Laikler, Solcular, Liberaller Ve Cemaat

İsmail Özcan

2014 yılının en çok akıllarda kalacak ya da en geç unutulacak olayının Hükümet-Cemaat kapışması olduğuna hiç şüphe yoktur. Bu olayın, hem tarihimizin bütününün hem de Cumhuriyet tarihinin belli başlı olaylarından biri olarak kayıtlara geçeceğine de şüphe yoktur. Benzerine bizim tarihimizde olduğu kadar dünya tarihinde de kolay rastlanmayacak bir olaydır. 2015'i yaşamadan bu mücadelenin nasıl sonuçlanacağını, hatta sonuçlanıp sonuçlanmayacağını da bilemiyoruz. Durum bu olmakla beraber mücadeleyi Cemaatin kazanması asla mümkün olmayacaktır. Cemaat, giriştiği bu mücadelede en büyük zararı kendisine vermiş, açık seçik bir şekilde inişe geçmiştir. Mücadele sürecinde çok iyi becerdiği manipülasyonlarla taktik başarılar elde etse bile sonuç değişmeyecektir. Bu çok kesindir. Bir şey nerede kaybedildiyse orada aranır. Cemaat, siyaset meydanı dışından elde ettiği gücü, imkan ve sermayeyi hiçbir meşruiyete sahip olmadan girdiği siyaset meydanında kaybetmektedir. Ama bu meydanda hiçbir zaman eski gücünü ve saygınlığını bulamayacaktır.

Bütün şiddetiyle sürmekte olan bu mücadelede sürpriz olan, Gülen hareketine her zaman için Cumhuriyeti ve laikliği yıkma, Türkiye'de şeriat devleti kurma peşinde bir hareket olarak bakmış olanTürk laiklerinin, solcularının, liberalleri de yanlarına alarak bugün aynı hareketin kuyruğuna takılmış olmaları, onların medyasında hiçbir rahatsızlık duymadan bilakis gururla arz-ı endam etmeleridir. Üstelik bunu, Cemaat için en küçük masumiyet ve meşruiyet kırıntısı bırakmayan birçok foyanın, kumpasın, yasa dışı dinlemenin ve delil üretmenin kesin kanıtlarıyla birlikte ortalığa saçıldığı ve elinde bazı şahsiyetleri kendi lehine susturmak veya konuşturmak için şantaj aracı ne kadar ses ve görüntü kaydı bulunduğunun merak konusu olduğu bir zamanda yapmalarıdır.

Laikler, solcular, sağcı-solcu liberaller hiçbir dönemde bugünkü kadar ikiyüzlü, ilkesiz, tutarsız olmamıştı. Bunların içinden zor zamanlarda, ihtilal dönemlerinde bile inandıkları doğruları savunanlar çıkardı. Bugün yaşanan ise, iki uzlaşmaz kesimin (laikler ve solcularla Cemaatin) AK Parti ve Tayyip Erdoğan muhalefetinde, daha da doğrusu düşmanlığında bir koalisyon oluşturmuş olmasıdır. Bu tam anlamıyla bir "Düşmanımın düşmanı dostumdur", hatta daha daötesi "düşmanımın düşmanı şeytan bile olsa onunla da işbirliği yaparım" oportünizmidir.

Sıkı sıkıya bağlanılan ideolojiler, uğrunda ölüm yeminleri edilen idealler, hiçbir dönemde laikler/solcular tarafından bugün olduğu kadar konjonktürel çıkarlara, pragmatist politikalara feda edilmedi. Tutarlılıktan hiçbir dönemde bu kadar uzaklaşılmadı.

Sözünü ettiğimiz laik, solcu, liberal kesim; İranlı laik aydınların Şah düşmanlığı yüzünden Humeyni'nin Fransa'dan getirilip İran'ın başına geçirilmesine teşne olmaları gibi neredeyse Tayyip Erdoğan ve AK Parti düşmanlığı sebebiyle Fethullah'ın ABD'den getirilip Türkiye'nin patronu olmasına eyvallah diyecekler. Sonra da durumlarını, "Ne yapalım, denize düşen yılana sarılır" diye izah edecekler. Böylece maksatlarının üzüm yemek değil bağcı dövmek olduğunu da itiraf etmiş olacaklar.

