ÖZLEM DOĞAN'ın kaleminden
Rus misyonerler Filistin'de
Prof. Dr. Ahmet Aksın, Rus siyaset bilimci Alexander Dugin'in, 'Ruslar ilk olarak Ortodoks, ikinci olarak Rus, daha sonra da insan olduklarını idrak etmelidirler' sözünü hatırlatarak şöyle devam etti: "Islahat fermanından sonra Osmanlı'da meydana gelen değişimler, Osmanlı coğrafyasındaki misyonerlik çalışmalarının hızlanmasına sebep oldu. Ortodoksluğun yaygınlaşması ve koruyuculuğunu 1. Petro'dan sonra Ruslar üstlendi. Kitrovo Filistin'de yaptığı incelemelerde, dini misyon başkanlarının bölgede faaliyetlerde bulunulması gerekli olduğu yönündeki tespitine hak vermiştir. Bölgedeki Ortodoks Arapların Rum din adamlarınca ihmal edilmeleri Rusya'nın başarısızlığı olarak görülerek bu yönde rapor gönderiliyor."
Osmanlı, misyonerleri yakın takipte
Kurulan misyoner cemiyetin faaliyet alanlarından biri de eğitim olmuştur. Bölgedeki Fransız ve ABD ve İngilizlerin destekledikleri okullar Osmanlı tarafından kabul görürken, Rusların açtığı okullar desteklenmemiştir. Ruslar 25 seneye yakın Osmanlı devletinden izin almadan bu okullarda eğitim faaliyetlerini sürdürdüler. Zira resmi izin alındığı zaman müfredata Osmanlı maarifi müdahale edecekti. Bu yüzden Ruslar bu okullara izin almadı fakat Osmanlı çok iyi takibat yapıyordu. Yafa gümrüğünde Filistin cemiyeti adına gelen sandıklardan çıkan kitaplarda 1895 tarihli Kenisetül Babaviye adlı kitap, Ortodoksluğu yüceltip, Katoliklik ve Protestanlığı aşağılıyordu. Cemiyet önce okullarını Kudüs'te açmaya başladı. Daha sonra Suriye'ye kadar okulları sayısını arttırdı. Rus okullarının sayısı arttıkça Ortodoks Arap aileler çocuklarını bu okullara gönderdi. Bu okullarda Rusça, Fransızca, Arapça, matematik ve gramer derslerinin çok iyi öğretildiği biliniyor.
Hedef: Bilgi toplamak
Biz kaybedersek herkes kaybeder başlığı altında misyonerlerin Osmanlı İmparatorluğu'nun her şehrinde okul, hastane, matbaa ve yetimhane gibi her türlü faaliyette bulunduğunu ifade eden Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Doğan, "Avrupa ve Amerika'nın çeşitli eyaletlerinden gelen insanlar bu misyonerler. Amerikan Board dediğimiz bu örgüt Türkiye'de kolej açtı. Hedefleri; Müslümanların, Yahudilerin ve Hristiyanların arasında faaliyetlerde bulunup kendisinden sonra gelecek olan misyonerlere yardım etmek amacıyla bilgi toplamak. 1914 yılı raporunda Amerikan Board ve Presbiteryan Board okul sayısı 473 ilkokul, 54 ortaokul ve 32 bin toplam öğrenci sayısıydı. Misyonerler, Abdülhamid tahttan indirildiğinde sadece Anadolu'da bile çok yoğun faaliyetlerde bulunuyorlardı" şeklinde konuştu.
Abdülhamid'in yabancı okullar politikası
Abdülhamid'in bir ocağın üzerine konan çaydanlığın kaynamaya başlaması ve taşma noktası olduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Şamil Mutlu, bölgede Amerikalı misyonerler kadar derin ve köklü olarak Fransız misyonerlerin de varlığından söz ederek sözlerini şöyle sürdürdü: "Çaydanlığın kaynamaya başlaması II. Mahmut dönemine denk gelir. Misyonerlerin hamisi Stratford Canning ve eşine, Sultan Abdülmecid İngiliz okulu yapılmak üzere bir arsa hediye etmiştir. Çünkü o zamanlar yabancı okulların vereceği zararlarla ilgili bir fikir söz konusu değildi. Misyonerler her başları sıkıştığında ilgili elçiliklere müracaat ederek kendilerini koruma altına alıyorlardı. Her önüne gelen istediği okulu ve kiliseyi açamazdı ama 1856 Islahat fermanında bu değişti. İstedikleri gibi hareket etme imkanı buldular. 1868 tarihinde de yabancıların Osmanlı topraklarında mülk edinmesi önündeki engel kaldırıldı."
