Doğu Akdeniz'de gerginliğin fitili ilk kez, Kıbrıs Rum kesiminin adanın etrafındaki doğal zenginlikleri işletmek için kuzeydeki Türk tarafının hukuki ve meşru haklarını hiçe sayarak uluslararası anlaşmalar yapmasıyla başladı.
Doğu Akdeniz’de en uzun kıyılara sahip olan Türkiye, yıllardır devam eden hakça paylaşım çağrılarının dikkate alınmaması üzerine sismik araştırma gemileri ve askeri destek unsurlarını devreye soktu.
Batılı şirketler, hükümetlerinin de desteğini alarak Rumlarla geniş bir alanda doğal gaz araştırma ve sondajlarına girişti.
Türkiye ve KKTC'nin yıllarca, adanın çevresindeki zenginliklerin Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm getirilmesiyle tüm halkın faydasına sunulması gerektiği yönündeki uyarıları konunun muhataplarınca görmezden gelindi.
Fransa ve Yunanistan’ın askeri tehditleri karşısında misliyle tedbirler alan Türkiye, hakça paylaşım için tüm taraflara masaya oturup diyalog yoluyla çözüm çağrılarını yineliyor.
Doğu Akdeniz'de büyük hidrokarbon sahalarının varlığı keşfedildikçe bu zenginlikleri işletmek isteyen bölge ülkeleri münhasır ekonomik bölge anlaşmaları yapmaya yöneldi.
Yunanistan ise Fransa’nın Doğu Akdeniz’de askeri varlığını artıran adımlarına güvenerek Türkiye’ye meydan okuyan tutumunu sürdürüyor.
2003'te Mısır, 2007'de Lübnan, 2010'da İsrail ile sözde Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmaları imzalayan Kıbrıs Rum yönetimine karşı Türkiye ve KKTC'nin uyarıları sürdü.
KKTC ve Türkiye'nin ortak komisyon önerisi dikkate alınmadı
Rum yönetimi, Batılı şirketlerle Türkiye ve KKTC'nin hak sahibi olduğu alanlarla çakışan şekilde hidrokarbon alanında çalışmalarına devam etti.
Mısır, Yunanistan, Rum yönetimi ve İsrail, Kahire'de oluşturdukları Doğu Akdeniz Gaz Forumu üzerinden Türkiye, Libya ve Lübnan gibi aktörleri saf dışı bırakmaya çalıştı.
KKTC ve Türkiye, iyi niyetli bir açılım yaparak Birleşmiş Milletler (BM) aracılığıyla Rum tarafına hidrokarbon kaynaklar konusunda ortak bir komite kurulması önerisi sundu. Böylece adada adil ve kalıcı bir çözüm bulunana kadar kaynakların karşılıklı uzlaşma çerçevesinde sorunsuz şekilde işletilmesi yeni bir formül bulunabilecekti.
Ancak AB'nin desteğini arkasında gören Rum yönetimi iş birliğine açık olmadığını gösterdi.
Türkiye'nin denizlerde proaktif hamleler dönemi
Pek çok ülkenin mücadele sahasına dönüşen Doğu Akdeniz'deki en uzun kıyılara sahip olan Türkiye, yıllardır yaptığı diyalog çağrılarının dikkate alınmaması üzerine diplomatik ve askeri araçlarını daha yoğun şekilde devreye soktu.
Türkiye, Kıbrıs adasının batısı, doğusu ve güneyinde KKTC ile varılmış anlaşmalar çerçevesinde sismik araştırma faaliyetleri başlattı.
Türkiye, Yunan-Rum ikilisi ve Batılı şirketlere adanın zenginliklerine tek taraflı eylemlerle ve oldubittilerle el koyamayacakları, meselenin tarafların masaya oturmasıyla çözülmesi gerektiği mesajını çok daha güçlü verdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve diğer yetkililer, Doğu Akdeniz'de "hakça paylaşım" için müzakere çağrıları yaptı.
Doğu Akdeniz'i Yunan-Rum gölüne dönüştürme provokasyonu
Atina yönetimi ve Rum kesimi ise niyetlerinin daha büyük olduğunu, yıllar öncesinden deniz yetki alanlarını birleştiren bir planla gösterdi.
Yunanistan, Ege Denizi üzerinden ada ve adacıklara kara suları hakkı iddia ederek, egemenlik alanını, Kıbrıs adasının tek sahibiymiş gibi hareket eden Rumların sözde yetki sahasıyla birleştirmek istedi.
"Sevilla haritasıyla" belirlenen Yunan hayallerine göre Türkiye, Antalya körfezine hapsedilecekti.
Antalya'nın Kaş ilçesine 2 kilometre, Yunanistan ana karasına ise 580 kilometre uzaklıkta bulunan 10 kilometrekarelik Meis adası üzerinden Atina yönetimi 40 bin kilometrekarelik hayali deniz yetki alanı tasarlamıştı.
Yunanistan'ın maksimalist talepleri Türkiye'yi bu planı bozmaya yöneltti.
Türkiye'nin karşı dengeyi kurması
Türkiye, Yunan-Rum ikilisinin arkasına AB'yi ve dünyanın dev enerji şirketlerini alarak sürüklediği gelişmelere, Libya yönetimiyle münhasır ekonomik bölge anlaşması yaparak yanıt verdi.
Yunan-Rum ikilisinin Anadolu yarımadası önüne çekmek istediği seddi Türkiye, deniz yetki alanlarını Libya'nınkiyle birleştirerek aşmış oldu.
