Reis-i Cumhur'dan önemli açıklamalar

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İstanbul'da İş Güvenliği Konferansında konuştu
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasında öne çıkan başlıklar şöyle;

SOMA'DA YİTİRDİĞİMİZ KİŞİLERİ RAHMETLE ANIYORUM

Konferans için İstanbulumuza gelen bütün misafirlerimize hoşgeldiniz diyorum. Sizleri medeniyet, tarih ve kültür şehri İstanbul'da misafir etmekten özellikle mutlu olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Yurt içinden ve yurtdışından programa katılan önümüzdeki 3 gün boyunca fikir, tespit ve eleştirileriyle konferansa katkı sunacak tüm katılımcılara teşekkür ediyorum. Soma'da yitirdiğimiz 31 kişi ve iş kazalarında hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Tüm kadınların anneler gününü gönülden tebrik ediyorum. Bu anlamlı gün Türkiye ve dünyanın bütün annelerinin için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum. Biraz önce İbrahim Sadri kardeşimizin o duygusal şiiri, özellikle annesi olmayanları farklı yere taşıyordu. Ben de bunlardan bir tanesiyim. Annesini ebediyete uğurlamış olan tüm kardeşlerimin duygusu ve acısı aynıdır. Biz anneleri kendi medeniyetimizin bizlere koymuş olduğu hedef sebebiyle ayaklarının altı öpülesi anneler olarak bildik, öyle anladık, şahsen öyle yaşadım. Öyle zannediyorum ki, öyle yaşıyoruz. Anne farklı bir varlık, bizler onların eseriyiz. Onlar bizler için çok çileler çektiler. Çok çileler çektiklerini kendi kızlarımda da müşahade ediyorum. Evlatları nasıl yetiştirdiklerini, onlar için gecelerin, gündüzlerin nasıl geçtiğini görüyorum. Bir günün Anneler Günü olması sadece prosedürün yerine gelmesi olarak düşünüyorum. Bizim için her an, her gün Anneler günüdür. Annelerin elinden öpüyorum.

ÇİLEKEŞ ANNELERE FEDAKAR ANNELERE HÜRMETLERİMİ SUNUYORUM

Emekçi kadınlarımızı bir kez daha selamlıyorum. Afrika'nın çilekeş annelerine, Asya'nın çilekeş annelerine, Filistin'in cesur annelerine Suriye'nin, Mısır'ın, Myammar'ın fedakar annelerine en derin hürmetlerimi sunuyorum. Her biri bir kahramanlık ailesi olan şehitlerimizin vakur ailelerine milletçe minnet ve şükranlarımızı ifade etmek istiyorum. Başta sevgili annem olmak üzere ebedi aleme irtihal etmiş hakkın rahmetine kavuşmuş olan tüm anneleri hayırla yadediyor, mekanları inşallah cennet olsun diyorum. Uluslararısı Çalışma Örgütü'nün istatistikleri alınan mesafeye rağmen halen bu konuda arzu edilen seviyenin oldukça gerisinde kaldığımızı gösteriyor. Her yıl yaklaşık 360 bin kişi iş kazası, 2 milyona yakın kişi de meslek hastalıklarından dolayı aramızdan ayrılıyor. Bu sayının 22 binini çocuk işçiler oluşturuyor. Okulda olması, parkta oynaması gereken çocuklar ağır bir yükün altına sokuluyor. Dünyada her yıl 160 milyon işçinin meslek hastalıklarına yakalandıklarını üzülerek şahit oluyorum. İLO'nun da belirttiği gibi bu kayıpların yüzde 98'i gerekli tedbir alınsa önlenebilir kazalardan kaynaklanıyor. Başlı başına bu rakamlar bile üzerinde etraflıca düşünmemiz gereken çok ciddi bir sorun olduğunu düşündürmektedir. Ben burada düzenleme, para aolduğu kanaatinde değilim. Bu utanç verici tablonun ortaya çıkmasının nedeni insana yönelik çarpık bakış açısıdır. Bir fabrikanın üretim sürecinde makina ile insanı aynı değerde gören anlayışı ben asla kabul etmiyorum.

