Profüsür Özdağ'dan Ortadoğu şeyisi

Ümit Özdağ, İsrail'de; Siyonizm'in kalbinde verdiği konferansla Bozkurtluğu değil, Mankurtluğu yüceleştiriyor adeta. Ortadoğu ile ilgili kalem aldığı oldukça ağır hacimli ve farklı ebadı olan kitabının, çok başka amaçlar için ciddi anlamda faydalanılacağını öğrendiğinizde şok olacaksınız. Buyurun hep beraber kitabın sayfaları arasında turlayalım.

Erdal ŞİMŞEK

erdalsimsek.tr@gmail.com

Kitap vardır okunur ve çöpe atılır. Kitap vardır okunur şerh edilir kitaplığa konur. Kitap vardır okunup şerh edilir masada tutulur. Konunun ehli olanlarla yeni yeni şerhler yapılır. Kitap vardır okunur şerh üstüne şerhler yapılır ve kıymetli bir hazine gibi kütüphanenin en ulaşılmaz yerine konur.

Ama bazı kitaplar da vardır okunmaz. Okunmasına gerek yoktur. Alırsın eline ağırlığını, enini boyunu ölçer biçersin, rastgele sayfalar açar ve onun yazı hayatındaki behresini tespit edersiniz.

Değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez Medya Grup Başkanımız Ahmet Zeki Gayberi ile gazete ile ilgili gelişmeleri, yeni çalışmaları konuşurken, dünya ormancılık tarihi ve kaderi üzerinde önemli rol oynayan, kağıt fabrikalarındaki binlerce emekçinin ekmek kapısının açık kalmasını sağlayan, her biri kendi sahasının şehlası, cüru00fbfatı kebairi olan kitabeynin tanıtımlarını yapmaklığım konusunda fikir birliğine (laf aramızda fikir birliği olmasa bile, Medya Grup Başkanı söylediyse yiyorsa yazma) vardık.

Eşsiz, henüz dillendirilmemiş, gün yüzüne çıkmamış, her bir harfi bir güneş olan kitapların okunmadan tanıtımı, tahlili yapılması, edebiyatın, yazının ve tahlilin en zor dalıdır. Roman yazmak kadar zordur.

Roman dediysem, "merdiven altı yazarları"nın üç beş cümle, bir iki çocuksu kurgu ile çalakalem döktürdükleri sadece adı roman olan kitaplardan söz etmiyorum. Bildiğimiz klasikleri kast ediyorum.

İncelemeye aldığınız kitabın alanı ile ilgili en son en yeni ve en eski bilgilere sahip olmanız gerekiyor. Yoksa yıllardır raflarda duran ve herkesin okumaya cesaret edemediği üç beş tanesinin satıldığı ve hiçbir nüshasının sonuna kadar okunmadığı kitapları inceleyip gerçekçi tahliller yapmak oldukça zor bir sanattır.

Bu hakikatleri hatırlatarak bu yazı serimizin ilk kitabına doğru ufaktan ufağa yol alalım. Kitapçıda "hiç satılmayan kitaplar" rafına doğru hafif seğirtirken, bir kitap hemen "buradayım, beni al" diye yalvarıyor adeta.

Adı da hayli ilginç ve iddialı: "Kerkük, Irak ve Ortadoğu"

Bir anda tebessümler yüzümde açıyor. Meslek hayatımın yurtdışı kısmının yüzde 95'in geçtiği birçok başkentini Ankara'dan daha çok iyi tanıdığım Ortadoğu ile alakalı bir kitabın beni davet etmesi, kalbimin şükretmesine sebep oldu. En azından ilk kitapta okura mahcup olmazdım.

Kitabın yazarına bakıyorum: Profüsür Ümit Özdağ

İsim, büyük. İsim, ağır. İsim, "titr"li. İsmi okuyan da titriyor: Profüsür Ümit Özdağ.

Doktorasını unuttum ama Doçentliğinin tez konusu, "Siyasal Teori". Gayet iddialı ve farklı bir alan.

İçeriğini pek bilmiyorum ama isminden de anlaşıldığı kadarı ile pek de önemli bir saha imiş Siyasal Teori.

Profüsür Özdağ, Tokyo'ludur. Şimdi hemen hepiniz onun suretini göz önüne getirip de "iyi de Erdal hocam bu adam çekik gözlü değil ki" diye çıkışacaksınız.

