Rahman suresi kaç ayettir?

O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? Rahman suresi kaç ayettir? Rahman suresi okunuşu ve anlamı nasıldır? Rahman suresinin tefsiri nasıldır? Rahman suresi Arapça ve Türkçe okunuşu nasıldır? Son mukaddes kitap Kuranın 55. suresi olan Rahman suresine dair detaylı bilgiler haberimizde...

Rahman suresi Kur’anı Kerimin 55. suresidir. Rahman suresi Mekke'de inmiştir. Rahman suresi 78 ayettir. İlk kelime olan 'er-rahmân' sûreye ad olmuştur. Bu sûrede Allah’ın nimetleri sayılır. Bunlar sayılırken bütün şuurlu varlıklara hitaben “O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz?” anlamına gelen ayet otuz bir defa tekrar edilir. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? Rahman suresi kaç ayettir? Rahman suresi okunuşu ve anlamı nasıldır? Rahman suresinin tefsiri nasıldır? Rahman suresi Arapça ve Türkçe okunuşu nasıldır? Son mukaddes kitap Kuranın 55. suresi olan Rahman suresine dair detaylı bilgiler haberimizde...

RAHMAN SURESİ NEDEN İNDİRİLMİŞTİR?

İbni Ebî Hatem, İbni Şevzeb’den “Rabbinin huzurunda durmaktan korkanlara…” ayetinin (46. ayet) Ebu Bekir Sıddık hakkında indiğini riva­yet etmiştir. Yine İbni Ebi Hatem ve İbni Hayyan’ın rivayetine göre Atâ şöyle dedi: Bir gün Ebu Bekir kıyametten, teraziden, cennet ve cehennem­den bahsetti ve “İsterdim ki ben şu yeşil otlardan bir ot olayım da bir hay­van gelip beni yesin, ben tekrar yaratılmayayım.” dedi. Bunun üzerine “Rabbinin huzurunda durmaktan korkanlara iki cennet vardır.” ayeti indi.

Rahman Suresi Okunuşu

Bismillahirrahmanirrahim 1. Er rahman. 2. Alleme lkur’ane. 3. Halekal insane. 4. Allemehul beyan. 5. Eş şemsu vel kameru bi husban. 6. Ven necmu veş şeceru yescudan. 7. Ves semae rafeaha ve vedaal mizan. 8. Ella tatğav fil mizan. 9. Ve ekıymul vezne bil kıstı ve la tuhsirul mizan. 10. Vel erda vedaaha lil enam. 11. Fiha fakihetuv ven nahlu zatul ekmani. 12. Vel habbu zul asfi ver rayhan. 13. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 14. Halekal’insane min salsalin kelfahhari. 15. Ve hale kalcanne min maricin min narin. 16. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 17. Rabbulmeşrikayni ve rabbulmağribeyni. 18. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 19. Mereclbahreyni yeltekıyani. 20. Beynehuma berzahun la yebğıyani. 21. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 22. Yahrucu minhumellu’lu velmercanu. 23. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 24. Ve lehulcevarilmunşeatu fiylbahri kela’lami. 25. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 26. Kullu men ‘aleyha famin 27. Ve yebka vechu rabbike zulcelali vel’ikrami. 28. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 29. Yes’eluhu men fiyssemavati vel’ardı kulle yevmin huve fiy şe’nin. 30. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 31. Senefruğu lekum eyyuhessekaleni. 32. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 33. Ya ma’şerelcinni vel’insi inisteta’tum en tenfusu min aktarissemavati vel’ardı fenfuzu la tenfizune illa bisultanin. 34. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 35. Yurselu ‘aleykuma şuvazun min narin ve nuhasun fela tentesırani. 36. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 37. Feizenşakkatesissemau fekanet verdeten keddihani. 38. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 39. Feyevmeizin la yus’elu ‘an zenbihi insun vela cannun. 40. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani 41. Yu’refulmucrimune bisiymahum feyu’hazu binnevasıy vel’akdami. 42. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 43. Hazihi cehennemulletiy yukezzibu bihelmucrimune. 44. Yetufune beyneha ve beyne hamiymin anin. 45. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 46. Ve limen hafe mekame rabbihi cennetani. 47. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 48. Zevata efnanin. 49. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 50. Fiyhima ‘aynani tecriyani. 51. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani. 52. Fiyhima min kulli fakihetin zevcani. 53. Febieyyi alai rabbikuma tukezziban. 54. Muttekiiyne ala furuşim betainuha min istebrak ve cenel cenneteyni dan. 55. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban. 56. Fihinne kasıratut tarfi lem yatmishunne insun kablehum ve la can. 57. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban. 58. Ke ennehunnel yakıtı vel mercan. 59. Fe be eyyi alai rabbikuma tukezziban. 60. Hel cezaul ıhsani illel ihsan. 61. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban. 62. Ve min dunihima cennetan. 63. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban 64. Mudhammetan 65. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban 66. Fihima aynani neddahatan. 67. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban 68. Fihima fakihetuv ve nahluv ve rumman 69. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban 70. Fihinne hayratun hısan 71. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban 72. Hurum maksuratun fil hıyam 73. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban 74. Lem yatmishunne insun kablehum ve la can 75. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban 76. Muttekiiyne ala rafrafin hudriv ve abkariyyin hısan 77. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban 78. Tebarakesmu rabbike zil celali vel ikram.

Rahman Suresi Anlamı

Bismillâhirrahmânirrahim

1. Rahman olan Allah.

2. Kur'an'ı öğretti.

3. İnsanı yarattı.

4. Ona beyanı (açıklamayı) öğretti.

5. Güneş de ay da bir hesap ile (yürümekte)dir.

6. Bitkiler ve ağaçlar (Allah'a) secde ederler.

7. Gökyüzünü Allah yükseltti ve mizanı O koydu.

8. Sakın tartıda haksızlık etmeyin.

9. Tartıyı doğru yapın, terazide eksiklik yapmayın.

10. Yeryüzünü canlılar için O hazırladı.

11. Orada meyveler, salkım salkım hurmalar vardır.

12. Yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.

13. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

14. İnsanı ateşte pişmiş gibi kuru bir balçıktan yarattı.

