek yapı Kaddafi'nin ailesiydi. O gidince hiçbir şey kalmadı. Dolayısıyla o şuan boş kalan alana bir sistem kurulması lazım. Ancak burada çok fazla grup var ve birbirleriyle iletişimleri hiç yok. Ama bunların birbirleriyle konuşmaması da lazım. Türkiye bu noktada çözüm üretmeye çalışıyor. Adeta bir modaretör görevi görüyor. Farklı grupları anlaşma yoluna çağırıyor. Dolayısıyla Türkiye bunu yapabilirse, burada inşaa değil de bu sürecin önünü açabilecek bir unsur olacaktır. Türkiye hiçbir zaman ben devlet kuracağım, buraya hakim olacağım diye girmiyor bir yerlere. Türkiye'nin amacı açlık sıkıntısı yaşayan, çeşitli krizler yaşayan ülkelere destek olmak. Fakat yapılan şey bir süre sonra bu sürece katkı veren bir şeye dönüşebiliyor. Ama Türkiye bunu deklare etmiyor. Ben devlet inşaası yapıyorum demiyor. Bununla ilgili net bir politikası yok ama yaptığı faaliyetler doğal olarak böyle bir sonuç oluşturuyor.
Dünya, İslamci terör örgütlerinden illalah getirdi. Ama bir de Orta Afrika gerçeği var dünyanin görmemezlikten geldiği. Hristiyan Anti-Balaka örgütü Orta Afrika'da tam anlamıyla bir Müslüman kıyımı yapıyor. Türkiye'nin bu konuda bir çalışması var mı? Neden bu sorunu uluslararası arenaya taşıyacak bir çalışma yapmıyor ya da yapıyor mu?
Türkiye, Orta Afrika konusunda İslam Konferansı üzerinden bir şeyler gerçekleştirmeye çalıştı. Bağlantı grubu oluşturdu. Orta Afrika ile ilgili raporlar yazdırdı. Kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Türkiye'nin Orta Afrika'da tek başına yapabileceği bir şey yok. Orta Afrika'daki olay başta siyasal bir krizdi iki lider arasında. Bu iki lider arasındaki siyasal kriz sosyal krize dönüştü. Bir tarafın Müslüman, bir tarafın Hıristiyan olması sosyal krizi derinleştirdi. Bununla birlikte kavgalar arttı. Katliamlar arttı. Bir süre sonra bu olay müslümanları ortadan kaldırma ve soykırım uygulamaya dönüştü. Şuan geçici bir hükümet kuruldu ama olay zaman geçtiği için sosyal krize dönüşmüş durumda ve birbirlerini görmek dahi istemiyorlar. Dolayısıyla sosyal kriz özelleştiği zaman siyasal krizi çözmek çok zor. Türkiye Orta Afrika'da barış ortamını devreye sokmaya çalışıyor.
Türkiye zihni bir dönüşüm yaşadı
Son olarak sempozyumda da uzun uzun tartışılan terörizmle mücadele ve sınırların güvenliği ile ilgili Türkiye'nin aldığı önlemler neler?
Terörizm bir sonuç, bir sebep değil. Yani bir sonuç olduktan sonra elbette o sonuç başta bir şeylere sebep olabilir. Şunu sormak lazım, bir sorun var ve o sorunu nasıl çözebiliriz? Bu sorunun sonuçları ise beklemeye kalmadan çözümlenmeye geçilmeli. Yani ben bu anlamda Türkiye'nin ön çalışmalar yaptığını düşünüyorum. Yani barış süreci, Arap Baharı'nın politikalarına kadar daha çok terörizme yol açmadan ön alıcı hamleler yapmaya çalışıyor. Yoksa radikalleşmeye gidilir. Ama radikalleşmeye değil de o insanlara hayal kırıklıkları yaşatmadan bu işi yapmak gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye bu konuda biraz zihni bir dönüşüm geçirdi. Bir kere terörizmi güvenlik meselesi değil. Güvenliğin doğrudan sonuçları vardır. Ama terörizm meselesi sebepleri ya siyasaldır ya sosyaldir ya da ekonomiyle bağlantılıdır. Dolayısıyla bu sorunlara el atılmadan doğrudan sonuca bakılarak terörizmin çözülmesi mümkün değildir. Batı'nın en büyük açmazının bu olduğu kanaatindeyim.
Röportaj
Gülsüm İncekaya