Mutaffifin Suresi okunuşu (Türkçe ve Arapça) ile mana, tefsir ve faziletleri

Mekke döneminde nazil olmuştur. 36 ayettir. Mutaffifîn, ''mutaffif'' kelimesinin çoğulu olup ''ölçü ve tartıda hile yapanlar'' demektir. Adını ilk ayetindeki aynı kelimeden almıştır. Mutaffifîn suresinin okunuşu, anlamı, tefsiri nasıldır? Mutaffifîn suresini okumanın fazileti nedir? İşte Mutaffifîn suresi hakkında bilgiler...

Mekke döneminde nazil olmuştur. 36 ayettir. Mutaffifîn, 'mutaffif' kelimesinin çoğulu olup 'ölçü ve tartıda hile yapanlar' demektir. Adını ilk ayetindeki aynı kelimeden almıştır. Mutaffifîn suresinin okunuşu, anlamı, tefsiri nasıldır? Mutaffifîn suresini okumanın fazileti nedir? İşte Mutaffifîn suresi hakkında bilgiler...

Mutaffifîn suresinin içeriği

1. Alış verişlerinde istikâmet göstermeyenleri tehdit etmek ve onların amel sahifelerini anlatmak.

2. Suçluların alaylarına uğramış olan iyi kimseleri kavuşacakları nîmetler ile müjdelemek.

3. Âhirette de sâlih zatların o suçlulara bakarak nasıl cezalara uğramış olduklarını müşahade edeceklerini beyan etmek

Mutaffifîn suresi anlamı Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline!

2. Onlar ki insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü tam yaparlar.

3. Kendileri onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar.

4. Onlar tekrar diriltileceklerini sanmıyorlar mı?

5. Büyük bir gün için.

6. O gün insanlar âlemlerin Rabbinin huzurunda divan dururlar.

7. Gerçek şu ki, kötülük yapanların yazısı Siccîn'dedir.

8. Siccîn'in ne olduğunu bilir misin?

9. O, amellerin sayılıp yazıldığı bir kitaptır.

10. O gün, yalanlayanların vay haline!

11. Onlar ki din gününü yalanlarlar.

12. Onu ancak haddi aşan (hükümleri çiğneyen) ve günaha dalan kimseler yalanlar.

13. Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: "Eskilerin masalları!" der.

14. Hayır! Onların kazanmakta oldukları kötülükler kalplerini paslandırıp körletmiştir.

15. Hayır! Muhakkak ki onlar o gün Rablerini görmekten mahrum kalacaklardır.

16. Sonra onlar muhakkak cehenneme gireceklerdir.

17. Sonra da onlara: "İşte yalanlayıp durduğunuz şey budur!" denilecektir.

18. Şüphesiz ki, iyilerin yazısı İlliyyin'dedir.

19. İlliyyin'in ne olduğunu bilir misin?

20. O, amellerin sayılıp yazıldığı bir kitaptır.

21. Mukarrebler (Allah'a yakın olanlar) ona şâhit olurlar.

22. Şüphesiz ki Ebrar (iyiler) nimet cennetindedirler.

23. Koltuklar üzerinde etrafı seyrederler.

24. Yüzlerinde nimetin ve mutluluğun sevincini görürsün.

25. Kendilerine ağzı kapalı, mühürlü saf bir içki içirilir.

26. Sonunda misk kokusu bırakır. Yarışanlar bunun için yarışsınlar, (imrenenler buna imrensinler).

27. Onun karışımı Tesnim'dendir.

28. Bu öyle bir pınardır ki, ondan sadece Allah'a yakın olan mukarrebler içer.

29. Suçlular inananlara gülerlerdi.

30. Yanlarından geçtikleri zaman birbirlerine göz kırparlardı.

31. Kendi taraftarlarının yanına döndükleri zaman da inananlarla alay etmenin zevkini tadarlardı.

32. İnananları gördüklerinde: "Bunlar sapık insanlar!" derlerdi.

33. Oysa kendileri inananlara gözcü olarak gönderilmemişlerdi.

34. İşte bugün de inananlar o kâfirlere gülerler.

35. Tahtlar üzerinde (onların halini) seyrederler.

36. "O kâfirlerin yaptıkları şeylerin karşılığı verildi mi?" diye.

