Sekeratı şiddetlenince hiç kimsenin geçirmediği krizi geçirirdi. Her krizden ayrılırken gözünü açtıktan sonra 'Yârab! Beni boğdurduğunla boğdur (hükmüne razıyım). Senin izzetine yemin ederim! Kalbimin seni sevdiğini bilirsin' derdi
Hz. Selman öleceği zaman ağladı. 'Seni ağlatan nedir?' diye so-rulunca 'Dünya için ağlamıyorum. Fakat Hz. Peygamber (s.a) bize dünyadan azığımızın, yolcunun azığı gibi olmasını tavsiye etti. (Bunun için ağlıyorum)' dedi. Selman öldüğünde bütün terekesi hesaplandı. Geride bıraktığı malın kıymeti on küsûr dirhemdi.
Bilâl-i Habeşî (r.a) öleceği zaman hanımı 'Vay üzüntüsüne!' dedi. O cevap olarak dedi ki: 'Hayır! Aksine vay onun sevincine! Yarın dostlarla, Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım..
Abdullah b. Mübarek öleceği anda gözünü açıp gülerek şöyle dedi: Çalışanlar bunun için çalışsınlar! (Saffat/61)
İbrahim Nehâî vefat edeceği zaman ağladı. 'Seni ağlatan nedir?denilince, 'Allah'tan bana ya cennet veya cehennem müjdesini getirecek bir elçi bekliyorum' dedi,
İbn Münkedir öleceği zaman ağladı. 'Seni ağlatan nedir?' diye sorulunca cevap olarak 'Alah'a yemin ederim. İşlediğim bir günahtan dolayı ağlamıyorum. Fakat küçük sandığım bir şeyin, Allah katında büyük olarak bana getirilmesinden korkuyorum dedi. Arar b; Abdikays öleceği zaman ağladı. Kendisine 'Seni ağlatan nedir?" diye sorulunca, cevap olarak 'Ölümden korktuğum veya dünyayı sevdiğim için ağlamıyorum. Fakat elimden kaçan sıcak günlerin susuzluğu, kış gecelerinde yapılan ibadetler için ağlıyorum' dedi.
Fudayl b. Iyaz öleceği zaman bayıldı. Ayıldıktan sonra gözlerini açınca 'Eyvah seferinin uzaklığına, azığının azlığına!' dedi.
İbn Mübarek öleceği zaman kölesi Nasr'a dedi ki: 'Basımı top-rak üzerine koy!' Bunun üzerine Nasr ağladı. İbn Mübarek Nasr'a şöyle sordu: - Seni ağlatan nedir? - Senin içinde bulunduğun nimeti hatırladım. İşte sen fakir ve garip olarak ölüyorsun, beni ağlatan budur. - Sus! Ben Allah Teâlâ'dan, beni zenginlerin yaşantısı ile yaşatmasını, fakirlerin ölümü ile öldürmesini diledim! Bunları söyledikten sonra Nasr'a 'Bana kelime-i şehadet! telkin et! Eğer ben cevap vermezsem kelime-i şehadeti tekrarla!' dedi.
Atâ b. Yesar şöyle demiştir: İblis ölüm anında, bir kişiye göründü ve ona 'Kurtuldun!' dedi. Buna karşılık kişi 'Senden hâlâ emin değilim!' dedi.
Seleften biri öleceği anda ağladı. 'Seni ağlatan nedir? diye sorulunca, 'Allah'ın kitabındaki şu ayet beni ağlattı' dedi. Allah sadece muttakîlerden kabul eder! (Maide/27)
Hasan (r.a) ölümle pençeleşen birinin yanına varıp şöyle dedi: 'Başlangıcı böyle olan işin sonucundan korunmak gerekir. Sonucu boyle olan şeyin öncesinde zâhidlik yapmak gerekir'.
Cureyrî şöyle anlatıyor: Öleceği sırada Cüneyd'in yanında bulunuyordum. Cuma ve Nevruz günüydü. Cüneyd Kur'ân okuyordu. Kur'an'ı hatmetti. Ona 'Şu halde de mi ey Ebû Kasım?' dedim. Cevap olarak dedi ki: 'Benden buna daha lâyık ve müstahak olan kim var? İşte benim sahifem duruyor'.
