Psikolojimizi güçlü tutmamız lazım! Sosyal medya zihinlerimizi zehirliyor

Sosyal medyada pandemi hakkındaki çoğu yalan yanlış bilginin zihinleri doldurup adeta insanları zehirlediğini ifade eden Prof. Dr. Erol Göka, “Kendimizi ve çevremizi psikolojik bakımdan güçlü tutmaya çalışmalıyız. Sosyal medyanın bizi zehirlemesine izin vermemeli, sadece güvenilir kaynaklardan haber almalıyız” dedi.

SÖYLEŞİ: ÖZLEM DOĞAN

Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgını genç-yaşlı tüm yaş gruplarını eve hapsetti. Ekonomiden eğitime her alanı olumsuz yönde etkileyen pandemi yüzünden hayat adeta durdu. Devletler koronavirüsle mücadelelerini sürdürürken halka da ‘evdekal’ çağrıları yapıyor, gündelik yaşama zorunlu kısıtlamalar getiriyor. Bu aşamada moral ve motivasyonu da yüksek tutmak gerekiyor. Zira şu an milyonlarca insan psikolojik olarak ölüm korkusu ve geleceği dair belirsizliğin vermiş olduğu stresle başa çıkmaya çalışıyor. Koronavirüsün insan psikolojisi üzerindeki etkisini ve bu durumla başa çıkabilmek için neler yapılabileceğini Ankara Şehir Hastanesi Psikiyatri Kliniği Eğitim Görevlisi Prof. Dr. Erol Göka ile konuştuk.

“Acaba koronavirüs bana bulaşacak mı ya da kimden bulaşacak? Bende virüs var mı? Ya bu virüse yakalanıp aileme bulaştırırsam?” gibi kaygı verici düşünceler kişi ve toplum psikolojisine nasıl etki ediyor?

Bugünlerde hepimizin kafasında bu tür sorular dolanıp duruyor. Yetmiyor; bunu dünyanın ve insanlığın geleceğine dair karamsar bir psikoloji izliyor. Bilişim teknolojileri sayesinde tüm dünyadan aldığımız bilgiler ve pandemi hakkında çoğu yalan yanlış sosyal medyadan ekranlarımıza akıp duran veriler zihnimiz dolduruyor, adeta bizi zehirliyor.

Hayat boş vitesteki araba gibi ilerliyor

Bu zihin yüklenmesi üzerimizde nasıl bir tesir bırakıyor?

Hal böyle olunca hayatın dışına çıkıyor, gündelik işlerimizi yapamıyor, endişe içinde, zamana batmış bir halde yaşıyoruz. Hemen herkes bizim gibi olduğundan ve zaten resmi olarak da virüse karşı “evde kal” stratejisi uygulandığından hayat adeta boş vitesteki araba gibi ilerliyor. Kimi zaman arkadan ittirerek kimi zaman çılgınca akarak…

İçinde bulunduğumuz bu aşamada ne kadar süreceğini bilmediğimiz bilinmezlik mi yoksa virüse yakalanma/ölüm korkusu mu daha etkin?

İkisini birbirinden ayırmak imkânsız. Hem bilinmezlik hem hastalığa yakalanma ve onunla at başı giden yakınlarımıza, ülkemize, insanlığa bir şey olacak, felaket hepimizi vuracak endişesi… Belirsizlik ve travmatik somut tehlike korkusu sürekli birbirini besliyor.

Güvenilir kaynaklar tercih edilmeli

Tüm dünyada olduğu gibi ülke olarak evde oturuyoruz. ‘Koronavirüs'ün psikolojimiz üzerinde olumsuz etki etmemesi için neler yapabiliriz?

Sakin kalmaya çalışmalı, olabildiğince pandemi önceki hayatımızı sürdürmeye çalışmalıyız. Ekranlardaki kitap okuma, bu fırsatı (!) en iyi şöyle değerlendirin, şu kitapları okuyun, şu filmleri izleyin türü önerileri ancak kendimizi iyi hissedince yapmaya girişmeli, yapamazsak da üzülmemeliyiz. Yoğunlaşamamak nedeniyle işlerimizi ve hayatımızı eskisi kadar iyi organize edemediğimizi bilmeli, kendimizi heder etmemeliyiz. Dikkatimizi daha çok kendimizi ve çevremizi psikolojik bakımdan güçlü tutmaya, dayanışmaya vermeli, medyanın ve sosyal medyanın bizi zehirlemesine izin vermemeli, sadece güvenilir kaynaklardan haber almalıyız.

Okullar tatil edildi, çoğu işyeri kapandı, aileler hiç olmadığı kadar beraber vakit geçiriyor. Bu bir avantaj mı dezavantaj mı?

