SÖYLEŞİ: ÖZLEM DOĞAN
Türkiye, ABD’nin ekonomik yönden saldırılarına karşı gerekli önlemleri alıp mevcut sıkıntıları en aza indirgemeye ve olası krizleri önlemeye çalışıyor. Rahip Brunson’ı bahane ederek adeta Türkiye’yi hedef tahtasına oturtan Trump’ın açıklamaları iki ülke arasındaki gerginliği zirveye tırmandırmıştı. 24 Haziran seçimleri öncesinde başlayan, kredi derecelendirme kuruluşlarının kasıtlı olumsuz açıklamaları ve doların yükselmesiyle devam eden süreç ABD’de kasım ayında gerçekleşecek senato seçimleri öncesi Trump’ın iç siyaset malzemesi olarak Türkiye’yi karşısına aldığı şeklinde yorumlanıyor. Dış politikada bunlar yaşanırken geçtiğimiz günlerde Merkez Bankası faiz artırımına giderken dolar da düşüş gösterdi. Ekonomideki son gelişmeleri Medipol Üniversitesi Ekonomi ve Finans Bölümü Öğretim Üyesi Mevlüt Tatlıyer’le konuştuk.
Türkiye’ye yönelik ekonomik saldırı ne zaman başladı?
15 Temmuz’daki darbe girişiminin ardından Türkiye’ye yönelik çok boyutlu saldırılar başladı. İlki Kasım 2016’da, ikincisi Ocak 2017’de, üçüncüsü de Ekim-Kasım 2017’de’da gerçekleşti. Akabinde Moody’s ve Fitch gibi kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye aleyhine yanlı değerlendirmeler yapıp takvim dışı olarak not indirimine gittiler.
Başarısız darbelerini ekonomide deniyorlar
Ekonomik saldırıyı da bir darbe olarak kullandılar öyle değil mi?
Gezi olayları, 17-25 Aralık hukuki darbe girişimi ve 15 Temmuz darbe kalkışması sonrasında yaşadıklarımız da ekonomik darbe girişimidir, zira başka deneyecekleri darbe şekli kalmadı. Son beş senedir yaşadığımız her şey Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için planlanmıştır ve bu hadiselerin arkasında ABD var. Çıkarlarına uygun olarak ülkemizi güçsüzleştirmeye çalışıyor.
Belli kesimler tarafından iddia edildiği gibi Türkiye’nin ekonomik sistemi çöküş durumunda mı?
Ekonomik ve finansal sistemimiz gerçekten sağlam. Ayrıca siyasi bilincimiz de yüksek. Kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 28. Türkiye bu oranla dünyada en az borçlu ülkeler arasında yer alıyor. Bütçe açığının milli gelire oranı da yüzde 1.5 buçuk. Devletin bütçesinde bir sıkıntı yok. Dış borcumuzun milli gelire oranı yüzde 53. Bu oran ne çok düşük ne de çok yüksek.
Özel sektörün döviz varlığı borçlarından çok
Bankacılık sektörü ne durumda?
Bankacılık kesimimizin kısa vadede döviz açığı değil döviz fazlası mevcut. BDDK verilerine göre bankalarımızın kısa vadeli döviz varlıkları döviz yükümlüklerinden 2 milyar TL daha fazla. Özel sektörün kısa vadeli döviz varlıkları da döviz yükümlülüklerinden 4 milyar dolar daha fazla. Kamuda sorun yok, toplam dış borç orta seviyede, bankalarda ve özel sektörde sorun yok.
Bu tablo çerçevesinde değerlendirecek olursak ekonomimizde hiçbir sıkıntı yok mu? Mesela cari açık gibi…
Uzun yıllardır en önemli problemimiz cari açık ama şu an düşme trendinde. Diğer gelişmekte olan ülkeler gibi son birkaç senedir TL dolar karşısında değer yitiriyor. Bu yaşadığımız kriz olmasaydı da TL değer kaybedecekti. Borç ödeme kapasitemiz iyi durumda olduğu için cari açık kendi başına ciddi bir problem teşkil etmiyor.