Ruveymi96 şöyle demiştir: Ebû Said Harraz'ın ölümü esnasında hazır bulundum. Ruveymi şu şiiri okuyordu: Ariflerin kalplerinin iştiyakı zikredir. Müracaat vaktinde hatırlanmaları sır içindir. Ölüm kadehleri onlar üzerinde (meclislerinde) gezdirildi. Şükür sahibinin yüz çevirmesi gibi dünyadan yüz çevirdiler. İçinde parlak yıldızlar gibi Allah sevgisinin ehli bulunduğu bir ordugâhta himmetleri çokça dolaşmaktadır. Öyleyse sevgisinden ötürü cisimler yeryüzünde öldürülmüştür. Ruhlar perdelerde yüceliğe doğru süratle yürür. Ancak dostlarının yakınma indiler. Ne şiddet, ne de bir zahmetin dokunmasından yalpa vurdu-lar!
Cüneyd'e 'Ebû Said el-Harraz öleceği zaman çokça vecde kapıldı' dediler. Cüneyd dedi ki: 'Rabbinin mülakatı için ruhununun iştiyaktan uçması garipsenecek birşey değildir'. Öleceği anda Zünnûn-i Mısrî'ye 'Canın ne istiyor?' denildi. 'Ölmeden bir an önce onu tanımayı!' dedi.
Sekeratta olduğu halde birine 'Allah de!' denildi. O da cevap olarak 'Ne zamana kadar siz bana Allah de! diyeceksiniz? Oysa ben Allah'ın sevgisi ile tutuşmuş bulunuyorum' dedi.
Seleften biri şöyle anlatıyor: 'Mumşad ed-Dineverî'nin yanında bulunuyordum. Bir fakir gelip dedi ki: Selâm size! Burada temiz bir yer var mıdır ki; orada insanın ölmesi mümkün olsun?' Ona bir yer gösterildi. Gösterilen yerde bir pınar bulunuyordu. O fakir abdestini tazeledi. Allah'ın dilediği kadar namaz kıldı. O yere gitti. Ayaklarını uzattı ve öldü.
Ebû Abbas ed-Dineverî97 meclisinde konuşurdu. Bir gün vecd'den ötürü bir kadın bağırdı. Bu manzara karşısında Ebû Abbas kadına öl dedi. Bunun üzerine kadın kalkıp kapıya vardığında Ebû Abbas'a baktı ve 'Öldüm!' deyip ölü olarak yere serildi.
Ebû Ali Ruzbarî'nin kızkardeşi Fâtıma'dan hikâye şöyle ediliyor: Ebû Ali Ruzbarî'nin eceli yaklaştığında başı göğsümde bulunduğu bir anda gözlerini açtı ve şöyle dedi: İşte göğün kapıları açıldılar. İşte cennetler süslendiler! İşte bir dellâl! 'Ey Ebû Ali! Seni en yüce rütbeye vardırdık. Her ne kadar sen onu istemesen bile!' diyor. Ebû Ali bunları söyledikten sonra şu şiiri okudu: Hakkın için gayrine seni görmeden muhabbet gözüyle bak-madım! Göz ucu bakışların gevşekliği ve bostanından güllü yanağınla bana azap ettiğini görüyorum. Cüneyd Bağdâdî'ye Lâ ilhahe illâllah! de!' denildi. Cüneyd 'Ben O'nü unutmadım ki anayım' dedi. Cafer b. Nusayr98, Şiblî'nin hizmetçisi Bikran ed-Dineverî'ye sordu: - Şiblî'den ne gördün? - Şiblî bana dedi ki: 'Benim boynumda zulmen alınmış bir dirhem para vardır. O paranın sahibi için binlerce dirhemi sadaka verdim. Buna rağmen kalbimin üzerinde ondan daha büyük bir ağırlık yoktur'. Sonra Şiblî öleceği zaman dedi ki: 'Namaz için abdest aldır'. Ben de ona abdest aldırdım. Sakalını hilallemeyi unuttum. O anda da onun dili tutulmuş bulunuyordu. Bunun üzerine elimden tuttu ve parmaklarımı sakalının içine sokup hilalledi ve sonra vefat etti. Bunun üzerine Cafer ağlayıp dedi ki: 'Hayatının son anında bile şeriat adabından birini dahi bırakmayan bir kişi hakkında ne dersiniz?' Öleceği anda ölümün kendisine zor geldiği görüldüğünde Bişr b. Haris'e 'Sanki yaşamayı seviyor gibisin?' denildi. Bişr Allah'ın huzuruna çıkmak zordur' dedi.