İŞÇİ HAKLARI GÖZETİLMEDEN ELDE EDİLEN KAZANÇ HARAMDIR

İnsana bu şekilde yaklaşanlar insan hayatını hiçe sayan adımları atmaktan elbette kaçınmazlar. İşçiyi iş kazaları ve meslek hastalıklarından koruyaak önlemleri almayanların kazancı bizim dinimizde haramdır. Bu kazanmak değil, çalmaktır. İşçinin hakkını gaspetmektir. Bizde insanı eşref-i mahlukat olarak; yaradılmışların en şereflisi olarak, küçük evren olarak gören devlet felsefisinin insanı yaşat ki, devlet yaşasın anlayışının üzerine bina eden bir medeniyetin çocuklarıdır. İnsana makina gibi hammadde, sermaye gibi salt bir üretim aracı olarak bakmayız, bakamayız. Sadece hükümetin ve işverenin tedbirleri alarak bu sorunun üzerinden gelinemez. İşçilerin de dikkatli olması gerekir. Hükümet kuralı koymuş, işveren de üzerine düşen görevi yapmış. Gerekli tertibatı almış. İşçimiz çok basit nedenlerin arkasına sığınarak; hatta 'bana bir şey olmaz' diye bu tedbirleri uygulamıyor. Hava sıcak diye bareti kullanmıyor, 'hemen hallederim' diye temel güvenlik önlemini almayan işçi kardeşim öncelikle kendi canını tehlikeye attığını bilmelidir. İşçilerimiz ve sendikalarımızın bu konuda sonuna kadar tedbirli olması, varsa bir eksiklik işvereni zorlaması gerekmektedir. Bu sacayaklarından birisi eksik olursa birisi üzerine düşen görevi yerine getirmezse arzu edilen ilerleme sağlanamaz.

TERÖR ÖRGÜTÜ FLAMALARININ İŞÇİ BAYRAMIYLA NE İLGİSİ VAR?

İş sağlığı ve güvenliği konusu ideolojik tartışmalara mahkum edilemeycek kadar önemli bir meseledir. Tüm gündemler bir tarafa bırakılmalı, ortak hareket edilmeli. Ne yazık ki, ülkemizde yaşanan elim kazaları dahi istismar etmekten, bu hadiseleri kendi çıkarları için kullanmaktan imtina etmeyen bir kesimle karşılaşıyoruz. İnsanların acılarını kanatmaktan çekinmeyen 1 Mayıs işçi bayramında yakmanın, yıkmanın, sokakları terörize etmenin peşindeler. Bu anlamlı günü terör propagandası yapmak, canlı bombaları kahramanlaştırmak için bir fırsat olarak görenler var. Örgütlerden bazıları da bu noktada sorumsuz tavır sergilemektedir. Polise, kamu mallarına, dükkanlarına saldırmanın işçi haklarıyla bir alakası olabilir mi? Terör örgütü flamalarıyla yollara dökülmenin işçi bayramıyla ne ilgisi olabilir. Son yıllarda sendikalarımızın büyük bir kısmının 1 Mayıs'ı tam bir işçi bayramı olarak kutlamalarından memnuniyet duyuyorum. Bu manzarayı ülkemizin normalleşmesini, olgunlaşmasının, demokratikleşmenin bir parçası olarak gördüğümü özellikle belirtmek istiyorum. Son 13 yılda işçi hakları, maaşları, iş sağlığı ve güvenliği noktasında çok önemli reformlar hayata geçirildi. İşverenlerimizin önünü açarak işçilerimizin haklarından kısmadık. Bizim anlayışımızda emeğin sömürülmesine rıza gösteren anlayış da, işvereni düşmanlaştıran bağnazlığın da yeri yoktur. Hak ve adaleti gözetmeyen hiçbir ideoloji insan hayatına fayda sağlamaz.

DEVLETE VE İŞVERENLERE BURADAN SESLENİYORUM: NE OLUR?

İş sağlığı ve güvenliği konusunu kanunla yeni bir zemine kavuşturduk. Bu kanunla işyerlerini az tehlikeli, tehlikeli, çok tehlikeli olarak ayırdık. Tehlikeli ve çok tehlikeli olan işyerlerine sorunlarını çözmek için devlet desteği sağladık. 39 yönetmelik devreye girdik. 95 iş güvenliği uzmanı, 29 bin işyeri hekimi sertifakısını aldı. Gelir adaletini düzeltmeye yönelik adımlar attık. 2002 yılında ülkemizde asgari ücret 184 liraydı. Bugün bu rakam bin 300 liraya yükseldi. Bugün 920 lira ile bin 619 lira arasında değişen taban emekli maaşı var. En küçük memur maaşı bugün 2 bin 395 liraya ulaştı. Bunu söylerken, bunlar idealdir demiyorum. Sadece kıyaslama yapıyorum. Bundan önceki dönemlere baktığımızda artan değil sürekli enflasyonun yiyip bitirdiği maaşlar varken şimdi durum böyle değil. Devamlı enflasyonun üzerinde bir rakamın olduğunu görüyoruz. Ben buradan başta devlet olmak üzere işverenlerimize sesleniyorum; ücret takdiri yaparken işçinin alın terinden sömürülmek üzere kazanma anlayışını bir kenara koyun. İşçinin alın terinin hakkını vermek sizin bereketinizi daha da artıracaktır daha da zengin kılacaktır.