Misyonerlerin küstah tehdidi
Abdülhamid dönemi misyoner okullarının olgunlaştığı ve sayılarının arttığı dönemdir. Abdülhamid, Islahat fermanının getirdiği gevşemeden rahatsız olduğu için vilayetin maarif müdürünün izin verdiği okullarla alakalı irade alma mecburiyeti kararı getiriyor. Buna ilk tepkiyi Amerika veriyor. O kadar ki; İzmir önlerine donanma gönderiyor. Abdülhamid yabancı okulların kontrolüyle ilgili devlet ricalinden layihalar istiyor. Bu arada misyonerler de sürekli mesafe kat ediyorlar. Ama Abdülhamid 129. Maddeyle yabancı okulları kontrol maddesini de araya sıkıştırıyor.
Prof. Dr. İsmail Kara: Tarihimizi bir bütünlük içinde ve bugün yola nasıl devam edeceğimiz çerçevesinde ele alma noktasına henüz ulaşmış değiliz. Abdülhamid konusu tarihçilere göre hala bir savaş alanıdır ama düne göre bugün çok daha iyi bir noktaya doğru gittiğimizi söyleyebiliriz.
Muhalifler Abdülhamid okullarından yetişti
Enver Paşa, Mustafa Kemal ve Abdülhamid gibi Türkiye tarihinin tartışmalı alan ve kişilerinin olduğunu ifade eden Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan, bu kişilerin günün siyasi tartışmalarının da referans noktaları haline geldiğini vurgulayarak şöyle konuştu: "Bu kadar çok tartıştığımız dönem ve kişilerle ilgili elimizde hala yeterince kaynak yok. Abdülhamid kendinden önceki matbuat ve basın düzenini devam ettirmiştir. Kısıtlayıcı düzenlemeler getirmedi. Biz de modern ve sivil basının ortaya çıkması 1860'ların başlarıdır. Edebiyatçı kişilikleriyle bildiğimiz Namık Kemal, Ali Suavi, Agah Efendi gibi Osmanlı'nın ilk kuşak muhalefeti basında yetişti. Diğer muhalifler de bizzat Abdülhamid'in kurduğu okullardan yetişti."
Abdülhamid devri modernleşme devridir
Abdülhamid 1876 yılında tahta geçtiğinde kadar mizah mecmuaları vardı. 1878'den sonra mizah mecmuaları çıkmadı. Bir önyargı olarak Abdülhamid dönemiyle alakalı baskıcı rejim imajı oluştu fakat öyle değil. Abdülhamid ülke içinde hiçbir siyasi gazetenin çıkmasına izin vermemiştir. Siyasetten başka her şeyden bahseden dergi ve gazete mevcuttu. Abdülhamid, bilime ve eğitime son derece önem veriyordu. Osmanlı modernleşmesinin en önemli dönemi Abdülhamid devridir. Demiryolu, telgraf, okul ve öğrenci sayısı, ithalat-ihracat ve limana gelen gemilerin tonajlarına bakılınca modernleşmenin en yüksek noktası olduğunu görüyoruz.
