İbn Abbâs'tan rivayetle İbn Merdûye Sûrenin mekkî olduğunu söyler, ve el-Bahru'l-Muhît'te Sûrenin ihtilafsız mekkî olduğu belirtilmiştir. Suyûtî ise İtkân'da 64-77 âyetlerinin medenî, geri kalanının mekkî olduğunu kaydeder. Ancak mekkî olduğu söylenen âyetlerde zekât'tan bahsedilmiş olması bunların mekkî oluşuna engel gibi görülmekte ise de bazı âlimler zekât'ın Mekke-i Mükerreme'de de farz olduğunu, ancak miktar ve sarf yerlerinin Medine-i Münevvere'de belirlenmiş olduğuna kaildirler.[1]
l. Mü'minler gerçekten felaha ermişlerdir. 2. Ki onlar, namazlarında huşu' içinde olanlardır. 3. Ki onlar, boş sözlerden yüz çevirenlerdir. 4. Ki onlar, zekâtı (verenler)dir. 5. Ki onlar, ferclerini (ud yerlerini) koruyanlardır. 6. Sadece eşleri ve sağ ellerinin malik olduğu (cariyeleri) müstesnadır. Doğrusu onlar bunun için kınananlar değillerdir. 7. Kim de bundan başkasını ararsa işte onlar haddi aşanlardır. 8. Ki (o mü'minler) emanetlerine ve ahidlerine riâyet edenlerdir. 9. Ki onlar, namazlarını muhafaza ederler. 10. İşte onlar, varis olanlardır. 11. Onlar ki, Firdevs 'e varis olacaklardır ve onlar orada ebedî kalıcılardır.
Abdurrahman ibn Abdu'l-Kârî'den rivayette o, Hz. Ömer ibnu'l-Hattâb'ı şöyle anlatırken işitmiş: Hz. Peygamber (sa)'e vahy indiği zamanlarda yüzünün yanında (etrafında) bal arısı vızıltısı gibi bir ses işitilirdi. Bir gün yine ona vahy inmeye başladı, bir süre durduk (konuşmadık), bu hali geçip açılınca kıbleye döndü ve ellerini kaldırarak: "Ey Allah'ım, bize artır, eksiltme, bize ikramda bulun (bizi şereflendir), bizi aşağılama, bize ver, bizi mahrum bırakma. Bizi (başkalarına) tercih et, başkalarını bize tercih etme, bizi hoşnut et ve bizden hoşnut ol." diye dua etti, sonra: "Bana (biraz önce) on âyet nazil oldu. Her kim bunlarla amel ederse cennete girer." buyurdu ve on âyetin sonuna kadar olmak üzere "Gerçekten mü'minler felaha ermişlerdir..." âyetlerini tilâvet buyurdular.[2]
"Ki onlar, namazlarında huşu' içinde olanlardır." âyet-i kerimesinin nüzul sebebinde Ebu Hüreyre'den rivayete göre Hz. Peygamber (sa) namaz kılarken gözlerini semaya kaldırırmş ve bunun üzerine "Ki onlar, namazlarında huşu' içinde olanlardır." âyeti nazil olmuştur.[3]
İbn Merdûye'nin rivayeti "Hz. Peygamber (sa) namazda sağa sola dönerdi."; Saîd ibn Mansûr'un İbn Sîrîn'den mürsel olarak rivayeti "Hz. Peygamber (sa) gözlerini sağa sola çevirirdi."; İbn Ebî Hâtim'in İbn Sîrîn'den rivayeti "Sahabe namazda gözlerini semaya kaldırırlardı." ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu." Şeklindedir.[4]
12. Andolsun ki Biz, insanı çamurdan, süzülmüş bir özden yarattık. 13. Sonra da onu, nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. 14. Sonra nutfeyi bir alaka haline getirdik. Derken o alakayı bir çiğnemlik et yaptık. O bir çiğnemlik et parçasını kemik olarak yarattık, kemiklere de et giydirdik ve sonra onu apayrı bir yaratık yaptık Yaratanların en güzeli olan Allah'ın sânı ne yücedir!