Mutaffifîn suresi Arapça okunuşu

Bismillahirrahmanirrahim

1. Veylun lilmutaffifiyne.

2. Elleziyne izektalu ‘alennasi yestevfune.

3. Ve iza kaluhum ev vezenuhum yuhsirune.

4. Ela yezunnu ulaike ennehum meb’usune.

5. Liyevmin ‘azıymin.

6. Yevme yekumunnasu lirabbil’alemiyne.

7. Kella inne kitabelfuccari lefiy sicciynin.

8. Ve ma edrake ma sicciynun.

9. Kitabun merkumun.

10. Veylun yevmeizin lilmukezzibiyne.

11. Elleziyne yukezzibune biyevmiddiyni.

12. Ve ma yukezzibu bihi illa kullu mu’tedin esiymin.

13. İza tutla aleyhi ayatuna kale esatıyrul’evveliyne.

14. Kella bel rane ‘ala kulubihim ma kanu yeksibune.

15. Kella innehum ‘an rabbihim yevmeizin lemahcubune.

16. Summe innehum lesalulcahıymi.

17. Summe yukalu hazelleziy kuntum bihi tukezzibune.

18. Kella inne kitabel’ebrari lefiy ‘ılliyyiyne.

19. Ve ma edrake ma ‘ılliyyune.

20. Kitabun merkumun.

21. Yeşheduhulmukarrebune.

22. İnnelebrare. Lefiy na’ıymin.

23. ‘Alel’eraiki yenzurune.

24. Ta’rifu fiy vucuhihim nadretenna’ıymi.

25. Yuskavne min rahıykın mahtumin.

26. Hıtamuhu miskun ve fiy zalike felyetenafesilmutenasifune.

27. Ve mizacuhu min tesniymin.

28. Aynen yeşrebu bihelmukarrebune.

29. İnnelleziyne ecremu kanu minelleziyne amenu yadhakune.

30. Ve iza merru bihim yeteğamezune.

31. Ve izenkalebu ila ehlihimunkalebu fekihiyne.

32. Ve iza reevhum kalu inne haulai ledallune.

33. Ve ma ursilu ‘aleyhim hafizıyne.

34. Felyevmelleziyne amenu minelkuffari yadhakune.

35. ‘Alel’eraiki yenzurune.

36. Hel suvvibelkuffaru ma kanu yef’alune.

Mutaffifîn suresi tefsiri

1. Alış verişlerinde hile yapanların vay hallerine.

1. Bu mübârek âyetler, ölçüye ve tartıya riâyet etmemenin kötü durumunu bildiriyor. Bu riâyette bulunmayanların âhiret azabını düşünmez kimseler olduklarını kınamak maksadıyla teşhîr ediyor. O gibi günahkârların bütün yaptıklarının bir amel defterinde tespit edildiğini ve kıyamet gününü yalanlayanların nasıl birer felâkete ve helâke mâruz bulunacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Alış verişlerinde hile yapanların) Yâni: Fazla bir kâr temin etmek için ölçü ve tartı hususunda hıyanette bulunanların (vay hâllerine!.) Onlar, kahroluversinler, veya cehennemdeki bir vâ’diye düşüversinler. “Veyl” bir azap kelimesidir. Dünyevî ve uhrevî bir helâk demektir ve Cehennemde bir vâ’dinin adıdır.

2. O kimseler ki: İnsanlar aleyhine ölçtükleri zaman tam ölçer alırlar.

2. İşte kendilerine “Mutaffifler” denilen, alış verişlerinde doğruluktan ayrılan kimselerin hâllerini Cenab-ı Hak şöylece beyan buyuruyor. O hile yapanlar, (O kimseler ki: İnsanlar aleyhine ölçtükleri zaman) başkalarının bir malını kendileri için almak istedikleri vakit (tam ölçer alırlar.) Onun miktarını arttırmazlar, belki fırsat bulunca onu noksan göstererek nispeten az bir bedel ile almak isterler.

3. Ve insanlar için ölçtükleri veya tarttıkları zaman ise eksiltirler.

3. (Ve) O hilekârlar, kendi mallarını (insanlar için ölçtükleri veya tarttıkları zaman ise) o kendi mallarını (eksiltirler) tartışını veya kilesini noksan yaptıkları hâlde onu tam gösterirler, kendi şahsî menfaatleri için başkalarına zarar vermekten sıkılmazlar. buyrulmuş oluyor ki: O hilebazlar, kendi malları hakkında daha çok hile yaptıkları için yalnız ölçülecek şeylerde değil, tartılacak şeylerde de hilede bulunurlar, çünkü tartılacak mallarda hilede bulunurlar, çünkü tartılacak mallarda hile, daha ziyade cereyan eder.