Kızların eğitimine büyük önem verildi
Abdülhamid döneminde dini dergi neredeyse bulamazsınız. Geleneksel edebiyat, ilim ve fen mecmuaları oldukça fazladır. Abdülhamid döneminde matbaalar sıkı kontrol ediliyordu. Matbaaların tek giriş-çıkışı olacak ve kapısı kitlenmeyecekti. Bununla birlikte o dönem çocuk dergilerinin uzun süre yayınlandığını görüyoruz. En uzun süreli kadın dergisi de 600 sayı olarak Abdülhamid döneminde çıkmıştır. Günde üç değişik kitap yayınlanıyordu. Bugünden bakınca çok az. Ama o dönemin okur yazar oranına baktığınızda çok ciddi bir sayı. Eğitimde Abdülhamid devrinde müthiş bir artış olmuştur. Ve bunlar arasında kadınlar oldukça dikkat çeker. 2. Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan feminist hareketler de bu yüzden normal görülmeli. Okuyup yazmış ve dünyadan haberdar olan bir kadın kitlesi mevcuttu. Abdülhamid dönemi hem resmi tarihin, hem de resmi devlet İslamı'nın oluştuğu dönemdir.
Yeni düzene ayak uydurma çalışmaları
Yrd. Doç. Dr. Vehbi Baysan mekteplerin açılmasıyla birlikte medreselerin varlığının ikilik oluşturduğunu ve sorunlar baş gösterdiğini belirterek 1840'larda kızların eğitiminin oldukça teşvik edildiğinin altını çizdi ve sözlerine şöyle devam etti: "Sınıflar bölünüyor. Bayan öğretmen olmadığı için yaşları ilerlemiş muhsin ahlaklı insanlar öğretmenlik yapıyor. 1848'te Dar'ül Muallimin açılıyor. 1868 de Galatasaray Sultanisi yabancı dille eğitim yapan ilk kurum olarak eğitim hayatına başlıyor. Osmanlı'nın tüm eğitim ve öğretimi yenidünya düzenine ayak uyduracak şekilde ayarlanmaya çalışılıyor. Kızların eğitimine ayrıca bir düzen getirmek için çaba sarf ediliyor. Çocuklara Osmanlıca okuyup yazmayı öğretmekte zorluk çekildiği için Kemal efendinin geliştirdiği metotla üç senede öğretemediklerini üç ayda öğretiyorlar. Abdülhamid dönemine kadar reformlar hep yukardan oluşturulmuş. Oysa Abdülhamid döneminde halkın kendi modern yaşamları içinde talepleri var ve hükümet de ona göre davranmaya çalışıyor."
Birçok uzmanı İstanbul'a getirtti
Dr. Tarık el Fatımi: Abdülhamid, "İslam sadece birlik ve beraberlikle ayakta durabilir ve onları eğitimle bir araya toplayabiliriz" demiştir. İç yönüyle cehalete karşı bir mücadele sergilemek, eğitimin yapısını tekrar oluşturmak istiyordu. Öğretmenler için evler yaptı. Birçok uzmanı Türkiye'ye ve İstanbul'a getirtti. Aşiret üniversitesi oluşturuldu. Osmanlı toprağındaki aşiret heyetlerini bu okullarda okuttu. Dış yönü ile de ülkeyi birlik içinde tutmaya çalışıyordu. Hasta adam denen Osmanlı sözüne karşı Abdülhamid, beraberlik içinde çalışıp, askeri okullar açıp, azınlıklar içinde okullar oluşturup, özel eğitimler yaptırmıştır. Askeri okulları geniş bir kapsamda ele aldı.
Sağır ve dilsizler okulu açtırdı
Batılıların kafasında oluşturulan Osmanlı cahil halk, kavramını okullar açarak bilimle ne kadar ilgilenildiğini göstermiştir. Okul sistemine yeni planlar getirmiştir. Yeniçağa ayak uydurabilmek için yeni yöntemlere başvurmuştur. Dilsiz ve sağırlar için de okullar yaptırdı. Bilim, fen, tıp, orman, ticaret, güzel sanatlar fakülteleri açıldı. Sultan Abdülhamid bu tüm eğitimleri fotoğraf çektirerek raporluyordu. Sosyal, askeri ve ekonomik açıdan imza attığı yenilikler bütün İslam alemine yansımıştır. Abdülhamid ketum bir sultandı. Hiçbir açıklama yapmadan gizli çalışıyordu. Bu yüzden birçok alanda batıyı alt ediyordu.
