Lokman suresi Türkçe okunuşu nasıldır?

Adını 12 ve 13. ayetlerde geçen Hz. Lokma''dan alan Lokman suresi 34 ayetten oluşuyor. Hz. Lokmanın oğluna verdiği öğütlerin yer aldığı Lokman suresi Mekke döneminde inmiştir. Peki İşte Lokman suresi Türkçe ve Arapça okunuşu ile manası..

Adını 12 ve 13. ayetlerde geçen Hz. Lokma'dan alan Lokman suresi 34 ayetten oluşuyor. Hz. Lokmanın oğluna verdiği öğütlerin yer aldığı Lokman suresi Mekke döneminde inmiştir. Peki İşte Lokman suresi Türkçe ve Arapça okunuşu ile manası..

Lokman Suresi meali

Bismillahirrahmanirrahim 1. Elif Lam Mim. 2, 3. Bunlar, hikmet dolu Kitab'ın; iyilik yapanlara bir hidayet ve rahmet olarak indirilmiş ayetleridir. 4. Onlar; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren kimselerdir. Onlar ahirete de kesin olarak inanırlar. 5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. 6. İnsanlardan öylesi vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlenceye almak için, eğlencelik asılsız ve faydasız sözleri satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır. 7. Ona ayetlerimiz okunduğu zaman; onları hiç işitmemiş gibi, kulağında bir ağırlık var da büyüklenerek arkasını döner. Ona, elem dolu bir azabı müjdele. 8, 9. Şüphesiz, iman edip salih amel işleyenler için içlerinde ebedi kalacakları Nau00eem cennetleri vardır. Allah (bu konuda) gerçek bir vaadde bulunmuştur. O mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. 10. Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik. 11. İşte Allah'ın yarattıkları! Haydi, Allah'ı bırakıp da taptıklarınızın yarattığını bana gösterin! Hayır, zalimler açık bir sapıklık içindedirler. 12. Andolsun, biz Lokman'a "Allah'a şükret" diye hikmet verdik. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye layıktır. 13. Hani Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti: "Yavrum! Allah'a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür." 14. İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: "Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır." 15. "Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim." 16. (Lokman öğütlerine şöyle devam etti:) "Yavrum! Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde, yahut göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah en gizli şeyleri bilendir, (herşeyden) hakkıyla haberdar olandır." 17. "Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir." 18. "Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez." 19. "Yürüyüşünde tabii ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini herhalde eşeklerin sesidir!" 20. Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah'ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi? Yine de insanlar arasında, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışıp duranlar vardır. 21. Kendilerine, "Allah'ın indirdiğine uyun" denildiği zaman, "Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız" derler. Şeytan kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı? 22. Kim iyilik yaparak kendini Allah'a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah'a varır. 23. Kim inkar ederse, onun inkarı seni üzmesin. Onların dönüşleri ancak bizedir. Biz de onlara yaptıklarını haber veririz. Allah göğüslerin içindekini (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir. 24. Biz onları (dünyada) biraz yararlandırırız. Sonra da onları ağır bir azaba sürükleriz. 25. Andolsun, eğer onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka "Allah" derler. De ki, "Hamd Allah'a mahsustur." Fakat onların çoğu bilmezler. 26. Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Şüphesiz Allah her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye layık olandır. 27. Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah'ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. 28. (Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra tekrar diriltilmeniz ancak bir tek insanı yaratmak ve diriltmek gibidir. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. 29. Görmedin mi ki Allah geceyi gündüzün içine ve gündüzü de gecenin içine sokuyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri (kendi yörüngesinde) belli bir zamana kadar akar gider. Şüphesiz Allah işlediklerinizden hakkıyla haberdardır. 30. Bu böyledir. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir, onu bırakıp da taptıkları ise batıldır. Şüphesiz Allah yücedir, büyüktür. 31. Görmedin mi ki, gemiler Allah'ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir. Allah bunu ayetlerinden bir kısmını size göstermek için yapmaktadır. Şüphesiz ki bunda hakkıyla sabreden, hakkıyla şükreden herkes için ibretler vardır. 32. Onları (denizde,) bir dalga gölgelikler gibi kapladığında, dini Allah'a has kılarak ona yalvarırlar. Allah onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim ayetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkar eder. 33. Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı günden korkun! Şüphesiz Allah'ın va'di gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın. 34. Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (herşeyden) hakkıyla haberdar olandır.

