Siyaset için feraset şarttır

Süreç başladığından beri kan akmaması önemli bir gelişmedir. Demokrasi paketinin açıklanmasının ardından insanların kendi normlarına göre taleplerde bulunması da gayet normaldir.

Hacı Cebe / Eğitimci

Süreç başladığından beri kanın dökülüyor olmaması, bence zaten demokrasi adına atılmış en büyük adımdır. Adı demokratikleşme süreci ve bu süreçte açıklanacak olan düzenlemelerin de adının demokratikleşme paketi olarak telaffuz ediliyor olması, ister istemez halkta beklenti çıtasını yukarılara çekiyor. Bu da, haliyle insanların algılarında oluşan demokratik normları, siyasetçilerin de takviyesiyle yüksek bir yaşam tasvir etmelerine sebep olur.

İnsanların demokratikleşmeyi bu kadar yoğun konuşuyor olabilmesi, konuşulanların bir kısmını beğenmediğini söyleyebilip kendi normlarına göre taleplerde bulunması manidardır. Her ne kadar talep edilen her yönüyle karşılık bulmuyor olsa da, alınan yol az değil. Aslında Türkiye'nin demokrasi adına tek partili zihniyet dönemi ve onun bakiyesi konumundaki müteakip yönetimlerin sonrasında, geldiğimiz noktanın hiç de azımsanmayacak bir yer olduğunu görebilmekteyiz.

Çünkü;

Tek parti zihniyetinin yönettiği dönem, o an itibari ile ele alındığında, kendini, demokrasi getiren ve halkı çağdaş ülkeler düzeyine ulaştıracağına dair söylemler ile siyaset dayatan ve bunun da cebren kabulünü sağlayıp adına da "halkın kendi kendini yönettiği " denen safsata ile dolu bir yönetim şekliydi. Bütün bunları yaparken kendi siyasetlerine çok inanmış bir eda ile kendi "değer" yığınlarını halka dayatıp demokrasi naraları atıyorlardı.

Oysa siyaset; sonsuz ama pozitif aliterasyonel bir denklemdir. Siyasetin her anı, bir önceki söylemden sıyrılıp yeni bir söylem üretebilmeli. Karşılaştığı sorunların çözümü noktasında olanlara alternatif bakışlarla bakıp daha iyi analiz edebilmeli. Farklı alternatifler çözüme yeter derecede katkı sunamıyorsa o zaman her alternatifin farklı varyasyonları üzerinden bu denklemin içinden çıkabilmenin yolları aranmalı.

Günümüz Türkiye'sinde, geçmiş vesayetçi yönetim zihniyetinin bakiyesi konumundaki cebri demokratik bakış açısı, bu cebrin faşizan bir üslup ürettiğini göremeyecek kadar sığ bir zihniyetin oluşmasına vesile olur. Bu durum ferasetin yok olmasına sebep olur. İnsanda feraset yoksa siyaset denen sanatı icra etmesi çok da karşılık bulmuyor. İnsan, siyasetin merkezinde yer aldığından ferasetin en fazla lazım olduğu alandır siyaset. Ayrıca siyasetin hakimiyet alanında insanların yaşam alanlarına müdahale ediliyor olması sebebi ile feraset, siyasetten çok daha değerlidir.

On bir yıllık AK Parti iktidarı boyunca görmekte olduğumuz siyaset oyununda, bu siyasetin akil ustaları tarafından sahnelenen tam da bu ferasetli bakış açısı ile düşünülüp tasarlandıktan sonra Türkiye'ye has geçmişten gelen kronik sorunlar, siyasetin bitmez tükenmez siyasi aliterasyonları ile çözümlenir durumdadır. Bütün bu değişim ve dönüşümleri bu günkü koşullar içinde değerlendirdiğimizde bu, böyledir. Zaten doksan yıllık bir tortu ve onun tedrisatından geçmiş insanların yaşadığı bir ülkede yöneticiler, böylesi alterasyonları sabırla uygulamayıp hemen çözme yoluna gittikleri takdirde, karşılığında oluşabilecek tepkisel olaylar üzerinden sonucun Türkiye'de geçmişten aşinası olduğumuz yerlere çekilmesi hiç de zor olmaz.

Mısır'da yakın zamanda, halkın büyük katılımı ile gerçekleşen, otuz yıllık bir diktatörlüğün sonlandırılması akabinde ülkenin demokratik normlara kavuşturulması çabalarının daha başında iken bu devrim sonlandırıldı hem de demokrasi adına ve cebren silah kullanılıp katliam yapılarak. Demokratik değişim dönüşümler, ustaca manevralarla gerçekleştirilmediğinde böyle yol kazalarına uğrayacaktır. Mısır'da karşılaştığımız bu durum Türkiye'de tek parti iktidarı ile silahlı kuvvetlerin birlikte iş tuttuğu yıllara ne kadar da tıpkısının aynısı(!)bir durum oluşturuyor.