Zorunlu olarak evdeyiz. Evde kalmalıyız. İlk başta ailenin nihayet bir arada olmasına fırsat sağladığı için bu süreç, hayli avantajlı gibi görünmesine rağmen üzerine düşünmez, tedbirler almaz ve bilinçle ilerlemezsek aslında tehlikeli ve dezavantajlı olabilir, aman dikkat! Evde kalmamız bilinçli ve planlı olarak tercih ettiğimiz bir süreç değil, gündemimize Korona pandemisi nedeniyle isteğimiz dışında, zorla girdi, hazırlıksız yakalandık.

Bu hazırlıksız yakalanış gelecekteki planlarımıza da etki edecek gibi görünüyor, öyle değil mi?

Planlarımız altüst oldu, hayatımızın ritmi bozuldu. Özellikle çocukların, gençlerin yardıma ihtiyaçları var. Böyle zamanlarda birikmiş sorunlar, çözemediğimiz dertler kapının arkasında beklerler ve hemen içeri girerler. Telaşa kapılmamalı, birlikte ev-içi hayatımızı en iyi nasıl planlayabileceğimizi düşünmeli, birlikte hayata geçirmeli, başaramadığımızda hoşgörümüzü muhafaza etmeliyiz.

Gençlerimize teşekkür borçluyuz

Koronavirüs yüzünden geleceğe dair kaygı yaşayan ve evde sıkılan gençlere nasıl yaklaşılmalı?

Gençlerimiz evde. Hepimiz nasıl teşekkür borçluyuz onlara. Bizim evde kalmamız nispeten kolay ama onlar enerji yüklü ve zihinlerinde bin bir plan, ulaşmak istedikleri idealleri var. Arkadaş gruplarıyla iletişim gençlerimiz için vazgeçilmez önemde. Gençlerimize hoşgörüyü artırmalı, sosyal medyadan arkadaşlarıyla görüşme isteklerini saygıyla karşılamalı, mahremiyetlerine özen gösterdiğimizi belli etmeli ve göstermeliyiz.

Peki ya ‘dışarı çıkarsan ölürsün, ilk ölecekler arasında sen varsın’ denen 60 yaş üstü insanımıza bu zorunlu durumu nasıl kabullendireceğiz?

Evde aileleriyle birlikte olan yaşlılar için fazla sorun yok. Onların rehberliğine ihtiyacımız olduğunu gösterip, onlara saygılı davrandığımızda ve onlar için kaygımızı belli ettiğimizde birçok sorun çözülür. Asıl sorun yalnız yaşayan yaşlılarımızda. Onları mutlaka telefonla, sosyal medya aracılığıyla sık sık aramalı, hâl hatır sormalı, ihtiyaçlarını karşılamalı, ne kadar sevildiklerini göstermeliyiz.

Dünya ve insanlık bir anda değişmez

İnsanoğlu kendisine tanrılık atfederken bir virüs yüzünden modern paradigmanın adeta çöküşü ve bu minvalde aciz kalışı insanoğlunun manevi dünyasında bir değişime neden olabilir mi?

Kulağıma hoş geliyor söyledikleriniz ama abartmamalı, temkinli yaklaşmalıyız. Bunlar basit kriz yönetimi teknikleridir. Krizi çözmek, ortak düşmana karşı mücadele etmek için her fırsattan yararlanılır ve güçler birleştirilmeye çalışılır. Korona pandemisinin özellikle manevi açlığı ve ihtiyaçları yüksek bazı insanlarda bir uyanma ve aydınlanamaya yol açma ihtimali var ama tüm dünya ve insanlık bir anda değişecek hisleri hatalı, böyle bir şey olmaz.

PROF. DR. EROL GÖKA KİMDİR?-----------------------------------------------------------------------

1959 yılında Denizli'de doğan Erol Göka, 1983’te "Tıp Doktoru", 1989 yılında “Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı” oldu. 1991 yılında altı yıl süren bir eğitim faaliyetini tamamlayarak Uberlingen Moreno Enstitüsü'nün onayladığı "Psikodrama Asistanı" belgesini almaya hak kazanmış, "Psikodrama Terapisti" olmak için gerekli olan teorik ve uygulamaya dönük çalışmaları yerine getirmiştir. 1992 yılında “Doçent" olmaya hak kazandı. 1998’de Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği Şefi oldu. 2006 yılından itibaren iki dönem “Başbakanlık Özürlüler Yüksek Kurulu Üyeliği” görevinde bulundu. 2002-2010 yılları arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Etik Kurul Başkanlığı’nı sürdürdü. 2010 yılı başında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilimdalı’na “Profesör” olarak atandı. Prof. Dr. Erol Göka, 2015'e kadar bu kadroda kaldıktan sonra tekrar Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevlendirildi. Birçok kitabın yazarı olan Göka, evli, 5 çocuk babasıdır.