15. Cinleri de yalın bir ateşten yarattı.

16. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

17. O, hem iki doğunun Rabbi, hem de iki batının Rabbidir.

18. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

19. Acı ve tatlı sulu iki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar.

20. Fakat aralarında bir berzah (perde) vardır, birbirine geçip karışmazlar.

21. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

22. Bu iki denizden de inci ve mercan çıkar.

23. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

24. Denizde koca dağlar gibi akıp giden gemiler de O'nundur.

25. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

26. Yeryüzünde bulunan her şey fenâ bulacak.

27. Ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabbinin veçhi (zâtı) bâki kalacak.

28. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

29. Göklerde ve yerde bulunanlar O'ndan isterler. O her an yeni bir iştedir.

30. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

31. Sizin de hesabınızı ele alacağız, ey insan ve cin!

32. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

33. Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp geçmeye gücünüz yetiyorsa hemen geçin. Amma geçemezsiniz, ancak bir sultan (Allah'ın verdiği bir güç) ile çıkabilirsiniz.

34. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

35. Üzerinize dumansız bir ateş ve bunaltıcı bir duman gönderilir de artık birbirinizi kurtaramaz ve yardımlaşamazsınız.

36. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

37. Gök yarılıp da erimiş yağ gibi kıpkırmızı bir gül gibi olduğu zaman.

38. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

39. İşte o gün ne insana ne de cine günahı sorulmaz.

40. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

41. Suçlular simalarından tanınır, alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar.

42. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

43. İşte bu, suçluların yakalandığı cehennemdir.

44. Onlar cehennem ateşi ile kaynar su arasında dolaşır dururlar.

45. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

46. Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimseye iki cennet vardır.

47. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

48. İkisi de çeşit çeşit ağaçlarla doludur.

49. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

50. İkisinde de akıp giden iki kaynak vardır.

51. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

52. İkisinde de her türlü meyveden çift çift bulunur.

53. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

54. Orada örtüleri kalın, parlak atlastan yataklara yaslanırlar. İki cennetin meyvelerini kolayca toplarlar.

55. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

56. O cennetlerde bakışlarını yalnız erkeklerine çevirmiş eşler vardır. Bu kocalarından önce, kendilerine ne insan ne cin dokunmamıştır.

57. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

58. Onlar yakut ve mercan gibidirler.

59. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

60. İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir?

61. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

62. Bu iki cennetten başka iki cennet daha vardır.

63. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

64. Koyu yeşildirler.

65. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

66. O ikisinde de durmadan fışkıran iki kaynak vardır.

67. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

68. İçlerinde çeşitli meyveler, hurmalıklar ve nar ağaçları vardır.

69. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

70. İçlerinde güzel yüzlü kadınlar vardır.

71. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

72. Çadırlar içinde örtülü (gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş) huriler vardır.

73. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

74. Bunlara onlardan önce ne bir insan ne de bir cin dokunmamıştır.

75. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

76. Yeşil yastıklara ve harikulâde işlemeli yastıklara yaslanırlar.

77. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

78. Azamet ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!

Rahman Suresi Tefsiri

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Rahman (olan Allah).

2 Kur'an'ı öğretti.1

3 İnsanı yarattı.2

4 Ona beyanı öğretti.3

5 Güneş ve ay (belli) bir hesap iledir.4

6 Bitki5 ve ağaç (O'na) secde etmektedirler.6

AÇIKLAMA

1. Yani, "Kur'an'daki talimatların kaynağı, bir insan değil, Rahman olan Allah'tır" Burada, bu talimatların nasıl gönderildiğinin açıklanmasına gerek duyulmamıştır, zira bu talimatları zaten Hz. Peygamber'in (s.a) ağzından işittikleri için, kendisine vahyolunduğu doğal olarak bilinmekteydi.

Böyle bir açılışın gerçek maksadı, Kur'an'ın, Hz. Muhammed'in (s.a) bir eseri olmayıp Allah'ın nazil ettiği bir vahiy olduğunun vurgulanmasıdır. Ayrıca Allah'ın diğer sıfatları yerine "Rahman" sıfatının kullanılmış olması da, özel bir anlam içerir. Yani, bu sözleri nazil etmesi, Allah'ın rahmetinin bir gereğidir. Çünkü O'nun Rahmeti, kendi mahlukatını karanlıkta bırakmaya elvermez. İşte bu yüzden Kur'an bir yol gösterici, dünyada ve ahirette kurtuluşun bir vasıtası olmak münasebetiyle gönderilmiştir.

2. Diğer bir ifadeyle, insanı yaratan Allah olduğu için, insana bir gayeye mebni bir yol göstermek de O'na düşer. Bu bakımdan, Allah'ın Kur'an'ı bir yol gösterici olarak göndermesi, Rahman sıfatı yanında "Hâlık" sıfatının bir gereğidir. Çünkü bir şeyi yaratan, onun yaratılış nedenini bileceğinden fonksiyonunu da belirler. Dolayısıyla Kur'an'ın Allah tarafından gönderilmiş olması gayet doğaldır.

Şayet böyle olmasaydı, bu şaşılacak birşey olurdu; zira bir şeyi yaratanın onun nedenini bilmemesi ve fonksiyonunu belirlememesi mümkün değildir. Allah, kainatın ve içindeki her mahlukun yaratılış gayesini belirlemiş, ona bir yol çizmiş ve bu yolda yaratılış gayesine uygun yürümesi için onu görevlendirmiştir. Hatta insanın bedenini, saçının her telini, küçücük hücrelerin fonksiyonlarını bile belirlemiştir. Bu, onların yaratılışından önce takdir edilmiştir. Buna rağmen, insan gibi bir varlığı yol göstericisiz bırakmak nasıl mümkün olabilir? Bu husus, Kur'an'da çeşitli yerlerde ve çeşitli konularla da açıklanmıştır.

"Doğru yola iletmek bize aittir" (Leyl: 12)

"Doğru yolu göstermek Allah'a aittir" (Nahl: 9)

(Firavun) "Rabbiniz kim ey Musa? dedi, (Musa) Rabbimiz, herşeye yaratılışını verip, sonra onu doğru yola iletendir dedi." (Taha: 49-50)

Yani, Allah bu kainatın nizamı içerisinde herşeyin vazifesini tayin etmiştir. Bu, kendi başına öyle kuvvetli bir delildir ki, ön yargısız düşünen herkes, "İnsana Allah tarafından bir peygamber gelmesini ve bir kitap gönderilmesini" gayet doğal karşılamak zorunda kalır.