Doğru. Ümit Özdağ, çekik gözlü değil. Bu durumda Japon Türkü olamaz mı? Tabi ki Japon Türkü değil. Öz be öz Türk Türkü'dür aziz profüsürümüz. Gariptir, dünyada bütün Türkler çekik gözlüdür, sadece Anadolu Türkleri "çekik" değildir.

Muhterem Özdağ'ın Japon Türkü olmasının sebebi, 27 Mayıs'ta Menderes'i deviren darbeci subaylardan Muzaffer Özdağ'ın (çıkan iç çatışmadan dolayı) diğer darbedaşları tarafından Tokyoya ateşe olarak atanması olayıdır. Ve tabi Muzaffer Yüzbaşı, burada baba olur. Doğan çocuğun adını Ümit koyar. Kim derdi ki, bir gün Tokyolu Ümit Türkiye'de kallavi kitaplar yazacak?

Kader budur işte. Biz böyle büyük, güçlü ve eşsiz bir milletiz. Her yıl binlerce Japon gelir Türkiye'ye ve bir o kadarı da ülkemizde ikamet etmektedir. Ama hiç biri ülkesine döndüğünde profüsür olup kallavi kitap yazmamıştır. Böyle bir şey binlerce yıllık Japon tarihinde vaki değildir.

Muhterem hocamızın kitabını raftan tek elle almaya gaflet, dalalet ve hatta kendi bedenime hıyanette bulunuyorum. Kitap yerinden kalkmıyor. Ben sol kolla asılıyorum, kitap bir milim yerinden kıpırdamıyor mübarek. Uzun uğraşlar sonucu son bir kez Çanakkale'nin efsane kahramanı Seyid Onbaşı'nın manevi himmetine sığınıp "Ya Allah!" deyip asılıyorum. Kitabı raftan çıkarır çıkarmaz sol bir anda yerle sarma dolaş olacakken, sağ elimle destek çıkıyorum.

Kitabı ele değil, kucağa almaya çalışıyorum adetau2026

Bu ağırlık sadece kitabın cüssesinden kaynaklanmıyor. Kitabı basan yayınevinin adı bir kere insanın dizlerinin bağını çözüyor. İsim, isim değil sanki bir tsunami: Bilge Oğuz kitapevi.

Oğuz Han, insanlık tarihinde en hayran olduğum lider ve devlet başkanlarının başında gelir. Orhun kitabelerinde Oğuz Han'ın nasihat ve söylevleri insanı mest ediyor. Hani Batılıların "Bilge Kıral" tanımlaması vardır ya, o sıfat, Oğuz Han'ın yanında diş kovuğu kadar kalıyor.

Bilge Oğuz adını alan bir yayınevinden bu kitap basıldıysa, demek ki bu güne kadar eşi menendi görülmemiş ve bundan sonra da görülmeyecek bir eserdir. Bu maddi ve manevi ağırlığın verdiği korku ile Medya Grup Başkanımız Sayın Ahmet Zeki Gayberi'yi bir kez minnet ve şükranla anıyorum. Korkarak, ürkerek, "üç İhlas, bir Fatiha" okuyarak kitabın kapağını açıyorum:

İlk sayfada bir ithafname var. İthafnameyi okurken gözlerim doluyor. Kitap, Kuvayı Milliye'nin eşsiz kahramanlarından ve bu güne kadar kıymeti bilinmemiş, en az Kut ül Amare kahramanı kadar bir kahraman olan Süleymaniye, Musul ve Kerkük'te İngilizlere karşı yürüttüğü mücadeleden dolayı efsaneleşen Özdemir Bey'e ithaf edilmiş.

Hem de ne ithaf? Özdemir Bey'in emperyalizme karşı yürüttüğü mücadelesine açık ve seçik olarak atıfta bulunarak ithaf edilmiş.

Allah Allaaahh! İllallah. Dikkat! Komutan sağda.

Kitap, bir kere alışılagelmiş kitapların format ve ebatlarından çok farklı ve büyük. Azim ve asil bir duruşu var. Az önce de dediğim gibi, kitap ele değil kucağa geliyor mübarek. Bu hali ile TBMM'nin önündeki katafalka koyun, başta 550 mebus olmak üzere tüm Meclis çalışanları ile Ankara ahalisi resmen geçit töreni yapar.