l. Enes ibn Mâlik'ten rivayete göre Hz. Ömer şöyle demiştir: Dört şeyde Rabbime muvafakat ettim:
"Ey Allah'ın elçisi, (İbrahim'in) makamı arkasında namaz kılsak." dedim. Allah Tealâ: "İbrahim'in makamından bir namazgah edinin." (Bakara, 2/125) âyetini indirdi. "Ey Allah'ın elçisi, hanımların için bir örtü edinsen (hanımlarını kapatsan); onların yanına iyi insanlar da giriyor, günahkâr insanlar da." dedim. Allah Tealâ: "Bir de O'nun hanımlarından lüzumlu bir şey istediğiniz vakit onlardan perde arkasından isteyin." (Ahzâb, 33/53) âyetini indirdi. Hz. Peygamber (sa)'in eşlerine: "Ya Allah'ın Rasûlü'nden bu istediklerinizden vazgeçersiniz, ya da Allah sizlerin yerine O'na sizden daha hayırlı eşler verir ve sizi onlarla değiştirir." demiştim. "(Ey Peygamber eşleri!) Eğer o sizi boşarsa, olur ki Rabbi ona (sizin yerinize), sizden daha hayırlı, ‘Allah’a itaatle teslim olan, (tam) iman eden, gönülden itaat eden, tevbekâr olan, ibadet eden, oruç tutan dullar ve bâkireler verir." (Tahrîm, 66/5) âyeti nazil oldu.
"Andolsun ki Biz, insanı çamurdan, süzülmüş bir özden yarattık..." âyet-i kerimesi nazil olduğunda ben: "Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir!" dedim de âyetin sonu bu şekilde nazil oldu.[5]
2. Zeyd ibn Sabit tarafından bu âyet-i kerimenin Hz. Peygamber'e nüzulü üzerine Efendimiz (sa)'ce kendisine yazdırılırken sonunu "Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir!" şeklinde söyleyenin Muâz ib Cebel olduğu da rivayet edilmiştir.[6]
3. Abdullah ibn Saîd ibn Ebî Şerh, Hz. Peygamber için vahy yazardı. Allah'ın Rasûlü (sa) bir gün ona: "Andolsun ki Biz, insanı çamurdan, süzülmüş bir özden yarattık..." âyetlerini yazdırıyordu, "...ve sonra onu apayrı bir yaratık yaptık." kısmına gelince Abdullah ibn Saîd ibn Ebî Şerh Hz. Peygamber (sa)'in âyet-i kerimenin sonunu söylemeden kendiliğinden: "Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir!" dedi. Hz. Peygamber (sa) ona: "Böylece nazil oldu." buyurdu. Abdullah: "Eğer Muhammed, kendisine vahiy gelen bir peygamber ise işte ben de kendisine vahiy gelen bir peygamberim." deyip irtidad etti ve Mekke müşriklerine katıldı. Ancak daha sonra, Hz. Peygamber henüz hayatta iken bu Abdullah ibn Saîd ibn Ebî Şerh tekrar müslüman olmuştur.
Ancak Sûrenin mekkî oluşu bu hadiseyi şüpheli kılmaktadır. Yani ya âyet Mekke'de nazil olmakla birlikte Hz. Peygamber (sa)'in bu âyet-i kerimeyi Abdullah ibn Ebî Şerh'e yazdırması Medine-i Münevvere'de olmuştur, ya da sûre mekkî olmakla birlikte âyet Medîne-i Münevvere'de nazil olmuştur.[7] En doğrusunu Allah bilir.
66-67. Size âyetlerimiz okunuyordu da, ona (Kur’an’a) karşı büyüklük taslayarak gerisin geriye dönüyor, geceleyin de (Kâbe’nin etrafında toplanarak) saçma sapan konuşuyordunuz.
