Ruhsuz Avrupa'da kalbi atan tek ülke: Bosna Hersek

'Unutulan soykırım tekrarlanır' diyen Bilge Kral Alija İzetbegoviç'in duruşu asil, gönlü yaralı Bosna Hersek'inde geçirdiğim günler, savaşın izlerini hafızalarından silmeye çalışan ama umut dolu güzel bir ülkeyi tanıttı bana. Gerçekten her ülkenin-milletin ruhu varsa, Bosna ruhsuz Avrupa'nın ortasında yaşayan ve kalbi atan tek ülke.

ÖZLEM DOĞAN'ın kaleminden

ozlemdogan@milatgazetesi.com

Takvimler 1992'yi gösterdiğinde, Bosna'da saatler yitirilen canlar için mahşere dek durdu, acıyla kıvranan ruhlar için de geçmek bilmedi. Yılarca sürecek bir ölüm kalım savaşı başlamış, dünya halklarının kulakları ve vicdanı sağır, gözleri kör edilmişti. Ya da belki hep öyleydiler. Avrupa denen medeni(!) canavar, Müslüman Boşnakların ölümüne bile isteye göz yummuş, her zaman çeşitli devletlerin maşalığını yapan Sırpların katliamlarını büyük ölçüde desteklemişti. Biz bu soykırımları defalarca izledik oysa. Özellikle Müslüman coğrafyaların kanını içmeye doymayan Batı, elbette kendisi gibi Hristiyan olanların safında olacaktı. Bunun aksi düşünülemezdi ve öyle de oldu. Ne de olsa Boşnaklar, Batı'nın nefret ettiği büyük Osmanlı'nın Avrupa'daki son temsilcileri, son izleriydi. Bebeğinden yaşlısına, erkeğinden kadınına ayrım göz etmeden herkes sistematik işkencelerden geçirildi. Toplu tecavüzler, toplu katliamlaru2026 Zorla benzin içirilerek molotof gibi patlatılan insanlar, diz kapakları oyulduğu halde yürümeye zorlananlar, henüz birkaç aylık olmasına rağmen tecavüze uğradığı için ölen bebekleru2026 Vahşet o denli büyük ki, anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır. İnsanın yazarken utandığı bu soykırımı yaralı Bosna yirmi dört yıldır unutmaya çalışıyor.

Kendi içine kapanan güzel Bosna'nın hikayesi

Uçak Saraybosna semalarında süzülüp Saraybosna Havaalanı'na indiğinde saat 10:00'u gösteriyordu ve bu benim Saraybosna'ya ilk gelişimdi. Yemyeşil ağaçların arasına gizlenen evlerin camlarından el sallar gibi sarkan rengarenk çiçeklerin güzelliği bir yana, Boşnakça tabela asılı dükkanları dikkatle inceliyorum. Arabamızın yanından geçen tramvayı görünce kısa bir şaşkınlık ve gurur yaşadım. Zira Tramvayın üzerinde Mevlana sembolü Konya ve Saraybosna yazıyordu. Konya Büyükşehir Belediyesi Saraybosna'ya 20 adet tramvay hibe etmişti. Bir Türkiye vatandaşı ve bir Boşnak olarak bu beni çok duygulandırdı. Yaklaşık 15 dakikalık bir yolculuktan sonra Ilıca'da Saraybosna Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Mehmet u00c2kif Yaman'la buluştuk. u00c2kif Bey Başçarşı'ya kadar bana eşlik etme nezaketini gösterdi.

Başçarşı'nın sebili, Boşnak böreğiu2026

Başçarşı'nın girişinde gelenleri adeta selamlayarak karşılayan, 15. yüzyılda Bosna Sancak Beyi İsa Bey tarafından yaptırılıp zaman içerisinde yenilenen sebili geçerek meşhur Boşnak böreğini tatmak üzere 'Pita İspot Saça'ya gittik. Arkadaşlarım peynirli ve kıymalı böreği tercih ederken ben patatesli börek istedim. Başçarşı'nın bir porsiyon böreği, İstanbul'da neredeyse yarım tepsi sayılacak kadar büyüktü. Saçta, odun ateşinde pişen el açması böreğin tadını anlatmaya gerek yok sanırım.

Savaşın izlerinden hayatın suretine

Kaybedilecek vakit yoktu, derhal Saraybosna sokaklarını arşınlamalıydım. Osmanlı'dan kalan eserler, savaşın bıraktığı derin izler, savaş yüzünden içine kapanan fakat kabuğunu kırıp yeniden gülümsemeye başlayan Saraybosna'da hayat nasıl akıp geçiyor, akıp giden zamanla yarışarak kaydetmek istiyordum. Başçarşı sokaklarında yabancı uyruklu olarak Türkler ağırlıkta olsa da Arap turistlerin sayısı da az değil. Kendimi yabancı bir ülkedeymiş gibi hissetmedim. Bu belki Boşnak asıllı olmamdan belki de Bosna'nın bir Osmanlı şehri olmasından kaynaklanıyor. Çünkü doğduğum ve yaşadığım şehrim İstanbulum'la ortak çok yanı var. Üstelik İstanbul ve Bosna aynı anne babadan doğan iki kardeş gibi... Belki birbirlerinden ayrı düştüler ama gönülleri hala birlikte atıyor.

Hüzün aynasında derin bir süku00fbt

Bir şarkıda dediği gibi; "Dinle uzaktan, küllerin arasından. Madem her şey biter, yine başlar yeni baştan."