4. Onlar sanmıyorlar mı ki: Şüphe yok onlar diriltileceklerdir.

4. (Onlar) O hileye cür’et edenler, hiç âhiret azabını düşünmezler mi? (Onlar sanmıyorlar mı ki, şüphe yok onlar) öldükten sonra tekrar (diriltileceklerdir.) O yaptıkları hilelerden dolayı cezalara çarptırılacaklardır. Onlar bu âkibeti hiç düşünmezler mi?

5. Bir büyük gün için.

5. Evet: (Bir büyük gün için..) Yeniden hayata kavuşturulacaklarını, o günde sual ve hesaba tâbi tutulacaklarını hiç düşünmüyorlar mı?

6. Âlemlerin Rabbi için insanların divan duracağı günde.

6. (Âlemlerin Rabbi için) Yüce Yaratıcı’nın emri için, hesap ve cezası için (insanların divan duracağı günde.) Kendilerinin de diriltilecekleri muhakkaktır. O günün böyle meydana geleceğini o haksızlıklarda bulunanlar, hiç bilmiyorlar mı?.

7. Hayır hayır.. Şüphe yok ki: Günahkârların yazısı elbetteki Siccindedir.

7. (Hayır hayır…) Öyle haince bir hareket ve âhiret hayatını inkâr aslâ doğru değildir. (Şüphe yok ki: Günahkârların yazışı) Öyle insanların hukukuna saldıran günahlardan kaçınmayan kimselerin o kötü muamelelerine ait yazılar, kayıtlar (elbette ki: Siccindedir.) Yâni: Kendisine siccin adı verilen bir kitapta yazılmış bulunmaktadır. O hilekâr, günahkârlar, o kötü amellerinden dolayı muhasebeye tutulacaklardır. Onların hiç bir muameleleri meçhul kalmamaktadır.

8. Siccinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?

8. Ey Yüce Peygamber!. (Siccinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?.) Onu ne sen ve ne de senin kavmin Elbette ki, bilemezsiniz.

9. O bir yazılmış kitaptır.

9. (O) Siccin denilen ve öyle fâcirlere ait bulunan kitap (bir yazılış kitabıdır.) Bir hususi işaret taşımaktadır. Bir amel defteridir. Onu gören, onda bir hayır bulunmadığını anlar, sâhibinin günahlarını bildirmektedir, azaba lâyık olduğunu göstermektedir.

Kur’an-ı Kerim’in bu âyetleri de gösteriyor ki: İslâmiyet’te doğruluk, adâlet, eşitlik, hakka riâyet pek mühim bir esastır. Her insan, alış verişinde, bütün iktisadî muamelelerinde doğruluktan ayrılmamakla mükelleftir. Hile yollarına sapan, âdi ve fâni bir şahsi menfaat uğrunda başkalarının hukukuna saldıran her şahıs, büyük mes’uliyete mâruz kalacaktır. Bu âkibet, Kur’an-ı Kerim’in ihtar ettiği bir hakikattir.

10. Yalanlayanların o gün vay hallerine.

10. Artık bu gibi hakikatleri (yalanlayanların o gün) kıyamet zamanında (vay hâllerine…) Onlar ne kadar azaba, helâke mâruz kalacaklardır.

11. O kimseler ki, cezâ gününü yalanlarlar.

11. (O kimseler ki: Ceza gününü yalanlayıverirler…) Kötü amellerinden dolayı âhirette azap görmeyeceklerini sanıverirler, işte vay onların hâllerine, en şiddetli bir azap, onlara yönelik bulunacaktır.

12. Halbuki: Onu, haddi aşan, günahkâr olan her bir kimseden başkası yalanlamaz.

12. (Halbuki: Onu) O ceza günü (haddi aşan) hakka tecâvüz eden insaftan mahrûm bulunan (günahkâr olan her bir kimseden başkası yalanlamaz.) Öyle bir kimse, güzelce düşünmez, parlayıp duran delillere göz atmaz, verilen nasihatleri kabul etmez, nefsinin arzularına, şehvetlerine tâbi olmaktan ayrılmaz, bunun pek korkunç bir neticesi olarak da öyle bir küfre ve isyâna tutulmuş bulunur.