3. "el-Beyan" kelimesinin bir anlamı, insanın kendi maksadını açıklaması, diğeri ise, hayır ve şer arasındaki farkın açıklanması demektir. Bu her iki anlamı da taşıyan küçük cümle ile (Ona beyanı öğretti) deliller tamamlanmıştır. Çünkü insanları hayvanlardan ayıran en önemli özellikler, konuşmak ve açıklamaktır. Bu özellikleri, insanın diğer varlıklardan üstünlüğünü ortaya koyar. Bu sadece konuşma özelliği değildir. Zira konuşmanın ardında akıl, şuur, idrak, fehim gibi yenetekler vardır ki, bunlar olmaksızın konuşmak mümkün değildir. Dolayısıyla insanda konuşma melekesinin olması, onun şuur ve irade sahibi olmasının delilidir. Kendisine böylesine yetenekler bağışlandıktan sonra, elbette insanın hidayeti şuursuz varlıklarınki gibi olacak değildir. Ayrıca insanoğlunun bir diğer özelliği de ahlâk duygusudur. İşte bu yüzdendir ki, insan gayet doğal olarak iyi-kötü, haklı-haksız, zulüm-adalet, doğru-yanlış arasındaki farkları anlar ve ahlâksızlık bataklığına gömülse dahi, bu özelliğini tamamen yitiremez. Bu özelliklerinin gereği olarak, insanlığın hidayeti, cebrî ve tabii kanunlara göre değil de vicdana ve şuura dayalı olarak düzenlenmiştir. Örneğin balığın yüzmesi, kuşun uçması ve insanın organlarının faaliyeti için her hangi bir eğitime ve öğretime gerek yoktur. Çünkü fıtraten nasıl görevlendirilmişlerse, o şekilde hareket etmek zorundadırlar. İnsanlar, kendi hayatları için kitapları, tebliğ ve telkinleri, okuma ve yazmayı, mantığı, eğitim ve öğretimin bir vesilesi olarak kabul edip doğal yeneteklerini bu konuda yeterli kabul etmezler. O halde insanı yaratanın, kendilerine verdiği bu görevi daha iyi yerine getirebilmeleri için insanlara yol gösterici olarak peygamberler ve kitaplar göndermesine niçin hayret edilsin? İnsan için hidayetin en uygun yolu budur. Çünkü "beyan" gibi bir nimet ile şereflendirilmiş bir varlığa, en uygun yol göstericilik vazifesini Kur'an yerine getirebilir.

4. Yani, Güneş, Ay ve yıldızların doğuş ve batışı, değişmeyen, muazzam bir kanuna tabidir. Bu kanunun sayesinde insanlar, mevsimlerin vaktini, günlerin sayısını, ürünlerin olgunlaşma zamanlarını tespit edebilmektedirler. Bunca varlığın yeryüzünde yaşayabilmesinin nedeni, Güneşin yeryüzünden belli bir mesafede tutulmuş olmasıdır. Şayet Güneş ölçüsüz hareket etseydi ve yeryüzüne yaklaşsa, ya da uzaklaşsa idi, bunca varlık yok olurdu. Ayrıca Güneş ve Ay birbirleriyle uyum içindedirler ve bizlerin kullandığı takvimler onların hareketlerine bağlıdır.

5. "en-Necm" kelimesi genellikle yıldızlar için kullanıldığı gibi, ayrıca gövdesiz ağaçlar (örneğin, kavun, karpuz, kabak vs.) için de kullanılır. Müfessirler, bu kelimenin anlamı hakkında ihtilaf etmişlerdir. İbn Abbas, Said b. Cübeyr, Süddi ve Süfyan es-Sevri, bu kelimeyi "Nebatat" anlamında kabul etmişlerdir. Çünkü bu kelimenin hemen ardından "ağaçlar" kelimesi gelmektedir. Böylece burada uyum sağlamışlardır. Bu görüşün aksine, Mücahid, Katade ve Hasan Basri, bu kelimenin "yıldızlar" anlamına geldiği görüşündedirler. Çünkü maruf mana budur ve "necm" kelimesinden herkes bu manayı anlar. Zaten güneş ve ay'dan sonra yıldızların zikredilmesi de gayet doğaldır. Çoğu müfessir ve mütercim ilk görüşü tercih etmekle birlikte, ikincisini yanlış kabul etmiştir. Biz ise, İbn Kesir'in "ikinci anlamı yıldızlar, dil ve konu itibarıyla daha uygundur" şeklindeki tercihine katılıyoruz. Çünkü Kur'an'ın diğer bölümlerinde de yıldızlar ve ağaçların secde etme olayı bir arada zikredilmiş ve Necm kelimesinden başka bir anlam çıkarmak mümkün olmamıştır. Örneğin:

"Görmedin mi, göklerde, yerde bulunan kimseler, Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlar bir çoğu hep Allah'a secde etmektedirler" (Hac: 18)

Bu ayette yıldızlar güneş ve ay ile birlikte zikrolunmuşken, ağaçlar, dağlar ve hayvanlarla birlikte zikredilmiştir.

6. Yani, gökyüzündeki yıldızların ve yeryüzündeki ağaçların hepsi de Allah'a tabidirler ve O'nun koyduğu sınırların dışına bir santim bile çıkmazlar.

Bu iki ayette kainatın nizamını Allah'ın yarattığına ve bu nizamın O'na tabi olduğuna işaret edilmektedir. Yeryüzünden gökyüzüne kadar herşeyin hakimi Allah'tır ve yetkiler O'nun elindedir. O'nun yetkilerinde hiçkimse kendisine ortak değildir. Yegane mabud O'dur ve herkes O'na tabidir. Ve O'nun kuludur. Herşeyin tek sahibi ve Hakimi O'dur. Böylece Tevhidi düşünce haktır ve Kur'an işte bu düşünceyi tebliğ eder. Bu düşünceye rağmen küfrün ve şirkin içinde yaşayan bir kimse, tüm kainat nizamına aykırı ve onunla çelişkili bir halde yaşıyor demektir.

