KORAY TAŞDEMİR-RÖPORTAJ
CEMAATLER, Çağdaş İslam Düşüncesi ve Türkiye Siyaseti üzerine çalışmaları ile tanınan Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ergün Yıldırım ile yeni kitabı 'Özenin Ölümü- Bir Hareketin Anatomisi' üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. FETÖ'yü bilimsel sosyolojik bir çalışmaya konu eden Yıldırım'ın kitabı, alanında bir ilk olma özelliği taşıyor. FETÖ'yü itiraf ya da istihbarat kitapları dışında sosyolojik bir bakış açısıyla inceleyen Yıldırım, FETÖ'nün; insanın insan olma iradesini yok etmesiyle başlayan ve 15 Temmuz'a uzanan faaliyetlerini sosyolog gözüyle derinlemesine inceliyor.
-Çalışmanızda özne ve öznenin yok oluşunu tartışıyorsunuz. Kitabınızın adı da zaten 'Özenin Ölümü' üst başlığını taşıyor. Öznenin Ölümü'nden söz eder misiniz?
İnsanı tanımlayan en önemli şey insanın kendisine özgü nitelikleridir. Allah bunu vurgulamak için 'Ben insanı yeryüzünde halife olarak yarattım' diyor. Bu özelliklerimiz nedeniyle de eşref-i mahlu00fbkat olarak görülmüşüz. Bizi canlılar arasında farklı kılan üstün kılan yön kendi irademizle karar verebilmemiz, özgür tercihlerde bulunabilmemizdir. Öznenin ölümü ise özgür irade, tercihte bulunma, kendi neşvemizi koruma, nevi şahsımıza münhasır boyutlarımızı sürdürme yönlerimizi yok etmemiz, onlara son vermemizdir. Bu aslında modern dönemde de üzerinde çok durulan bir konu. Bizim bahsettiğimiz öznenin ölümü ise Türkiye'de yaşadığımız somut bir hadiseyle ilgili. İnsan olma vasfımızı bir cemaatin aşırı kolektivist yapısına teslim ettiğimiz, irademizi oraya bağladığımız zaman, özne olma yönümüzü kaybediyoruz. Türkiye pratiğinde bunu Fetullah Gülen Hareketi'nde bariz bir biçimde görüyoruz. İnsanlar ilkokuldan itibaren alınıyorlar ve insanların geleceklerine karar veriliyor ve özneleri yok ediliyor.
Komünalist yapılar!
-Modern zamanların cemaatleri ortadan kaldıramadığına vurgu yapıyorsunuz, neden insanlar cemaatlere sığındı? Gülen Hareketi'ni diğer cemaatlerden ayıran temel nokta neydi?
Modern zamanlar bireyin yüceltisi üzerine kurulmuştu. Mahalle, tarikat cemaat gibi kolektif yapılara reddiye vardı. En ideal olarak insanın bir yurttaş olarak bir birey olarak yaşaması vardı. Bu düşünceye göre cemaatler geleneksel toplumların arkaik yapılarıdır ve insanların bunlardan kurtulması gerekiyor. İnsan bunlardan kurtulduğu zaman özgür bireyler olarak yaşanacağına inanılıyordu. Pratiğe baktığımız zaman bu tamamıyla gerçekleşmedi. Çünkü cemaatler bir sosyoloğun dediği gibi insanlara sıcak bir dayanışma ortamı sağlıyordu. Cemaatlerde, insanlara bireysellikten gelen yalnızlık duygusunu giderme duygusu vardır. Cemaatlerin insanlara sağladığı bu tür psikolojik tatminler söz konusu. O nedende modern dönemde cemaatler varlıklarını sürdürdüler. Burada tabi şu sorunu yaşadık. Cemaatleri topyeku00fbn iyi ya da kötü diye tanımlamak sorunlu bir şey. Cemaatlerin belli bir kısmı insana hiçbir bireysel temsil imkanı vermiyor, onları tamamıyla kendi kolektif yapısı içinde eritmeye çalışıyor. Bu tür cemaatlere ben komünalist yapılar diyorum. Hakikaten bu yapılar, toplum ve bireyler için ciddi tehditler içeriyorlar. Cemaatlerin bir kısmı da bizim geleneksel tarihimizde olduğu gibi tekke ve dergah ortamıyla edebiyat ve musiki faaliyetleriyle insana önemli katkılar sağlıyor. O nedenle Fetullah Gülen Hareketi dediğimizde daha çok komünalist bir yapı ile karşılaştığımızı görüyoruz. Komünalist yapı dediğimiz insanın bireysel özelliklerini tanımayan onu düzleştiren her şeyi ile cemaate ait olmasını isteyen bir yapıdır.