13. Ona karşı bizim âyetlerimiz okunduğu vakit, evvelkilerin masalları, demiştir.

13. Bu mübârek âyetler, inkârcıların Kur’an-ı Kerim hakkındaki iftiralarını bildiriyor, onların ne kadar kalp katılığına tutulmuş olduklarını teşhîr ediyor ve onların ne kadar mahrûmiyete uğramış ve nasıl bir cehennem ateşine aday bulunmuş olduklarını ve nasıl bir kınamaya, ihtara mâruz kalacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ona karşı) O hain şahsa, Velid İbn-i Mugire veya “Nadr-İbnil’hars” gibi herhangi bir inkârcıya karşı (bizim âyetlerimiz okunduğu) Kur’an-ı Kerim’in itikad, ahlâk, helâl ve haram gibi hükümlerine dair tebligâtı bildirildiği (vakit) o dinsiz şahıs, o mukaddes âyetler hakkında onlar (evvelkilerin efsaneleridir, demiştir.) Öyle bâtıl, câhilce bir iddiaya cür’et göstermiştir. “Esatir” tarihten evvelki zamana ait masallar, uydurma hikâyeler demektir.

14. Aslâ öyle değil.. Fakat onların kazanmış oldukları şey, kalpleri üzerini kaplamıştır.

14. (Aslâ öyle değil) O âyetler, hâşâ efsane değildir. (Fakat onların) O mukaddesata efsane demeğe cür’et eden inkârcı şahısların (kazanmış oldukları şey) işlemiş oldukları küfür ve isyân, bâtıl düşünceler, onların (kalpleri üzerini kaplamıştır.) içlerine nüfuz ederek vicdanlarını kuşatmıştır. Artık, hakikatleri görüp anlayamaz bulunmuşlardır. “Rane” kelimesi, galebe etti, kuşattı, sarıp kapladı demektir.

15. Hayır.. Şüphe yok ki: Onlar, o gün Rablerinden elbette mahrum kalmış kimselerdir.

15. (Hayır) Onların o iddiaları bâtıldır. (Şüphe yok ki: Onlar) O Kur’an-ı Kerim’e efsane demek alçaklığında bulunan inkârcılar (o gün) o kıyamet zamanında (Rabbilerinden elbette mahrûm kalmış) Allah’ın rahmetinden mahrûm olmuş, manevi yakınlıktan uzak bulunmuş (kimselerdir.) Mühîm zatlar, âhirette Allah’ın cemalini görme şerefine nâil olacakları hâlde o inkârcılar öyle bir şereften ebediyen mahrûm bulunacaklardır.

16. Sonra muhakkak ki: Onlar, o alevli cehenneme gireceklerdir.

16. (Sonra muhakkak ki: Onlar) O rahmetten, o görme şerefinden mahrûm olanlar, (o alevli cehenneme) o yakıcı ateş mahalline de (gireceklerdir.) O ebedî azaba atılacaklardır. “Sıliy” kelimesi, ateşe girmek, yaslanmak ve yanıvermek demektir.

17. Sonra denilir ki: İşte bu, sizin kendisini yalanladığınız şeydir.

17. (Sonra da) O Cehenneme atılanlara zebaniler tarafından kınanmak ve yerilmek için (denilir ki: İşte bu) ceza, hakkınızdaki bu azap ve ceza (sizin kendisini) dünyada iken (yalanladığınız şeylerdir.) Siz bu âhirete inanmamıştınız. Hz. Peygamberi ve Kur’an-ı Kerim’i tasdik etmemiştiniz, ilâhî âyetleri birer efsane sanmış idiniz, işte bu cehennem, sizin için o bâtıl kanaatinizin, lâkırdılarınızın bir cezasıdır. Artık bu müthiş azabı tadın durun. İşte inkârcıların âkibetleri böyle pek korkunçtur.

18. Hakikattir ki: İyi kulların kitabı elbette ki illiyyindedir.

18. Bu mübârek âyetler, sâlih mü’mînlerin amellerine ait kitapların yüksekliğini bildiriyor. O zâtların âhirette erişecekleri pek temiz, lezzetli, çeşitli nîmetlere şöylece işaret buyuruyor. (Hakkaki) bir hakikattir ki: (Sâlih kulların) imânlarında sadâkatli bulunan mü’minlerin (kitabı) amel sahifeleri (İlliyyindedir.) Pek yüksek bir makamdadır. Son derece aşağı bir mekân demek olan Siccinin hilâfınadır. “Kellâ” kelimesi bir red harfidir, öyle değil, senin anladığın gibi değildir, anlamındadır. Maamafih “Hakka”mânâsını da ifade eder.