Basralı Sâlih b. Mismar'a öleceği sırada 'Oğlun ve aile efradın hakkında vasiyet etmeyecek misin' diye soruldu? Dedi ki: 'Onları Allah'tan başkasına vasiyet edersem Allah'tan utanırım'.
Ebû Süleyman Dârânî öleceği zaman arkadaşları geldiler ve dediler ki: 'Sana müjde olsun! Sen gafur ve rahîm olan bir rabbin huzuruna varıyorsun!' Ebû Süleyman onlara 'Neden? Sen küçük günahtan dolayı hesaba çeken, büyük günahtan dolayı azap veren bir rabbin huzuruna varıyorsun demiyorsunuz' dedi.
Ebû Bekir el-Vâsıtî ölüme hazırlanırken kendisine 'Bize nasi-hat et!' denildi. Bunun üzerine 'Allah Teâlâ'nın sizdeki murad-ı ilâhîsini gözetiniz!' dedi.
Seleften biri ölüme hazırlanırken hanımı ağladı. Bunun üzerine hanımına 'Seni ağlatan nedir?' dedi. Hanımı 'Senin için ağlıyorum!' deyince, o zat 'eğer illa ağlayacaksan kendin için ağla! Ben bugün için kırk sene ağladım!' dedi.
Cüneyd şöyle diyor: Öleceği sırada Sırrî-es-Sakatî'nin ziyaretine gittim ve 'Kendini nasıl hissediyorsun?' diye sordum. Bunun üzerine şu şiiri okudu: Bende bulunan hastalığı nasıl doktoruma şikayet edeyim? Oysa bende bulunan hastalığı doktorum bana vermiştir. Sonra yelpazeyi alıp onu serinletmek istedim. Bunun üzerine 'İçi yanan bir kimse, yelpazenin serinliğini nasıl hissedebilir?' dedikten sonra şu şiiri okudu: Kalp yanmış, gözyaşı çekilmiştir. Üzüntü derlenmiş, sabır dağılmış, hevâ, şevk ve ızdırabın işledikleri suçtan ötürü kararsızın üzerinde karar tutmak nasıl olur? Yârab! Eğer içinde ferahlayacağım birşey varsa, bende hayat oldukça onu vermek suretiyle bana minnet et!
Hikâye ediliyor ki; Şiblî'nin arkadaşlarından bir grup, Şiblî ölümle pençeleşirken yanına geldiler ve ona 'Lâ ilâhe illâllah! de!' dediler. Bunun üzerine Şiblî, şu şiiri okudu: 'İçinde senin bu-lunduğun bir ev çıralara muhtaç değildir. Halkın deliller getirdikleri günde senin ümit edilen yüzün delilimizdir. Senden ferah istediğim günde Allah bana herhangi bir ferah fırsatını vermesin!'
Hikâye ediliyor ki Ebû Abbas b. Atâ, ölümü anında, Cüneyd'in huzuruna girip selâm verdi. Cüneyd onun selâmına karşılık vermedi. Sonra aradan bir saat geçince karşılık verip, dedi ki: 'Selâmını geç aldığım için beni mazur gör! Ben virdimi okuyordum'. Sonra Cüneyd, yüzünü kıbleye çevirdi, tekbir getirdi ve öldü.
Kinânî, öleceği anda, kendisine 'Senin amelin ne idi?' diye soruldu. Cevap olarak dedi ki: 'Eğer ecelim yaklaşmasaydı, size amelimi söylemezdim. Kalbimin kapısında kırk sene durdum. Ne zaman ki kalbimden Allah'tan başkası geçti ise onu kalbimden uzaklaştırdım'.
Mutemer'den şöyle hikâye ediliyor: Öleceği anda Hakem b. Abdülmelik'in" huzurunda bulunuyordum ve şöyle dua ettim: Ya Rârab! Ona ölümün dehşetlerini kolaylaştır. Çünkü o şöyle şöyle idi Böylece onun birtakım iyiliklerini saydım. O ayılınca 'Konuşan kimdi?' dedi. 'Bendim' dedim. Bunun üzerine dedi ki: "Ölüm meleği bana 'Ben her cömert hakkında şefkatli davranırım' diyor". Bunu söyledikten sonra öldü.