Lokman Suresi Latin harflerle Arapça okunuşu

Bismillahirrahmanirrahim 1. Elif lam mın 2. Tilke ayatül kitabil hakım 3. Hüdev ve rahmetel lil muhsinın 4. Ellezıne yükıymunes salate ve yü'tunez zekate ve hüm bil ahırati hüm yukınun 5. Ülaike ala hüdem mir rabbihim ve ülaike hümül müflihun 6. Ve minen nasi mey yeşterı lehvel hadısi li yüdılle an sebılillahi bi ğayri ılmiv ve yettehızeha hüzüva ülaike lehüm azabüm mühın 7. Ve iza tütla aleyhi ayatüna vella müstekbiran ke el lem yesma'ha keenne fı üzüneyhi vakra fe beşşirhü bi azabin elım 8. İnnellezıne amenu ve amilus salihati lehüm cennatün neıym 9. Halidıne fıha va'dellahi hakka ve hüvel azızül hakım 10. Halekas semavati bi ğayri amedin teravneha ve elka fil erdı ravasiye en temıde biküm ve besse fıha min külli dabbeh ve enzelna mines semai maen fe embetna fıha min külli zevcin kerım 11. Haza halkullahi fe erunı maza halekallezıne min dunih beliz zalimune fı dalalim mübın 12. Ve le kad ateyna lukmanel hıkmete enişkür lillah ve mey yeşkür fe innema yeşküru li nefsih ve men kefera fe innellahe ğayniyyün hamıd 13. Ve iz kale lukmanü libnihı ve hüve yeızuhu ya büneyye la tüşrik billah inneş şirke le zulmün azıym 14. Ve vessaynel insane bi valideyh hamelethü ümmühu vehnen ala vehniv ve fisalühu fı ameyni enişkür lı ve li valideyk ileyyel mesıyr 15. Ve in cahedake ala en tüşrike bı ma leyse leke bihı ilmün fe la tütı'hüma ve sahıbhüma fid dünya ma'rufev vettebı' sebıle men enabe ileyy sümme ileyye merciuküm fe ünebbiüküm bima küntüm ta'melun 16. Ya büneyye inneha in tekü miskale habbetim min hardelin fe tekün fı sahratin ev fis semavati ev fil erdı ye'ti bihellah innellahe latıyfün habır 17. Ya büneyye ekımıs salate ve'mur bil ma'rufi venhe anil münkeri vasbir ala ma esabek inne zalike min azmil ümur 18. Ve la tüsa'ır haddeke lin nasi ve la temşi fil erdı meraha innellahe la yühıbbü külle muhtalin fehur 19. Vaksıd fı meşyike vağdud min savtik inne emreral asvati le savtül hamır 20. E lem terav ennellahe sehhara leküm ma fis semavati ve ma fil erdı ve esbeğa aleyküm niamehu zahiratev ve batıneh ve minen nasi mey yücadilü fillahi bi ğayri ılmiv ve la hüdev ve la kitabim münır 21. Ve iza kıyle lehümüt tebiu ma enzellellahü kalu bel nettebiu ma vecedna aleyhi abaena e ve lev kaneş şeytanü yed'uhüm ila azabis seıyr 22. Ve mey yüslim vechehu ilellahi ve hüve muhsinün fe kadistemseke bil urvetil vüska ve ilellahi akıbetül ümur 23. Ve men kefera fe la yahzünke küfruh ileyna merciuhüm fe nünebbiühüm bima amilu innellahe alımüm bizatis sudur 24. Nümettiuhüm kalılen sümme nadtarruhüm ila azabin ğalıyz 25. Ve lein seeltehüm men halekas semavati vel erda le yekulünnellah kulil hamdü lillah bel ekseruhüm la ya'lemun 26. Lillahi ma fis semavati vel ard innellahe hüvel ğaniyyül hamıd 27. Ve lev enne ma fil erdı min şeceratin aklamüv vel bahru yemüddühu min ba'dihı seb'atü ebhurim ma nefidet kelematüllah innellahe azızün hakım 28. Ma halkuküm ve la ba'süküm illa ke nefsiv vahıdeh innellahe semıum basıyr 29. E lem tera ennellahe yulicül leyle fin nehari ve yulicün nehara fil leyli ve sehhareş şemsi vel kamera küllüy yecrı ila ecelim müssemmev ve ennellahe ve ma ta'melune habır 30. Zalike bi ennellahe hüvel hakku ve enne ma yed' une min dunihil batılü ve ennellahe hüvel aliyyül kebır 31. E lem tera ennel fülke tecrı fil bahri bi nı'metillahi li yüriyeküm min ayatih inne fı zalike le ayatil li külli sabbarin şekur 32. Ve iza ğaşiyehüm mevcün kez zuleli deavüllahe muhlisıyne lehüd dın felemma neccahüm ilel berri fe minhüm muktesıd ve ma yechadü bi ayatina illa küllü hattarin kefur 33. Ya eyyühen nasütteku rabbeküm vahşev yevmel la yezı validün av veledihı ve la meludün hüve cazin av validihı şey'a inne va'dellahi hakkun fe la teğurranekümül hayatüd dünya ve la yeğurraneküm billahül ğarur 34. İnnellahe ındehu ılmüs saahve yünezzilül ğays ve ya'lemü ma fil erham ve ma tedrı nefsüm maza teksibü ğada ve ma tedrı nefsüm bi eyyi erdın temut innellahe alimün habır.

