Özlem DOĞAN'ın kaleminden
milat.ozlem@gmail.com
Aşku2026 Zayıfı güçlü, güçlüyü zayıf kılan, dünyaya hükmeden sultanları dize getiren efsunlu kelime. Yarin bir bakışına can vermeye hazır sevgililer kimi zaman vuslata eremeden hasretle ömür tüketmişler ve maşukun yolunda son nefesini vermekten bile haz almışlardır.
'Yalnız aydı ay parçası yüzünün dengi' dedirten ay yüzlü sevgiliye ne şiirler, ne şarkılar yazıldı şu dünya sahnesi kurulalı beri. Klasik bir aşk hikayesi olan Leyla ile Mecnun, edebiyatın zirvesindeki yerini yüzyıllardır kimseye kaptırmamış, Batı'da Shakespeare'nin kaleminden çıkan ünlü oyunu Romeo ve Juliet' de dünya edebiyatındaki yerini almıştır. Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin de edebiyat cumhuriyetinde hala bilinirliğini sürdürmeye devam etmektedir.
Edebiyata dair yazılan ne varsa hepsinin merkezi insandır. Fakat aşkın çeşitlerinin en yücesi ilahi olandır ki Mevlana bu alandaki en güzel eserleri bize miras bırakmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yaşadığı hülyalı zamanların üzerinden yüzyıllar geçti. Tarihe mal olmuş isimlerin gönüllerinden satırlara dökülenler, müze arşivlerinden çıkartılarak kitaplara alınmış ve bu aşk mektuplarından bazıları hayati ve tarihi olaylara da ışık tutmuştur. Hürrem'le Kanuni'nin dillere destan aşkı Avrupa'da da konu olmakla birlikte haklarında nice kitaplar yazılmıştır. Bu eserlerin her birine yazarın kendi hayalleri de eklendiği için sarayda yaşanan bu güçlü aşk hikayesi orjinalitesini kaybetmiştir. Oysa ki Hürrem'in sefere çıkan Kanuni'ye gönderdiği mektupların asılları müze arşivlerinde hala özenle korunmaya devam ediyor. Bu duygu ve hasret yüklü mektuplardan birinde şu satırlar yazılıdır:
Ey seba! Sultanıma zar ü perişan diyesin,
Gül yüzünsüz işi bülbül gibi efgan diyesin
Benim gözümün nuru sultanım. Gece yoktur ki şerar-ı nar-ı ahımdan alem ateşnak, seher yoktur ki gün yüzünüz şevkiyle feryad-ı nevhamdan felekler çak olmaya.
Kanuni'nin mektupları günümüze ulaşmamış olsa da Hürrem'in düşüncelerine göre şekillenen tarihi olaylardan ona olan tutkusunu anlamaktayız.
Türk televizyonlarında büyük bir ilgiyle izlenen ve Kanuni dönemini anlatan Muhteşem Yüzyıl dizisine -hataları ve yanlışlarına rağmen- halk büyük ilgi gösteriyor. Şeriatla yönetilen bir Osmanlı geleneğinden çok, İngiliz kraliyet ailesinin yaşantısını anımsatan kıyafet ve davranışlar ne kadar gerçeği yansıtmaktadır bu tartışılır ama gerçekte İbrahim Paşa'nın seferden saraya gönderdiği ve mutemetlere yazdırdığı mektuplarda ince bir ayrıntı dikkat çekmektedir. Mutemetlerin kaleme aldığı namelerde Hatice Sultana: "Hazret-i Hatun al-muazzama" diye hitap etmiş fakat kendi yazdığı mektuplarda: "Hazret-i canım ve sevdiceğim", "Hazreti canım ve sevdiceğim ve gözleri güzel", "Hazreti canım sevdiceğim ve küskünüm" şeklinde hitap etmiştir. Mutemetlerine kaleme aldırdığı mektuplarda ise kayın validesi ve baldızlarının isimlerini onlara yazdırmamış -bu kadın isimlerinin mahremiyetinden veya bunlara gösterilen tazimi göstermek için olsa gerek- sonradan kendisi mektubun sağına, soluna veya altına ilave etmiştir. Ama yabancı ellerden çıkan satırlarda eşinin ve saray ahalisinin adının geçmesine müsaade etmemiştir. Aynı zamanda İbrahim Paşa, ilk mektubuna "Muhibb-al-fakir İbrahim" diye imza attığı halde sonrakilere "Muhibb-al-muştak İbrahim",Muhibbukum İbrahim" şeklinde imzalamıştır. İşte o mektuplardan biri şöyledir:
Hazreti canım ve sevdiğim,
"Gonca-i gülzar-ı şadimani ve meyve-i bağ-ı zindegan-u00ee Mehmed Şah'ın iki gözlerinden hem de anasının iki gözlerinden öperim. Ümiddir ki kabul kılına. Eğer kemal-i lütfunuz mucibince bu ku00fbşe-i hicranda giryan olan muhibbiniz tarafından fil-cümle istifsar-ı hal olunursa bi-hamdilillah-i velminne mübarek cemalinizin müşahadesine müştak ve arzudayız."
Hürrem Sultan ve İbrahim Paşa Osmanlı İmparatorluğunun en debdebeli dönemlerinde yaşayarak, her ikisi de dünyadan ahirete irtihal eyledikleri vakit arkalarında sonraki yüzyıllarca konuşulacak aşk, mağlubiyet ve zaferlerinin izlerini bırakmışlardır.
Halbuki sonraki dönemlerde hüküm süren padişahlarından I. Abdülhamid için ise durum hiçte parlak olmamıştır. Devlet idaresine artık gözle görülür bir bozulma hakimdir ve büyük zaferler artık hatıralarda nüksetmektedir. I. Abdülhamid'in aşk mektupları Hürrem Sultan ve İbrahim Paşa'nın mektuplarından ayrı bir karakter arzeder. Padişahın mektup yazdığı cariyenin adı Ruhşah'tır. Osmanlı padişahı mektuplarında Ruhşah'ın önünde ayaklarına kapanarak: "Ruhşah'ım! Hamid'in sana kurban olsun. Ayağın altına yüzüm sürerek rica ederim, çarık ayağına yüzüm sürerek rica ederim" diye adeta yalvarmaktadır. "Benim vücudum türab olunca da ben senden geçer isem, Allah layığımı versin efendim" diyerek onu ölünce de seveceğini vaad etmektedir. Hatta "ister beni darp eyle, istersen öldür, sana teslimim" diye yazarak aşk acısının ne şah ne de imparator dinlediğini kanıtlamaktadır.
* * *
Uğruna türlü entrikaların döndüğü, günlerce, haftalarca gözyaşı dökülen o emsalsiz sevdaların üzerinden yüzyıllar geçti. Fakat aşkın safında hiçbir değişim olmamıştır. Çağımızda nefsini putlaştıran gafillerin aşk anlayışını bir kenara bırakırsak; ne aşk kendi kendini bertaraf eder, ne de insanoğlu aşktan vazgeçer. Aşk, insanı sadece et ve kandan oluşan bir varlık olmaktan çıkarıp maneviyattan müteşekkil gerçek "insan" yapan bir sonsuzluk bahçesi ise, insanoğlunun da aşka kattığı güzellik sevenin sevgiliye verdiği cennet anahtarının ta kendisidir. Bu cennete girmek ya vuslatla ya da cennet kapısından kovulup hasretin ıstırabıyla yanmakla son bulur.