1992'de sonun başlangıcıyla sarsılan Boşnak halkı için geçen yıllar yeni başlangıçların kapısını da araladı. Evet, sokakta yürüyen herkese elem dolu bir gölge ve büyük bir sessizlik hakim. İstanbul'daki kargaşa, karmaşa, cıvıl cıvıl insan sesi, hatta bizi artık rahatsız etmeyen kalabalık gürültüsü, çocuk neşesi Bosna'da yerini garip bir süku00fbta bırakmış. Ne tartışan insanlar ne de korna sesine şahit olmak mümkün değil.

Mimar Sinan'ın zerafeti her yerde

Sultan İkinci Bayezid'in torunu, Kanuni Sultan Süleyman'ın halasının oğlu Gazi Hüsrev Bey tarafından yaptırılmış han, medrese ve çok sayıda imaretin bulunduğu sokakların isimleri genelde bir meslek adıyla anılıyor. Saraççı, ciltçi, kuyumcu sokağı gibiu2026 Başçarşı'nın taş döşeli sokaklarından geçerek Gazi Hüsrev Bey ve Ferhadiye camisini ziyaret edip namaz kıldık. 1531 yılında Mimar Sinan tarafından inşa edilen Hüsrev Bey Camii, şehrin sokaklarından ayrı bir dünyaya açılan bir kapı gibi. Ayrıca şadırvanı gölgeleyen ağacın ardından yükselen saat kulesini de es geçmeyelim. Başçarşı'da başını hangi yöne dönsek tarihten bir izle karşılaştık. Moriçe Han ve Kapalı Çarşı'nın minyatürü Bezistan ve diğerleriu2026

Ramo'nun yüzündeki taşlaşmış acı

Mareşal Tito Caddesi ile Ferhadiye (Ferhadija) Caddesi'nin kesiştiği yerde II. Dünya Savaşı'nda ölen sivil ve askerlerin anısına sonsuza dek yanacak ateş anlamına gelen 'Vjeu010dna Vatra' karşımıza çıktı. Ateş, Saraybosna'nın Nazi Almanyası ve Hırvatistan tarafından dört yıl süren işgalinin sona ermesinin ardından 6 Nisan 1946 gününden beri yanmaya devam ediyor. Yürüyüşümüze devam ederken bir gezi parkına denk geldik. Srebrenica'lı Ramo Osmanoviu0107'in oğlu Nermin'e seslenişini temsilen yapılmış heykel, yemyeşil çimenlerin arasında saklanan onlarca Osmanlı mezarının başını bekleyen bir asker gibi duruyordu. Savaşın acı yüzünü heykele o denli ustaca yansıtmışlardı ki, sanki Ramo'yu canlı olarak karşımızda görür gibiydik. Aynı parkta savaşta hayatını kaybedenlerin isimlerinin yazılı olduğu yazıtlar ve bir de anıt da bulunuyordu.

Osmanlı'nın torunları Bosna'da

Davetlisi ve misafiri olarak bulunduğum Saraybosna Yunus Emre Enstitüsü'nün değerli çalışmalarını konuşmak üzere Enstitü'nün Müdürü Mehmet u00c2kif Yaman'la projeleri üzerine güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Yunus Emre Enstitüsü binasının her bir katında Türkçe ve Türk kültürünü tanıtmaya ve anlatmaya yönelik çalışmalar yürütülüyor. Türk ve Boşnak halkının arasındaki gönül bağını anlatan resim yarışmalarına ait eserler duvarları süslüyor. En üst katta Boşnak hanımlara Türk yemeklerinin öğretilip pişirildiği bir mutfak yer alıyor. Kütüphanesi, konferans salonu ve uçak görünümü verilmiş sinema salonuyla Saraybosna Yunus Emre Enstitüsü bir kültür ve eğitim yuvası. Ayrıca kurs binasında ise Türkçe dersleri devam ediyor. Saraybosna Yunus Emre Enstitüsü Türkoloji ve Kültür-Sanat Koordinatörü M. Sedat Sert tarafından tertip edilen Bosna'nın önemli akademisyenleri, edebiyatçı ve fikir adamlarıyla gerçekleştireceğim röportajların ilki, senaryo ve dramalarıyla tanınan ülkenin ünlü şairi Abdullah Sidran'la idi. Gelenek haline gelen "Yunus Emre Kültür Sohbetleri" için Saraybosna Yunus Emre Enstitüsüne gelen Sidran'la konuşma imkanı buldum.

Abdullah Sidran'la şiir ve sanata dairu2026

İnsanoğlunun hiçbir zaman memnun olmayı tasvir edemeyeceğini ve önemliyle önemsizi karıştırarak mutsuz olduklarını ifade eden Abdullah Sidran, Senarist olarak çalışmadan önce şair olduğunu ve önemli ödüller aldığını söyledi. Adının sadece ünlü yönetmen Emir Kusturica'nın fimleri ile anılmasını istemediğini belirten ve birçok şiiri okul kitaplarında okutulan Sidran, "Ben şairim. Senaristlik benim için ikinci planda" dedi.

Ya iyiyi sunarsın ya kötüyü

'Şiir yazarken ruh hüzünden mi beslenir?' sorumuza Sidran şöyle cevap verdi: "Ruhani ve şeytani ilhamu2026 Ruhani ilhamla amacımız Allah'a ulaşmaktır. Bu Necad İbrişimoviç'in tezidir. Şair ya iyi ya da kötülükleri sunan olur. Bazen en büyük zulümler kitaplardan çıkmıştır."