7 Gök ise, onu da yükseltti ve mizanı yerleştirip-koydu.7

8 Sakın mizanda 'haksızlık ve taşkınlık yapmayın.'

9 Tartıyı adaletle tutup-doğrultun ve tartıyı noksan tutmayın.8

10 Yere gelince;9 onu da (yaratılmış bütün) varlıklar için alçaltıp-koydu.10

11 Onda meyveler ve salkımlı hurmalıklar vardır,

12 Yapraklı taneler 11ve güzel kokulu bitkiler.

13 Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini12 yalanlayabilirsiniz?13

AÇIKLAMA

7. Yaklaşık tüm müfessirler "mizan" kelimesinden "adalet" anlamını çıkarmışlardır. Bu koca kainat içindeki bunca varlık, ve fezada dolaşan sayısız yıldız, gezegen vs. adalet ve denge üzerine kurulmuş bir nizama tabi kılınmasaydı, bu kainat bir saniye bile ayakta duramazdı. Nitekim milyonlarca yıldan bu yana kainatın ayakta durması, bu gerçeğe şahitlik etmektedir. Çünkü hava, su, toprak ve diğer unsurlar arasında uyum sağlanmamış olsaydı, hayatın devam etmesi bir yana, yaşamak mümkün bile olmazdı.

8. "Çünkü, kainatın nizamı adalet ve dengeye dayanır. Dolayısıyla size verilen yetki ve hareket dairesi içerisinde adaleti teessüs etmeniz gerekir. Şayet siz, kendinize tevdi edilmiş bir başkasının hayatını telef ederseniz, böyle yapmakla temelinde adalet saklı olan bu nizamı ifsad etmiş olursunuz. Bu nizam haksızlık ve adaletsizliği kabul etmez. Değil büyük bir zulüm, terazide hile yapmak suretiyle müşterinin hakkını yemek gibi küçük bir haksızlık dahi, adalet ve denge üzerine kurulu bu alemin nizamını sarsar.

Bu üç ayette, Kur'an talimatının biri tevhid, diğeri adalet olan iki önemli bölümünden, ikincisi açıklanmıştır. Böylece bu kısa cümlelerle, Rahman olan Allah'ın Kur'an vasıtasıyla gönderdiği hidayet vurgulanmış olmaktadır.

9. Bu ayetten, 25. ayete kadar, insanların ve cinlerin, kendilerinden yararlandıkları Allah'ın nimet ve ihsanları hakkında sözedilmiştir. Bu ayetlerden çıkarılacak ahlâki ders, insanların kendi iradeleriyle Allah'a ibadet ve itaat etmelerinin istenmiş olmasıdır. Kendilerine verilen serbest irade dolayısıyla ister Allah'a itaat ederler, isterlerse etmeyebilirler. Ancak doğal olarak ve ahlâken Allah'a ibadet etmeleri gerekir.

10. "" tertip ve tanzim etmek, yapmak, hazırlamak ve koymak demektir. Ayrıca yaratmak anlamında da kullanılır. Yani insanları ve diğer mahlukatı yaratmak gibi. İbn Abbas'a göre, "Enaam", sadece bedeni değil ruhu da kapsar. Mücahid, bu kelimeyi "Hakaik" şeklinde açıklar. Katade, İbn Zeyd, Şa'bi, tüm canlıların "Enaam" kapsamına girdiğini söyler. Nitekim lugat alimleri de aynı görüştedirler. Tüm bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere, bazı kimselerin bu ayete dayanarak "Yeryüzündeki kaynakların hakimi devlettir" şeklinde çıkardıkları sonucun beyhude olduğu ortadadır. Bu kimseler, diğer ideolojilerin anlayışlarını Kur'an'a da sokmak istiyorlar. Oysa bu ayetin lafızlarından, siyak ve sibakından, "Enaam" kelimesinin sadece insanlığı kapsamayıp tüm mahlukatı da içerdiği açıkça anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu ayet, yeryüzünün "Halk" için yaratıldığı gibi komünist bir anlayışı doğrulamaz. Çünkü burada vurgulanmak istenen husus, kainat içinde her mahluk için uygun şartların sağlanmış olmasıdır. Yani, bu kainat kendi kendine meydana gelmemiştir. Onu yaratan ve uygun bir hale getiren Allah'tır. Bkz. Neml an: 73-74, Yasin an: 29-32, Mü'min an: 90-91, Fussilet an: 11-13, Zuhruf an: 7-10, Casiye an: 7

11. Yani, insanlar için yiyecekler, hayvanlar için yem.

12. "Âlâî" kelimesi ilerideki ayetlerde de tekrar tekrar kullanılmıştır. Biz bu kelimeyi çeşitli yerlerde çeşitli anlamlarda tercüme ettiğimiz için, başlangıçta bu kelimenin geniş anlamlarını açıklamak gerekiyor.

Bu kelime (Âlâî) genellikle müfessir ve lugat alimleri tarafından "nimetler" olarak tercüme edilmiştir.

a) İbn Abbas, Katade ve Hasan Basri'den de bu anlam nakledilmiştir. Bu hususta en önemli delil, Rasulullah'ın (s.a) "Cinler bu ayeti işittiklerinde, tekrar tekrar -biz Rabbimizin hiçbir nimetini yalanlamayız- diye cevap verdiler" şeklindeki hadisidir. Dolayısıyla bazı modern araştırmacıların "Bu kelime hiçbir surette -nimetler- anlamında kullanılmamıştır." şeklindeki görüşlerine itibar etmek mümkün değildir.

b) " Âlâî" kelimesi, "mükemmel ve şaşılacak kuvvet" anlamına da gelmektedir. Nitekim İbn Cerir et-Taberi, İbn Zeyd'in "Febi eyyi âlâî Rabbi kuma..."nın "Febi eyyi kudretillah" anlamına geldiği şeklindeki görüşünü nakletmektedir. Zaten kendisi de 37. ve 38. ayetleri yorumlarken "Alai" kelimesini "kudret" olarak açıklamıştır. İmam Razi'de 14-16. ayetleri tefsir ederken, bu ayetlerin nimeti açıklamak için değil, kudreti açıklamak için kullanıldığını, 22-23. ayetleri tefsir ederken de, yine bu ayetlerin Allah'ın nimetlerini değil, şaşılacak kudretini açıkladığını söyler.

c) " Âlâî" kelimesinin bir diğer anlamı ise özellikler, hamde layık sıfatlar, kemalat ve faziletler demektir. Bu anlamı hem müfessirler hem de lugat alimleri kullanmışlardır. Nitekim Arap şairlerinden bu konuda birçok örnek verilebilir.

Şair Nabiğa şöyle der:

"Hummu'l-muluk ve ebnai'l-muluk lehum

Fadlun alâ en-nasi fi'l- âlâî ve'n-ni'mi"

(Onlar krallar ve şehzadelerdir.