“İlliyyun” da iyi kimselerden olan insan ve cinne ait hayırlı amellerin yazılmakta olduğu yüce bir divanın adıdır. Yedinci semâda arşın altında bulunduğu rivâyet olunuyor. İbn-i Abbas hazretleri demiştir ki: Bu, yeşil Zebercedden bir levhadır ki, arşın altında bulunmaktadır, mü’mînlerin amelleri bunda yazılıdır. İlliyûnun cennetten ve “Sidretül Müntehâ”dan ibaret olduğuna kail olanlarda vardır. “Essiracülmünîr..”

19. İlliyyinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?

19. (İlliyyinin ne olduğunu) Onun ne kadar muazzam bir mahiyette bulunduğunu (sana ne şey bildirdi?) O pek büyük bir heybete, yüceliğe sâhiptir.

20. O, yazılmış bir kitaptır.

20. Evet.. (O) İlliyyin, kendisinde mü’minlerin değerlerinin yüceliği, selâmet ve kurtuluşa erişmeleri (yazılmış) olan (bir kitaptır) bir yüce levhadır.

21. Onu Allah’a yakın olanlar, müşahede eder görür.

21. (Onu) O yüksek kitabı (yakın olanlar) “mukarreb melekler” denilen yüce zâtlar (müşahede eder görür.) Yâni: Onu hazırlar, muhafaza ederler veya onun içindekilere kıyamet gününde şâhitlik ederler.

22. Şüphe yok ki: İyiler, nimet içindedirler.

22. (Şüphe yok ki, sâlih zâtlar) “Ebrâr” denilen takva sâhibi, mübârek mü’minler, âhirette (nîmet içindedirler.) Onlar, pek güzel hâllere, pek yüksek makamlara erişmişlerdir.

23. Tahtlar üzerinde etrafa bakarlar.

23. O seçkin zâtlar, cennetlerde (Tahtlar üzerinde) oturarak diledikleri yerlere bakarlar, cennetlerdeki güzel, zevk verici manzaraları seyrederler, kendileri için ihsân buyurulan nîmetlere, mevkilere (bakarlar) dururlar. Din düşmanlarının da cehennemde yanıp yakıldıklarını seyir ederler. Hiç bir şey, onları görmelerine engel olamaz. Bu, o zâtlar hakkında birinci vasıftır.

24. Onların yüzlerinde o nimetin güzelliğini görüp anlarsın.

24. O mes’ut zâtların vaziyetlerine bakacak olsan (Onların yüzlerinde o nîmetin güzelliğini görüp anlarsın.) Onların yüzlerinde öyle bir parlaklık ve güzellik parlayıp durur, onların ne kadar mes’ut Allah katında makbul oldukları anlaşılmış olur. Böyle bir hitap, ya Yüce Peygamberimizedir veya herhangi bir bakılacak kimseyedir. Bu da o takva sâhibi zâtlar hakkında ikinci bir vasıftır.

25. Onlar, mühürlü, hâlis bir şerbetten içirileceklerdir.

25. (Onlar) O cennete erişmiş, orada (mühürlü) başka şeylerin karışmasından korunmuş (hâlis bir şerbetten içirileceklerdir.) Onu içince büyük bir zevk duyarlar. Hiç bir ârızâya uğramazlar. Kalpleri ferahlamış olurlar. Bu da üçüncü bir vasıftır.

26. Onun nihâyeti misktir, artık fazlaca rağbet gösterenler, bunun hakkında rağbet göstersinler.

26. (Onun) O cennete mahsus şurubun (nihâyeti misktir) öyle güzel kokulu bir şeydir. Öyle pek hoş bir koku ile sona ermiş olur. (Artık ziyade rağbet gösterenler.) Bir nefîs şeye kavuşma arzusunda bulunanlar (bunun hakkında rağbet göstersinler.) Böyle pek lezzetli, pek nefis bir nîmete kavuşmak için büyük bir eğilim göstersinler, buna lâyık olmak için çalışsınlar, ibâdet ve itaatte bulunsunlar. “Münafese” rağbet etmek, bir mükemmelliğe erişmek için başkalarile müsabakada bulunurcasına çalışmak demektir ki: Fâzilete yönelik bir kabiliyet olduğu için pek övülmüştür.