Kolektif bir kabile ruhu
-Kitapta özellikle 'Fetullah Gülen Hareketi' tanımlamasını kullanıyorsunuzu2026
Bu tanımlamayı özenle kullanıyorum. Bununla kastettiğim sosyolojik anlamda içinde altında birçok yapıyı barındıran bir şemsiye olması. Yani Fetullah Gülen Hareketi bir şemsiye kavram ama onun içinde FETÖ olarak var, cuntacı bir yapı olarak var, komünalist bir cemaat olarak var, devlet içinde teşkilatlanan bir paralel yapı olarak var. O nedenle Gülen Hareketi kendi içinde birçok boyuta sahip olan ve hakikaten insanın bütün hayatına el koyan bir özelliğe sahip. Bunu ilkel dönemlerdeki kabile ruhuna benzetiyorum. Kabileci bir hareket. Kabile ruhundaki insanlar şef ne derse onu yapar, o artık birey değil ve şahsiyet sahibi değildir. Henüz medenileşmemiş bu kolektif ruh, Gülen Hareketi'ni çok iyi temsil eden bir benzetme.
Gülen'i günahsız görüyorlar!
-Bu ruhun oluşması ve devam etmesinde Fetullah Gülen'e atfedilen batıl özellikler de önemli değil mi?
Gülen burada sorgulanmaz, eleştirilmez, tartışılmaz bir kabile şefi olduğu gibi, İslam tarihinde kimi mehdiyet hareketlerinde geçen ve bir Mehdi'ye yüklenen masumluk ve masuniyet özellikleri ile ifade ediliyor. Bu Ali Ünal'ın bir makalesinde dile getirilmişti. Ünal'a göre Fetullah Gülen masumdur, masundur, günah işlemeden uzak bir şahsiyet olup, peygamber ile görüşen bir şahsiyettir. Rüyalarında emirler alır. Gülen'e bu vasıflar yüklenince insanlar onu kutsallaştırıyorlar, onun yanlış yapabileceğine ihtimal vermiyorlar. Bu kimseler özne olarak da yok oldukları için kendilerini ona kurban ediyorlar ve onun her dediğini yapıyorlar. Böyle sorunlu bir liderlik biçimi var. Bundan dolayı bu hareket, klasik anlamda bir cemaat olmaktan çıkıyor, kolektivist, adeta komünist bir gizli teşkilat biçimine dönüşüyor.
Hizmet kavramını tekelleştirme!
-Kitabınızda bu FETÖ'nün, zamanında ABD'de yaptığı bir toplantıda kendilerini 'Hizmet Hareketi' olarak tanımlama kararı aldığı belirtiliyor. Neden kendilerine Hizmet Hareketi dediler?
Bu çok enteresan bir şey. Bizim toplum tarihimizde tarikatlar, cemaatler faaliyetlerini sürdürürler, toplum onlara isim verir. Mevlevi denir, Sümbül Efendi denir, Kadiri ya da Nakşi denir. Bunların isimleri toplum tarafından verilir, kendileri vermezler. Doğal ve güzel olan budur. Ama burada ciddi bir farklılaşma var. Bir hareket kendisine isim veriyor, ikincisi bu ismi verirken Amerika'da toplanıyor ve inançlı inançsız insanlarla bir araya geliyorlar ve kendilerine garip bir biçimde isim veriyorlar. Bu isimlendirmeyi yaparken Amerika ve Avrupa'ya hoş görünme çabası var. Burada stratejik bir tutum var. Bu tanımlama, problemli bir tanımlama. Çünkü hizmeti tekellerine alıyorlar. Hizmet, bütün cemaatlerin kullandığı ortak bir dildir. Dolayısı ile hizmeti alıp kendi bünyesinde tekelleştirmesi gayri İslami bir tutumu yansıtıyor aslında.
Toplumda tahakküm kurdular
-Bu hareketin dini yaşamaktan ziyade, kolektif bir varlığın temsili için sosyal enerji olarak kullandıklarından söz ediyorsunuz. Bunu açar mısınız?