Kitabın kapağı mat lake yapılmış. Kapak simsiyah. Alta hafif bir tramla harita var. Ortasında bir alev.

Bu kapak beni çok düşündürdü. Sadece düşündürmedi de, hem korkuttu, hem sevindirdi.

Sayın profüsürümüz bu kapakla şunu mu demek istedi: "Ey okur kişi! Bu kitabı eline almadan önce senin hayatın ve ufkun bu kapak kadar simsiyahtı. Fakat şimdi kitabı aldın eline ve alevin geceyi yırtması gibi sen de simsiyah ufkunu ve kaderini yırtıp atıyorsun. Bilinçleneceksin, aydınlanacaksın! Ergenekonu kendi beyninde yaşayacaksın!"

Yoksa şunu mu buyurdu hocamız: "Ey fani, sen bu kitabı alıp okumakla o kapkaranlık talihini bu alev misali yakacağını mı sanıyorsun? Bunu yapabilmen için ayakta ve saat yelkovanının tersine dönerek 41 kere okuman gerek."

41 kere maşallah!

Kim bilebilir, belki de hocamız şu subliminal mesajı vermiştir: "Bu kitabı okuyup anlamazsan senin hayatın böyle yanacak!"

Kitabın önünü arkasını karpuz seçercesine tokatlıyorum. Tok bir ses çıkıyor. Demek ki sağlam kağıda basılmış. Yayınevi kağıdın gramajından kaçınmamış. Tok ses verdiğine göre içinde bir şeyler var bunun deyip bütün cesaretimi toplayarak gözlerimi kapatıp euzubesmele ile rastgele bir sayfa açıyorum.

Sayfaların görselliği bende hayal kırıklığına sebep oluyor kitabın ebadı lakesi tamamen değişik. Ama sayfa düzeni klasiku2026 Bildiğimiz kitap sayfası mizanpajı. Açtığım, 194. Sayfa imiş. Muhterem hocamız bol paragraflı yazı yazıyor. Yani neredeyse bir cümleye bir paragraf. Bu kitapta değil günlük gazetede geçerli olan yazım üslubudur. Eksi puan. Hacim ve isim olarak böylesine büyük, kallavi bir künye ve ağırlığa sahip olan kitabın gazete haberi misali cümle başı paragraf işi, içeriğin sakat olduğu izlenimini veriyor dakikasında. Halbuki bu tür kitaplar, özellikle profüsür sıfatı taşıyanların kitaplarının paragrafları, "buradan köye yol olur."

Gözlerim sayfanın eteklerine kayıyor ve beşinci paragrafı pür dikkat okumaya başlıyorum:

"u2026 Türkiye Orta Doğu Barış sürecinde önemli rol oynamaya devam edecektir Türkiye-İsrail ilişkileri, barış sonrasında da İsrail'in Orta Doğu'ya entegre olmasını kolaylaşacaktır. Üstelik, Orta Doğu barışı, Filistin-İsrail barışından ibaret değildir. Suriye ve İran'ın içinde olmadığı bir barışı barış olmayacaktır. Türkiye'ye karşı 1980'lerin başından beri PKK terörünü, Ermeni terörünü ve radikal İslamcı terörünü destekleyen iki ülke olan İran ve Suriye ile Türkiye'yi aynı safa itmek ancak çok yaratıcı politikaların sonunda olabilir."

İmla hataları yazım faciaları bana ait değildir. Böylesine büyük hata ve faciaları gerçekleştirebilmem için benim de profüsür diplomasına sahip olmam gerekir.

Tahlile gelince, bugün yaşananlarla muhterem profüsürümüzün öngörüleri arasında bir virgül bağlacı dahi yoktur. Ortadoğu'da Emperyalist İngiltere ABD, Fransa ve Rusya'dan söz etmeden herhangi bir tahlilde bulunmak, en hafif tabiri ile havanda su dövmektir.

Ümit hocamızın sözünü ettiği Radikal İslam Terör'ü (!) Sünni-Selefi kökenli olup, Şia'yı kafir statüsünde, Esed ve Nusayriliği de katli vacip olarak görmektedir. İran ve Suriye'nin El Kaide ve ya DAEŞ'e destek verdiğini söylemek için profüsür olmak gerek sanırım.

