Naziat suresi hidayet rehberimiz Kuranı Kerimin 79. suresidir. Naziat suresi 46 ayeti kerimedir. Naziat söküp alan, çekip koparak anlamına gelmektedir. Naziat suresinde kıyametin şiddeti anlatılmaktadır. Aynı zamanda Allah'ın insanları yeniden diriltmeye kadir olduğu da bildirilmektedir. İşte Naziat suresi okunuşu...
Kur’ân-ı kerîmin yetmiş dokuzuncu sûresi. Nâziât sûresi, Mekke’de nâzil oldu (indi). Kırk altı âyet-i kerîmedir. Sûrenin ilk kelimesi olan ve söküp koparan ve çekip alan mânâsına gelen Nâziât kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûrede; kıyâmetin şiddeti ve onu inkâr edenlerin dirilişi, yeri göğü yaratan Allahü teâlânın insanları yeniden diriltmeye kâdir olduğu bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Râzî, Ebû Hayyân, Begavî)
Nâziât 1 (Mealleri Karşılaştır): Ven nâziâti garkâ(garkan). بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ وَٱلنَّٰزِعَٰتِ غَرْقًا Andolsun (kâfirlerin ruhlarını) şiddetle çekip çıkaranlara,
Nâziât 2 (Mealleri Karşılaştır): Ven nâşitâti neştâ(neştan). وَٱلنَّٰشِطَٰتِ نَشْطًا Andolsun (mü’minlerin ruhlarını) kolaylıkla alanlara,
Nâziât 3 (Mealleri Karşılaştır): Ves sâbihâti sebhâ(sebhan). وَٱلسَّٰبِحَٰتِ سَبْحًا Andolsun yüzüp yüzüp gidenlere,
Nâziât 4 (Mealleri Karşılaştır): Fes sâbikâti sebkâ(sebkan). فَٱلسَّٰبِقَٰتِ سَبْقًا Derken, öne geçenlere,
Nâziât 5 (Mealleri Karşılaştır): Fel mudebbirâti emrâ(emren). فَٱلْمُدَبِّرَٰتِ أَمْرًا Nihayet işi çekip çevirenlere (ki, mutlaka tekrar diriltileceksiniz).
Nâziât 6 (Mealleri Karşılaştır): Yevme tercufur râcifeh(râcifetu). يَوْمَ تَرْجُفُ ٱلرَّاجِفَةُ (6-7) Büyük bir sarsıntının olacağı o günde o sarsıntıyı, peşinden gelen başka bir sarsıntı izleyecektir.
Nâziât 7 (Mealleri Karşılaştır): Tetbeuher râdifeh(râdifetu). تَتْبَعُهَا ٱلرَّادِفَةُ (6-7) Büyük bir sarsıntının olacağı o günde o sarsıntıyı, peşinden gelen başka bir sarsıntı izleyecektir.
Nâziât 8 (Mealleri Karşılaştır): Kulûbun yevmeizin vâcifeh(vâcifetun). قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌ O gün birtakım kalpler (tedirginlik içinde) şiddetle çarpacaktır.
Nâziât 9 (Mealleri Karşılaştır): Ebsâruhâ hâşiah(hâşiatun). أَبْصَٰرُهَا خَٰشِعَةٌ Onların gözleri (korku ile) inecektir.
Nâziât 10 (Mealleri Karşılaştır): Yekûlûne e innâ le merdûdûne fîl hâfireh(hâfireti). يَقُولُونَ أَءِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِى ٱلْحَافِرَةِ Şöyle derler: “Biz gerçekten gerisin geriye eski hâlimize mi döndürüleceğiz?”
Nâziât 11 (Mealleri Karşılaştır): E izâ kunnâ izâmen nahıreh(nahıreten). أَءِذَا كُنَّا عِظَٰمًا نَّخِرَةً “Bizler çürümüş kemiklere döndükten sonra mı?”
Nâziât 12 (Mealleri Karşılaştır): Kâlû tilke izen kerretun hâsireh(hâsiretun). قَالُوا۟ تِلْكَ إِذًا كَرَّةٌ خَاسِرَةٌ “Öyle ise bu hüsran dolu bir dönüştür” dediler.
Nâziât 13 (Mealleri Karşılaştır): Fe innemâ hiye zecretun vâhıdeh(vâhıdetun). فَإِنَّمَا هِىَ زَجْرَةٌ وَٰحِدَةٌ Hâlbuki o, bir haykırıştan (sûr’un üfürülmesinden) ibarettir.
