Kıtanın zengin ekonomik potansiyeli, irili ufaklı birçok devletin kıta ülkeleriyle kurdukları ticari bağların her geçen gün artan boyutu, petrol başta olmak üzere çeşitli enerji kaynaklarının kıtadaki varlığı, diğer birçok yeraltı ve yerüstü kaynaklarının mevcudiyeti, Afrika ülkelerinin BM gibi uluslararası organizasyonlarda geçmişe nazaran daha fazla söz sahibi olabilmesi, kıtanın genç ve dinamik nüfusu ve Afrika’nın stratejik konumun gibi faktörler bu durumun ortaya çıkmasında başat rol oynuyor. Ne var ki dünyanın dört bir yanında Afrika’ya yönelik farkındalığının artması, bir yandan kıta ülkelerinin görünürlüğünü arttıran bir olgu olarak karşımıza çıkarken, diğer yandan uluslararası sistemin hâkimiyetini ele alma çabasındaki güçler arasında “kıtadaki en etkili aktör” olabilmek adına girişilen rekabeti de kızıştırıyor. Söz konusu rekabet, kıta ülkelerini zaman zaman olumsuz şekilde etkileyebiliyor. Günümüzde Afrika kıtası üzerindeki uluslararası çekişmenin en önemli araçlarından biri, kıta dışından gelen devletlerin Afrika’da kurduğu askeri üsler.
Afrika’da küresel bir rekabet aracı olarak askeri üsler Kıta dışından gelen devletlerin Afrika’daki üs kurma çabaları, klasik tabiriyle “pastadan en büyük payı” kimin alacağı meselesiyle doğrudan ilişkili. Keza mevcut şartlar altında, Fransa ile İngiltere gibi kıtanın eski sömürgecileri ve ABD ile Çin gibi uluslararası sistemde etkin pozisyondaki güçler başta olmak üzere, Brezilya, Rusya, Hindistan, Japonya, Türkiye, İran, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi birçok devlet kıta üzerindeki etkinliklerini sürekli genişletme çabası içinde. Bu durum Afrikalılar için “ilişki kurabilecekleri alternatifleri arttırmak” anlamına gelirken, bir takım başat güçler tarafından “rakiplerin artması” olarak değerlendiriliyor ve bu güçlerin etki alanlarını kaybetme tehlikesini doğurabiliyor. Tam da bu noktada, kıtayla belli ilişkiler tesis etmiş olan ve mevcut ilişkisini kaybetmemek, hatta daha da ileri bir boyuta taşımak isteyen devletler, “Afrika’daki zenginliklerden” daha fazla yararlanabilmek ve böyle bir atmosferde rakiplerini dengeleyip sindirebilmek için, kıta ülkelerinde askeri üs açma yoluna gidiyorlar. Bu kapsamda, tıpkı mevcut uluslararası ilişkiler literatüründeki önemli terimlerden biri olan “güvenlik ikilemi” kavramında olduğu gibi, Afrika’da yabancı bir devletin askeri üs açması, kıtada çıkarları olan diğer yabancı devletleri, menfaatleri hususunda güvensizliğe itiyor ve kıtada askeri üsse sahip olmak amacıyla onların da girişimlerde bulunmasına neden oluyor. Nihayetinde, çeşitli ülkelerin kıtada askeri üsler açması, kıta ülkelerinin ulusal güvenliği hususunda soru işaretlerine neden oluyor ve kıtayı militarizasyon tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor.
Askeri üslerin konuşlandığı bölgeler Uluslararası sistemde etkili bir güç olma arzusundaki devletlerin kıtadaki askeri üs açma rekabeti, daha ziyade etkili bir hükümet yapısının eksikliği nedeniyle yönetilemeyen alanların bulunduğu sahil bölgesindeki bazı ülkeler ile bilhassa stratejik konumu nedeniyle önem arz eden, “Afrika Boynuzu” olarak tanımlanan bölge üzerinde odaklanıyor. Sahil bölgesindeki ülkelere odaklanılmasının öncelikli nedeni, buraların göç yollarını kontrol eden bir konumda bulunması ve bölgede bulunan aşırılıkçı unsurlar nedeniyle terörle mücadelenin bir gereklilik olduğu yönündeki söylem. Afrika Boynuzu ise Ortadoğu’ya yakınlığı, enerji geçiş yolları üzerinde bulunması ve terörle mücadele gereksinimi gibi nedenlerden ötürü ön planda. Anlaşılacağı üzere, temel söylemde, Afrika’daki askeri üslerin varlığı kıta ülkelerinin güvenliğinin sağlanması, terörle daha etkili bir şekilde mücadele edilmesi ve ticari faaliyetlerde istikrarın sağlanması gibi gerekçeler üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılsa da, aslında kıtadaki askeri üs rekabeti doğrudan doğruya kıtanın zenginliklerinin yeni sömürgeci yönelimlerle paylaşılması ve özellikle Kızıldeniz üzerinden taşınan petrolün güvenliğinin sağlanması amaçları doğrultusunda gerçekleşiyor. Hâlihazırda birbirlerinden farklı amaçları haiz olsalar da ABD, Çin, İngiltere, Fransa, BAE, Almanya, Suudi Arabistan, Hindistan, Japonya ve Türkiye’nin Afrika’da askeri üsleri bulunuyor.
