Medya, şiddet kurbanlarını metalaştırıp tekrar tekrar öldürüyor

Şiddet kurbanlarının bir geçmişi ve ailesi olduğu gerçeğinin unutulduğunu ifade eden Prof. Dr. Uğur Batı: "Dezenformasyonun anakalemlerinden biri, umut etmemize ilişkin ihtimalleri ortadan kaldırmaya çalışan herkes ve her şeydir. Kurbanı bir nesneymiş gibi metalaştırıp rahatlıkla milyonlar önünde masanın üstüne yatırabiliyoruz. Bu da ahlaki bir sorun."

SÖYLEŞİ: ÖZLEM DOĞAN

Tüm dünyada yaşanan şiddet olayları artık her ayrıntısıyla sosyal medyada yer alıyor. İnsanın kanını donduran, ancak film sahnelerinde görülebilecek derecede vahşi cinayet ve toplu katliam görüntülerine 7’den 70’e tüm bireyler maruz kalıyor. Toplumda güvensizliği tetikleyen ve bilhassa gençlere umutsuzluk ve korku pompalayan bu hadiselerle birlikte katil İsrail’in Gazze’de biri yıldır sürdürdüğü soykırımın da hiçbir ülke tarafından durdurulmaması, başka ülkelerin de tehdit altında olduğu gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi. İnsanlığın içinde savrulduğu cinnet sarmalı bilhassa genç kuşakları nasıl etkiliyor? Toplum, şiddet, sosyal medya ve Batı’nın soykırıma kayıtsızlığını Akademisyen Yazar Prof. Dr. Uğur Batı ile konuştuk.

AMAÇLI VE SİSTEMLİ SALDIRILIYOR

Ekranda, sosyal medyada sürekli şiddet, kan ve kaos var. Dünya genelinde bir öfke patlaması yaşanıyor adeta. Bu tablo genç kuşakları nasıl etkiler?

Gelişmek ve üretmek için, bir sonraki nesilleri hayal edebilmek için en önemli kavram umut. Çünkü umutlu çocuk öğrenir. Ülkemizde umuda çok saldırıldığını ve bunun amaçlı olarak yapıldığını düşünüyorum. Dezenformasyon dediğimiz şeyin anakalemlerinden biri, umut etmemize ilişkin ihtimalleri ortadan kaldırmaya çalışan herkes ve her şeydir. Bunun sistemli yapıldığını çok rahatlıkla sosyal medyanın algoritmasından da görebiliyorsunuz.

Bilhassa sosyal medyada şiddetin alıcısı çok. Çünkü bu yönde paylaşılan videoların görüntülenme oranları milyonları buluyor. Bu da daha çok daha fazla paylaşım anlamına geliyor. Oysa bu şekilde şiddet normalleştirilmiş olmuyor mu?

Evrensel basın ilkeleri neticesinde şiddetin yaygın gösterimi, detaylarının ortaya çıkarılması ve şiddetin idealize edilip bu yolla yüceltilmesi zaten etik ve erdem olarak kabul edilen bir davranış türü değil. Basın yasası açısından da yasak. Bunun hukuki tarafı da mevcut. Ayrıca şiddete uğrayan insanların aileleri var. Bence en çok unuttuğumuz şeylerden biri de bu.

KURBANLARI METALAŞTIRIP TARTIŞIYORUZ

Bir çocuk cinayeti, yine çocukların dahi ekran başında olduğu saatlerde gece gündüz tüm ayrıntılarıyla tartışılıyor. Bu durum, toplumsal kaygı gözetilmeden ceset üzerinden reyting yarışına girilmiş izlenimi vermiyor mu?

Narin olayında olduğu gibi sanki bir nesneymiş gibi metalaştırıp onun bir geçmişi hiç olmamış gibi, küçük bir kız çocuğu olduğu gerçeğini unutup rahatlıkla milyonlar önünde masanın üstüne yatırabiliyoruz. Bu da ahlaki bir sorun. Yine söz konusu şiddete uğrayan insanların ailelerinin tekrar tekrar gösterimlerle neler yaşadıklarını, nasıl travmatik durumlara düştüklerini düşünme eğiliminde değiliz.

Aslında tüm dünyada durum aynı; her gün sosyal medyaya çeşitli ülkelerden insanı dehşete düşüren videolar düşüyor. Bu bir tesadüf mü yoksa birileri toplumları bu yolla dizayn mı ediyor?

Dünyada şiddet ve bu tür olaylara karşı sanki yeni bir sinematografik form belirlenmiş gibi. Şiddet ne kadar doğrudan gösterime haizse o kadar fazla haz yarattığı bir durum söz konusu. Toplumların yavaş yavaş sinematografi ve oradaki kurguyla gerçek arasındaki bağı kaybettiğini düşünüyorum. Adeta fetişleştirdikleri birtakım imgeleri hiçbir akıl süzgecinden geçirmeden buldukları en sert haliyle gösterme eğiliminde olan çok ilginç bir psikopatoloji gelişti. Yazık ki kolektif bir hal de aldı. Nereden tutsak elimizde kalıyor.

BİLGİ AKICILIĞINA İHTİYAÇ VAR

Sosyal medyada görüntülenme sayısının, şöhret ve parayla eş değer olduğunu göz önüne alırsak artık şiddet içeren her şey bir araca dönüştü. Bu yozlaşmanın önüne nasıl geçilebilir?