Lokman Suresi tefsiri

1-5- Muhsinler (iyilik yapanlar)a bu Kur'an'da indirildiği şekilde amelde ihsan yapanlar. Bakara Su00fbresi'nin başında "müttekiler için bir hidayettir." (Bakara, 2/2) buyurulmuştu. Burada ise; "İhsanda bulunanlar için bir hidayet ve rahmettir" buyuruluyor. Nişabu00fbru00ee tefsirinde der ki: "Burada 'muhsinin' (ihsanda bulunanlar) denildiği için bir de rahmet ilave buyurulmuştur. Çünkü ihsan derecesi takvanın üzerindedir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) "İhsan, Allah'ı görüyormuşsun gibi O'na ibadet etmendir." buyurmuştur. Allah Teala da "Allah, şüphesiz müttekilerle ve ihsanda bulunan (iyilik yapan) kimselerle beraberdir." (Nahl, 16/128) ve "İyilik ve güzel amel yapanlara, daha güzeli var ve bir de fazlası vardır." (Yunus, 10/26) ayeti kerimeleriyle buna işaret buyurmuştur. Burada "gaybe inanırlar." (Bakara, 2/3) kaydının zikredilmemesi de bunu destekler.

6-10- Laf eğlencesi: Eğlence söz; insanı oyalayan, işinden alakoyan sözler, asılsız hikayeler, masallar, romanlar ve tarih kılıklı efsaneler, güldürücü lakırdılar, gevezelikler, nağmeler gibi eğlendirici sesler. Bu ayetin iniş sebebinde deniliyor ki: Nadr b. Haris ticaretle Faris'e (İran'a) gidiyor. Acemlerin hikayelerini, efsane kitaplarını getiriyor ve bunları Kureyşe okuyarak: "Muhammed, size u00c2d ve Semu00fbd hikayeleri söylüyor gelin ben size Rüstem'in, İsfendiyar'ın, Kisraların hikayelerini anlatayım." diyor ve bu şekilde birçoklarının Kur'an dinlemesine engel oluyordu. Bundan başka güzel bir şarkıcı cariye almış, birinin müslüman olacağını işittiği zaman onu alıp cariyesine: "Haydi buna yedir, içir, söyleyiver." der, böylece eğlendirip: "Gördün ya bu, Muhammed'in çağırdığından, namazdan, oruçtan, onun önünde çarpışmaktan daha iyi değil mi?" dermiş. İbnü Hatal da bir cariye almış, sövüp saymayı şarkı olarak söylermiş. u00c2yetin sonunda "İşte onlar için..." diye çoğul kipi getirilmesine bakılırsa, bunların hepsinin de ayetin iniş sebebinde dahil olması gerekir. Tefsircilerin çoğu bunu şarkı ile tefsir etmişlerse de muhakkik alimlerin tercihi, açık şekliyle genel olmasıdır. Bununla birlikte burada asıl kötülemenin hikmeti şununla anlatılmıştır: Bilmeyerek, Allah yolundan sapıtmak; yani saptırdığını hissettirmeden, yaptığı işin sonunu sezdirmeden dini, ahlakı bozmak ve onu, yani Allah yolunu, hak dinini eğlence yerine tutmak için. Hafs, Hamza, Kisau00ee, Yakub kıraetlerinde nasb ile (son harekesi üstün olarak), diğerlerinde ref' ile (son harekesi ötre olarak) okunur. Bu durumda "bilmeyerek" ifadesi "satın alır" kısmına bağlanabilirse de nasb kıraetinde dalalin (sapıtma) kaydı olması gerekir.

Ra'd Su00fbresi'nde "Allah O'dur ki, gökleri gördüğünüz (şekilde) direksiz olarak yükseltti." (Ra'd, 13/2) ayetinin tefsirine bakınız. Bu ayet, Allah Teala'nın kuvvet ve hikmetini zihinlere yerleştirmek suretiyle tevhidi hazırlıyor. Ve onun için "indirdik" ile "verdik" ifadelerinde gaibden (üçüncü şahıstan) mütekellime (birinci şahısa) iltifat buyuruluyor (dönülüyor).

11- İşte bu anlatılanlar, Allah'ın yarattığı. Haydi gösterin bana ondan berikiler ne yaratmış? Hiç. Fakat o zalimler; yani yaratma ve ilahlık kavramlarına haksızlık ederek pek büyük zalim olan, Allah'a ortak koşma suçunu işleyen müşrikler açık bir sapıklık içindedirler. Açık olan bir gerçekten sapıyorlar ki, bunlarda iki yönden haksızlık ve şaşkınlık vardır. Bir taraftan yaratılmışa yaratıcı kudreti isnad ederek, filan şunu yarattı, falan şunu yarattı, diye yalan söylerler; bir taraftan da hiçbir şey yaratmadığı bilinen şeylere taparlar.

Şimdi burada şöyle bir soru hatıra gelebilir: İlim ve hikmet, fen ve sanat ile insanlar tarafından birtakım şeyler yapılmıyor mu? Bunlar birer yaratma değil midir? denilebilir. Buna karşı hikmetin Allah vergisi olduğu ve dolayısıyle hikmetle yapılan şeylerin de yaratıcısının Allah olduğu bilinerek O'na şükredilmesi lazım geleceği ve haku00eem (bilge) kişinin görüşünde de şirkin çok büyük bir zulüm olduğu anlatılarak buyuruluyor ki:

Meal-i Şerif

12- Andolsun ki biz, Lokman'a "Allah'a şükret!" diye hikmet verdik. Kim şükrederse kendi iyiliğine eder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övülmeye layıktır.