Din insanları seferber eden çok önemli bir güç ve sosyal enerji. Fetullah Gülen de bunun bilincinde ve dinden yararlanarak dinin insanları kendisine çağırmasına ve inanmasına aracılık ettiğinin bilincinde. Dolayısıyla dinden yararlanıyor ve insanları dine davet ettiğini söylüyor. İnsanlara İslam'a hizmet ettiğini söylüyor. İnsanların bir kısmı da buna inanıyor ve onun etrafında toplanıyor. Bu da ortaya sosyal bir enerjiyi çıkarıyor. Bu sosyal enerjiden ortaya çıkan güç gördüğümüz gibi bir cuntaya kadar gidiyor. Fetullah Gülen bu sosyal enerjiden faydalanarak toplum üzerinde hegemonya oluşturuyor. Bu hegemonyaya da ben sosyal iktidar diyorum. Bu çok önemli bir kavram. Bu iktidar ile insanları, toplumu, medyayı, parayı yönlendiriyor. Bunun arkasından devletin içinde güç olmak kolaylaşıyor. En önemli iktidar sosyal iktidardır. Bir yönüyle bu pararel iktidardır, Paralel devlet diyoruz, evet paralel devlet bunların en önemli vasıflarından ama bir diğer önemli vasıfların paralel toplum olmalarıdır. Toplum içinde örgütleniyor. Mesela bu gruba ait mensup biri asla başka bir cemaatin hizmetine el atmaz, herkesi kendi hizmetine çağırır. Burada, egoist ve tekelci bir yapı var. O nedenle iktidar, hegemonya, bencillik ve tekel bu hareketin en önemli vasıflarındandır. Hoşgörüden bahsetmelerine rağmen kendi içindeki özellikleri nedeniyle aslında çok kapalı ve çok derin bir yapıdır. Nitekim böyle olduğunu da çok yıkıcı şekilde 15 Temmuz'da gördük.
Özneyi öldüren teşkilat!
-Öznenin Ölümü çerçevesinde değerlendirirsek, yaşadığımız onca olaya rağmen hala Fetullah Gülen'e suç atfedemeyen kimseler var. Bu durumu, sosyal ölüm kavramı bağlamında nasıl okumalıyız?
Şimdi bu insanlar tabi 12 yaşından itibaren çok steril bir ortamda yaşıyorlar. Belli bir doktrin burada sürekli tekrar ediliyor. Bu evler ve üniversitelerde sadece Fetullah Gülen'in kitapları okutuluyor, kasetleri dinletiliyor. Dolayısıyla insanlar burada özne olma vasıflarını kaybediyorlar, ölüyorlar bu bir sosyal ölüm. Çünkü bu cemaatin, bu grubun ya da teşkilatın dışındaki sosyal hayat içinde yoklar. Bırakın dinin dışındaki kitapları ve yayınları takip etmeyi Fetullah Gülen ve onun önerdiği işlerin dışındaki İslami eserleri bile okumuyorlar. Görmüyorlar, duymuyorlar, tartışmıyorlar dolayısıyla bunlar normal olan sosyal hayatın içinde ölmüşler, sosyal hayat içinde yoklar. O nedenle bu steril hayat içinde çok kolektivist değerlerle yetiştiriliyorlar, kişilerin zamanı abiler, ablalar tarafından doldurulmuş. Nasıl yemek yenilecek, nasıl giyinilecek, zamanlarını nerede harcayacaklar hatta kiminle evlenecekler buna bile bu yapı karar veriyor, dolayısıyla bu gerçekten totaliter bir cemaat ve komülanist yapı. İşte yetiştirdikleri bu nesle'altın nesil' diyorlar. Normal bir cemaat değil, sosyal yapı içinde doğal haliyle yaşayan bir cemaat değil bu, totaliter bir teşkilat. Kapalı olan insanlara tek tip bir hayat, insanı robotlaştıran bir şey. Orada hakikaten insan ölüdür yani insanlar yok gibi. İşi, parayı ve bilgiyi o yapı veriyor, dolayısıyla insanları kendilerine muhtaç kılıyorlar.
Muhalefet için dini kullanma!
-Bu yapı ne zaman ve nasıl siyasal muhalefete başladı?