27. Ve onun karışımı tesnîmdendir.

27. (Ve onun) O cennete erişecek zâtlara mahsus içilecek lezzetli meşrubatın (mizacı) ona karıştırılan şey (tesnîmdendir.) Onların üzerlerine yüksekten dökülen bir tesnîm suyundan ibarettir.

28. O bir kaynaktır ki, ondan ancak Allah’a yakın olanlar içerler.

28. O tesnîm ise (Bir kaynaktır ki) bir yüksek çeşmedir ki: (Ondan ancak yakın olanlar) “ebrar” denilen seçkin zâtlar (içerler.) Ondan lezzet alırlar. Öyle yüce mânevî bir yakınlığa mazhar olamayanlar, o pek değerli çeşmenin suyundan içmeğe nâil olamazlar. İşte, insan, böyle yüce nîmetlere kavuşabilmesi için daha dünyada iken çalışmalıdır. İyiler zümresine dahil olmaya gayret etmelidir.

29. Muhakkak o kimseler ki: Günah işlemişlerdi, iman etmiş olanlara gülerlerdi.

29. Bu mübârek âyetlerde mü’minlerle alayda bulunan isyânkâr kimselerin âhirette ne kadar korkunç bir vaziyette bulunacaklarını bildiriyor. Onların mü’minlere karşı olan pek çirkin hareketlerini kınıyor ve teşhîr ediyor. Onların nihâyet lâyık oldukları cezalara kavuşacaklarını şöylece beyan buyurmaktadır. (Muhakkak o kimseler ki: Günah işlemişlerdi) Allah’ın emrine muhalefet ederek başkalarının hukukuna tecâvüze cür’et göstermişlerdi, kendi servetlerine aldanarak fakir mü’mînler ile alay etmişlerdi. (İmân etmiş olanlara gülerlerdi.) Onların hâllerine bakarak alay etmeğe yeltenirlerdi.

“Bu mübârek âyetin sebebi nüzulü olmak üzere şöyle deniliyor: Ebû Cehil ve benzeri gibi Kureyş reisleri Ammar, Bilâl-i Habeşî gibi eshab-ı kirâmın fakirleriyle alay ediyorlar, onlara bakıp gülümsüyorlardı ve yine deniliyor ki: İmam-ı Ali Radiyallâh-ü Anh, müslümanlardan bir zümre ile münâfıkların yanlarına gitmişler, o münâfıklar ise o zâtlar ile alay etmeye cür’et etmişler, birbirlerine kaş ve göz işâretlerinde bulunmuşlar, sonra o münâfıklar, kendi arkadaşlarının yanlarına gitmişler, biz bugün bir aslan, yâni: Başının tepesinde ve önünde kıl bulunmayan ve küçürek ve küçük başlı olan bir kişiyi gördük diyerek gülmüşlerdi. Hz. Ali, daha Resûlul’lâh’ın huzuruna gelmeden bu âyet-i kerîme nâzil olmuştur.

30. Ve onların yanlarından geçtikleri zaman, birbirlerine karşı göz işaret yaparlardı.

30. (Ve) O mü’mînler (onların) o alay eden dinsizlerin (yanlarından geçer oldukları zaman) o inkârcılar (birbirlerine karşı göz işâreti yaparlardı.) Birbirlerine mü’minleri kaş ve göz işâretiyle göstermek isterlerdi, alay ederlerdi.

31. Ve kendi taifelerinin yanlarına döndükleri zaman pek keyifli bir halde dönerlerdi.

31. (Ve) O münâfıklar (kendi tâifeleri yanlarına döndükleri zaman) bulundukları yerden ayrılıp kendi yakınlarının, guruplarının hanelerine gittikleri vakit (pek keyifli bir hâlde bulunurlardı.) O mü’minler ile alay etmiş olmaları, hoşlarına giderek ondan dolayı pek neşeli görünürlerdi. “Fekâhet” zevklenmek, lâtife yapmak, kibirlenmek, çirkin lâkırdılarda bulunmak mânâsınadır.