Bu boyutlara ulaşmış bir düşmanlığın tedavilik olduğundan şüphe edilemez.

Sağcı, dindar, milliyetçi, muhafazakar insanların, aydınların Fethullah Hoca ve cemaatiyle önceden de şimdi de şöyle veya böyle bir yakınlık kurmaları, empati, sempati geliştirmeleri anlaşılabilir, izah edilebilir. Ama dine, dini örgütlenmelere ve cemaatlere en masum ve meşru halleriyle bile her zaman karşı, en azından mesafeli olmuş laiklerin ve solcuların ve bilhassa onların aydınlarının bugün Fethullah cemaatine gösterdiği şekilde bir yakınlığı, desteği, sahiplenmeyi psikiyatriye başvurmadan izah etmek mümkün değildir.

Geçtiğimiz günlerde Cemaat elemanlarının girişimiyle hazırlanıp birçok gazetede yayımlanan bir ilanın altında Murat Belge, Baskın Oran, Ahmet İnsel, Hadi Uluengin, Nuray Mert gibi zor dönemlerde eğilip bükülmemiş, daima kendileri olabilmiş insanların imzalarını görünce Cemaatin ne kadar adam adama markaj ustası ve ne kadar iyi bir hipnotizmacı olduğuna bir defa daha şaşırıp kaldım.

Kendisini kamuoyuna her zaman "hizmet hareketi" olarak takdim eden, ama bir siyasal örgüt ve partiymiş gibi hizmetle hiç alakası olmayan hedefler peşinde koşan, tam da bu yüzden "paralel devlet" diye nitelenen Cemaate yasal sınırlar içinde göründüğü yıllarda bile laiklik adına karşı çıkan her kesimden laik aydınların bugün onu sahiplenmeleri, hazırladığı bildiriye ilk elden imza atmaları, akıl tutulmasının, meşru bir iktidara düşmanlık uğruna gözlerin ne kadar körleşebileceğinin açık delilidir

Her demokraside olduğu gibi Türkiye'de de iktidarda kim olursa olsun ona muhalefet edilmelidir. Muhalefet olmadan demokrasi olmaz. Bu, demokrasinin bir numaralı gerçeğidir, amentüsüdür. Türkiye'de sorun, muhaliflerin, demokrasiye inancı ve bağlılığı olmadığı, bilakis onu yıkmak için örgütlendiği konusunda vaktiyle bir sürü suçlamalarda bulundukları bir yapı üzerinden, ona sığınarak muhalefet yapmalarıdır. Bugün muhalif siyasal partiler de dahil tüm muhalefet ancak Cemaate yaslanarak muhalefet yapabilmektedir. Cemaat, Türkiye'de tek muhalefet odağı haline gelmiştir.

Bu odağın elindeki tek koz, yolsuzluk, rüşvet ve iltimastır. Muhalif koalisyonun medyada, meydanlarda, hemen her platformda iktidar aleyhinde kullandığı biricik araç olan 17-25 Aralık operasyonunun, o operasyonu yürüten Cemaat maşası emniyet ve yargı unsurlarından daha adil daha tarafsız emniyet ve yargı mensuplarınca kanıtlandığı üzere barındırdığı çok sayıda şaibe ve manipülasyonla ciddiyet ve inandırıcılığı kalmamış, o nedenle de takipsizlik kararı verilmiştir. Bu alabildiğine kirli operasyon bugün sadece muhaliflerin kendilerini avutmaya, belli bir toplum kesimini de yaratılmış olan yolsuzluk-hırsızlık algısıyla ajite etmeye yaramaktadır. Bir süre sonra bu rolünü de yerine getiremeyecektir.

Türkiye'de AK Parti karşısındaki siyasal muhalefet tek bir defa bile inandırıcılık yaratamadı. Ortaya koydukları vizyon ve projelerle, yapılanı karalamanın ötesinde "biz daha iyisini yaparız" iddialarıyla iktidar alternatifi olabileceklerine dair bu topluma bir kerecik bile ümit veremedi. Bu yüzden de Cemaat gibi hasis çıkarları uğruna memleketi ateşe atmaktan, Türkiye düşmanlarıyla işbirliği yapmaktan çekinmeyen bir yapının gölgesinde muhalefet yapma zavallılığına kadar düştü.