Siyaset ve edebiyat birbirinden ayrılmaz!

'Muhafazakar olduğu halde Mehmet Akif neden padişaha muhalifti' demek basit bir düşüncedir. Ayrıca padişahın konumu ile diğerlerinin konumu oldukça farklı. Sultan Abdülhamid dünya dengelerini çok iyi bilen ve kullanan siyasi,diplomatik bir deha.'

Röportaj: Özlem DOĞAN

milat.ozlem@gmail.com

Dersaadet'in kalbi Sultanahmet'te bulunan Türk Edebiyatı Vakfı'nda, Edebiyatın üstatlarından Beşir Ayvazoğlu ile İstanbul, Edebiyat ve Osmanlı siyaseti üzerine konuştuk.

İmparatorlukların beşiği İstanbul'un edebiyatla ilişkisini nasıl tanımlıyorsunuz?

MEZAR TAŞLARI BİLE EDEBİYATTIR

"Üst üste medeniyetlerin birbirini beslediği, stratejik olduğu kadar kültürel açıdan da son derece önemli bir noktada kurulmuş bir şehirdir İstanbul. Roma, Bizans ve daha önceki dönemlerde edebiyata nasıl yansıdığı bir yana, Osmanlı dönemi ve İstanbul'a sahip olmak isteyenlerin hayalleri efsanelere ve destanlara nasıl yansımış, bunu ele alabiliriz. Destan edebiyatında ciddi bir İstanbul fikri ve hasreti vardır. Divan edebiyatı klasik bir edebiyattır. Bugün anladığımız manada bir İstanbul tasviri bulamayız; ama aslında İstanbul'da yaşamış divan şairleri bütün şiirlerinde İstanbul'u anlatırlar. Sesi İstanbul Türkçesinin sesidir, ağaçları, çiçekleri İstanbul florasının ağaçları çiçekleriu2026 Ve arka planında İstanbul kültürüu2026 Divan şiirinden hareketle İstanbul kültürünün bütün inceliklerine ulaşılabilir. Aslında eski şiir bütün hayatı kuşatırdı. Çeşmelerin, camilerin, medreselerin, mezar taşlarının çoğu manzum olan kitabeleri de edebiyatın sınırları içinde değerlendirilmelidir. Dolayısıyla eski şiir ve İstanbul konusunu işlerken daha geniş bir perspektiften bakmak gerekir."

İstanbul sevgisi farklı edebi dönemlere nasıl yansımıştır?

BAŞKA BİR İSTANBUL

"Bu uzun bir konuu2026 Tanzimat'tan sonra edebiyatımızda daha somut tasvirler görürüz. Mesela Ahmet Mithat Efendi, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Rasim gibi yazarlar İstanbul sokaklarına dalarlar. Servet-i Fünun romanlarında alafranga İstanbul vardır. Mütareke devrinde yazılan romanlarda u2013mesela Yakup Kadri'nin 'Sodom ve Gomore'sinde yozlaşmış İstanbulu2026 Türk romanında İstanbul'un her dönemini ve her çehresini yansıtan eserler bulmak mümkündür. Dedim ya, bu ciltlere sığmayacak bir mevzu. İstanbul'da yaşarken İstanbul hasret duyanlar bile var. 'Aziz İstanbul' şiirinde 'Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer' diyen Yahya Kemal'i düşününu2026 İstanbul deyince aklınıza hemen Yahya Kemal gelmez mi? Destan devrinden klasik devirlere, masaldan şiire, hikayeden romana, kısacası edebiyatın her alanında, her türünde İstanbul sevgisinin derinliğe nüfuz ettiğini görürsünüz. Reşat Ekrem'in İstanbul Ansiklopedisi gibi ciltlerle kitap yazılabilir ve bitmez."

Tarihimiz boyunca siyasetin edebiyat üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

SİYASET HAYATIN HER SAFHASINDA VARDIR

"Edebiyat adamları her zaman siyasetin içindedirler. Çünkü edebiyat adamları aynı zamanda düşünen adamlardır. Siyasete klasik dönemde methiye ve hicviye ile katılırlardı. Nef'i, beğenmediği bazı devlet adamlarını hicvettiği için idam edilmiştir. Tanzimat devri yazar ve şairlerinin hemen hepsi siyasetin içindeydiler. Namık Kemal'den Ziya Paşa'ya, Ebüzziya Tevfik'ten Ali Suavi'ye kadar birçok yazar ve şair devrin yönetimine karşı bayrak açmış edebiyat adamlarıydı. Edebiyat adamları bazen eserleriyle, bazen de bilfiil siyasi mücadelenin içinde yer almışlardır. Basında yakın zamana kadar köşe yazarlığı yapanlar da edebiyat adamlarıydı. Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Peyami Safa ve Refik Halit Karay gibi isimler gazetelerde köşe yazarlığı yapmıştır. Bu köşelerde hep edebiyat yazılmaz elbette. Özellikle Necip Fazıl 1940'lı yıllardan itibaren Büyük Doğu ile büyük siyasi mücadele vermişti. Edebiyatla siyaset birbirinden kesin çizgilerle ayrılamaz."

Mehmet Akif'in Abdülhamid karşıtlığının sebebi nedir?

