SÖYLEŞİ: ÖZLEM DOĞAN
On bir ayın sultanı bir ramazan ayına daha kavuştuk. Bu sene ilkbahar günlerine denk gelen bu kutsal ve manevi ayda yine oruçlar tutulacak, mutlulukla iftar ve sahur telaşı yaşanacak, teravih namazları kılınacak, fakirlere yardım edilecek ve bayram günleri heyecanla beklenecek. Müslümanların her yıl sevinçle karşıladığı Ramazan ayı ve faziletlerini Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker’le konuştuk.
BİR AYLIK MANEVİ KAMP HAYATI
On bir ayın sultanı Ramazan-ı şerif ayına girdik. Oruçla, Kuran’la, teravihle, sahurla, iftarla yeniden hemhal olacağımız mübarek bir aydayız. On bir ayda bir gelen bu değişim insana neler katıyor?
Kamp hayatında katılımcılar özel bir program takip ederler. Yiyecekten uyku saatlerine, eğitim düzenlemesine, spora varıncaya kadar bir başka yaşantı yaşarlar. Bu esnada edindikleri tecrübelerin insana ne kadar çok katkıda bulunduğunu bizzat görürler. Ramazan’ı da manevi bir kamp hayatı gibi düşünebiliriz. Bu ayda insanlar ibadetlere daha bir dikkat ediyor, heyecan duyuyor, günahlar azalıyor, suçlarda azalma dikkat çekiyor. İşte bu bir aylık zaman zarfında az da olsa daha düzgün ve faydalı bir tecrübe yaşıyoruz. Bu tecrübeyi diğer günlerde de devam ettirebilsek, toplumun renginin olumlu yönde ciddi şekilde değiştiğini görürüz. Ramazan’daki ibadet ağırlıklı hayat, insana ibadet sevgisini kazandırır. İnsan, ibadetin verdiği manevi katkı ve hazzı yaşar.
Oruç ibadetinin hikmeti nedir? Farz olmasının dışında sadece beden sağlığı mı gözetilmiştir? Sosyolojik ve toplumsal bir ibadet de sayılabilir mi?
Orucun farkında olmadığımız bir hikmeti: Niyetin gücü. Orucu bilmeyen birine ‘Temmuz sıcağında ben 16-17 saat hiç yemek ve su almadan, işimi de aksatmadan durabiliyorum’ deseniz, size inanmaz. Bunun mümkün olmadığını söyler. İşte oruç, bize imkânsız sandığımız bazı şeylerin mümkün olduğunu öğretmektedir. Sahurda yaptığımız niyet bize nasıl bir güç veriyor ki biz o sıcak günde yemeden içmeden duruyoruz. Niyet, müthiş bir enerji veya rantabl enerji idaresi kabiliyeti kazandırıyor. Niyet, ruhun bedene emridir, diye tarif ediyorum. Ruh çok güçlü olur ve beden ondan çekinirse, bedenin kaçamak yapma ümidi yoksa bedenin verilen emri yerine getirmeme imkânı yoktur.
RUH, İBADET VE ZİKİRLE GÜÇLENİR
Bu noktayı biraz açar mısınız?
Ruh çok net emir (niyet) verecek, bedenin de kaçamak ümidi olmayacak. Aynen sahurda yaptığımız niyet gibi. Bu niyeti yaparak oruca başlayan kişi, gündüzün sıcağında tenhada bile olsa mesela su içmemekte ve yememektedir. Yani bedenin kaçamak ümidi olmadığı için beden rahatlıkla dayanıyor. Beden o niyetin etkisiyle kendisine çeki düzen veriyor ve enerjisini akşama rahat varacak şekilde hesaplı harcıyor. Orucun öğrettiği bu müthiş hikmeti biz diğer işlerimizde de kullanmalıyız. ‘Niyet ettim şuna… ‘ deyip o işe koyulduk mu beden hiç yorulmadan o işi yapar. Yeter ki niyet güçlü olsun ve beden ruhtan çekiniyor olsun. Unutmayalım; ruh ibadet ve zikirle güçlenir.
İNSANIMIZ ARAŞTIRMAYA ÜŞENİYOR
Hocalar her ramazan ayı mütemadiyen diş fırçalamak, sakız çiğnemek orucu bozar mı sorularına muhatap kalıyor. İnsanımız bu sorulara niye her ramazan cevap arıyor? Bu konuda okullarda daha net bir öğretim mi verilmeli? Sizce bunun kesin çözümü nedir?
İnsanımız gerçekten de basit yahut bilmesi gereken soruları sık sık soruyorlar. Tabii ki sebepleri var. Her şeyden önce bilgiye zahmet çekmeden ulaşma istek ve imkânı var. İnsanımız okumuyor. Cebindeki telefonla hemen ilgili kişi ve bilgiye ulaşabiliyor. Bu kadar kolay ulaşılan bilgiyi niçin kafasına yük etsin ki… Soruların muhatabı olan bizler de hizmet olsun diye yüksünmeden cevaplar veriyoruz. İnsanımızda sorumluluk duygusu çok zayıf. Bu basit ve dinen herkese zorunlu olan bu bilgilerin mutlaka öğrenilmesi gerektiği sorumluluğu yok, maalesef. Bu meselenin çözümü noktasında öncelikle sorumluluk duygusunun geliştirilmesi şarttır diyorum. Daha başka sebep ve çözümleri de vardır tabi.
