Mimar Sinan'ın gizli hazinesi

Osmanlı İmparatorluğu'nun Muhteşem Süleyman'ı ülke topraklarını yeni fetihlerle genişletip taçlandırırken, Mimar Sinan'da birbirinden güzel eserlerle İstanbul'u donatarak bir periyi andıran şehrin siluetine bir başka güzellik katmıştır.

Özlem DOĞAN

milat.ozlem@gmail.com

Allah vergisi dediğimiz ve herkeste bulunmayan niteliklere sahip olan insanlardan biri de Mimar Sinan'dır. 1489 doğumlu olan mimar, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat döneminde bugün hala sitayişle bahsettiğimiz camiler, medreseler, türbeler, imarethane ve darüşşifalar(hastaneler), su yolları, köprüler, kervansaraylar ve hamamlar inşa etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun baş mimarı Sinan'ın 'Ustalık Eserim' dediği Selimiye Camii 2011 de UNESCO tarafından dünya mirası listesine alınmıştır.

Kitaplara sığmayacak kadar önemli bir değer olan Mimar Sinan'ın sadece Edirnekapı ve Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Camisi'nin hikayesi üzerine bile kitaplar yazılıp çizilmiştir.

Süleymaniye Camii'nin inşası için İran Şahı Tahmasp'ın gönderdiği değerli taş ve mücevherlerin padişahın isteği üzerine Mimar Sinan tarafından minarelerden birinin taşları arasına maharetle yerleştirdiği bilinmektedir. Ve güneş ışığında pırıl pırıl parladığı için 'Cevahir Minaresi' adı verilen bir minareye sahip olan görkemli Süleymaniye Camii'nin güzelliğini anlatmaya sayfalar yetmez. Fakat bilinen birçok eserlerinin yanında Mimar Sinan'ın İstanbul'un orta yerinde olduğu halde mücevher gibi gizli kalmış bir eseri daha bugün dahi insanlar tarafından pek bilinmemektedir. Sultanahmet'teki Caferağa Medresesi 1559 yılında Kanuni devrinde Babüssaade ağası Caferağa tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan bir medresedir. Avluda on üç küçük oda ve büyük bir salon mevcuttur. Kanuni döneminde küçük odaların her birinde ikişerli yatılı öğrenciler kalırken avludaki büyük salonda eğitim verilmekteydi. Cumhuriyet döneminde çıkarılan kanunla tekke, zaviye ve medreseler kapatıldıktan sonra kullanılamayacak bir halde yalnızlığa mahkum edilmişti. Kişiye özel ya da devlete ait olmayan bağımsız bir medrese olduğu içinde kimse sahip çıkmamıştır. Türk Kültürüne Hizmet Vakfı bünyesine geçtikten sonra restore edilen medresede şu an hattan tezhibe, ebrudan seramiğe kadar sabır ve incelik isteyen el sanatları çalışmaları yapılmaktadır. Eskiden bu mekanın giriş kapısının arka bölümde olduğu ve o dönemde medresenin geçimini sağlaması için etrafında bölümler halinde bulunan dükkanların kiraya verildiği rivayet edilmektedir. Yenilenen her şeyin eskidiği gerçeğinden yola çıkarsak zaman bu medrese de de çok şeyi değiştirmiş. Buna rağmen mutlaka gidilip görülmesi gereken bir mekan. Burada tarihin gölgelediği avluda bir çay içebilir, el sanatlarına meraklıysanız bir zamanlar Osmanlı'nın küçük talebelerinin öğrenim gördüğü yerlerde siz de eğitim alabilirsiniz.