Anlaşılan sayın profüsürümüz hala eski Türkiye paradigmalarının esaretinden kurtulamamış. Yalan, yanlış bilgilerle halkın kandırıldığı eski Türkiye. Şükür ki o Türkiye artık yok. Hepimiz bilgiye çok kolay ulaşabiliyoruz. Hem Ortadoğu'da birçok başkenti avucumuzun içi kadar iyi biliyoruz.

Kendi ülkesinin bağımsızlığı için savaşan Taliban, HAMAS, Meclis-i Adele gibi milli savaşçılara terörist de. Ama öte taraftan bütün dünyanın terörist olarak gördüğü PKK çeteleri ile ABD'de görüş!

PKK çeteleri ile görüşmek, Dokuz Işık'ın hangi maddesinde var! Türk devletini bölmek isteyen çetelerle selamlaşmak dahi Türk milliyetçiliğinin hangi tarifinde var?

Merakıma mucib oldu, sayın profüsürümüz Tel Aviv'den kelli (kendileri Ayıntab mebusu oldukları için bu kelimeyi bilmek zorundadır artık)Ortadoğu'da başka bir payitahta gitmiş midir acep? Mesela Bağdad, Kabil, Sana, Mogadişuu2026

MHP'YE AMERİKANCI GENEL BAŞKAN MI?

Ümit hocamız son günlerde mebusluğunu borçlu olduğu Devlet Bahçeli Beyefendi'ye kazan kaldırmış, resmen ve alenen onun tahtına talip olduğunu dile getirmiştir.

Hangi taht bu? Tabi ki Milliyetçi Hareket Partisi'nin genel başkanlık tahtı. Peki, o tahtta oturanlar neci olur? Her şeyden önce tam bağımsızlıkçı, antiemperyalist ve anti Amerikancı olur. Sayın Devlet Bahçeli'nin birçok Amerikan heyetinin randevu taleplerini elinin tersi ile ittiğini biliyoruz.

Peki, profüsür Özdağ'ın anti Amerikancı refleksleri nasıl? Bu sorunun cevabı az önce alıntıladığım paragrafın tam karşısında bulunuyor.

MHP'nin Türk milliyetçiliğinin, Turancılığın medar-ı iftiharı, Türklüğün Başbuğ namzedi, Ahrar ı Ayıntab mebusu, alim, fazıl, abid, şahbender, Türklüğün nümu00fbnesi, Profüsür Ümit Özdağ Beyfendiciğimiz kitabının 195. sayfanın son paragrafında Amerikan hempalığını aynen şöyle buyuruyor:

"Özetle, Ankara Orta Doğu'da her şey daha yeni başlarken, Türkiye'nin ulusal menfaatlerine saygı gösteren bir ABD ile demokratik bir bölge yapılanması için işbirliği içinde olabilir."

Şimdi bu cümlenin neresinden tutacağız? Milliyetçilik kulpu ile zinhar tutamazsınız. Kemalist rahipliğe soyunup "istiklal-ı tamme" çengeli ile tutmaya çalışırsanız, elinizi "cıs" eder. Bozkurt damarı desen, yandım Allah muhitinden geçmez.

Sonra çıkıp ekranlarda gerdan kırarak "BOP eşbaşkanı, BOP eşbaşkanı" diye atarlanacaksın AK Parti'nin ve Yeni Türkiye'nin kurucu liderine.

Zaten o satırların devamında da AK Parti hüku00fbmetine atarlanıyor muhterem profüsürümüz.

Bu satırların tek bir adı vardır: Eğer bozkurtluğa öykünerek siyaset yapıyorsanız, hele hele Bozkurtlara Başbuğ olma gayretkeşliği içerisinde iseniz, burada size tek kelime ile "MANKURT" denir.

Bu, BOP eşbaşkanlığı, hatta LEŞBAŞKANLIĞI bile değil, direk, ABD emperyalizminin bölgemizdeki Jandarmalığı demektir.

Profüsür Özdağ'ın Ortadoğu şeyisinin bir sonraki sayfasında (196) yazdığı ilginç bir cümle:

"Türkiye'de hep anti Amerikanizm hep anti Avrupacılık en son ihtiyaç duyduğumuz şey. Bunun olmaması için her iki kutup da Türkiye'nin ulusal menfaatlerini nasıl tanımladığını anlamalıu2026"

Atalarımız böylesi haller için ne diyordu:

"Cafer s..tı bez getirin."

Çok mankurtlar gördüm, böylesini ilk kez görüyorum.