Halk üzerinde sıfat ve özellikleri bakımından üstündürler)

Şair Muhilhil, kardeşi Kuleybe için mersiye yazarken şöyle der:

"El-hazmu ve'l-azm, Kane min tabaihi

Ma kulli âlâihi, ya kavmi uşeyha."

(Akıllı ve azimli olmak onun özelliği idi.

Ey kavmim ben onun tüm özelliklerini açıklamış değilim.)

Fedale b. Zeyd'ul-Edvani, bir şiirinde " Âlâî" kelimesini "kemalat" anlamında kullanır.

"Tamammed alâi'l-bahilul medrehum"

(Zengin ama cimri bir adamın kemalatını başkaları överler)

Binaenaleyh, biz "Alâi" kelimesine mevki ve mahallerine uygun olmak üzere, farklı anlamlarıyla tercüme ettik. Fakat bazı yerlerde birkaç anlamı da ihtiva etmesine rağmen biz bir tek karşılığı ile yetinmek zorunda kaldık. Çünkü diğer dillerde bu kelimenin tam karşılığını bulmak çok zordur.

Örneğin yukarıdaki ayette, Allah'ın kainatı halk ettiği ve mahlukatın rızkını temin edebilmesi için en uygun vasıflarla bu nizamı yarattığı beyan edildikten sonra "Şimdi Rabbinizin hangi "Alâi"ini yalanlıyorsunuz" denilmektedir. Burada "Alâi" kelimesi "nimet" anlamında kullanılmıştır. Fakat ayrıca Allah'ın kemal ve kudretiyle O'nun hamde layık vasıfları da kastolunmuştur. Yani O'nun bu kainatta şaşılacak derecede birçok varlık yaratması ve onları en uygun şekilde rızıklandırması, kudret ve kemalinin bir göstergesidir. Her türlü yiyecek ve meyvayı halk etmesi, O'nun hamde layık sıfatlarına delalet eder. Çünkü O, mahluk için sadece rızık değil aynı zamanda lezzet ve zevk alması için meyveler yaratmıştır. Ayrıca Allah'ın yaratma sanatı için hurma ağacından kabuk içinde meyvalar yaratmış olması örnek olarak verilmiştir. Dikkat edilecek olursa nar, portakal, hindistan cevizi gibi diğer meyvalar da aynı güzellikte yaratılmışlardır; hatta buğday vs. gibi gece gündüz pişirip yediğimiz hububat dahi nazik kabuklar içindedir.

13. "Tükezziban" (yalanlıyorsunuz) ifadesiyle, insanların Allah'ın nimetlerine ve hamde layık sıfatlarına karşı takındıkları tavır kastedilmektedir.

a) Bazı kimseler, bu nimetleri Allah'ın yarattığına inanmazlar ve tüm bu maddelerin kendi kendilerine oluştuğunu ya da bir tesadüf sonucu kendiliğinden meydana geldiğini zannederler. Dolayısıyla bunun ardında bir hikmet olduğunu düşünmezler.

b) Bazı kimseler ise, bu nimetleri yaratanın Allah olduğunu kabul etmekle birlikte, O'nun ilahlığında başkalarının da pay sahibi olduğunu düşünerek onlara ibadet ederler. Allah'ın verdiği rızıktan faydalanmalarına rağmen, başkalarına "hamd-ü sena" ederler. Örneğin, bir kimseye bir takım yardımlarda bulunduğunuzu farzedin. Şimdi bu şahıs, sizin yanınızda ve sizin yardım ettiğiniz şey için, bir başkasına teşekkür ederse, siz ona ne dersiniz? Ona nankör ve yalancı demez misiniz?

c) Bazı kimseler de, tüm bu nimetleri Allah'ın verdiğine inanırlar fakat O'nun emirlerini yerine getirmezler. Allah'ın gönderdiği mesaja hiçbir şekilde kulak asmazlar. İşte bu da başka türlü bir nankörlüktür. Ve Allah'ın nimetlerini yalanlamaktır.

d) Bazı kimseler ise, Allah'ın nimetlerini yalanlamadıkları gibi, ayrıca nankörlük de etmezler. Ancak bu kimselerin yaşadıkları hayat tarzının nankörlük edenlerinkinden bir farkı yoktur. Bu tür kimseler, her ne kadar dilleriyle inkar etmemiş olsalar bile, fiilen Allah'ın nimetlerini yalanlamaktadırlar.

14 İnsanı, ateşte pişmiş gibi kuru bir çamurdan14 yarattı.

15 Cânn'ı (cinni) da 'yalın-dumansız bir ateşten'15 yarattı.

16 Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?16

AÇIKLAMA

14. İnsanların yaratılışının başlangıcı, Kur'an'da çeşitli bölümlerde, çeşitli safhalarıyla açıklanmıştır. Şimdi bu safhaları bir tertip içinde sırayla görelim.

a) Turab (toprak)

b) Tîn (çamur)

c) Tîn-i Lazîb (yapışkan çamur)

d) Hammen Mesnun (kuru çamur)

e) Salsalin min Hammin Mesnun ke'l-Fehhar (ateşte pişmiş gibi kuru çamur)

f) Beşer (topraktan suret, model, Allah onu kendi has ruhundan üflemiş ve meleklere secde etmelerini emretmiştir. Sonra da çift çift yaratmıştır.)

g) "Summeceale neslehu min sulâletin min main mehin" (sonra onun neslini bir özden, hakir bir sudan-başka bir ayette nutfeden verilmiştir- kıldı.)

Bu safhaları açıklayan aşağıda bir tertip içinde sıraladığımız ayetleri okuyunuz.

a) "Allah'ın yanında İsa'nın durumu Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra ona -ol-dedi. Artık olur." (Al'i İmran: 59)

b) "O, herşeyin yaratılışını güzel yaptı ve insanı yaratmaya çamurdan başladı." (Secde: 7)

c) "Şimdi sor onlara: Yaratılış bakımından kendileri mi daha çetin, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Biz kendilerini yapışkan bir çamurdan yarattık" (Saffat: 11)

d-e) "İnsanı ateşten pişmiş gibi kuru çamurdan yarattı." (Rahman: 14)

f) "Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan eşini var edip ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun..." (Nisa: 1)

g) "Sonra onun neslini bir özden, hakir bir sudan kıldı." (Secde: 8)

h) "Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim. Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz. Sonra güçlerinize ermeniz için (sizi büyütüyoruz.) İçinizden kimi öldürülüyor, kimi de ömrün en kötü çağına (ihtiyarlığa) itiliyor ki, bilirken birşey bilmez hale gelsin. Yeri de ölmüş görürsün. Fakat biz onu üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir kabarır ve her güzel çiftten bitirir." (Hac: 5)