Askeri üs kurma yarışında öne çıkan hedef ülke: Cibuti Uluslararası ilişkiler sisteminin başat aktörlerinden ABD’nin kıtadaki 54 ülkenin 50’sinde askeri unsurları bulunuyor. Bu ülkenin askeri faaliyetlerinin yoğunlaştığı bölgeler/ülkeler arasında ise Ascension Adası, Burkina Faso, Burundi, Botsvana, Kamerun, Çad, Orta Afrika Cumhuriyeti, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Etiyopya, Gabon, Gana, Kenya, Liberya Mali, Moritanya, Nijer, Nijerya, Somali, Güney Sudan, Seyşeller, Senegal, Uganda, Tunus ve Cibuti öne çıkıyor. Washington yönetimi doğrudan askeri üs kurmadığı (ya da kuramadığı) ülkelerde ise ikili anlaşmalar yapmak suretiyle askeri olarak etkili olmaya çalışıyor ve bu sayede Amerikan askerleri Afrikalı devletlerin havaalanlarını ya da askeri üslerini rahatlıkla kullanabiliyor. Afrika ile ilgili askeri faaliyetlerini 2007 yılında kurulan AFRICOM (Amerika Birleşik Devletleri Afrika Komutanlığı) aracılığıyla yürüten bu devletin kıtada bulundurduğu ve sayıları 5 ila 6 bin arasında değişen askerlerinin yaklaşık 4 bini Cibuti’de yer alan Lemonnier Askeri Üssü’nde konuşlandırılmış.
Cibuti’ye olan bu ilgi yalnızca ABD ile de sınırlı değil. Afrika’nın en küçük yüz ölçümüne sahip ülkelerinden biri olan Cibuti, kıta dışından gelen devletler arasındaki askeri üs rekabetinin en yoğun olarak yaşandığı ülke olarak karşımıza çıkıyor. ABD’nin dışında Çin Halk Cumhuriyeti, İtalya, Fransa, Almanya, Uganda, İspanya ve Suudi Arabistan da bu ülkede birer askeri üsse sahip ya da askeri üs açmak için faaliyetlerini sürdürüyor. Cibuti’nin askeri üs yarışında bu derece önemli bir aktör olarak ön plana çıkmasında bu ülkenin jeostratejik konumu son derece etkili. Ortadoğu’ya olan yakınlığı, enerji geçiş yollarının güzergâhında bulunması ve uluslararası yüksek tonilatolu gemi sevkiyatı için son derece önemli bir nokta olan Babü’l-Mendeb boğazının kıyısında yer alması, Cibuti’nin Afrika’da askeri üs kurmak isteyen yabancı ülkelerin iştahını kabartmasına neden oluyor.
Kıtada üs sahibi olan diğer ülkeler ve Türkiye’nin yapıcı tavrı ABD’nin yanı sıra Fransa’nın Çad, Fildişi Sahilleri, Cibuti ve Gabon’da; Birleşik Krallık’ın Kenya’da; BAE’nin Eritre, Libya ve Somali’de; Almanya’nın Nijer’de; Suudi Arabistan, Japonya ve Çin’in Cibuti’de; Hindistan’ın Madagaskar ve Seyşeller’de ve Türkiye’nin Somali’de askeri üssü bulunuyor. Bu noktada, Türkiye’nin tavrının ve kıtaya olan yaklaşımının, Afrika’da faaliyette bulunan ve büyük bir kısmı “yeni-sömürgeci” olarak nitelendirilebilen devletlerden ayrıldığını belirtmekte fayda var. Zira Türkiye hiçbir şekilde kıta ülkelerinin iç işlerine müdahil olmadığı gibi, Somali’deki askeri üs faaliyetlerini de büyük oranda Afrikalı askerleri eğitme ve teknik modernizasyon amacı üzerinden yürütüyor. Ayrıca Türkiye kıta ülkeleriyle olan ilişkilerinde (ABD ve bazı Batı ülkelerinin Afrika ile olan ilişkilerinde olduğu gibi) yukarıdan bakan bir üslupla ya da (Çin’in kıta ülkeleriyle olan ilişkilerinde olduğu gibi) uzun vadede Afrika’nın zenginliklerine ve kıtanın ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel dokusuna zarar veren bir yaklaşımla hareket etmiyor; bilakis kıtaya “kazandırırken”, kendisi de kıta ülkeleriyle kurduğu samimi ikili ilişkiler ve tarihsel tecrübelerinin ışığında “kazanma” arzusu taşıyor. Bu bağlamda, kıtada Türkiye’nin de “yeni-sömürgeci” olduğu ve hatta bu nedenle Somali’de askeri üs kurduğu iddiaları tamamen asılsızdır ve içi boş kalmaktadır. Ayrıca Sevâkin adasının Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir tarafından restorasyon çalışmaları için Türkiye’ye tahsis edilmesi, Türkiye’nin bölgedeki dengeleri değiştireceği endişesiyle, “askeri yayılmacılık” söylemi üzerinden yaftalanmaya çalışılmakta ise de, bu söylem de oldukça sınırlı sayıda çevre dışında rasyonel ve itibar gören bir söylem olmaktan çok uzaktır. Türkiye’nin Sevâkin’deki restorasyon çalışmalarının Mısır başta olmak üzere bölge ülkeleri için endişe kaynağı olmasının nedeni ise adanın Ortadoğu’ya olan yakınlığı ve geçmişte yüzlerce yıl Afrika’da var olan Türklerin dolaylı olarak da olsa kendilerine bir kez daha bu kadar yaklaşabilmiş olduğu gerçeğidir.