13- Hani bir zaman Lokman, oğluna öğüt vererek demişti ki: "Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma, çünkü Allah'a ortak koşmak (şirk), elbette büyük bir zulümdür."

14- Gerçi biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. (Biz insana): "Bana, anana ve babana şükret" diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak banadır.

15- Bununla beraber eğer her ikisi de bilmediğin bir şeyi, bana ortak koşman hususunda seni zorlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelenlerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak banadır. O zaman ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim.

16- "Yavrucuğum! Haberin olsun ki, yaptığın bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kaya içinde veya göklerde, yahut yerin dibinde gizlense, Allah onu getirir, mizanına kor. Çünkü Allah en ince şeyleri bilir, her şeyden haberdardır."

17- "Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Başına gelenlere sabret, çünkü bunlar, azmi gerektiren işlerdendir."

18- "Hem insanlara karşı avurdunu şişirme (kibirlenme) ve yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü Allah övünen ve kuruntu edenlerin hiçbirini sevmez.

19- Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt, çünkü seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.

12- Şanım hakkı için Lokman'a hikmet verdik. Lokman Haku00eem'in kim olduğu hakkındaki rivayetlerin özü, Ebus-Suud'un nakline göre şudur: "Lokman b. Baura ki, Azer evladından olup, Eyyub (a.s.)ın kız kardeşinin veya teyzesinin oğlu imiş. Uzun zaman yaşamış, Davud (a.s.)a yetişmiş ve ondan ilim almış ve onun peygamber oluşundan önce fetva da verirmiş. Sanat sahibiymiş. İsrailoğullarında kadılık ettiği de söylenmiş." Bazıları bunun bir peygamber olduğunu söylemişlerse de, çoğunluğun görüşüne göre peygamber değil, bir haku00eem (bilge) idi. İbnü Rüşdün "Tehafüt"ünde dediği gibi her nebu00ee haku00eem ise de her haku00eem nebu00ee değildir.

"Allah, hikmeti dilediğine verir. Her kime hikmet verilirse ona birçok hayır verilmiş olur." (Bakara, 2/269) ayetinde hikmetin tarifi hakkında geniş açıklama geçmişti. Burada da diyorlar ki, "alimlerin örfünde hikmet; insan nefsinin teorik ilimleri iktibas edip, tatbikatta üstün fiilleri gücü ölçüsünde tam bir meleke kazanarak kemale erdirmesidir." Yani hikmet, bazen teorik ve bazen bilimsel olarak tarif edilirse de tam manasıyla hikmet, illet ve sebepleri bilerek, gayeye isabet edecek şekilde ameli ilme, ilmi amele uydurmaktır. Bunun için kendine hikmet verilene birçok hayır verilmiş olduğu beyan buyurulmuştur. Allah Teala'nın alemde hikmetiyle koyup tahsis buyurduğu sebepleri ve hükümleri, yani kanunları keşfederek ondan birtakım ilmu00ee sonuçlar çıkarma yeteneği, şüphe yok ki, Allah'ın büyük bir vergisidir. Haku00eem (bilge) olan kimseye yakışan da ilim ve amel bakımından bunun şükrünü yerine getirmektir. Nitekim şöyle buyuruluyor: Lokman'a hikmeti verdik ki, şükret Allah'a diye. Bu şükrün ilmu00ee yönü önce o hikmetin, Allah Teala'nın bir vergisi olduğunu bilerek Allah'ı şirkten tenzih etmektir. Amelu00ee yönü de işlerinde takip ettiği gaye ve maksatlarında kendi heveslerini değil, Allah'ın rızasını gözetmektir. Ve her kim şükrederse sırf kendi lehine şükretmiş olur. Çünkü sonunda faydası kendine ait olur. Fakat kendine hikmet verilenler içinde nankörlük ederek küfre sapanlar da bulunduğuna işaret ile buyuruluyor ki:

Ve her kim de nankörlük ederse; o hikmeti Allah'tan bilmeyip de, ben yapıyorum, ben yaratıyorum diyerek şükretmez de suistimal ederse kendi aleyhine etmiş olur. Çünkü Allah ganidir, ihtiyacı yoktur, hem hamiddir, zatında övgüye layıktır. Hamiddir, hiç kimse övmese bile kendini övmesini bilir. Yahut mahmuddur, bütün yaratıklar O'na, kendi hal lisanlarıyla hamdederler. Filan filozof hikmet adına küfre düşerse O'na hiçbir zarar eriştiremez, kendi kınanmış olur.