ABDÜLHAMİD VEHHAM BİR PADİŞAHTI

"O devirde entelektüeller, şair ve yazarlar arasında Abdülhamid'e muhalif olmayan yoktu denilebilir. 'Muhafazakar olduğu halde Mehmet Akif neden padişaha muhalifti' demek basit bir düşüncedir. Ayrıca padişahın konumu ile diğerlerinin konumu oldukça farklı. Sultan Abdülhamid dünya dengelerini çok iyi bilen ve kullanan siyasi ve diplomatik bir deha. Yönettiği memleketin içinde bulunduğu şartları, ipleri gevşetirse neler olabileceğini tepeden bakarak rahatlıkla görebilen, dağılmayı geciktirebilmek için ipleri sıktıkça sıkan ve amcası Abdülaziz'in başına gelenler dolayısıyla da vehham olan bir padişahtı. Olayların iç yüzünü göremeyenler, Abdülhamid'in İmparatorluğun dağılmaması tedbir olarak gördüğü uygulamaları hiç şüphesiz üzerlerinde çok ağır bir baskı olarak hissediyorlardı. Hafiyeler harıl harıl yazıyor, herkes birbirini jurnalliyor, yazı yazamıyorsunuz, üç beş kişi bir araya gelip rahatça konuşamıyorsunuz. Bazı kelimeleri kullanmak bile yasak. En ufak bir muhalif eleştiri ya da hareket, Fizan'da mizanda noktalanıyor. Aslında Abdülhamid, iddia edildiği gibi kanlı, kızıl, zalim bir adam değildi. Muhalifleri maaş bağlayarak çeşitli vazifelerle uzaklaştırırdı, o kadar. Fakat insanlar nefes alamaz hale gelmişlerdi. Sadece Batıcılar, Türkçüler, Osmanlıcılar değil, İslamcılar da zorlanıyorlardı. İctihad, Türk Yurdu, Sırat-ı Müstakim gibi o dönemin önemli mecmualarının ancak 1908'den itibaren çıkmaya başladığını düşünecek olursanız insanların üzerinde ne derece büyük bir baskı hissettiklerini ve bunun neticesinde padişaha çok büyük öfke duyduklarını anlamak mümkün olabilir."

Türk Edebiyatı Vakfı ile yolculuğunuz nasıl başladı?

"Neredeyse Türk Edebiyatı dergisinin kuruluşundan beri buradayım. Benim yazarlık maceram bu dergiyle başladı diyebilirim. Ciddi manada İstanbul kültür hayatına, ilk sayılarından itibaren Türk Edebiyatı'yla katıldım. Yıllar sonra derginin yöneticiliği teklif edildiğinde de vefa borcumu ödemek maksadıyla derginin yayın yönetmenliğini kabul ettim. "

Ömrüm Benim Bir Ateşti ve Kuğunun Son Şarkısı adlı eserlerinizde Ahmet Haşim, Dede Efendi ve Şeyh Galip gibi büyük ve günümüzde pek anlaşılamayan yazarlara değiniyorsunuz. Sizce bu değerli üstatları ve eserlerini günümüz gençliğine nasıl sevdirebiliriz?

ANLATMAK KADAR ANLAMAK DA ÖNEMLİ

"Doğru bilgilerle, Türkçe'nin en iyi şekilde kullanıldığı güzel eserler yazarak sevdirebiliriz. Özellikle ben romanı çok önemsiyorum. Sinema ve televizyon dizileri de önemli. Gençler görsel öğrenime daha fazla eğilimli. Fakat çok dikkatli olmak lazım. Yoksa istenmeyen sonuçlara da yol açılabilir. Sadece modern teknikleri kullanmak yetmez. Anlattığınız konuyu derinliğine bilmelisiniz. Mesela Yunus Emre'yi anlatacaksanız 13. yüzyılı, tasavvufu ve tasavvufi hareketleri çok iyi araştırmalısınız. Sadece bilmek de yetmez. Nasıl anlattığınız da çok önemli. Aynı hikayeyi anlatan iki kişiden biri ağzına baktırırken, diğeri 'sussa da kurtulsak' dedirtebilir."

Uzun süredir gergin ve yoğun bir gündemle karşı karşıyayız. Hükümet ve cemaat arasında yaşanan kriz hakkında ne düşünüyorsunuz?

DENİZ DALGALANMADAN DURULMAZ

"Çok zor, sancılı bir dönemden geçiyoruz; ama bunun da üstesinden geleceğimize inanıyorum. Kendi köşemde açıkça yazdım; tarafların birbirlerine yönelttiği suçlamalar kesin olarak ispat edilmedikçe hiçbirine inanmayacağım. Hepsi şu anda nazarımda masumdur. Deniz dalgalanmadan durulmaz. Avrupa ülkelerinde çok daha sancılı yaşanan süreçler biz de bu tür dalgalanmalarla tezahür ediyor. Belki de işlerin rayına oturabilmesi için böyle bir hesaplaşma ve ortalığa dökülme gerekiyordu. Bir süreç sonunda insanlar daha dikkatli, müteyakkız ve şeffaf olabilirlerse demokrasi daha sağlam bir şekilde yerleşir ve hukuk daha sağlıklı işlemeye başlar. Ben bu alt üst oluşun ve kaotik ortamın sonunda demokratik hukuk devletinin daha sağlam zemine oturmak suretiyle geleceğimizi belirleyeceğini düşünenlerdenim."