15. "Maricin men narin" ifadesinde geçen "nar," ağaç ve kömürün yanmasıyla meydana gelen bir ateş değil, özel bir ateştir. "Mâric" ise dumansız alev demektir. Yani, ilk insan nasıl çamurdan yaratıldıysa, ilk cin de ateşten yaratılmıştır. Yine nasıl ilk insan topraktan yaratılmış ve onun nesli nutfe ile devam ediyorsa, ilk cin de ateşten yaratılmış ve nesli devam etmektedir. Dolayısıyla insanların babası Adem ise, ilk cin de, cinlerin babasıdır. Adem bir "beşer" olarak yaratıldıktan sonra, onun toprakla bir ilişkisi kalmamıştır. Çünkü artık onun bedeni et, kemik ve kandan müteşekkildir. Her ne kadar toprakla bir ilişkisi olsa dahi, bu doğrudan doğruya değildir. Tüm bunlar, cinler için de geçerlidir. Yani onlar ateşden yaratılmıştır ama, nasıl insanlar toprak değilse onlar da ateş değildir.

Bu ayetten iki husus anlaşılmaktadır.

a) Cinler, salt ruhi varlıklar değillerdir ve onların da maddi cisimleri vardır. Onlar halis bir ateşten yaratıldıkları için, insanlar onları göremezler; zira kendileri topraktan yaratılmışlardır. Bu hususa A'raf 27'de şöyle değinilmiştir:

"Ey Ademoğulları, şeytan, ana babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak Cennetten çıkardığı gibi, sizi de bir belaya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremiyeceğiniz yerde sizi görürler..." (A'raf: 27)

Ayrıca cinler hızlı hareket etmekte, değişik şekillere dönüşmekte ve topraktan yaratılmış olan insanın görünmeden giremeyeceği yerlere, hiç hissettirmeden girmektedir. Bu özellikler, ateşten yaratılmış bir varlık için mümkündür.

b) Cinler, insanlardan farklı bir varlıktır. Çünkü onların yaratıldığı madde, insanların, hayvanların ve bitkilerin yaratıldığı maddeden farklıdır. Dolayısıyla bu ayet, bazı kimselerin öne sürdüğü gibi "cinler insanlardan bir kısımdır" şeklindeki iddiayı açıkça reddetmektedir. Bu iddiaya göre, bu ayette mizaç farklılığı vurgulanmıştır. Örneğin, bazı insanlar çok halim ve yumuşak bir yapıya sahip olurlarken, bazıları da ateşli ve öfkeli kimselerdir ki, bu kimselere şeytan demek daha doğru olur. Bu yorum Kur'an'ı tefsir değil tahrif etmektir. Önceki ayette insanın topraktan yaratılışı ayrıntılarıyla açıklanmıştır. Bu ayrıntılı açıklamalara rağmen akıllı bir insan, bu ayetin yumuşak mizaçlı insanları tarif ettiğini söyleyebilir mi? İnsanın kuru çamurdan, cinin de halis ateşten yaratıldığını beyan eden ayetlerden, birinin yumuşak, diğerinin de sert mizaçlı insanları kastettiği sonucunu çıkarmak mümkün müdür? Bkz. Zariat an: 53.

16. Burada " Âlâî" kelimesinin şaşılacak kudret anlamında kullanılmış olması daha münasiptir. Ayrıca nimetler şeklindeki anlam da anlaşılıyor. Topraktan insanı, ateşten cini yaratmak, Allah'ın yüce kudretinin bir göstergesidir. Ayrıca kendilerine dünyada önemli işler yapabilmeleri için, çeşitli yetenekler bağışlamış olması, Allah'ın insanlara ve cinlere büyük bir nimetidir. Bizler cinler hakkında her ne kadar yeterli bilgi sahibi değilsek de, insanoğlunun yaptığı önemli işleri açıkça görüyoruz. Şayet Allah insanlara, zihni ve akli yeteneklerinin yanında kuşların ve balıkların bedenleri gibi bir beden verseydi, insanın bu tür işleri becerebilmesi nasıl mümkün olacaktı? İnsana zihni yeteneklerine uygun bedeni uzuvlar, (el, ayak, göz, kulak, dil, boy vs.) bağışlamış olması Allah'ın büyük bir nimetidir. Çünkü akıl, şuur, icad etme yeteneği, istidlal ve yapıcı özellikleriyle bedensel özellikleri uyum sağlamasaydı, bu yetenekleri anlamsız kalırdı. İşte bu, Allah'ın hamde layık sıfatlarıdır. Zira, ilim, hikmet, merhamet ve kemal derecesindeki yaratıcı kuvveti olmadan insanı nasıl yaratabilirdi? Dolayısıyla bu muazzam yaratılışı kör ve sağır bir kuvvetin meydana getirmesi mümkün değildir.

17 O, iki doğunun da Rabbidir, iki batının da Rabbidir.17

18 Şu hade Rabbinizin hangi nimetlerini 18yalanlayabilirsiniz?

19 Birbirleriyle kavuşup-karşılaşmak üzere iki denizi salıverdi.

20 İkisi arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler.19

21 Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?

22 İkisinden de inci ve mercan20 çıkar.21

23 Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini 22yalanlayabilirsiniz?

24 Denizde koca dağlar gibi yükselen gemiler23 de O'nundur.

25 Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini 24yalanlayabilirsiniz?

AÇIKLAMA

17. "Meşrikeyn ve mağribeyn" (iki doğu ve iki batı) ifadesiyle, kış ve yaz mevsimlerinin en kısa ve en uzun günleri kastediliyor olabilir. Ya da yeryüzünün yarı küresidir. Kış mevsiminin kısa günlerinde güneş, en dar açıdan doğar ve batar, yaz mevsiminin en uzun günlerinde güneş en geniş açıdan doğar ve batar. En uzun ve en kısa iki gün arasındaki günlerde güneşin doğuş ve batışı hergün farklı açılarda olur. Nitekim başka bir ayette (Meariç: 40) "Doğuların ve Batıların Rabbi" ifadesi kullanılmıştır. Ayrıca güneş bir yarı kürede doğarken, diğer bir yarı kürede batar. Bu şekilde düşünürsek, yeryüzünün iki doğusu ve iki batısı olmuş olur. "Doğuların ve batıların Rabbi" ifadesi de birkaç anlama gelebilir, 1) Güneş Allah'ın emriyle doğar ve batar, ayrıca bu, hergün farklı açılarda vuku bulur. 2) Yeryüzünün de güneşin de sahibi O'dur.