13- Bu taksimden sonra Lokman'ın şükrünü nasıl yerine getirdiğine dair hikmet ve ahlaktan bir iki örnek anlatılarak buyuruluyor ki: Ve hani, yani unutma, daima an o vakti ki, Lokman da oğluna dedi. O'na vaaz ediyordu; öğüt veriyordu. Ragıb'ın açıklamasına göre, vaaz, korkutmaya yakın bir sıkıştırmadır. İmam Halil ise kalbi inceltecek şekilde hayrı hatırlatmak demiştir ki, daha güzeldir. Oğulcuğum, yavrum dedi, Allah'a şirk koşma çünkü şirk, çok büyük bir zulümdür. Yahut and olsun ki şirk, çok büyük bir zulümdür. Önce bir zulüm, bir haksızlıktır. Çünkü zulüm, bir şeyi yerinden başa bir yere koymaktır. Allah'ın hakkını, Allah'tan başkasına vermektir. Aynı zamanda "Andolsun ki biz u00c2demoğullarını üstün bir şerefe nail kıldık.." (İsra, 17/70) ayetinin ifadesince Allah'ın şerefli kıldığı, şeref verdiği insan nefsini mahlu00fbka ibadet ettirerek alçak ve zelil kılmaktır. İkinci olarak büyük bir zulümdür. Çünkü bu mabutluğu hiç yeri olmayan ve olmasına hiçbir şekilde imkan bulunmayan bir mevkiye koymaktır. Zira Zeyd'in malını alıp da Amr'e vermek zulümdür. Çünkü Zeyd'in malını Amr'ın eline koymaktır. Fakat hibe veya satış gibi temlik (milk yapma) sebeplerinden birisiyle o malın önceden veya sonradan Amr'ın milki olabilmesi, mümkündür. Halbuki şirk koşmak mabudluğu Allah'tan başkasına vermektir. Allah'tan başkasının ise mabud olmasına hiçbir şekilde cevaz ve imkan yoktur.

14- "Biz insana vasiyet ettik..." Bu iki ayet, Lokman'ın öğütlerini hikaye esnasında ve şirki yasaklamayı tekit akışı içersinde söz münasebeti suretiyle mu'teriza (ara cümlesi) halinde başlı başına ilahu00ee bir kelamdır. Rivayet edildiğine göre Sa'd b. Ebu00ee Vakkas (r.a.) ile anası hakkında inmiştir. Şöyle ki: Adı geçen anasına itaat eden bir kimseydi. İslam'a girdiği zaman anası: "Ey Sad! Sen ne yaptın? Eğer sen bu yeni dini bırakmazsan yemin olsun ki, ben yemem, içmem, nihayet ölürüm. Sen de benim yüzümden 'Hey anasının katili!' diye kötü bir isimle anılırsın demiş. O da: 'Yapma ana, ben bu dini hiçbir şey için terketmem' demiş. Anası da iki gün, iki gece yememiş, kuvvetten düşmüş. Bunu gören Sa'd, 'Anneciğim! Bilesin ki, vallahi yüz canım olsa da birer birer çıksa, ben bu dini hiçbir şey için terk edemem, artık dilersen ye, dilersen yeme, demiş. Bunun üzerine anası yemeğini yemiş. İşte bu iki ayet veyahut ikinci ayet bu sebeple inmiştir.

Vehin, vehin üstüne, bu sıfat tamlaması "ana"dan haldir. Vehn, harekette zayıflıktır. Yani anası günden güne ağırlaşmak suretiyle zayıflık, zayıflık üstüne. Süt kesimi de iki yıldadır. Bunun zahirinden emzik süresinin en çoğunun iki sene olduğu anlaşılıyor ki, İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed ile İmam Şafiu00ee'nin görüşleridir. Fakat İmam-ı Azam, ihtiyat olmak üzere Ahkaf Su00fbresi'nde gelecek olan "Ana karnında taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır." (Ahkaf, 46/15) ayeti ile otuz ay olduğunu söylemiştir. Bununla beraber fetva İmameyn'in görüşüne göredir. Şükret diye. Bununla "vasiyet ettik" ifadesi tefsir ediliyor. Yani şöyle, diye tavsiye ettik ki, şükret. Bana ve anana babana. Birisi peygamber (s.a.v.)e "Ben kime iyilik edeyim?" diye sormuştu. Buyurdu ki: "Anana, sonra yine anana, sonra yine anana. Ya ondan sonra?" dedi, "babana" buyurdu. Anaya babaya şükür, haklarını gözetmek, itaat ve iyilikte bulunmak ve dua etmektir. İsra Su00fbresi'nde özellikle açıklanmıştır. (İsra, 17/23-24. ayetlerin tefsirine bkz.) Dönüş ise banadır. Yani şükredip etmediğinizi o zaman ben sorarım. Bu cümle, Allah'a şükrün daha önemli ve önce olduğunu anlatmak suretiyle ikinci ayetin hükmüne bir hazırlıktır.

