UMUT ERDOĞAN
Üç milyon yıl öncesine dayanan insanlık, 21. asırda eşine rastlanmayan bir küreselleşme süreci içinde hayat sürmektedir. Bu süreçte şehirlerimiz, taş binalardan, ışıl ışıl caddelerden, vitrinlerden, modalardan, sokaklardan ibaret sayılan mekanlar olarak algılanmaya devam ediliyor. Ancak tarihu00ee ve estetik değerlerle nakış nakış işlenen şehirlerin bir ruhu olduğunu unutuyoruz. Şehirlerin ruhu ise medeniyettir. Medeniyet kavramı, aynı zamanda şehir hayatının içtimau00ee, iktisadu00ee, siyasu00ee, entelektüel, teknik ve sanayi, mimaru00ee alanlarda kazandığı anlamların ortak ifadesidir. Ancak "Makineleşme tek başına medeniyet değildir" diyen F. Braudel'in tespiti, bizlere medeniyetin sadece makineleşmeden ibaret olmadığı gerçeğini de göstermektedir. Bunun yanında toplumların temel karakteristik özelliklerini yansıtan "medeniyet kodları" vardır. Her medeniyet, birer insanlık abidesidir ve insanlığa armağandır; İslam medeniyeti, Yunan medeniyeti, Roma medeniyeti, Çin medeniyeti, Hint medeniyeti, Avrupa medeniyeti gibi büyük medeniyetler kendine münhasır yapılarda gelişir ve kendi değerlerini meydana getirir. Medeniyetler, epistemolojik ve ontolojik değerler zemininde kimlik bulur, buna bağlı olarak hayat, sanat ve estetik, medeniyet etrafında şekillenerek olgunlaşır. Osmanlı Devleti'ni okuyabildiğimiz takdirde, İslam medeniyetinin temel kodlarını çözümleyebileceğiz. Bu açıdan bakıldığında Osmanlı Devleti'nin kendi varoluş alanının İslam medeniyeti olduğunu göreceğiz. Çinliler için her yol nasıl Çin medeniyetine çıkıyorsa, Osmanlı için her yol İslam medeniyetine çıkmaktadır. Medeniyet havzalarında gözlenen siyasu00ee hareketlilik, kültürel ve iktisadu00ee canlanma, çeşitli arayışlarla işlevsel yönü artan medeniyet, şehirlerin etrafında gelişmiştir.
Tarih boyunca içinde yaşadıkları şehirler, insanoğlunun medeniyet inşaları olmuştur. Fernand Braudel'in ifade ettiği gibi "Medeniyet sözcüğünü, düz bir çizgiyi, üçgeni veya bir kimyasal elementi tanımlarmış gibi, basit ve kesin bir biçimde tanımlayabilmek güzel olurdu." Her ne kadar tanımlanmasında farklılıklar olsa da medeniyet kelimesinin ortak anlamı "şehir"dir. Medeniyet kavramı, farklı düşünürler tarafından şehir ve din kavramlarıyla ilişkilendirilmiştir. Bir medeniyetin kimliği ve varlığı, bu medeniyetin merkezlerinde yaşayan kendine ait toplumların varlığı, tarihu00ee birikimi, jeo-kültürü, sosyal düzeni ile doğrudan ilişkilidir. Örneğin İslam medeniyetinin varlığını yorumlarken öncelikle İslam ülkelerinin önemli şehir merkezlerinde yaşayan halkların toplumsal yapısının varlığını sormalıyız. Medeniyetlerin evrensel nitelikli inşalarına giden her yol şehirlerden geçmektedir.
Şehirler, şair ve yazarlarla anlam kazanır. Fuzuli, Baki, Nedim, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Ziya
Osman Saba, Attila İlhan, Orhan Veli yüreklerini şehirlere yaslamadı mı? "Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer" mısraını Yahya Kemal'in gönlünde yoğuran, Orhan Veli'ye "İstanbul'u dinleten", Üstat Necip Fazıl Kısakürek'e "Vatanım da vatanım" çilesini yüreğinde hissettiren, Edirne'yi Selimiye'yle, Ayasofya'yı İstanbul'la tek bir ruh haline getiren medeniyettir. Şüphesiz, bir şehrin insanoğlunu büyüleyen, kendisine bağlayan tarafı mimarisi, kültürel renkleri, insanı, musikisi, edebiyatı ve sanatıdır. Medeniyet, milletlerin kadim kökleri ve dünyaya açılan yüzleridir. Yesrib'i "Medine-i Münevvere" olarak şereflendirerek medeniyet güneşini İslam'ın köklerine ve göklerine yayan Kutlu Nebi Hz. Muhammed'dir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed, merhamet, adalet, barış müjdeleriyle bir şehir kurmuştur. O şehir, faziletli bir devletin ve erdemli kişilerin yönetiminde; insaniyeti, istikameti, şefkati, ciddiyeti, adaleti ve saffeti, bunlara bağlı olarak yüksek ahlak ve iman şuurunu kazanmıştır. Öte yandan şehre fiziku00ee-topografik özelliklerini kazandıran sistemler, İslam kaideleriyle doğrudan ilgili olup ben merkezlilikten biz merkezli kolektif bir şuura sahipti. Bu şuur, Medine-i münevvereden şehr-i İstanbul'a dek yaşamıştır. Medine, medeni, medeniyye kavramları arasındaki ilişki İslam filozofu Farabu00ee'nin ekolünde ortak şuur faaliyeti olarak tezahür etmiştir. Şehir, tek tek bireylerden kolektif