Çünkü bunların ayrı ayrı sahipleri olsaydı, bu kadar uyum içinde bulunamazlardı. 3) Doğunun ve batının ve ikisinin arasındaki herşeyin sahibi Allah'tır. Tüm bunları yaratmak ve güneş ve yeryüzünün hikmete dayalı nizamını kurmak O'na aittir.

18. Burada "Alâi" kelimesinin anlamının, mevki ve mahal itibarıyla "kudret" manasında olması daha muhtemeldir. Ve fakat aynı zamanda nimet ve hamde layık sıfatlar anlamını da ihtiva eder. Güneşin doğuşunu ve batışını bir kurala bağlamış olması, Allah'ın büyük bir nimetidir, çünkü bu değişmez kuralın, insanlara, hayvanlara ve bitkilere sayısız yararları vardır. Şayet mevsimler bu sisteme bağlı olarak devran etmeseydi, insanlar, hayvanlar ve bitkiler hayatlarını sürdüremezlerdi. Yarattığı mahlukat için her türlü uygun ortamı hazırlaması, Allah'ın rahmet, Rububiyet ve hikmetidir.

19. Bkz. Furkan an: 68

20. "Mercan", İbn Abbas, Katade, İbn Zeyd ve Dahhak'a göre, küçük incilerdir. İbn Mes'ud ise, mercanın Araplar tarafından deniz kabukları (istiridyeler) için kullanıldığını söyler.

21. "" (iki denizden çıkarlar.) Bazıları, inci ve mercanın tuzlu suda bulunduğunu söyleyerek, bunların hem tuzlu hem de tatlı suda nasıl çıkabileceği şeklinde itirazda bulunuyorlar. Bu itiraza şu şekilde cevap verilebilir: Bilindiği gibi denizlerde hem tuzlu sular, hem de tatlı sular toplanır. Dolayısıyla iki deniz ifadesiyle aynı husus kastolunmaktadır. Şayet bunların (inci ve mercan) deniz altında tatlı su kaynağı olan yerlerde veya onların meydana geldiği yerlerde hem tatlı hem de tuzlu suyun bulunduğu keşfolunursa hiç şaşırmamalıdır. Nitekim Bahreyn ülkesi, bu inci ve mercanların çıktığı en eski kaynaklardan birisidir. Orada deniz altında tatlı su kaynakları olduğu bilinmektedir.

22. Burada, "Alâi" kelimesinin "kudret" anlamında olması daha muhtemeldir. Bununla birlikte "nimetler ve hamde layık sıfatlar" şeklindeki manalar da kelimenin içinde saklıdır. Bunca kıymetli eşyayı yaratmış olması Allah'ın bir nimetidir. Ayrıca mahlukuna güzellik zevki vermekle birlikte bu zevkin tatmin olacağı güzel eşyaları da halk etmesi, Onun rububiyetinin şanındandır.

23. Yani, gemiler de O'nun kudretinin bir tezahürüdür. Ve insanlara, onlarla denizleri aşma yeteneği vermiştir. İnsanların gemileri yapmak için kullandıkları malzemeyi de Allah yaratmıştır. Ayrıca gemilerin deniz üzerinde dağlar gibi yüzebilmeleri, Allah'ın kanunu sayesinde mümkün olabilmektedir.

24. " Âlâî" kelimesinin, burada nimet ve ihsan anlamında olması kuvvetle muhtemeldir. Ancak yukarıda zikrettiğimiz gibi kudret ve hamde layık sıfatlara da işaret eder.

26 (Yer) Üzerindeki her şey25 yok olucudur;

27 Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü (zatı) bakî kalacaktır.

28 Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini 26yalanlayabilirsiniz?

29 Göklerde ve yerde olan ne varsa O'ndan ister. O, her gün bir iştedir.27

30 Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini 28yalanlayabilirsiniz?

31 Ey (yeryüzüne yükletilmiş) iki ağırlık29 (olan ins ve cin), yakında (ahirette hesabınızı görmek üzere)30 sizin için de vakit bulacağız.

32 Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini 31yalanlayabilirsizin?

33 Ey cin ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşıp-geçin; ancak 'üstün bir güç (sultan)' olmaksızın aşıp-geçemezsiniz.32

34 Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?

35 İkinizin de üzerine ateşten yalın bir alev ve (bakır gibi erimiş) kıpkızıl bir duman 33salıverilir de 'kurtulup-başaramazsınız.

AÇIKLAMA

25. Bu ayetten 30. ayete kadar cinlere ve insanlara iki gerçek bildirilmiştir.

a) Sizler ve sizlere dünyada verilen bu varlık ebedi değildir. Ebedi ve zevali olmayan ancak Allah'ın zatıdır. Kainattaki herşey O'nun azametine ve şanına şehadet etmektedir. O'nun lütfu iledir ki, dünyadaki bunca nimet sizlere nasip olmuştur. Şayet bunu aranızdan kendi marifeti sayan bir kimse çıkacak olursa, bu sadece onun aptallığının ve kısır mantığının sonucundan başka bir şey değildir. Eline biraz güç geçen ve emri altına bir kaç kişiyi alan, hemen kendisini ilah sanmaya başlar. Oysa bu iktidarı ne kadar sürebilir ki? Zira insan, kainattaki bir bezelye tanesi kadar yer işgal etmez. Kendisine 50-60 yıllık bir iktidar verildiği için insanın büyüklenmesi çok anlamsızdır.

b) Sizler, Allah'tan başkalarını (melekler, peygamberler, evliyalar, Ay, Güneş vs.) mabud ittihaz ediyorsunuz ama onlar sizlerin ihtiyaçlarını gidermeye muktedir değillerdir. Çünkü onların bizzat kendileri Allah'a muhtaçtırlar. Gökyüzünde, yeryüzünde ve hatta tüm kainatta her olan, Allah'ın izniyle vuku bulmaktadır. Hiçbir mahluk bir başkasının kısmetini değiştiremez.