Sonuç yerine: Askeri üsler Afrika’ya ne getirir, Afrika’dan ne götürür? Türkiye gibi istisnalar bir yana bırakılacak olursa, çeşitli devletlerin Afrika’da üs edinme yarışının kısa, orta ve uzun vadede kıtanın yararına olmayacağı, aksine kıtaya çok büyük zararlar verme riskinin bulunduğu aşikârdır. Yazının başında da belirtildiği üzere, Afrika’da yabancı devletlerin üslerinin artmasının kıta ülkelerine verebileceği en büyük zarar, söz konusu üslerin sayılarının artmasıyla beraber, kıtada militarizasyonu da arttırabileceği olgusudur. Bu durum ise bir tepki olarak terör örgütlerinin kıtadaki terörist faaliyetlerine hız kazandırma ihtimalini de beraberinde getiriyor. Ayrıca askeri üslerin Afrika ülkeleri için bir diğer dezavantajı da üs sahibi ülkelerin ellerinde bulundurdukları askeri imkânlar vasıtasıyla kıtanın iç işlerine daha çok karışabilme fırsatını yakalamış durumda olmaları. Zira kıtada ekonomik ve siyasi olarak önemli çıkarları bulunan bahsi geçen aktörlerin, çıkarları tehlikeye girdiği anda, arzu edebilecekleri bir yönetim değişikliğinde, söz konusu üsleri kullanmaları kaçınılmaz görünüyor. Bu durum da, geçmişte sömürgecilik ya da Soğuk Savaş pratikleriyle kıta ülkelerini tahakküm altına alanların, gelecekte de ekonomi kartını ve askeri üs güvencesini kullanarak, aynı tahakkümü farklı araçlarla devam ettirebilecekleri gerçeğini ortaya koyuyor.
Afrika’daki yabancı askeri üslerle ilgili bir diğer problemli nokta ise Soğuk Savaş yıllarında SSCB ile ABD arasında cereyan eden rekabette olduğu gibi, kaynağını başka coğrafyalardan alan ekonomik ve siyasi rekabetlerin, askeri üsler vasıtasıyla Afrika’ya taşınma olasılığı. Kıtaya son derece samimi bir düsturla yaklaşan Türkiye’nin Sevâkin’deki faaliyetlerinden ve Somali’de kurduğu askeri üsten Mısır ve BAE gibi devletlerin rahatsız olması ve bu ülkelerin güdümünde olan yerli ve yabancı basında gerek Türkiye’yi gerekse Somali’yi eleştiren yazıların yer alması ya da Katar Krizi’nde olduğu gibi krizin etki alanını genişletmek ve askeri üslerle Ortadoğu’ya uzanan kanalları kontrol altına almak isteyen BAE gibi çeşitli aktörlerin Afrika’daki faaliyetleri, bu olası durumun en net örnekleridir. BAE’nin Eritre, Libya ve Somali’de kurduğu askeri üsler düşünüldüğünde, bu durum daha iyi anlaşılacaktır. Günümüzde Çin ile ABD’nin küresel anlamda giriştikleri ekonomik rekabet de bu ülkelerin Afrika’daki faaliyetlerini etkileyebiliyor. Birbirlerini askeri, ekonomik ve siyasi olarak sınırlandırmak isteyen bu devletler, rakibini etkisiz hale getirmek maksadıyla zaman zaman Afrika ülkelerine de zarar verebiliyorlar. Afrika’da askeri üs sahibi olan ülkeler her ne kadar terörle etkili bir şekilde mücadele etmek, kıta ülkelerindeki askerleri eğitmek ve bilhassa BM destekli barışı koruma operasyonlarına destek vermek dışında bir amaçları olmadıklarını iddia etseler ve herhangi bir yayılmacılık amacı taşımadıklarını ileri sürseler de, Afrika’daki askeri üsler, kıtanın güvenliğinin altını (kıta ülkelerinin aleyhine) sessiz ama derin bir şekilde oyuyor.
[Din ve milliyetçilik, sömürgecilik ve Afrika’da ABD dış politikası üzerine çalışmaları bulunan Hasan Aydın, Afrika Araştırmacıları Derneği'nde (AFAM) görev yapmaktadır]