15- Bununla beraber, yani anaya babaya da şükrü insana tavsiye etmiş olmamızla beraber, onlar seni bana şirk koşasın diye zorlarlarsa sence hakkında hiçbir bilgi olmayan, yani hiçbir ilimde yeri olmayıp, imkansız olan şirki isnad ettirmek üzere seni sıkıştırırlarsa o hususta ikisine de itaat etme de onlara normal şekilde yardımcı ol. Yani günaha iştirak etmeksizin şeriatın razı olacağı iyilik ve insanlığın gerektireceği şekilde beraberlerinde bulun. Mesela yemek, içmek, giymek gibi ihtiyaçlarını düzene koymak, eziyet etmemek, ağır söylememek, hastalıklarına bakmak, vefatlarında defnetmek gibi dünyaya ait yardımlarını yap. Din işine gelince bana yönelmiş olan samimi, ihlaslı tek Allah'a inanan kimsenin yolunu tut. Sonra hepinizin dönüşü banadır, o zaman ben size neler yaptığınızı haber vereceğim.

16- Yavrum, gerçekten o yaptığın iyilik veya kötülük "Bir hardal tanesi kadar da olsa..." Yani ne kadar küçük ve gizli ve ne kadar yüksek veya alçak olursa olsun Allah onu getirir, ahirette karşına kor. Çünkü Allah latu00eeftir. Lütuf ve inceliği çok; kudreti en ince, en gizli şeylere yetişir. İlmi ile hepsini bilir.

17- Yavrum, namazı devamlı kıl, kendini erdirmek için iyiliği emredip, kötülükten sakındır. Diğerlerini kemale erdirmek, toplumu doğruluğa götürmek için başına gelene de sabret. Yani iyliği emredip, kötülüğü yasaklamak kolay değildir. O yüzden başına birtakım musu00eebetlerin gelmesi düşünülür ki, onlara sabretmek gerekir.

Umeyr b. Habu00eeb (r.a.) hazretleri oğullarına vasiyetinde demiştir ki: "Herhangi biriniz, iyiliği emredip kötülükten menetmek isterse, ondan önce işkenceye hazırlansın ve Allah'dan sevab geleceğine kesin kanaat edinsin. Çünkü her kimin Allah'dan sevaba kesin kanaati olursa dokunan eziyeti duymaz." Çünkü bu işlerin her birisi azmedilecek büyük işlerdendir.

18- Ve insanlara karşı avurdunu şişirme; avurt etme, yani böbürlenip kibirlenme.

SA'R; bir hastalıktır ki, develeri yakalar da boyunlarını büker. Şu halde "tas'ir" boynu dertli deve gibi başını yana bükmek demek olur ki, kibirli kimselerin adetidir. Dilimizde buna avurt etmek veya kasılmak denir. Buna, insanlara yanağını eğme, boyun eğme, yani kendini küçük düşürme manasını veren de olmuştur. Bu da muhtemel olmakla beraber, üstündeki ve altındaki ifadeye uygun olan birincisidir. Yani iyiliği emredip, kötülüğü yasaklamakla beraber kibirlenme. Ve yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü Allah kurulanın, öğünenin hiçbirini sevmez.

19- Gidişinde orta yolu tut. Sesinden de biraz indir. Söylerken bağırma. Çünkü seslerin en beti, en hoşa gitmeyen tatsızı herhalde eşeklerin sesidir.

Lokman'a hikmetin şükür için verildiği anlatıldıktan ve oğluna öğüdüyle hikmet ve şükründen bazı örnekler gösterildikten sonra, genel olarak insanlığa olan ilahu00ee nimetleri hatırlatıp, nankör kafirlerin zulüm ve sapıklığını bildirmekle tevhid ve şükre davet için buyuruluyor ki:

Meal-i Şerifi

20- Görmediniz mi ki, Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini sizin hizmetinize vermiş, gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaymıştır. Bununla beraber insanlar içinde kimi de var ki, ne bir ilme, ne bir mürşide ve ne aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında mücadele ediyor.

21- Onlara: "Allah'ın indirdiğine tabi olun!"dendiği zaman: "Hayır, biz atalarımızı neyin üzerinde bulduksa, onun ardınca gideriz." diyorlar. Ya şeytan onları cehennnem azabına çağırıyor idiyse de mi onlara uyacaklar?

22- Oysa her kim iyilik yaparak yüzünü tertemiz Allah'a tutarsa, o gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Öyle ya bütün işlerin sonu Allah'a dayanır.

23- Kim de inkar ederse, artık onun inkarı seni üzmesin. Onlar dönüp bize gelecekler. O zaman biz onlara bütün yaptıklarını haber vereceğiz. Gerçekten Allah, bütün kalblerin özünü bilir.

24- Biz onlara biraz zevk ettiririz de sonra kendilerini ağır bir azaba zorlarız.

25- Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, elbette "Allah" diyecekler. "Allah'a hamd olsun." de. Fakat onların çoğu bilmezler.

26- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Gerçekten Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övülmeye layıktır.

27- Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine destek olduğu halde mürekkep olsa, yine de Allah'ın kelimeleri yazmakla tükenmez. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

28- Sizin yaratılmanız da tekrar diriltilmeniz de ancak bir tek nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Gerçekten Allah her şeyi işitir ve görür.

