Mutluluk insanlığın ortak gayesidir. Hayatta insanın en büyük arzusu mutlu olmaktır. Herkes mutlu olmak için uğraşır, kendine ve sevdiklerine mutlu bir hayat sağlamak düşüncesiyle çabalar durur. Ancak her şeyin olduğu gibi mutluluğun da yolları, şartları, kuralları ve prensipleri vardır. Birçok şeyin, orijinalinden çok sahtesinin olduğu şu dünyada, mutluluğun da ucuz ve sahte olanı gerçeğinden fazladır. Ve bugün çoğu insan, gerçek mutluluğu bilemediği ve bulamadığı için sahte mutluluklarla avunmakta ve oyalanmaktadır. Mutluluğun yollarını, şartlarını, kurallarını, esaslarını ve prensiplerini bilip bulmalıdır. Mutlu olmak önemli olduğu gibi, mutluluğu korumak da önemlidir. Mutluluğun önündeki engeller İnsanların hayattan bekledikleri sadece fizyolojik, biyolojik ihtiyaçlarının karşılanması değildir, bunlarla birlikte psikolojik ihtiyaçlarının da karşılanmasını ve hayatlarının bir anlamı olmasını arzu ederler. Anlamlı hayat, mutluluk içinde geçen hayattır. Ancak mutluluğun katilleri, engelleri vardır. Bunların iyi bilinmesi lazımdır ki, mutlu olunabilsin, mutlu kalınabilsin. Mutluluğumuzu mahveden şeylerin başında hırs, tamah, açgözlülük, kanaatsizlik, maddeye esaret, ahiret inancının zayıflığı gelir. Kötü alışkanlıklar esarettir İnsanı kuşatan esaret zincirleri vardır, bütün bunları kırarak 'hür olmak' lazımdır. Her bağımlılık, kötü alışkanlık bir çeşit esarettir. Bu bağımlılıklar, alışkanlıklar zamanla güçlenir. Başlangıçta bir örümcek ağı gibi kolayca bozulabilen, kurtulunabilen bu arzular, bağımlılıklar, karşı konulmazsa, insanı çelik zincirlerle bağlayıp esir alırlar. Halbuki hürriyetine düşkün insanlara bağımlılıklarının girdabında boğulmak yakışmaz. Diğer bir hastalık da tüketim nevrozu, tüketim çılgınlığıdır. Tüketim çılgınlığı insanımıza çok acı faturalar ödettirmektedir. Umutsuzluk insana yaraşmaz Bir düşünür, 'Allah bütün insanları mutlu kılmak için yaratmıştır. Bedbaht, mutsuz ve umutsuz oluyorlarsa kendi hataları yüzündendir' der. Hayatın bizzat kendisi umut ve mutluluk kaynağıdır. Onu mutsuz eden biziz. *** BİR AYET Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: 'Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.' (İBRu00c2Hu00ceM, 7) *** BİR HADİS 'Nerede olursan ol Allah'a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.' (TİRMİZu00ce, BİRR, 55) *** SÖZÜN ÖZÜ 'Bir kimse ki, nimeti şükür ile taleb ediyor, yani nimetin şükrünü eda etmeye devam ediyor, o kimse nimetin helak ve telef olması korkusunu çekmez.' (HZ. ALİ) *** MUTLULUĞUN ANAHTARI Kuvvetli inanç, mutluluğun temel şartıdır. İnançsızlık en büyük huzursuzluk kaynağıdır. İman mutluluk anahtarıdır ve bütün güzelliklerin kaynağıdır. İnsanı insan yapan bütün değerler ondan çıkar. İnsanı huzura gark eden en önemli sır, bu dünyada başıboş olmadığına inanması, bir sahibinin bulunduğunu görmesi ve bilmesidir. İman etmek gerekli, fakat yeterli değildir. Son değil başlangıçtır. İmanın bir kısım gerekleri vardır. Bunları yapan mutlu ve huzurlu olur. Karamsarlıktan, olumsuz düşüncelerden uzak olmalıdır. Allah'la irtibatı güçlü insanın mutsuz, umutsuz ve huzursuz olması mümkün değildir. İnsanın Allah ile O'nun indirdiği Kitap ve gönderdiği Peygamber ile irtibatı zayıfladıkça, huzursuzluğu, mutsuzluğu artar, kendi hayatını kendisi karartmış olur. Her türlü olumsuz düşüncelerden, psikolojik, biyolojik ve sosyal zaaflarından sıyrılmalı ve