Haber: Özlem Doğan
6 Şubat’ta art arda yaşadığımız iki büyük deprem, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremiyle birlikte yaşanan tartışmaları yeniden gündeme getirdi. Çürük zemin, malzemesinden çalınan bina, fay hattı üzerine yapılan yapılar, 50 katlı rezidanslar, denetimsiz çarpık yapılaşma, kolonları kesilen, deniz kumundan inşa edilen binalar ve daha birçok sorun yeni bir felaketle yine gün yüzüne çıktı. Üstelik deprem kuşağında yer alan bir ülke olarak en büyük deprem tehlikesiyle şu an 20 milyon nüfusuyla İstanbul karşı karşıya. Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’de yapılaşma ve yapı denetimi nasıl bir seyir izliyordu? O günlerden bugüne ne değişti? ‘Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yapı Üretimi, İktisadi ve Sosyal Dönüşümün Etkisi’ kitabının yazarı Dr. Zeynep Günay, Türkiye’de imar geçmişi ve dönemine göre depreme karşı alınan önlemleri Milat’a anlattı.
Tanzimat, yapı anlayışını da değiştirdiTanzimat’la birlikte toplumsal değişkenliğin hem siyasi hem de iktisadi anlamda bir ivme kazandığını ifade eden Dr. Zeynep Günay, “Tanzimat’ın ardından Türk modernleşmesi denilen bir kavram ortaya çıktı. İnsanlar tüketim kültürlerini ve yaşam standartlarını değiştirmeye başladılar. Konut sektöründe müstakil yaşam tarzından çok katlı yapılara geçildi. İlk toplu konut yapılarımız da Pera Beyoğlu bölgesindedir, yüz yılı aşkın süredir de aktif şekilde kullanılıyorlar” dedi.
Osmanlı'da İskan Politikası sıkıydıOsmanlı’daki iskân politikalarına dikkat çeken Günay, “Mimar Sinan mimari yapıların inşası için çok önemli bir kurum olan hassa mimarlar ocağında en muazzam ve en fazla yapı üretimi gerçekleştiren baş mimardır. Kullanılan malzemeden yapının zeminine kadar tüm noktalara dikkat eden bina emini bulunuyordu. Depremde eski eserlerin yıkılmamasının bir nedeni de bu yapıların bir bina emininin olmasıdır. Ebniye nizamnamelerinde inşa edilecek gayrimenkullerin kat adetleri, yükseklikleri, taban alanlarının oturumları, bahçe çekme mesafeleri, bitişik nizam ayrık nizam gibi tüm muhtevasını kapsayan bir kanunname yapılmıştır. 1950’li yıllarda yapılan ilk imar yasasında Osmanlı dönemindeki bu ebniye nizamnameleri örnek alınmıştır” diye konuştu.
Yatay mimarin gerçekleşmesi şartOsmanlı döneminde Müslüman toplumun ahşap yapıları tercih ettiğini söyleyen Günay, “Cami, medrese, imarethane gibi yapıların dışında dünyaya kalıcı eserler bırakmayı tercih etmeyen Müslüman ahali, hayata dünyevi gözle bakmıyordu. Son Osmanlı döneminde görülen ve Türk sinema tarihimizle romanlarımıza da yansıdığı gibi kişilerin çok katlı yapılarda oturması modernlik ve statü göstergesiydi. Bugün dahi bireyler 30. katta oturmayı bir lüks ya da statü göstergesi olarak görüyor. Oysa deprem felaketlerinde daha fazla zarar görmemek için yatay mimarinin gerçekleşmesi şart” ifadelerini kullandı.
İç ahlakımız düzelirse iş ahlakımız düzelirTürkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu unutmanın acıları da beraberinde getirdiğini belirten Günay sözlerini şöyle noktaladı: “Ev sahiplerinin mülklerindeki odanın yüklenici kolanlarında yer değişikliği yapması, odayı çoğaltması, sığınağı ters dublekse çevirmesi veya kaçak kat çıkması kısa vadede kar olarak görülse de uzun vadede ölüme neden olacak bir zarardır. Bir doğal afette kaçınılmaz bir gerçek olarak da yıkılacaktır. Ne yazık ki kolonları kesilen binalara da şahit oluyoruz, bu resmen ölüme davetiye çıkarmaktır, depreme bile gerek kalmadan o bina yıkılır. Maliyetinden kaçanlar yapıyı inşa ederken eksik malzeme kullanıyor. Burada iş ahlakı sadece müteahhitti değil, kolayına geldiği için bina harcına haddinden fazla su katan işçiyi de bağlar. Bu konuda iç ahlakımızı düzeltirsek iş ahlakımız da düzelecektir.”