Lakin Dünya bugün hâlâ nükleer bir uçurumun kıyısında duruyor. Üstelik bu uçurum, Soğuk Savaş döneminin mirasından daha tehlikeli bir hâl alıyor.
Gezegenimiz hem ekolojik hem de insani anlamda bir dünya savaşının yükünü daha fazla taşıyacak durumda değil. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nın geride bıraktığı yıkımın ardından, modern devletler savaş konseptlerini yeniden şekillendirdi. Geleneksel anlamda iki tarafın doğrudan cephelerde çarpıştığı büyük savaşların yerini, daha karmaşık ve dolaylı bir yöntem aldı: Vekil savaşlar.
DÜNYA SAVAŞINDAN VEKALET SAVAŞINA
Bu yeni savaş doktrini, devletlerin doğrudan karşı karşıya gelmek yerine, çatışmayı dolaylı yollardan sürdürmesini temel alıyor. Düşman güçler, kendi çıkarlarını savunmak için yerel grupları, isyancıları ya da paralı askerleri destekleyerek, savaşı kendi topraklarından uzaklaştırıyor. Böylece devletler, bir yandan rakiplerini zayıflatırken diğer yandan uluslararası arenada kendi pozisyonlarını koruyabiliyor.
Lakin Dünya bugün hâlâ nükleer bir uçurumun kıyısında duruyor. Üstelik bu uçurum, Soğuk Savaş döneminin mirasından daha tehlikeli bir hâl alıyor. Rakamlara baktığımızda, toplamda 12 bin 512 nükleer savaş başlığına sahip dokuz ülke bulunuyor. Bu ülkeler bu silahların ölümcül gücünü hem bir tehdit hem de bir caydırıcı unsur olarak kullanıyor. Ancak bu oyunun kurallarını hâlâ iki büyük oyuncu yazıyor: Rusya ve ABD.
9 ÜLKE 12 BİN NÜKLEER BAŞLIK
Rusya, 5 bin 889 nükleer başlıkla bu alanda liderliğini sürdürüyor. ABD ise 5 bin 244 başlıkla hemen arkasında. Bu iki devin, dünya genelindeki nükleer silahların %90'ına sahip olması, uluslararası güç dengesinin merkezinde durduklarını açıkça ortaya koyuyor. Ancak bu rakamlar sadece birer istatistik değil; her biri potansiyel bir felaketin gerçeği. Bir düşünün: Bugün bir tek başlık ateşlense, dünyamızın geleceği bir daha asla aynı olmayabilir.
GÜNEY ASYA'DAKİ İKİ EZELİ RAKİP
Çin, 410 başlığa ulaşarak oyunda giderek daha agresif bir rol üstleniyor. Bu, sadece bir savunma meselesi değil; Pekin’in küresel güç statüsünü sağlamlaştırma çabasının bir parçası. Fransa (290 başlık), İngiltere (225 başlık) gibi ülkeler, geleneksel Avrupa nükleer gücü olarak varlıklarını sürdürüyor. Ancak asıl dikkat çekici olan, Güney Asya'daki iki ezeli rakip: Pakistan (170 başlık) ve Hindistan (164 başlık). Bu iki ülkenin arasında yıllardır süren gerilim, nükleer silahlanmayı tehlikeli bir seviyeye taşımış durumda.
NÜKLEER SAVAŞIN GETİRECEKLERİ
Resmî olarak açıklamasa da 90 nükleer başlığa sahip olduğu tahmin edilen İsrail, Ortadoğu’da “sessiz bir caydırıcı” rol oynuyor. Kuzey Kore ise yalnızca 30 başlıkla diğer ülkelerin gerisinde kalıyor gibi görünse de bu, Pyongyang’ın tehlikeli bir oyuncu olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Rakamlar soğuk ve teknik görünebilir. Ancak nükleer silahların sonuçları hiçbir zaman birer sayıdan ibaret değildir. Hiroşima ve Nagazaki’yi hatırlayın. O iki bombanın insana ve doğaya verdiği zararı düşünün. Şimdi o gücün binlerce katı bir yıkım kapasitesine sahip binlerce başlığın dokuz farklı ülkenin elinde olduğunu hayal edin. Bir nükleer savaş başlasa, sonuç sadece askerî değil, ekonomik, ekolojik ve insani bir felaket olur. Zincirleme reaksiyon, sadece hedef ülkeleri değil, tüm dünyayı sarar. Sınırlar, atmosferde radyoaktif toz zerreciklerine dönüşür ve dünyamız bir nükleer kışa uyanır.
