Ramazan Sarıkaya; Dava delisi kerim miydi şehadete yürürken

Vakfın giriş kapısını açan ve yüzünde aydınlık bir tebessümle her geleni karşılayan oydu. Yüzünde kardeşçe, dostça gezinen tebessümlerini bir sadaka gibi cömertçe kalabalık caddelerden gelmiş nice bungun yüreklere sunan oydu.

Bu zamanın Dava Delisi Kerim’i gibi, inandığı değerler uğruna beklediği bir kapı, yürüdüğü dosdoğru bir yol vardı. Ramazan Abiyi asık suratlı, hüzünlü ne bileyim halinden memnun olmayan bir hal ile hiç görmedim.

Akdav Vakfı’nın mütevazı binasına girişte bizleri karşılar. Hatırımızı sorar bir dost sanki yakın bir akraba gibi. Hiç yadsımazsınız onun size karşı yaklaşımını sanki o burada sizi bekleyene kutlu bir akraba gibidir.

Bir ara çocuklarından bahsetmişti, nasıl da gönenmişti yüreği, çocuklarının başarısını söylerken. Yürekli, fedakâr bir baba sevinciyle öylesine umutlu uzaklara bakarak konuşmuştu coşkuyla, gururla…

Demlediği çay, yüreğinde aşkla ümitle demlenen davasının sıcaklığında ve lezzetinde nasıl da kuşatırdı muhabbetle herkesi…

Çok çayını içtik Ramazan Abi’nin. Vakıftan tanıdığım kişiler sayılıdır, ama Ramazan Abiyi tanırım, bilirim. Çünkü o herkese selam verir. Cennet tebessümüyle herkesi kuşatır. Demlediği çay, herkese nasip olur.

Dava Delisi Kerim vardır. Mustafa Kutlu’nun hikâyelerinden gençlik günlerimize yürüyen. Böyle birisi var mıydı? Sanki hep böyle birisi vardı ve bizi beklerdi, davayı beklerdi olur olmadık zamanlarda, şadırvan başında, metruk terkedilmiş bir eski yapının yalnız odalarında, solgun yapraklar dökülmüş taş döşeli bahçelerde...

Ramazan Sarıkaya bu zamanın Dava Delisi Kerim’i gibi dostlarının yanında, hiçbir zaman umutsuzluğa ve ümitsizliğe kapılmadan iyi ve kötü gününde hizmet ettiği vakfı bırakmamış, ender insanlardandı.

Onun yüzündeki mutmain tebessümden, gözlerinin aydınlık dost ışımasından adanmışlığını, bir dava eri olarak nasıl yaptığı işi kutsadığını anlayabilirdiniz.

O inandıkları uğruna dosdoğru yaşamayı bilen, kendini, yarınlarını, çocuklarının geleceğini davasına vakfetmiş bir güzel dava eri idi. Ben öyle tanıdım. Öyle bildim. Görev yaptığı çatıda belki pek çok yazar, dava adamı, entelektüel vardı ama Ramazan Sarıkaya’nın o mutmain duruşunu, yüzündeki ötelere ait o tebessümü hiç birisinin çehresinde göremedim. Güzel öncü insan muhterem Ramazan Kayan Hocamızın da yakının da bulunması Ramazan abiyi ziyadesiyle mutlu ediyordu.

Bazen düşünürdüm Ramazan Sarıkaya burada çay ikram ediyor, gelenleri karşılıyor, dergi sayfalarını karıştırıyor, kitaplara bakıyor, yok diyordum o sadece çay ikram etmiyor, onda yüreğini de ikram edebilen yiğitlerde var olan derin bir feraset başka bir hal var. Nereden bilebilirdim, kardeşçe beni karşılayan sevgili Ramazan Abi’nin bu derin ferasetinin, engin yüreğinin bir şehit yüreği olduğunu.

Biz şahidiz Rabbim, tıpkı diğer şehitler gibi imrenilesi bir sevgi halesiyle kuşanmış bir hayatı dolu dolu yaşayan; dost, abi, kardeş, dava eri, baba, eş olan o güzel insan gerçekten tam teslim olmuş muvahhit bir Müslümandı.

Ramazan Sarıkaya Abi’nin mütebessim çehresi, teslim makamında her daim gülen gözleri aklıma gelince Fecr Suresi’nin ayetlerini hatırlıyorum neden sonra; “Ey mutmain olan nefis. Razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine dön. Gir kullarımın arasına. Ve gir cennetime.” (Fecr 27,28,29,30)

Rabbim 15 Temmuz’un kutlu şehitlerine rahmet eylesin. Vatan ve millet savunmasında cesurca çıplak elleri ve savunmasız bedenleriyle tanklara, mermilere meydan okuyan yiğitlere selam olsun. Yirmibirinci yüzyılda destansı bir mücadele vererek, müstekbirlerin, kan içicilerin, hainlerin karşısında dimdik göğsünü siper eden yiğitlere dua olsun.

Bu zamanın Dava Deli Kerim’i gibi hiçbir kimsenin kalbini kırmayan, dost ve kardeş olan, davası uğruna, inandığı değerler uğruna yüreğini, bedenini ve dahi tüm varlığını vakfeden güzel insan, Ramazan Sarıkaya Abimize Rabbimden rahmet diliyorum. Ailesine ve sevdiklerine sabır diliyorum.

İnna ileyhi ve inna lillâhi raciun…

SELVİGÜL KANDOĞMUŞ ŞAHİN