Şiddet görsellerini paylaşan insanların bunu kötü niyetle yapmadıklarını düşünmek istiyorum ama yaydıkları şey kötülük, kaygı ve belirsizlik oluyor. Bu da tüm toplumun psikolojini etkiliyor. Bürokratik kurumların suçun sonuca dönüşmesi ve bunun kitleyle paylaşılması konusundaki mekanizmalarını geliştirmesi gerekiyor. Özellikle yaygınlaşan bazı şiddet eylemlerinin sonuçlarının mahkeme hükümleri ve uygulanması bağlamında ne olduğu konusunda bilgi akıcılığına ihtiyaç var.

Her şeyin baş döndüren bir hızla dijitalleştiği ve her adımın izlendiği çağda sanırım bazı şeylerin önüne geçmek kolay olmayacak…

Her yer, herkes kamera ve vatandaş gazetecisi. Bugün bir kişinin elinde kameralı cep telefonu olduğu sürece dünya çapında etki yaratacak bir şeyle karşı karşıya kalma ihtimali var. Bu şans değil, tam tersi o olayı gözlemlemek şanssızlık. Bir gazeteci için kariyer adına kazanım olabilir ama normal bir vatandaş şahit olmak istemeyeceği bir cinayeti gördüğünde bundan mutlu olmayacaktır, ama o olayı çekmiştir. İşte bunlar, bir anda paylaşım düzeninde çığ etkisi gibi büyüyerek birbiriyle asla organik bağ kuramayacak farklı zincirlere ve mesafelere ulaşıyor.

DENİZ GEZMİŞ DE FİLİSTİN’DE SAVAŞTI

Bir de küresel katliamlara şahit oluyoruz. Tüm dünya bir yıldır büyük bir soykırımı izliyor. Katil İsrail Gazze’de çoğunluğu çocuk onbinlerce insanı katletti. Batı halkları bile bu vahşete tepkiliyken ülkemizde ‘Gazze’den bize ne’ diyenler de var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Filistin meselesi bir insanlık meselesidir. Türkiye’nin sol fraksiyonunda Deniz Gezmiş gibi en önemli devrimcilerin Filistin fedaisi olduğu bir siyasi gelenek var. Filistin aynı zamanda bir sosyalizm meselesidir. Filistin aynı zamanda İslamiyet meselesidir. Filistin aynı zamanda medeniyet meselesidir. Filistin’le birlikte dünyanın retoriği de çöktü.

Batı her zamanki gibi haksızdan yana; İsrail ve Amerika ne isterse onu yapıyor. Bundan böyle insanlık adına söyleyecekleri bir şey olabilir mi? Üstelik kendi halkları bile İsrail’e tepkiliyken!

Sosyal medya platformları gerçekleri gizlemeye çalışsa bile Gazze’de yaşananlar ilk günden itibaren vicdanın kabul edemeyeceği bir boyuta ulaştı. Filistin’de sürdürülen katliam Lübnan’a da sıçramış durumda. Dünyanın canlı yayında izlediği en büyük katliam. 2024 yılında Batı’nın retoriği çökmüştür. Artık insan ve yaşam hakkı adına hiçbir şey söyleyemez. Batı’nın çalışmadığını bildiğimiz BM gibi hegemonik kurumları, oy ve garantörlük hakları, daimi üyelerden birinin veto etmesi durumunda dünyanın geri kalanı aksini düşünse bile tek bir vetonun çalışıyor olması, dünya düzeninin güçlünün hegemonyasına nasıl bırakıldığına ilişkin en iyi örnek.

SONUÇLARINI KİMSE KONTROL EDEMEYECEK

Gazze üzerinde kullanılan savaş suçu silahlar, bebeklerin, çocukların trajik şekilde öldürülüşünün İsrail ve ABD’ye, soykırımı destekleyen ülkelere bir yansıması olmayacak mı sizce?

Şiddete dayalı ve insanların vicdanını darmadağın eden politik hadiselerin sonuçlarını genellikle hemen görmeyiz. Beş yıl, on yıl sonra; kısa ve orta vadede görürüz. Batı için bunun kesinlikle kısa ve ortada sonuçları olacaktır. Nasıl olacağını kimse bilemeyecek ve kontrol edemeyecek.

UMUTLU OLMAK İÇİN ÇOK SEBEBİMİZ VAR

Peki ya Türkiye? Özellikle gençlere neler söylemek istersiniz?

İki bin yıllık oldukça güçlü bir devlet geleneğimiz var. Türkiye Cumhuriyeti çok güçlü bir ülkedir. Bu gücünü gereken her safhada göstermiştir. Bir medeniyet ihraççısıdır. Umutlu olmak için milyon tane sebep bulabilirim. Umutsuz olmak için bir tane sebep bulabilirim o da umutsuzluğun bu kadar pompalanmış olmasına direnemememiz. Güzel insan öyküleriyle yoğrulmuş, medeniyetin basamaklarını gözlemlediğimiz çok güzel bir vatanımız var. Bu ülkenin tekrar kendini canlandırabilecek çok önemli değerleri var. Bu coğrafya iyi bir macun. Aksi halde bu kadar uzun devlet geleneği olmazdı.