29- Görmedin mi ki, Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü geceye sokuyor. Güneş ile ayı da emrine boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir süreye kadar akıp gidiyor. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

30- Bu da şundandır ki, Allah hakkın ta kendisidir. (İnsanların) O'ndan başka taptıkları ise mutlaka batıldır. Şüphesiz ki Allah, çok yücedir, çok büyüktür.

20-30- Bu ayetin tefsiri için bkz. (Kehf, 18/109)

Meal-i Şerifi

31- Görmedin mi ki Allah, ayetlerinden bir kısmını size göstersin diye gemiler, Allah'ın nimetiyle denizde akıp gidiyor. Şüphesiz bunda çok sabredenler ve çok şükredenler için nice ibretler vardır.

32- Onları kara bulutlar gibi bir dalga sardığı zaman, dini yalnız kendisine has kılarak Allah'a yalvarırlar. Onları kurtarıp karaya çıkardığı zaman ise içlerinden doğru giden de bulunur. Bizim ayetlerimizi öyle nankör gaddarlardan başkası inkar etmez.

33- Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve bir günden korkun ki, baba çocuğuna hiçbir fayda veremez. Çocuk da babasına hiçbir şeyle fayda sağlayacak değildir. Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allah'ın affına güvendirerek aldatmasın.

34- Şüphesiz ki, kıyamet saatinin bilgisi Allah yanındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde ne varsa (erkek veya dişi oluşunu, renk ve özelliklerini) O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır.

31-33- Gaddar, yani sözünde durmayıp, ahdini çokça bozan demektir.

34- "Kıyamet saatinin bilgisi Allah katındadır..." Abdullah b. Ömer (r.a.)dan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v.): "Gaybın anahtarları beştir, onları ancak Allah bilir." buyurmuş ve bu ayeti okumuştur. Rivayet edildiğine göre Haris b. Ömer adında bir adam Resullulah (s.a.v.) hazretlerine gelmiş "Ya Muhammed! Kıyametin kopması ne zaman? Beldelerimiz kuraklıktan sıkıldı, bolluk ne zaman? Karımı gebe bıraktım, ne doğuracak? Bugün kazandığımı biliyorum, yarın ne kazanacağım? Nerede doğduğumu biliyorum, fakat nerede öleceğim?" diye sormuş. Bu ayet bu sebeple inmiştir. Demek ki, ayet, sorulan bir sorunun cevabıdır. Fakat kendisinden önceki ayetlere göre de mukadder (gizli) bir sorunun cevabıdır. Çünkü Ru00fbm Su00fbresi'nin sonunda "Kıyamet kopacağı gün günahkarlar yemin ederler..." (Ru00fbm, 30/55) buyurulduğu gibi, burada da "Bir günden korkun ki, baba çocuğuna hiçbir fayda veremez." buyurulması üzerine şüphesiz ki o gün, o saat ne zaman? diye bir soru hatıra gelebileceğinden bununla, ona cevap verilmiş oluyor.

Burada Fahreddin Razu00ee der ki: "Bazı tefsirciler, Allah Teala bu ayet ile beş şeyi bilmeyi başkasından menetti, diyorlar. Gerçi öyle ama maksat o değildir. Çünkü Allah Teala, mesela tufan zamanında bir kum yığınındaki cevher-i ferdi (bir atomu) ve rüzgarın onu doğudan batıya kaç kere naklettiğini ve nerede bulunduğunu bilir, bunu başkası bilemez. Şu halde bu beş şeyi anmadaki tahsisin izah şekli yoktur. Bu hususta doğru olan şudur ki, "bir günden korkun" buyurulması, "gerçekten Allah'ın vaadi haktır" diye o günün mutlaka olacağının tekid edilmesi üzerine, o gün ne zaman? diye gelecek bir soruya karşı şu şekilde cevap veriliyor: "Onu Allah'tan başkası bilmez ve fakat muhakkak olacaktır." deniliyor. Ve kaç defalar geçtiği üzere tekrar dirilme hakkında iki delil de zikrediliyor:

Birincisi, yeryüzünün ölümünden sonra tekrar dirilmesidir. Nitekim yukarıda: "Halbuki onlar, daha önce üzerlerine yağmur indirilmeden evvel ümidi kesmişlerdi. Şimdi bak Allah'ın rahmetinin eserlerine! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki, O, mutlaka ölüleri diriltir." (Ru00fbm 30/49/50) buyurulmuştu. Ve "O, yeryüzünü ölümünden sonra tekrar diriltir. Sizler de (kabirlerinizden) işte öyle çıkarılacaksınız." (Ru00fbm, 30/19) buyurulmuştu. Burada da şöyle denilmiş oluyor: "Ey soru soran! Sen onun zamanını bilemezsin, fakat o olacak, Allah, ona kadirdir. Nasıl ki o yeryüzünü ölmüşken diriltiyor yağmuru indiriyor...