32. Ve onları gördükleri vakit derler ki: İşte bunlar sapıklardır.

32. (Ve) O dinsizler (onların) o mü’min zâtları (gördükleri vakit derlerdi ki: İşte bunlar) bu mü’minler (sapıklardır.) Kendi babalarının, dedelerinin yollarını bırakmış, Muhammed Aleyhisselâm’a tâbi olmuş kimselerdir.

33. Halbuki bunlar, onların üzerlerine denetleyici olarak gönderilmemişlerdi.

33. (Halbuki, bunlar) Müslümanlar ile alay eden bu kâfirler (onların üzerlerine) o mü’mîn zâtlar hakkında (gözeticiler olarak gönderilmemişlerdi.) Onların ne selâhiyetleri vardır ki: O mü’minleri hâl ve davranışlarını gözetleyebilsinler, onlar sapıklık isnâdında cür’et edebilsinler!. Onlar kendi alçaklıklarını, cehâletlerini bilmiyorlardı, o doğru yolu takip eden zâtlara dil uzâtıyorlardı.

Diğer bir yoruma göre bu beyanlar, o kâfirlerin sözlerini hikâye etmekten ibarettir. Şöyle ki: O kâfirler, müslümanları görünce diyorlardı ki: Bunlar, bizim üzerimize muhafızlar olarak gönderilmemişlerdir. Bunlar bizi o selâhiyetle İslâm dinine dâvet ediyorlar, bizim şirkimize mâni olmak istiyorlar?.

34. Artık o günde de o iman etmiş olanlar, o kâfirlere güleceklerdir.

34. (Artık o günde de) O âhirette, o ceza gününde de (o îman etmiş olanlar, o kâfirlere güleceklerdir.) O kâfirler dünyada iken mü’mînlere karşı alaycı bir sûrette gülmüş olmalarına bir mukabil olmak üzere kendileri gülünecek bir vaziyette bulunacaklardır. O kâfirler, inkâr ettikleri o ceza gününe kavuşmuş, o gün bilmüşahede sâbit bulunmuş olacağı için artık mü’minler, sevinçli bir hâlde bulunacaklardır.

35. Tahtlar üzerinde seyredeceklerdir.

35. O gün mü’mînler (Tahtlar üzerinde) oturarak o kâfirlerin başlarına gelen ilâhî azabı, o dinsizlerin yapmış oldukları inkâr ve alaylarının cezasını (seyredeceklerdir.)

36. Nasıl o kâfirler, işledikleri şey ile cezâlanmış oldular mı?

36. Artık âhirette mü’mînlerin sevincini daha fazla arttırmak için buyurulacaktır ki: (Nasıl o kâfirler) Dünyada iken (işler oldukları şey ile) o inkârları, alaycı hareketleri sebebiyle (cezalanmış oldular mı?.) İşte cezalandırıldıklarını müşahede edip duruyorsunuz, bu âkıbeti zâten size Kur’an-ı Kerim vaktîle haber vermişti, işte şimdi gerçekleşmesini de gözlerinizle görüyorsunuz.

“Tesvib” sevap ve ceza vermek, bir şeyin karşılığını ödemek demektir. Maamafih sevap, lâvzı hayır karşılığında, ceza lâfzı da şer karşılığında daha ziyade kullanılmaktadır. Bu âyet-i kerîmede de bir kınamak için, kâfirlerin başlarına gelecek cezaya, azaba sevap denilmiş bulunuyor. Yâni: Ey kâfirler!. Siz başka sevap beklemeyiniz, sizin amellerinizin, karşılığı, böyle bir daimi azaptan ibaret bulunmuştur. O hâlde insanlar böyle müthiş bir cezaya uğramak istemezlerse itikatlarını, amellerini ıslâha çalışmalıdırlar, kimsenin hukukuna meşrû bir sûretteki şeref ve şanına müdahelede bulunmamalıdırlar. Din kardeşliğinin değerini karşılıklı bir hürmet ve muhabette devam etmelidirler. İnsanlık cemiyetinin ebedî selâmet ve saadeti ancak bu sûretle tecelli eder. Hak Teâlâ Hazretleri, cümlemizi böyle bir muvaffakiyete nâil buyursun. Amin. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’adır.

İnşikak suresinin okunuşu, anlamı, tefsiri Büruc suresinin okunuşu, anlamı, tefsiri Tarık suresinin okunuşu, anlamı, tefsiri