kamilleşme, olgunlaşma mücadelesi vermelidir. İnsan hayatı boşluk kabul etmez. Hayırlı, faydalı ve güzel şeylerle meşgul olmalıdır. Tembellik, vurdumduymazlık, duyarsızlık gibi zaaflar içinde hep huzursuzluk tohumu taşıyan ve insanı mahveden hastalıklardır. Bunlardan kurtulmak lazımdır. Kanaatsizlik, yanlış yönde kullanılan hırs ve tamah, gereksiz kuşku ve korkular terk edilmelidir. Haline şükretmeli, şikayet etmemelidir. Toplumsal yardımlaşma ve dayanışmaya önem verilmeli, hep birlikte toplumu huzursuzluğa iten kötüler ve kötülükler ortadan kaldırılmalıdır. Ahiret inancı güçlü olmalı ve geçici dünyaya aldanılmamalıdır. Mutluluğun baş adresi evimiz, yuvamızdır. Evlerimiz otel veya lokanta değil, huzur ve mutluluk ocağıdır. Evimize, yuvamıza, işimize, aşımıza, ailemize sahip çıkmalıyız. Unutmayalım; insanlar, mutluluklarının mimarı olabilecekleri gibi, mutluluklarının katili de olabilirler. Biz mutlu olmayı, mutlu kalmayı seçmeliyiz. Eskiden insanlar şu beş söze çok önem verirlermiş: 'ya nasip', 'ya sabır', 'tevekkeltü alallah', 'er rızku alallah', 'bu da geçer ya hu!' Şimdi bunlar bizlerde levhalarda, duvarlarda asılı kaldı. Hayatımıza girselerdi mutlaka mutluluğumuza çok büyük katkılarda bulunurlardı. *** NİMET, ŞÜKÜR İLE Bu00c2Kİ KALIR Şükür üç kısımdır: 1- Nimetleri verenin Allah-u00fb Teala olduğuna inanmak. 2- Nimeti veren Allah-u00fb Teala'ya, diliyle hamd ve sena etmek. 3- Güzel ameller işleyerek, bu nimetleri veren Cenab-ı Allah'ın emirlerine uymak. Birinci kısım: Nimet veren Allahü Teala'yı, kalbiyle tasdik ederek, verdiği nimetlerin şükrünü eda etmekten aciz olduğunu itiraf ve kavuştuğu nimet az bile olsa onu çok kabul edip kıymetini anlamaya çalışmaktır. İkinci kısım: Nimeti veren Cenab-ı Allah hakkında açıkça hamd etmek, sena etmek; her şeyin onun mülkü olduğunu bilmek; verdiği nimetlere ve ihsanlara şükretmek. Üçüncü kısım ise: Nimetleri veren Hak Teala'ya itaat; emir ve yasaklarıyla amel ve hareket; kavuştuğu nimetlerden fakirlere ve zayıflara yardım eylemektir. u00c2limler demiştir ki: u2022 Nimet, şükür ile baki kalır ve devam eder; nankörlük ile de kaybolur. u2022 Şükür, nimetin bağıdır. u2022 Şükür, bir ağaçtır ki, meyvesi nimettir ve o nimeti korur. u2022 Bir kimse nimetlere nankörlük ederse, o nimetlerin artmasından mahrum olur. *** KISSADAN HİSSE 30 yıldır yalınayak yürüyorum... Hz. Mevlana, 'Bir kase ayranım oldukça onu içerim. Şunun bunun kasesi ve kesesiyle bağlanmam. Fakirlik ve zaruret beni ölümle tehdit etse bile, yine de hürriyetimi satıp kul, köle olmam' der ve bir güzel örnek anlatır: 'Hindistanlı bir derviş, Nişaburlu bir tüccarla yol arkadaşlığı yapıyordu. Dervişin ayakkabısı yoktu. Ayağını taşlara, çakıl ve dikenlere çarpa çarpa yola devam ediyordu. Tüccar merhamete geldi, dervişe bir ayakkabı verdi. Bu duruma Hintli derviş o kadar çok sevindi ki, tüccara teşekkür ve hayır dualarda bulundu. Ne yazık ki tüccar yaptığı bu iyiliği dervişin burnundan getirdi, ona tahakküm etmeye başladı. 'Şöyle yürü, hafif bas, taş ve dikenlerin bulunduğu yere basma' gibi emirler yağdırmaya başladı. Derviş, arkadaşının baskısından iyice sıkıldı. Ayakkabılarını ayağından çıkardı ve sahibinin önüne koydu. 'Lütfen bunları alın. Ben otuz yıldır yalın ayak yürüyorum. Şimdi bir ayakkabı için senin emrinin altına giremem. Senin minnetini hiç çekemem' dedi. Gönül zenginliğiyle, kanaatle aşılabilecek engellerdir bunlar.