26. Burada "Alâi" kelimesi "kemalat" anlamında kullanılmıştır. Kim böbürlenir ve gururlanırsa, dili ile söylese bile, fiilen alemlerin Rabbini yalanlamış olur. Çünkü kendini büyük gören ve kendi hakkında bu şekilde düşünen her şahıs, aslında Allah'ın en üst makam ve mevkide bulunduğunu yalanlamış olmaktadır.

27. Yani, bu alem her an Allah'ın emriyle değişmektedir. Biri ölürken biri doğmakta, biri düşerken diğeri yükselmekte, biri hasta olurken öbürü sıhhat bulmakta, biri batarken başkası yüzmekte velhasıl her an değişmekte yeni şekiller almaktadır.

28. " Âlâî" kelimesinin, burada Allah'ın hamde layık sıfatları anlamında kullanılmasının daha uygun olduğu anlaşılmaktadır. Allah'a ortak koşan bir kimse, Allah'ın bazı sıfatlarını yalanlamaktadır. Örneğin, bir şahıs, "filan kimse benim şu hastalığımı iyileştirdi" dediğinde, Allah'ın ("Şafi" şifa veren) sıfatını yalanlamış olmaktadır. Yani şifayı veren Allah değil de, bir başkasıdır onun nazarında. Veya "filan şeyhin lütfuyla iş buldum" ve "filan türbe sahibinin yardımıyla şu muradıma erdim" dediğinde, güya rızkı verenin ya da murada erdirenin Allah değil de, o şeyhin veya türbe sahibinin olduğunu söylemek istiyor! Kısaca müşrik inançlar ve görüşler, son tahlilde Allah'ın bazı sıfatlarını yalanlamak ve inkar etmek demektir.

Şirk, zaten Allah'tan başkasını Semî, Basîr, Alimu'l-Gayb, mutlak hükümdar ve Kadir-i Mutasarrıf görmek ve Ulûhiyetinin diğer vasıflarıyla bezenmiş olduğunu sanmak ve bu sıfatlara sadece Allah'ın sahip olduğunu reddetmek demektir.

29. "Sekalâni" (iki yük) İfadesi, insanlara ve cinlere hitaben kullanılmıştır. Çünkü bu iki varlıktan da kafir olanları yeryüzünde yüktürler. Yukarıdaki hitab, 45. ayete kadar cinlere ve insanlara yönelik olarak sürmektedir. Dolayısıyla "Eyyuhe'l sakâlani." (ey iki yük) ifadesi kullanılmıştır. Adeta şöyle denmek isteniyor: "Ey hayırsız yaratıklar! (insanlar ve cinlerden kafir olanlar) Sizler bu yeryüzü için birer yüksünüz. Fakat çok geçmeden sizlerden hesap sorulacaktır.

30. Neuzubillah, bu ifade, Allah'ın henüz meşgul olduğu, dolayısıyla insanlardan ve cinlerden hesap sormak için fırsat bulamadığı anlamına gelmez. Doğrusu, Allah her safha için bir vakit tayin etmiştir ve ancak o vakit geldiği zaman o safha gerçekleşecektir, şeklindedir. Örneğin, Allah insanlardan ve cinlerden birçok nesil yaratmaktadır ve belli bir vakit sonra bu safha sona erecek, sonra da kıyametin vuku ile herşey bitecektir. Daha sonra ise belirlenmiş bir vakitte sorgulamanın sonucu olarak ceza-mükafat verilecektir. Dolayısıyla burada, ilk safhanın henüz sona ermediği, ama mutlaka bu safhanın da geleceği anlatılmaktadır.

31. Burada "Alâi" kelimesi iki anlama da gelebilir. Nitekim konuya dikkat edildiğinde her iki anlamın da kastolunduğu görülecektir.

a) Benim verdiğim nimetleri inkar etmekle nankörlük yapıyor ve şirk-küfür yolunu tutmakla isyan içine girmiş oluyorsunuz. Kıyamet günü hesap sorulduğunda hangi nimetlerimi yalanlayabileceksiniz bakalım? Bu nimetlerin kendi marifetiniz veya ilahlarınızın bir bağışı ya da şeyhlerinizin bir lütfu olduğunu söyleyebilecek misiniz?

b) Kıyamet gününde ceza ve mükafatın, Cennet ve Cehennemin olacağını şimdi inkar ederek, alayla karşılıyor ve o günün vuku bulmasının mümkün olacağına inanmıyorsunuz. O gün geldiğinde nasıl yalanlayacaksınız bakalım?

32. "Gök ve Yeryüzü" ifadesi ile kainat kastedilmektedir. Yani kainat Allah'ın kontrolu altındadır. Nerede bulunursanız bulunun, sorgulamadan kaçamazsınız. Şayet güç getirebileceğinize inanıyorsanız bir deneyin.

33. Metinde "Şuvaz" ve "Nuvas" kelimeleri geçmektedir. Şuvaz, dumansız alev, Nuvas ise alevsiz duman anlamına gelir. Bu iki şey arka arkaya, Allah'ın sorgusundan kaçmaya çalışan insanların ve cinlerin üzerine gönderilecektir.

36 Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?

37 Sonra gök yarılıp yağ gibi erimiş olarak kıpkırmızı bir gül olduğu zaman;34

38 Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsizin?35

39 İşte o gün, ne insana, ne de cinne günahından sorulmaz.36

40 Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini 37yalanlayabilirsiniz?

41 (Çünkü o gün) Suçlu-günahkârlar, simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından yakalanıverir.

42 Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?

AÇIKLAMA

34. Burada, Kıyamet gününde göğün kapılarının açılacağı ve hiçbir mania kalmayıp tüm kainat nizamının bozulacağı zikredilmektedir. Ayrıca gökyüzünün kıpkırmızı bir deri gibi olacağı vurgulanmıştır. Yani, büyük felaket günü gökyüzüne bakıldığında, gök ateşle tutulmuş gibi görünecektir.

35. Sizler şimdi kıyametin vuku bulmasını mümkün görmüyorsunuz. Yani sizlere göre, Allah buna muktedir değildir. Oysa kıyamet vuku bulduğunda bunu kendi gözleriniz görecek ve sonra bakalım bunu yalanlayabilecek misiniz?

36. Suçluların, yüzlerinden nasıl belli olacakları hususunun açıklaması ileride yapılacaktır. Yani o kadar insan içerisinde, öncekiler ve sonrakiler toplanacak ama buna rağmen, "suçlu kim?" diye sorulmayacaktır. Çünkü suçlular, zaten k