Türkiye'de değişimler, hızlı ve beklemeksizin yapılmalı ancak vesayetçi mantığa kaybettirilen irtifa kadar yol alınması gerekir. Fazladan alınacak yolun, farkında olmadan içine düşülecek bir tuzağın zemini olabileceğini fark edebilme ferasetine sahip olmak gerekir. Aksi durumda aşkla yapılacak devrimlerin zafer körlüğünde bu, rakiplerinizin sizin için hazırlamış olduğu ile karşılaşmanıza sebep olur.

Daha önce doksan yıllık bir tedrisattan bahisle örnek verdiğimiz Türkiye'de, insanların; ulusalcı, Kemalist ve vesayetçi analizli eğitim sistemiyle yetişmiş olması, bu ülkede demokrasinin de doğru algılanmasına engel oluşturdu. Örneğin; insanların sırf demokrasi adına, elde ettiği inanç özgürlüğünün sembolü niteliğindeki başörtüsü serbestisinin ters yüz edilerek siyasi bir sembol etiketlendirilmesi ile inanç özgürlüğünden çıkarılmaya çalışılması örneğinde olduğu gibi. Bunun savunucularının da bu ülkede sol fikir cenahından, biraz da aydından hallice tiplerden olması ve savunduklarını büyük bir şevkle siyasal bir sembol düzeyine indirme uğraşları Türkiye'deki demokrasi ediminin seviyesi hakkında yeterince bilgi sahibi olmamızı sağlar zannımca. Ayrıca bu demokrasi kültürünün edinim şekli ile birlikte kendisinin de ne kadar sakat bir demokrasi anlayışı olduğunu anlatmaya gerek yok her halde.

Mevcut siyasi iktidarın kendi iktidarında yapmaya çalıştıkları da gelip bu sakat demokrasi engelinde karşılık bularak itirazların yükselmesine sebep oluyor en nihayetinde. Mevcut iktidarın demokratikleşme adına yapmaya çalıştıkları yenilikler, sırf bu sığ ve sakat demokrasi anlayışı yüzünden doğru dürüst bir muhalefet oluşumunun önünü tıkamaktadır. Demokrasilerde akılcı muhalefetler, iktidarın halk adına alacağı kararlarda daha hassas davranmasına vesile olur ki, maalesef, ülkemizde muhalefetin entelektüel bakış açısının iktidardaki mevcut partiden daha düşük bir seviyede olması, bunu mümkün kılmamaktadır.

Siyaset, halk adına halkın refahı için yapılıyorsa eğer, o zaman kazanımları, siyasi partilerin kazanım çıtası yerine halkın kazanım çıtasındaki algı üzerinden değerlendirmek lazım. Siyasi partilerin, sermayeleri olan halkın oylarına talip olmaları sebebiyle böylesi demokratikleşme paketlerinden çıkan adımları beğenmemeleri doğal ve bu tutum, sırf siyasi çıtaları gereği doğrudur. Beğenmezlik, beraberinde, yapılanlara kara çalmayı getirir ve bunun inançla savunulmasını ortaya çıkarır. Savunulan gerçekliğe çok fazla inanılmış ise o zaman demokratik taleplere karşı demokratik reddediş faşizan bir hal alır. Acı olan, entelektüel bakış açısının sığlığı sebebi ile demokrasi taleplerinin faşizanca olduğunu kabul etmeyip bunun demokratik bir hak olarak dayatılması. Dayatmaların, kendileri gibi olmayanların ve kendilerininki gibi hak talebinde bulunmayanların yaşam alanını cehennem yerine dönüştürüyor olması faşizanca değil de nedir? Hak talepleri, başkalarının yaşam alanlarına tecavüze dönüşüyorsa ve bundan fırsatçılık devşirilip yağma yapılıyorsa bunun neresi demokratik bir eylem şeklidir?

Benim gördüğüm, bu ülkede 12 Eylül 1980 öncesi süreç, sonrası dönem ve 90'lı cehennem yıllarında çocuklarımız, okulda içlerinden gelen anadil güdüsü ile kendi dillerinde, Kürtçe ve Zazaca (Dimilu00ee), türküler okumak istemelerine rağmen okuyamadıklarını bu gün rahatlıkla okul sıralarında otururken okuyabiliyor olabilmeleri. Siyasetçiler için az olabilir ama bu, siyasetçi kimliği ile hareket etmeyen çoğunluklar için kat edilmiş değerli bir mesafedir. Yine de yaşam alanlarındaki insanlar ölçeğinde yüreklerde küçücük tebessümler dahi oluşturuyorsa, bunun büyüyerek kahkahalarla, gülerek mutlu yaşayabileceğimiz bir ülke oluşturmasına temel teşkil etmesi olarak kabul edip daha fazla çalışmaya koyulmalıyız.

Bu sebeple taleplerimizi, tek bir insanın bile burnunun kanamaması doğrultusunda elde edecek bir zemin oluşturmalıyız.

Diye düşünüyorum naçizane!