Son yıllarda da imsak vakti tartışmaları yapılıyor. Kimi sabah namazı okunduğunda vakit girer derken kimi de tan yeri ağarıncaya kadar yenip içilebilir şeklinde açıklama getiriyor. İmsakta oruca başlamanın İslam’a uygun aslı nasıl olmalı?
Dinimizde emirlerin en başında ibadetler gelir. Onun için ibadetlerin her türlü şüphe ve ihtimalden uzak şekilde yerine getirilmesi ve titizlik gösterilmesi gerekir. İmsâk vaktinin, güneşin doğuşuna 40-45 dakika kalana kadar devam ettiğini söylemek, o dakikaya kadar yiyip içebilirsiniz demek, sorumsuzluğun aşırı bir noktası. Bu kişiler ibadetlerin ifsad edilmesinde hiç mi vebalden korkmuyorlar? Söyledikleri bu yanlış beyana uyanların oruçlarının vebalini üstlendiklerini nasıl düşünmezler! Diyanet İşleri Başkanlığının namaz ve oruç vakitlerine titizlikle uymak hatta imsakı birkaç dakika önceden başlatmak ihtiyat açısından çok gereklidir. Güneşe az bir zaman kalana kadar yiyerek orucunuzu sakın boşa çıkarmayın. Aksi beyanlara asla itibar etmeyin. Uyarılara rağmen dikkat etmeyenler vebali kendileri üstlenirler.
ŞEYTAN HER ZAMAN TETİKTE BEKLER
Eskiden oruca saygı vardı fakat şimdi oruç tutmayana saygı bekleniyor. Hiçbir oruçlu Müslüman oruç tutmayana baskı yapmadığı halde, her sene belirli kesimler ‘oruçlular oruçsuza saldırdı’ şeklinde yalan haberler üretiyorlar. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şeytan hakkı batıl gibi, batılı hak gibi gösterme özelliğine sahiptir. Oruçsuzlar oruçluya saldırdığı halde tam tersini söylemek böyle bir şeytanlık olsa gerek. Şeytan her zaman tetikte bekler. Oruçlulara karşı saygısız davranmak aslında İslam’a karşı saygısız olmaktan kaynaklanıyor. Allah’ın emrini basite almak insanı dinden eder. Oruç tutmayanlar oruç tutanlara karşı saygılı davranmak durumundadırlar. İlginçtir ki bizler gayr-i müslimlerin yanında oruçlu olduğumuzda bize karşı son derece saygılı davranıyor, yanımızda çay bile içmiyorlar. Müslüman kökenli bizimkilerde bu saygıyı görmememiz ayrıca şayan-ı hayret ve üzüntü verici.
Pandemi yüzünden teravih namazlarına hasret kalındı fakat bu ramazan teravihe kavuştuk. Üstelik 88 yıl sonra ilk defa Fatih’in emaneti Ayasofya Camii’nde teravih namazı kılındı. Yüzyıllarca Osmanlı halkının namaz kıldığı yerde yeniden teravih kılınması sizin için ne anlam ifade ediyor?
Ayasofya’nın yeniden cami olarak açılışını heyecan dolu olarak karşıladık. O günlerde hep şunu düşündüm: Tam 18 sene ezan aslî şekliyle değil, Türkçe okundu. 1950’de aslî şekliyle okununca acaba toplumsal heyecan nasıldı? Pandemi ile birlikte iki yıl aradan sonra camilerin yine teravih ile canlanması tabii ki heyecan doğuracaktır. Teravihler ramazanımızın adeta süsü gibidir. Teravihsiz ramazan gerçekten sönük ve garip geçti.
MÜSTEHAB OLAN 20 REKAT
Teravihi camide 20 rekât kılmak şart mı? Örneğin 8 rekât kıldıktan sonra çıkmak caiz olur mu? Kimine 20 rekât fazla geldiği için camiye gitmiyor. Oysa 8 ya da 12 rekât kılıp çıkmak isteyenler de var. Böyle bir şey mümkün mü?
Teravih dahil nafile namazların tümü evde de camide de kılınabilir. Ancak teravih için kitaplarımız şöyle bir fark ve tavsiye söyler: ‘Teravihin camide cemaatle kılınması daha faziletlidir’. Teravihin en az rekât sayısı 8’dir. Müstehap miktarı ise 20 rekattır. Vitir namazı kılınmadığı sürece önü açık olup istenildiği kadar kılınabilir. Sahabeden bu yana tüm İslam aleminde 20 rekât olarak kılınagelmiştir. İnsan bu esaslar dahilinde istediği kadar teravih namazı kılar. Ancak dedikoduya sebebiyet vermemek için cemaate uymak tavsiye edilir.