Dönemin din dersi kitapları önemli bir kaynak
Abdülhamid döneminin din dersi kitaplarının önemli kaynaklar olduğunun altını çizen Araştırmacı Mahmut Dilbaz, "Hamidiye döneminde eğitimden istenen; modern bilim anlayışına sahip, çalışkan ve üretken, dindar ve ahlaklı, padişaha sadık bir nesil oluşturmaktı. Bu dönemde 35 adet din dersi kitabı okutuldu. Dördü klasik dönem ürünüydü. Din dersi kitaplarının hemen hepsi telif eserlerdi" şeklinde konuştu.
Alaturka müzik Türklere ait midir?
Prof. Dr. Fazlı Arslan Musiki alanında batıyla münasebetlerimiz kanuni dönemine kadar gittiğini fakat yoğun olarak musiki merkezli tartışmaların Tanzimat'la birlikte başladığını ifade ederek oturuma şöyle devam etti: "Yeniçeri ocağıyla beraber Mehterhane kapatıldığında, Batı tarzı bando oluşturulduğu için tartışmalar bu merkezde yoğunlaşmıştır. Hangi musikinin milli musiki olduğu, Osmanlı'dan tebarüz eden musikinin Türklere ait olmadığı tartışması başlamıştır. 1923'te Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları adlı kitabında Osmanlı musikisinin Türklere ait olmadığını, Araplar, İranlılar ve Bizans musiki karışımı hastalıklı bir tür olduğunu söyler. Ziya Şakir 1918'de Abdülhamid'le yaptığı röportajda musikiyi konuşur. Abdülhamid, "Alaturka müzikten pek hoşlanmam, insana uyku getirir. Bilhassa opera ve operetler hoşuma gider. Alaturka, Yunanlılardan ve Acemlerden alınmıştır. Türklere ait değildir. Davulla zurna Türk çalgısı derler ama değildir, Araplara aittir" demiştir."
Hocasına ayakta hokka tutan padişah
Prof. Dr. Hüsrev Subaşı: "Hat sanatı görsel bir sanat. Musiki gibi kulağa hitap etmiyor. O yüzden daha çok insan tarafından görülüyor. İnsanlar yazılarla, mesajlarını asırdan asıra gönderebiliyor. O dönemde hiçbir hattat abdestli olmadan kalemi eline almazdı. Hiçbir nakkaş kalemi öteki elinden diğer eline besmelesiz almazdı. Böyle bir kültür oluşmuştu. Osmanlı sarayında da böyle idi. Padişah da sultan da cariye de hattattı. Sultan III. Ahmet ayakta olduğu halde yazı hokkası tutar, hocası ise oturarak yazısını yazardı. Padişah, "Hocam, sizin gibi hattat bir daha yetişir mi" diye sorunca Hafız Osman, "Endişelenmeyin Hünkarım. Hocasının hokkasını sizin gibi ayakta tutan padişahlar olduğu müddetçe daha çok hattat yetişir" demiştir."
En büyük fotoğraf destekçisi
Engin Özendes: Sultan Abdülhamid, Osmanlı döneminde fotoğraf sanatının en büyük koruyucu ve destekçisidir. Fotoğrafçılara ülkedeki kurumları ve önemli olayları belgeleme görevi verir. Kamil Paşa'yı hapisteki mahku00fbmların fotoğrafını çekmekle görevlendirir. İsimleri, suçları ve mahku00fbmiyet süreleri yazılarak albüm haline getirilir. Bu dönemde fotoğraf hem kalite, hem de eşitlilik açısından zirve yapar. 30 yılı aşkın bir döneme hükmetmiş olan sultana bize 40 bine yakın görseli armağan ettiği için minnet borçluyuz.
Bando ve Mehteran'ın mükemmel uyumu
Oturumların ardından Cemal Reşit Rey konser salonuna geçtik. Sultan II. Abdülhamid fotoğraf sergisinin açılışı yapıldı. Ardından da Osmanlı dönemi marşları konserini dinledik. Şef Tarkan Songür eşliğindeki Bando ile Şef Hasan Çinka'nın yönettiği Mehter takımının birlikte icra ettiği eserlerin güzel tınıları hala kulağımda.