İkincisi, yaratılışın başlangıcıdır. "Yaratmayı ilkin yapan, sonra onu çevirip yeniden yapacak olan O'dur." (Ru00fbm, 30/27), "De ki: Yeryüzünde bir gezin de bakın, O yaratılışı nasıl başlatmıştır! Sonra Allah, ahiret dirilişini de böyle yapacaktır." (Ankebut, 29/20) buyurduğu gibi, burada da "O, rahimlerde ne varsa bilir." buyuruyor. Yani sen onu bilmezsen de o olacaktır, Allah'ın ona gücü yeter. Rahimlerdekini bilip yarattığı gibi, ruhamdan (taştan) yaratmasını da bilir..." Camiu's-Sağir'de "Beş şey vardır ki, onları Allah'tan başkası bilmez." diye gelen Büreyde hadisinde "Münavi kebir" şerhinde der ki: "Yani bu beş şeyi Allah'tan başkası, hem genel, hem de parça olarak ihatalı ve şümullü bir şekilde (bütün özellik ve incelikleriyle) bilemez."

Şu halde Allah Teala'nın, bazı ileri gelen kullarına, hatta bu beşten bazı gayıb şeyleri bildirmesine ters olmaz. Çünkü o sınırlı parçalardandır. Mu00fbtezile'nin bunu inkar etmesi de manasızdır. Bir de Buharu00ee'de Enes b. Malik (r.a.)den rivayet olunduğu üzere Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Allah Teala rahime bir melek görevlendirmiştir. Ya Rab! Bir damla su, ya Rab! Yapışkan bir parça, ya Rab! Bir çiğnem et der. Allah Teala da yaratma işini yerine getirmeyi dilediği zaman erkek mi, dişi mi, azgın mı, itaatkar mı? Rızkı ne, eceli ne? söyler, anası karnında bunlar yazılır. O zaman onu, o melek ve Allah Teala'nın kullarından dilediği kimseler de bilir." Demek ki bazılarının bu şekilde bile bilmesi anlatılan tahsise (onları bilmenin Allah'a mahsus olduğuna) aykırı değildir. Çünkü Allah'a mahsus olan ilim, gaybda iken her birinin durumlarına geniş ve teferruatlı bir şekilde vakıf olan tam ve mükemmel ilimdir. Meleklerin ve bazı ileri gelen kimselerin bilebileceği ilim ise, az çok delili ortaya çıkmış bir şekildeki eksik ilimdir. Aynı şekilde bulut, rüzgar, barometre gibi bazı işaretlerden yağmura, ceninin bazı konum ve hareketlerinden erkek veya dişi olduğuna intikal etmek şeklinde meydana gelen ve zanna dayanan şeylerle delil getirmek de buna ters değildir. Çünkü zan, ilim değildir. İlim, şüphesiz olandır.

u00c2yetteki tahsisin izahına gelince, u00c2lusu00ee'nin açıkladığına göre bunun sebebi ve dayanağı, "Allah" yüce isminin öne alınmasıyla haberlerin, cümle halinde hükmü kuvvetlendirme tarzında bulunmasında gözetilmiştir. Fakat birinci cümlenin haberinde "yanında" zarfının öne alınmasıyla kasr (tahsis) açık ise de, diğerlerinde cümlenin manasıyla az çok işaret halindedir ki, mana şu oluyor: O saat ne zaman? denilirse Şüphesiz Allah ki, (kıyamet) saatinin bilgisi ancak O'nun yanındadır. Ve yağmuru o indirir. O halde ne zaman, nereye, ne kadar ve ne şekilde yağdıracağını da tam olarak o bilir. O halde öldükten sonra dirilmenin ne zaman olacağını da ancak O bilir. Bütün rahimlerdekini de O bilir. Erkek mi, dişi mi? beyaz mı, kırmızı mı? tam mı, eksik mi? Her birinin özellikleri nedir? Bütün rahimlerdekinin tafsilatını O bilir. Dolayısıyla kabirlerdekinin de tafsilatını O bilir. O yaratan, diriltir. Ve hiçbir kimse yarın ne kazanacağını kestiremez. Yani ileride başına ne geleceğini, eline ne geçeceğini, iyilik mi kötülük mü kazanacağını kendi gayretiyle bilemez. Yine hiçbir kimse; gerek iyi, gerek kötü kim olursa olsun hangi yerde öleceğini kestiremez. Küçük kıyameti bilemez, büyük kıyameti nerede bilecek? Fakat Allah'a gelince Şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, her şeyden haberdardır. Olmuşu, olacağı, görüleni, görülmeyeni, açığı, gizliyi hepsini bilir, hepsinden haberdardır.

Son iki fıkrada "ilim" yerine "dirayet" tabir edilmiş olduğu ve Allah Teala'nın ilmine "dirayet" denmesi caiz olmadığı için, burada Allah'ın ilmi ayrıca belirtilerek tahsisi, böyle menfilik ve müsbetlikle (olumluluk ve olumsuzlukla) ifade edilmiştir. "Allah'ım! Güzel bir şekilde tamamlamayı bize kolaylaştır."

Lokman Suresi ile gelen irşad ve davetin hatırlatılmasının, bir Secde Suresi ile takib edilmesi ne güzeldir!