hayat kültürü oluşturmaktır. Toplumların kemalata ulaşması da ancak şehirde yaşamakla mümkündür. Şehirde yaşayan toplumlar, nihayetinde medeniyeti inşa edeceklerdir. İçtimau00ee dayanışma duygusunun en güzel örneği olan şehir kültürü, temel itibarıyla sosyal hayatın temeli, kadim medeniyetimizin özetidir. Haritalarda yönlerden ve çizgilerden ibaret olan yer küre, bugün küreselleşme sürecinin getirdiği şehir algısı, medeniyet alanından postmodern alana kaydıkça Gazeteci- Yazar Yusuf Kaplan'ın ifadesiyle demir kafeslerle örülmüş şehirler görmeye devam edeceğiz. Çağımızla birlikte varoluş biçimlerimizi de körleştiren küreselleşme normları ve bu normlara dayalı dünya düzeni, milletimizin dini, dili, kültürü ve entelektüelitesini şehrin dokusuna karşıt görüyorsa, medeniyetimizin gözbebeği şehirlerimizin kadimini boğmaya başlar. Kadim medeniyetler, şehirler üzerine kurulmuş ve bir milletin mensup olduğu medeniyet, şehrin dokularına sirayet etmiştir. Alman tarihçisi Babinger'in ifadesiyle "Türklerin Michelangelo'su" olan Mimar Sinan'ın Süleymaniye'si, yirmi kubbeli Ulu Cami, Sultan Ahmet Cami, Laleli Külliye'si, Çifte Minareli Medrese, Rumeli Hisarı, Mostar Köprüsü, Gevher Nesibe Darüşşifası ve millu00ee
şahsiyetimizden izler taşıyan her eser medeniyetimizin özüdür. Bu noktada Erol Güngör'ün medeniyet tanımını paylaşmak istiyorum. Güngör'e göre "Bir medeniyet her şeyden önce bir değerler, inançlar sistemidir: Müesseseler bu değer ve inançların birer eseri olarak ortaya çıkar." Bu bağlamda Güngör'ün medeniyet tanımı, inanç sistemi ve müesseseler ile doğrudan ilgilidir. Şeyh Edebali'nin asırlar ötesinden gelen "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" mesajını şiar haline getiren ecdadımız, medeniyetimize ait şehir telakkisini aksettiren, milletin selametini düşünen, insan merkezli ve çözüm odaklı müesseseler inşa etmiştir. Ancak biz, Medeniyet, şehir ve insan idrakine yabancılaşan bir mefhumla, Nurettin Topçu'nun ifade ettiği gibi "Medeniyet, satın alınır zannettik, elbiseyi aldık, insanı göremedik." Şehirlerimiz, insanlığın ortak birikiminin en renkli ve en canlı şekilde tecessüm ettiği ve mührünü vurduğu engin medeniyet havzalarıdır. Medeniyet kalesinin burçlarında dalgalanan sevgi bayrağı, bütün insanlığı tek bir aile gibi kucaklayarak, her bir insanı "eşref-i mahlu00fbkat" hikmetiyle selamlar ve hakikatin izinde gider. Seküler Batı dünyasının çatışmacı sivilizasyonuna karşı yeniden keşfetmeye başladığımız öz medeniyetimizin bir çağrısı var: "Ol mahu00ee ol ki derya içre olup deryayı bilesin". Cemil Meriç'in "Umrandan Uygarlığa" adlı eserindeki deyişiyle "Muhtevası çağdan çağa, ülkeden ülkeye, yazardan yazara değişen" medeniyet mefhumu, dünü, bugünü ve yarınları anlamak ve anlamlandırmak için bir anahtardır.
"Bana bir harf öğretenin kölesi olurum" diyerek ilme aşkını nakış nakış işlemiş bir ilim ve irfan medeniyetinin evladıyız. Medeniyet dairemiz içinde Pu00eer-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevi'den Mevlana'ya, Dursun Fakih'ten Gül Baba'ya, Otman Baba'dan Sarı Saltuk'a, Hacı Bektaş-ı Velu00ee'den Hacı Bayram-ı Velu00ee'ye, Yunus Emre'den Ahi Evran-ı Velu00ee'ye kadar bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı ilim ve irfan öncülerimiz var. Onlar, yaşadıkları şehirlerde ilim ve irfan ateşini yakmakla kalmamış, aynı zamanda medeniyetimizin taşıyıcılığını yapmışlardır. Şehirlerde içtimau00ee anlamda büyük rol oynayan gönül erlerimiz, şehirlerin imarından tarım ve ziraata, esnaf teşkilatlarından insanların eğitimine kadar birçok noktada dinamik bir yapı kurmuşlardır. Onlar, yaşadıkları şehirlerde sevginin, muhabbetin, ilmin ve irfanın, toplumsal kardeşliğin, hoşgörünün, birliğin ve dirliğin sembolleri olmuş, halk içinde Hakk'ı görmüşlerdir.
Sözün özü: medeniyetimizin çağrısını, şehirlerde (d)okuyabiliyorsak, şehirlerin ruhu idrakine ve şahsiyetine giden yola çıkmışız demektir. Makalemi, Akif'in gönül dünyalarımız ile medeniyetimizin geniş coğrafyalarını bağlayan şu mısralarıyla bitiriyorum:
"Kendi mahiyet-i ruhiyeniz olsun kılavuz
Çünkü beyhudedir ümit-i selamet onsuz."