Nâziât 14 (Mealleri Karşılaştır): Fe izâ hum bis sâhireh(sâhireti). فَإِذَا هُم بِٱلسَّاهِرَةِ Birdenbire kendilerini mahşerde buluverirler.
Nâziât 15 (Mealleri Karşılaştır): Hel etâke hadîsu mûsâ. هَلْ أَتَىٰكَ حَدِيثُ مُوسَىٰٓ (Ey Muhammed!) Mûsâ’nın haberi sana geldi mi?
Nâziât 16 (Mealleri Karşılaştır): İz nâdâhu rabbuhu bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven). إِذْ نَادَىٰهُ رَبُّهُۥ بِٱلْوَادِ ٱلْمُقَدَّسِ طُوًى Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde şöyle seslenmişti:
Nâziât 17 (Mealleri Karşılaştır): İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ. ٱذْهَبْ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُۥ طَغَىٰ “Haydi Firavun’a git! Çünkü o azmıştır.”
Nâziât 18 (Mealleri Karşılaştır): Fe kul hel leke ilâ en tezekkâ. فَقُلْ هَل لَّكَ إِلَىٰٓ أَن تَزَكَّىٰ “Ona de ki: İster misin (küfür ve isyanından) temizlenesin?
Nâziât 19 (Mealleri Karşılaştır): Ve ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ. وَأَهْدِيَكَ إِلَىٰ رَبِّكَ فَتَخْشَىٰ Seni Rabbine ileteyim de O’na karşı derinden saygı duyup korkasın!”
Nâziât 20 (Mealleri Karşılaştır): Fe erâhul âyetel kubrâ. فَأَرَىٰهُ ٱلْءَايَةَ ٱلْكُبْرَىٰ Derken Mûsâ ona en büyük mucizeyi gösterdi.
Nâziât 21 (Mealleri Karşılaştır): Fe kezzebe ve asâ. فَكَذَّبَ وَعَصَىٰ Fakat o, Mûsâ’yı yalanladı ve isyan etti.
Nâziât 22 (Mealleri Karşılaştır): Summe edbere yes’â. ثُمَّ أَدْبَرَ يَسْعَىٰ Sonra sırt dönüp koşarak gitti.
Nâziât 23 (Mealleri Karşılaştır): Fehaşere fe nâdâ. فَحَشَرَ فَنَادَىٰ Hemen (adamlarını) topladı ve onlara seslendi:
Nâziât 24 (Mealleri Karşılaştır): Fe kâle ene rabbukumul a’lâ. فَقَالَ أَنَا۠ رَبُّكُمُ ٱلْأَعْلَىٰ “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi.
Nâziât 25 (Mealleri Karşılaştır): Fe ehazehullâhu nekâlel âhıreti vel ûlâ. فَأَخَذَهُ ٱللَّهُ نَكَالَ ٱلْءَاخِرَةِ وَٱلْأُولَىٰٓ Allah onu, ibret verici şekilde dünya ve âhiret cezasıyla cezalandırdı.
Nâziât 26 (Mealleri Karşılaştır): İnne fî zâlike le ıbreten li men yahşâ. إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَعِبْرَةً لِّمَن يَخْشَىٰٓ Şüphesiz bunda Allah’tan sakınıp korkan kimseler için büyük bir ibret vardır.
Nâziât 27 (Mealleri Karşılaştır): E entum eşeddu halkan emis semâ’(semâu), benâhâ. ءَأَنتُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمِ ٱلسَّمَآءُ ۚ بَنَىٰهَا (Ey inkârcılar!) Sizi yaratmak mı daha zor, yoksa göğü yaratmak mı? Onu Allah kurmuştur.
Nâziât 28 (Mealleri Karşılaştır): Refea semkehâ fe sevvâhâ. رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوَّىٰهَا Onu yükseltmiş ve ona düzen ve âhenk vermiştir.
Nâziât 29 (Mealleri Karşılaştır): Ve agtaşe leylehâ ve ahrece duhâhâ. وَأَغْطَشَ لَيْلَهَا وَأَخْرَجَ ضُحَىٰهَا O göğün gecesini karanlık yaptı, ışığını da çıkardı.