AK Parti'nin ve Erdoğan'ın kendilerini siyasal alanda tasfiye etme ciddiyetini görünce siyasal muhalefete başladılar. Bunun içinde bir takım enstrümanlar kullandılar. Mesela hiç Said-i Nursi'den bahsedilmezken ondan bahsetmeye başladılar. Hiç dinle kamuoyunda kendilerini ifade etmezken dinden bahsetmeye başladılar. Türkiye'de devlet içi çatışmalarda hep tarafsız gözükmeye çalışırken tam tersine çok ciddi anlamda bir ittifaklara yönlendiler. Mesela HDP ile PKK'ya yöneldiler. Ekrem Dumanlı Diyarbakır'da bunların temsilcileriyle görüştü. Aynı şekilde Cumhuriyet gazetesi gibi, Can Dündar gibi ulusalcılarla bir ittifak arayışlarına girdiler. Aynı zamanda ana medyayla ittifaklara yöneldiler ve bu Türkiye'nin çeşitli güç odaklarıyla bir araya gelerek AK Parti'ye karşı bir muhalefet stratejisi geliştirdiler. Bunun için her renge, her biçime girmekten de çekinmediler. Bunun için rüyaları bile kullandılar.Bu rüyalara çok yoğun bir biçimde başvuruyorlar bunlar, demek ki bu hareketi ayakta tutan en iyi motivasyondan birisi bu. Yani herkese Fetullah Gülen'in rüyada Peygamber Efendimiz ile görüşüp emir aldığına inanıyorlar. Peygamber Efendimiz'i kendi yanlarında gösteriyorlar bu bir yönüyle de dini, dine karşı da kullanmak aslında. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanımız da, AK Parti de dindar bir tabandan gelen, namaz kılan, din özgürlükleri konusunda büyük bir mücadelede veren insanlar. O nedenle bunlara karşı etkili bir muhalefet vermek için yine dine başvurdular.
Bilgi akışı kesilmeli
-17-25 Aralık'ta FETÖ'den kısmi de olsa kopuşlar yaşandı ama sonrasında iradelerini onlara ipotek ettirmiş bir kitle hala mevcuttu. Peki 15 Temmuz'dan sonra sizce ciddi kopuşlar yaşandı mı?
Sorgulamanın boyutları hangi düzeyde onu bilmiyorum ama genel olarak belli bir sorgulamanın olduğunu söylemek mümkün. Fakat bu hareketin özellikle çekirdek kadrosunun varlığını sürdürmesi, yurtdışında olması ve bunun bir takım networklarla bilgi akışını sürdürdükleri müddetçe bu yapının çözülmesi zor. Dolayısıyla yapılması gereken, atılması gereken en önemli adım bu çekirdek kadronun tasfiye edilmesidir. Türkiye'nin bu konuda ısrar etmesi lazım. Çünkü bu bahsettiğimiz yapının kendi aklıyla düşünme imkanı yok. Yani bu şuna benziyor; Hz. Musa, Yahudileri Firavun'dan kurtarıyor ve 'Gidelim, savaşalım orada bir yurdumuz olsun' diyor, Yahudiler ise 'Sen git Rabin'le savaş' diyorlar. Çünkü Yahudiler orada Firavun'un tahakkümünde yaşaya yaşaya iradelerini kaybetmişler. Maalesef burada da böyle bir şey var. General, profesör var ama düşünme yok, akıl yok, özne yok bunun yeniden harekete geçmesi gerekir.
Cemaatler şeffaf olmalı
-FETÖ'nün yaptıklarından sonra cemaatlerin durumu tartışılır oldu. Sizce cemaatlerin devletle ve devletin cemaatler ile ilişkisi nasıl olmalıdır?
Devlet ile cemaatler arasında çift yönlü bir ilişki var. Cemaatlerin kendilerini kapalı bir ortam olmaktan çıkarmaları gerekir. Eleştiriye, tartışmaya açık olacaklar ve kendilerini eleştirenlere karşı tekfire başvurmayacaklar. Ve cemaatlerin kesinlikle siyasi alan üzerinde rekabet etmekten uzak durmaları gerekmektedir. Cemaatler içinde siyasetle uğraşmak isteyen insanlar olabilir. Bireysel olarak karar verecek ve bireysel olarak uğraşacaklar. Cemaat hiçbir zaman siyasi bir alana kendisini taşımayacak, onunla rekabete girmeyecek Türkiye, artık eski Türkiye değil. Eskiden insanlar bir araya gelip tesbih çekiyor diye hemen tarikatçı yaftasıyla içeri alınıyordu. Türkiye artık bugün böyle değil; tarikatlar, cemaatler vakıf adıyla da olsa çalışmalarını yürütüyorlar, eğitimlerini yürütüyorlar devlet de onların bu sohbetlerini, eğitimlerini meşru sosyal faaliyetlerine saygı duymalı. Bunu anayasa olarak da güvenceye aldılar zaten.