Yusuf b. Esbât öleceği zaman Meraşlı Huzeyfe onun yanına gidip onu muzdarip olarak görünce 'Ey Ebâ Muhammed! Bu zaman, ızdırap ve korku zamanı mıdır?' dedi. Yusuf 'Ey Ebû Abdullah! Ben nasıl muzdarip olmayayım ve korkmayayım? Halbuki amelimde Allah'a doğruluk yaptığımı bilmiyorum' dedi. Bunun üzerine Huzeyfe şöyle dedi: "Hayret bu sâlih kişiye ki öleceği anda 'amelinde Allah'a karşı doğruluk yaptığım bilmediğine' dair yemin ediyor".
Ebû Ahmed el-Meğazilî'den rivayet ediliyor: Şeyhlerden biri hastalandığında huzuruna vardım. Şöyle diyordu: 'İstediğini yapma imkânına sahipsin! Fakat bana şefkat et!' Meşayihten biri Mumşad edDineverî'nin huzuruna vefat edeceği bir anda vardı ve ona 'Bunları senin başına Allah getirdi! Allah yaptı!' dedi. Bunun üzerine Mumşad gülerek şöyle dedi: 'Otuz seneden beri cennet, içindeki nimetlerle beraber bana arzolunuyor, hâlâ da gözümü ona kaptırmadım'.
Ruyermî'ye, öleceği anda 'Lâ ilhahe illâllah de!' denildi. O da 'Ben zaten bundan başkasını bilmiyorum ki!' dedi.
Süfyan es-Sevrî'ye veya Nurî'ye vefat edeceği anda 'Lâ ilâhe ill-âllah de!' denilince cevap olarak şöyle demiştir: 'Acaba orada bir emir yok mudur?'
Ebû Yahya İsmail el-Müzenî, öleceği zaman İmam Şafiî'nin. huzuruna varıp kendisine 'Ey Ebû Abdullah! Nasıl sabahladın?' dedi. Şâfiî 'Dünyadan göç ettiğim, arkadaşlardan .ayrıldığım, kötü amelimle mülâki olduğum, ölümün kadehini içtiğim, Allah'ın huzuruna varacağım halde sabahladım. Bilmiyorum, ruhum cennete mi varacaktır; onu tebrik edeyim veya cehenneme mi varacaktır; ona taziye vereyim!' Sonra şu şiiri okudu: 'Kalbim katılaşıp yollarım daraldığında affına doğru ümidimi merdiven yaptım. Günahım bana büyük geldi (fakat) ey rabbim! Günahımı affınla karşılaştırdığımda affın daha büyük göründü. Sen daima günahı affettin. Durmadan da lütuf ve nimet olarak cömertlik yapıp affedersin. Eğer sen olmasaydın hiçbir âbid İblis ile sapıklığa kaymazdı. Oysa seçkin kulun Âdem'i bile kandırdı'.
Ahmed b. Hadreveyh100 öleceği zaman, kendisine bir sual soruldu. Gözlerinden yaşlar akmaya başlayıp sorana hitaben 'Ey oğul! Doksanbeş seneden beri dövdüğüm bir kapı, işte şu anda benim için açılıyor. Bilmem ki saadetle mi açılacaktır veya şekavetle mi? Bu bakımdan şu anda cevap verme imkânı benim için nerede?' dedi.
İşte bunlar, onların sözleridir. Bu sözler onların durumlarının değişikliği hasebiyle değişik söylenilmişlerdir. Onların bazısına korku, bazısına ümit, bazısına şevk ve sevgi galip gelmiştir. Onlardan her biri, halinin gereğine göre konuşmuştur. Hepsi de onların hallerine göre doğrudur.
96) Ebû Muhammed b. İmam Ahmed el-Bağdadî 97) Sernerkant'ta H. 340'dan sonra vefat etmiştir.. 98) Cafer b.Muhammed el-Bağdadî.Cüneyd'in talebesidir.H.348'de Bağdad'da vefat etmiştir. 99) Benî Mahzum kabilesinden olan bu zat Mencebe'ye sınır muhafızı olarak gelmiştir. Buhârî hadîsini rivayet etmiştir. Kardeşi Abdurrahman b. Muttalib el-Medenî'dir.