HİROŞİMA VE NAGAZAKİ
6 Ağustos 1945 sabahı, insanlık tarihinde yeni bir dönem başlatan o trajik olay yaşandı. ABD, Japonya’nın Hiroşima kentine atom bombası fırlatarak, 70 bin masum insanın yaşamını birkaç saniyede sona erdirdi. Üç gün sonra ise bu vahşet, Nagazaki’de tekrarlanarak 40 bin kişi daha bu yıkıcı silahın kurbanı oldu. Ancak bu rakamlar, sadece bir başlangıçtı; sonrasında gelen yıllarda radyasyonun etkisiyle hayatını kaybeden ya da ciddi sağlık sorunları yaşayan binlerce insanı da unutmamak gerek. Hiroşima ve Nagazaki, yalnızca birer şehir değil; insanlığın en karanlık anlarının simgeleri. ABD’nin nükleer silahları ilk kez kullanması, tarihteki belki de en büyük güç gösterisiydi. Ancak bu gösteri, aynı zamanda bir ülkenin kendi gücüne olan körlüğünün, insanlık onurunu nasıl hiçe sayabileceğinin en acı örneği oldu. Dönemin ABD yönetimi, dünyada başka hiçbir ülkenin nükleer kapasiteye sahip olmadığını bilerek bu gücünü hoyratça sergilemekten çekinmedi.
NÜKLEER TEHDİT
Eğer nükleer bir silaha sahipseniz, başka bir nükleer güç tarafından hedef alınmanız düşük bir ihtimal olarak değerlendirilir. Bu durum, nükleer silahların caydırıcı etkisini gösteriyor. Ancak nükleer kapasiteniz yoksa, özellikle uluslararası arenada güçsüz bir aktör olarak görülüyorsanız, tehditlerin size yönelmesi oldukça mümkün hale geliyor. Bu denklemde, Ukrayna’nın durumu dikkat çekici bir örnek teşkil ediyor.
Bugün Ukrayna, nükleer bir gücü olmayan, ancak tam anlamıyla bir savaş sahası haline gelmiş bir ülke. Ukrayna’nın nükleer silah geliştirme arzusundan bahsedilmesi, Rusya’nın zaten son derece hassas olan güvenlik algısını daha da tahrik ediyor. Kremlin için nükleer kapasite geliştirme ihtimali, Ukrayna’nın sadece bir sınır komşusu değil, aynı zamanda varoluşsal bir tehdit haline gelmesi anlamına geliyor.
Rusya, Ukrayna savaşını bir "özel askerî operasyon" olarak tanımlasa da bu çatışmanın derinleşen bir jeopolitik kriz olduğu aşikar. Taktik nükleer silahlar, özellikle Rusya’nın elindeki en kritik kozlardan biri. Kremlin’in doktrinlerine göre, taktik nükleer silahlar, konvansiyonel savaş alanında “çıkış yolu” sağlayabilecek düşük güçlü silahlar olarak değerlendiriliyor. Bu bağlamda, Rusya’nın Ukrayna’da böyle bir silah kullanma ihtimali, göz ardı edilemez.
OREŞNİK FÜZESİ
Geçtiğimiz günlerde Rusya, Ukrayna’da yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda stratejik dengeleri de alt üst edebilecek bir hamleye imza attı. Kremlin, “Oreşnik” adı verilen orta menzilli hipersonik balistik füzeleri devreye soktu. Bu silahlar, nükleer füzelerden farklı olarak arkasında radyasyon gibi uzun vadeli bir yıkım bırakmıyor. Ancak yıkıcı etkisi, Putin’in açıklamalarına göre nükleer silahlarla kıyaslanabilecek düzeyde. Ve geliştirilmeye devam ediyor.
Peki, nükleer olmayan ancak benzer bir etki yaratabilecek bu yeni nesil silahlar ne anlama geliyor? Bu silahların arkasında nükleer radyasyon gibi uzun vadeli etkiler bırakmaması, onları uluslararası hukuk açısından daha “kullanılabilir” hale getiriyor. Nükleer olmayan ama aynı derecede yıkıcı etkileri olan bu tür teknolojiler, savaş doktrinlerinde yeni bir sayfa açıyor. Çünkü bu silahların kullanımı, uluslararası toplumdan nükleer silahlar kadar tepki çekmeyebilir. Kısacası, Oreşnik gibi silahlar, nükleer güçlerin caydırıcılığını aşmanın bir yolu olarak görülüyor.