İbn Ebî Hâtim'in Saîd ibn Cübeyr'den rivayete göre Kureyş, geceleyin Ka'benin etrafında oturur, sohbet eder ve tavaf etmezler; bir de bununla övünürlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Büyüklük taslıyor, gece (Beytullah'ın) etrafında sohbet ediyor, ağzınıza geleni söylüyordunuz." âyet-i kerîmesini indirdi.[8]
75. Şayet Biz, onlara acısak ve başlarındaki sıkıntıyı gidersek yine de azgınlıkları içinde bocalayıp kalırlar. 76. Andolsun ki Biz, onları azâbla yakaladık. Ama yine de Rablerine boyun eğmediler. Onlar, yalvarıp yakarmazlar.
İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Üsâme ibn Üsâl el-Hanefî, Hz. Peygamber (sa)'e gelip müslüman olduğunda esir idi. Hz. Peygamber (sa) onu serbest bıraktı. Üç gün müslüman olmamakta direndikten sonra Allah'ın hidayet nasib etmesiyle müslüman oldu ve umre yapmak üzere Mekke-i Mükerreme'ye gitti. Mekke vadisine gelince telbiye getirdi ve telbiye getirerek Mekke-i Mükerreme'ye girdi. İslâm tarihinde Mekke-i Mükerreme'ye telbiye getirerek giren ilk kişi oldu. Onun telbiye getirerek Mekke'ye girdiğini gören Kureyş müşrikleri onu yakaladılar ve: "Ey Sümâme gerçekten bize karşı çok cür'etkâr davrandın ve Sâbiî olduğunu açıkça burada belli ettin." dediler. Sümâme: "Müslüman oldum ve en hayırlı dine, Muhammed'in dinine tabi oldum. Vallahi size, Hz. Peygamber (sa) izin verinceye kadar Yemâme'den bir buğday danesi bile gelmeyecek." deyip gitti, Mekkelilerin Yemâme ticaret yolu üzerine oturdu ve yol kesmeye başladı. Allah Tealâ da o sırada Kureyş (müşriklerine öyle bir kıtlık seneleri verdi ki açlıktan deve yününü kanla karıştırıp yediler. İşte bu kıtlık yıllarında (Kureyş adına) Ebu Süfyân, Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve: "Allah ve akrabalık aşkına, sen âlemlere rahmet olarak gönderildiğini iddia etmiyor musun?" dedi. Hz. Peygamber (sa): "Evet öyle." buyurdular. "Babaları kılıçla, çocukları açlıktan öldürdün (bu nasıl rahmetle gönderilmektir?)" dedi de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri indirdi.[9]
Beyhakî'nin Delâil'de zikrettiği haberde Üsâme ibn Üsâl el-Hanefî'nin adı İbn İyâz şeklinde verilmiştir.[10]
Bu Üsâme ibn Üsâl hadisesi Bedr Gazvesinden sonra, hattâ bir rivayete göre Mekke'nin fethinden biraz önce[11] meydana geldiğine ve İbn Abbâs'tan gelen bu haber de sahih olduğuna göre demek ki mekkî olan bu sure içindeki bu âyet-i kerimeler Medine-i Münevvere'de nazil olmuştur.[12]
[1] Alûsî, age. xvm,2. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/624. [2] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 23/1, hadis no: 3173. [3] Vahidî, age. s. 219. [4] Suyûtî, Lubâbu'n-Nükûl, n,i7-i8. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/625. [5] Vahidî, age. s. 220. [6] Alûsî, age. xvm,i6. [7] Alûsî, age. xvm,i6 [8] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,19. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/626-627. [9] Vahidî, age. s. 220. [10] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, II,18; Alûsî, age. XVIII,55; Abdu'l-Fettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nüzûl ani's-Sahâbe ve'1-Müfessirîn, Kahire tarihsiz, I. Baskı, s. 139. [11] Alûsî, age. xvm,55 [12] Taberî, age. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/627.