Buna karşın, Libya'nın doğusundaki gayrimeşru silahlı güçlerin lideri Halife Hafter'i destekleyen Fransa, Yunan-Rum ikilisiyle Türkiye karşıtı ittifakını güçlendirme yoluna gitti. Yunanistan'ı Türkiye'nin üzerine gitmesi konusunda cesaretlendirdi. Atina'yı Ankara'ya karşı askeri tehditler dillendirmeye yöneltti.
Tükiye Almanya'ya ara buluculuk imkanı verdi, Yunanistan fırsatı çöpe attı
Türkiye, uzun yıllar sonra, kara ülkesinin ayrılmaz bir parçası gördüğü "Mavi Vatan"da, dünyanın birçok ülkesi gibi hidrokarbon kaynakları için çalışmalarını yoğunlaştırdı.
Oruç Reis sismik araştırma gemisi 21 Temmuz’da ilan edilen Navtex kapsamında rotasını belirledi.
Araştırma sahasının Meis ve Rodos adaları yakınında olması beklendiği için Yunanistan'da infial yaşandı.
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in uzlaşma çağrısı üzerine Türkiye faaliyetlerine ara vererek iyi niyetini ortaya koydu.
Türkiye, Berlin yönetiminin Yunan yetkililerle temaslarının sonuçlarını beklediği sırada iyi niyet ortamını yıkan bir hamleyle karşılaştı.
Yunanistan, 6 Ağustos’ta Mısır’la bir deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması imzaladığını duyurdu.
Anlaşma, Türkiye-Libya arasında kurulan deniz yetki alanı koridorunu ortadan kesecek şekilde tasarlanmıştı.
Bunun üzerine Ankara, Oruç Reis'in araştırmalarına devam etmesi kararını aldı.
Türkiye'nin askeri varlığı savaş çıkarmak için değil koruma amaçlı
13 Ağustos’ta Oruç Reis'i taciz etmek üzere harekete geçen Yunan Limnos fırkateynine, Kemal Reis fırkateyni engelleme yaptı.
Bu olay, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sismik araştırma faaliyetlerini askeri unsurlarla güvenliğe almasının ne kadar doğal olduğunu gösterdi.
Yunanistan, çatışmanın yaşandığı gün ayrıca Doğu Akdeniz'de Fransa ile ortak askeri tatbikat düzenlediğini açıkladı.
Ankara’dan yapılan açıklamalarda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de donanmasıyla varlık göstermesinin sebebinin askeri çatışma başlatma önceliği taşımadığına dikkat çekiliyor.
Amaçlarının Doğu Akdeniz’de sondaj ve araştırmalar yaparak meşru ekonomik çıkarlarını temin etmek olduğuna işaret eden Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, askeri varlığın bu çalışmaların güvenliğini sağlamayı amaçladığını vurgulamıştı.
Akar bu durumu, AA Editör Masası’nda, "Bizim burada yaptığımız sadece sondaj ve araştırma. Biz buradan herhangi bir şekilde savaş filan çıkarmıyoruz. Biz orada hak, alaka ve menfaatlerimiz çerçevesinde tamamen barışçıl yol ve yöntemlerle, oradaki bize ait alanda, mantığın, matematiğin bize söylediği alan içinde kendi çalışmalarımızı yapıyoruz." sözleriyle özetledi.
Türkiye, Doğu Akdeniz'de meşru ekonomik çıkarları peşinde olduğunu, Yavuz sondaj gemisinin faaliyetlerinin de devam edeceğini duyurarak göstermiş bulunuyor.
Diyalog çağrısına askeri şovlarla yanıt
Doğu Akdeniz'de artan gerilim boyunca Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun hemen hemen tüm değerlendirmelerinde "kararlılık" mesajının yanında Yunan yönetimi başta olmak üzere Doğu Akdeniz'deki taraf ülkelere masaya oturma çağrısı yer aldı.
Çavuşoğlu pek çok konuşmasında, "diyalog yoluyla çözüm", "komşuluk hukuku", "ara buluculuk girişimlerine iyi niyetli yaklaşım" ve "adil paylaşım" parametrelerine vurgu yaptı.
Bakan Çavuşoğlu, son olarak dünkü konuşmasında, "Doğu Akdeniz'de herkesle masaya oturup hakça paylaşım için müzakereden yanayız." ifadelerini kullandı.
Ancak diyalog çağrıları Türkiye karşıtı cephede askeri caydırıcılık mesajlarıyla karşılık buluyor.
Yunanistan, Kıbrıs Rum yönetimi, İtalya ve Fransa'nın Kıbrıs'ın güneyinde 26-28 Ağustos'ta yürüttüğü ortak tatbikatın ardından Fransa'nın bölgeye uçak gemisi ve diğer başka donanma unsurlarını göndermeye başladığı yönünde iddialar bulunuyor.
Türkiye'nin şu ana kadar çizgisi, tansiyonun çok yükseldiği anlarda dahi diyalog kanallarını sonuna kadar açık tutma ve gerginliğin kontrolden çıkmasını engelleme şeklinde ilerledi.
Ankara masada çözüm bulmaya öncelik tanırken, askeri imkan ve kabiliyetlerini gerektiği an gerektiği ölçüde seferber etmekten geri durmayacağı mesajını da tutarlı şekilde vermeye devam etti.
Sonuç olarak Türkiye'nin, öncelikle diyaloğa ve hakça paylaşıma hazır olduğu ancak askeri meydan okumalardan da çekinmediği görülüyor.