İngiltere’nin cari açığı bizden büyük
Bu yaşadığımız durumun benzeri diğer ülkelerde de görülüyor mu?
İngiltere’de son birkaç yılda cari açığın milli gelire oranı yüzde 5’ten fazlaydı. Bizden daha yüksekti. Bizde yüzde 53 olan dış borcun milli gelire oranı İngiltere’de yüzde 313 ama kimse ‘İngiltere batıyor, bitiyor’ demedi. İngiltere’nin finans merkezi olmasından ötürü iki ülkeyi karşılaştırma olanağımızın ne kadar olduğu tartışılır yok belki ama bu kadar büyük bir fark olmasına rağmen İngiltere’nin gidişatını kimse tartışmadı.
İçinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntıyı 2002 öncesindeki krizlerle karşılaştırırsak nasıl bir sonuç ortaya çıkar?
1994 ve 2001 krizinde Türkiye’nin kamu maliyesi çok daha zayıftı. Bu ekonomik krizler bizim zamansız olarak gerekli finansal alt yapıyı oluşturmadan dışa açılmamız sonucu gerçekleşti. Ayrıca bankacılık kesimi ve kamu kesimi maliyesi de zayıf olduğu için bu iki kriz gerçekleşti. Fakat bu sefer doğrularımız yanlışlarımızdan daha fazla. Kamu maliyesi, bankacılık ve finansal kesim çok daha güçlü. Eski krizlerle bu içinde bulunduğumuz kriz asla karşılaştırılamaz.
Cendereden çıkmak için iletişim şart
Yatırımcıyla kurumlar arasında sağlıklı bir iletişim var mı sizce?
ABD Merkez Bankası FED, ileriye yönelik dönük rehberlik (forward guidance) hizmetiyle uygulaması çerçevesinde ekonomik anlamda yaptığı açıklamalar yaparak açıklamalarıyla piyasaları yönlendiriyor. Piyasayla, halkla çok açık ve şeffaf bir iletişim kuruyor. Para politikası sadece faiz indirip çıkarma değildir, bundan çok daha fazlasıdır. Bu yüzden Merkez Bankası ile birlikte BDDK, SPK ve Hazine de vatandaş ve yurtdışındaki yatırımcılarla güçlü iletişim kurmalı. Para politikasını hem içinde bulunduğu dar cendereden çıkarmak hem de çeşitli kurumların etki alanı içine sokmak için kurumların yatırımcılarla ayrı ayrı ilişki kurması lazım.
Söylentiler ve olumsuz varsayımlar piyasayı nasıl etkiliyor?
Ekonomi büyük oranda beklentiler ve güven üzerine kurulu. Hiçbirimiz harcama yapmazsak kriz olur. Türkiye’de herkes gelecek sene fiyatların yüzde yüz artacağını düşünürse çalışanlar yüzde yüz zam ister, firmalar fiyatları yüzde yüz artırır ve böylece sonuçta da enflasyon gerçekten de yüzde yüz enflasyon artmış olur. Ekonomide kehanetlere inanılırsa bu kehanetler kendini gerçekleştirir.
İletişim güçlü bir para politikası olarak kullanılabilir
O halde güçlü bir iletişim kurulmalı…
İletişim güçlü bir para politikası aracı olarak kullanılabilir. ‘Elimizdekini tasarruf edelim, harcama yapmayalım’ dersek vatandaşlar harcamalarını kısarlar ve ülkeyi krize sokarız. Her zamanki harcamalarımızı sürdürmemiz lazım. Bizim tüketimimiz başkasının geliri. Tasarrufu yerli üretime teşvik etmek etmeli, tasarrufu için ithal ürünlerde yapmalıyız.
Faiz artırımı bir çözüm mü?