Nâziât 30 (Mealleri Karşılaştır): Vel arda ba’de zâlike dehâhâ. وَٱلْأَرْضَ بَعْدَ ذَٰلِكَ دَحَىٰهَآ Ardından yeri düzenleyip döşedi.
Nâziât 31 (Mealleri Karşılaştır): Ahrece minhâ mâehâ ve mer’âhâ. أَخْرَجَ مِنْهَا مَآءَهَا وَمَرْعَىٰهَا Ondan suyunu ve merasını çıkardı.
Nâziât 32 (Mealleri Karşılaştır): Vel cibâle ersâhâ. وَٱلْجِبَالَ أَرْسَىٰهَا Dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.
Nâziât 33 (Mealleri Karşılaştır): Metâan lekum ve li en âmikum. مَتَٰعًا لَّكُمْ وَلِأَنْعَٰمِكُمْ Bunları sizin için ve hayvanlarınız için bir yarar kaynağı yaptı.
Nâziât 34 (Mealleri Karşılaştır): Fe izâ câetit tammetul kubrâ. فَإِذَا جَآءَتِ ٱلطَّآمَّةُ ٱلْكُبْرَىٰ (34-35) En büyük felaket (kıyamet) geldiği zaman, o gün insan yaptıklarını hatırlar.
Nâziât 35 (Mealleri Karşılaştır): Yevme yetezekkerul insânu mâ seâ. يَوْمَ يَتَذَكَّرُ ٱلْإِنسَٰنُ مَا سَعَىٰ (34-35) En büyük felaket (kıyamet) geldiği zaman, o gün insan yaptıklarını hatırlar.
Nâziât 36 (Mealleri Karşılaştır): Ve burrizetil cahîmu li men yerâ. وَبُرِّزَتِ ٱلْجَحِيمُ لِمَن يَرَىٰ Cehennem, görenler için apaçık bir şekilde gösterilir.
Nâziât 37 (Mealleri Karşılaştır): Fe emmâ men tagâ. فَأَمَّا مَن طَغَىٰ (37-39) Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse, şüphesiz, cehennem onun sığınağıdır.
Nâziât 38 (Mealleri Karşılaştır): Ve âserel hayâted dunyâ. وَءَاثَرَ ٱلْحَيَوٰةَ ٱلدُّنْيَا (37-39) Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse, şüphesiz, cehennem onun sığınağıdır.
Nâziât 39 (Mealleri Karşılaştır): Fe innel cahîme hiyel me’vâ. فَإِنَّ ٱلْجَحِيمَ هِىَ ٱلْمَأْوَىٰ (37-39) Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse, şüphesiz, cehennem onun sığınağıdır.
Nâziât 40 (Mealleri Karşılaştır): Ve emmâ men hâfe makâme rabbihî ve nehennefse anil hevâ. وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِۦ وَنَهَى ٱلنَّفْسَ عَنِ ٱلْهَوَىٰ (40-41) Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.
Nâziât 41 (Mealleri Karşılaştır): Fe innel cennete hiyel me’vâ. فَإِنَّ ٱلْجَنَّةَ هِىَ ٱلْمَأْوَىٰ (40-41) Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.
Nâziât 42 (Mealleri Karşılaştır): Yes’elûneke anis sâati eyyâne mursâhâ. يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ ٱلسَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَىٰهَا Sana, kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar.
Nâziât 43 (Mealleri Karşılaştır): Fîme ente min zikrâhâ. فِيمَ أَنتَ مِن ذِكْرَىٰهَآ Onu bilip söylemek nerede, sen nerede?
Nâziât 44 (Mealleri Karşılaştır): İlâ rabbike muntehâhâ. إِلَىٰ رَبِّكَ مُنتَهَىٰهَآ Onun nihai bilgisi yalnız Rabbine âittir.
Nâziât 45 (Mealleri Karşılaştır): İnnemâ ente munziru men yahşâhâ. إِنَّمَآ أَنتَ مُنذِرُ مَن يَخْشَىٰهَا Sen, ancak ondan korkanları uyarıcısın.
Nâziât 46 (Mealleri Karşılaştır): Ke ennehum yevme yerevnehâ lem yelbesû illâ aşiyyeten ev duhâhâ. كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوٓا۟ إِلَّا عَشِيَّةً أَوْ ضُحَىٰهَا Kıyameti gördükleri gün onlar, sanki dünyada ancak bir akşam, yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış gibidirler.