Faiz oranı arttığı zaman direkt olarak ve sadece talep kanalından enflasyonun düşeceği düşünülse varsayılsa da maliyet kanalı da önemli bir noktadadır. Yani faiz yükü artan işletmeler bu maliyeti de maliyet kanalı bunu ya fiyata ya da çalışana yansıtır. Daha yüksek faiz enflasyon oranının daha uzun süre daha yüksek düzeylerde kalmasına neden olabilir ve gelir dağılımında bozulmaya sebebiyet verir, Enflasyon oranı belki daha yüksek oranda kalacak ve gelir dağılımında bozulma olacak çünkü faiz birçok kanaldan ekonomiyi etkiliyor. Para politikası sadece faizden ibaret değil. Faizi artırınca yatırımcıların gözünde ‘bu ülke hakikaten kötü durumda’ imajı uyanabilir. Bu yüzden bu artırım bize faydadan çok zarar getirebilir.
Yatırımcı sürü psikolojisiyle hareket ediyor
Yabancı yatırımcının Türkiye’ye bakışı nasıl şu an?
Türkiye’nin ekonomik temelleri sağlam ama siyasi saiklerle hareket eden ve ABD’nin negatif tutumuna bakan yatırımcıyı beklemek kısa vadede pek mümkün değil. Ekonomik saiklerle hareket eden yatırımcıları çekmemiz lazım. Zira yatırımcı sürü etkisiyle hareket ediyor. Bu anlamda yabancı yatırımcıyla iletişimi çok güçlü kurmamız lazım.
Bizi güçlü kılacak üretimde eksiğimiz nedir?
Savunma sanayisi ve teknoloji üretimi alanlarında epey üzerine koymamız gerekiyor ki bu saldırıları çok daha güçlü şekilde bertaraf edebilelim. Biz üretebileceğimiz ürünü dışarıda TL değerli olduğu için ya üretmedik ya da üretmeyi bıraktık. Bundan sonraki süreçte TL göreceli olarak daha az değerli olduğu için ve dışarıdaki malların daha pahalı olmasından ötürü içeride üretmeye başlayacağız. Bu da cari açığı düşürecek.
Asıl problem belirsizlik ortamı
İş sektörünün şu anki algısı ne?
Belirsizlikten dolayı iş yapılamıyor. Bu noktada ticari ilişkilerin yavaşladığını görüyoruz. Yatırımcının sermayesinin önemli hatırı sayılır bir kısmını yitirme riski var. Kısa vadede yaşanan olumsuzluk nedeniyle elbette zararlar yaşandı ama özel sektörün yaşadığı asıl problem bu belirsizlik ortamı.
Türkiye’yi ekonomik anlamda ileri taşımak için neler yapılmalı?
İhracat eksenli bir teşvik programı çok önemli. Böyle bir sistem oturtabilirsek çok daha güçlü bir hale geliriz. AR-GE yatırımlarını artırırsak teknolojik düzeyimizi geliştirebiliriz. Dışarıda TL’nin daha az değerli olması bir fırsattır. Dışarıya daha çok mal satabiliriz. Fakir bir ülke değiliz. Ürün çeşitliliği bağlamında geniş bir yelpazede üretim yapıyoruz. Potansiyel vaat ediyoruz yeter ki fırsatları değerlendirebilelim.
Mevlüt Tatlıyer kimdir?-----------------------------------------------------------------------------------
İTÜ İşletme Mühendisliği bölümünden 2007 yılında mezun olan Mevlüt Tatlıyer, yüksek lisansını İstanbul Bilgi Üniversitesi Finansal Ekonomi bölümünde, doktorasını ise İstanbul Üniversitesi İktisat bölümünde tamamladı. Tatlıyer halen İstanbul Medipol Üniversitesi Ekonomi ve Finans bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürmektedir. İlgi alanları arasında makro iktisat ve uluslararası politik iktisat bulunan Tatlıyer’in çeşitli uluslararası dergilerde yayınları bulunmaktadır. SETA ekonomi araştırmacısı olan Tatlıyer’in ayrıca İktisadi Düşüncenin Evrimi ve İktisat Politikası isimli bir de kitabı vardır.