31 Aralık 2019’da başlayan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını tüm dünyada dördüncü, ülkemizde ise ikinci ayını doldurdu. Dünyadaki vaka sayısı 4 milyona, vefat sayısı ise 300 bine yaklaştı. Bu da her 100 vakada 7 vefat yaşandığı anlamına geliyor. Avrupa ülkelerinde ve ABD’de salgın beklenenden çok daha şiddetli şekilde seyretti: Ölen her 10 kişinin 5’i Avrupa’dan, 3’ü de ABD’den. Avrupa ülkeleri arasında 100 bin nüfus başına ölüm sayısında Belçika, vaka başına ölüm sayısında ise Fransa başı çekiyor. Avrupa’da salgının ilk görüldüğü ülkeler olan İtalya ve İspanya’da ise ölüm sayıları dünya sıralamasında ilk 5’te. En yüksek ölüm sayısı, toplumsal önlemler konusunda kafa karışıklığı yaşayan ve bu kapsamda önlem almada geç kalan İngiltere’de.
Gelişmişlik düzeylerinin aksine, bu ülkeler salgından en çok etkilenen, sağlık sisteminin en fazla yük altında kaldığı ülkeler oldu ve salgının yeni merkezlerine dönüştüler. Saygın üniversitelerin ve kuruluşların yaptığı bilimsel hesaplamalar, modelleme çalışmaları ve yayınlar çok yüksek ölüm ve vaka sayıları öngörmüştü ve görüldüğü kadarıyla Avrupa ve ABD için bu tahminler gerçekleşiyor. Bu kaotik durumda, sağlık sistemi ağırlıklı olarak özel sektöre dayalı olan ülkeler, Kovid-19 hastalarının bakım ve ölüm masraflarını nasıl karşılayacaklarını, bu masrafları kime, nasıl fatura edeceklerini de hesaplamanın derdinde.
Salgının başından beri artış eğiliminde olan günlük vaka sayıları, artık birçok ülke için azalma eğiliminde. Yani önce yükselen ve şimdi alçalan olan bir “dalga” söz konusu. Bu hepimizi sevindiriyor ve adeta salgının artık bittiğine yönelik bir algı oluşturuyor.Türkiye’deki durum ise birçok Avrupa ülkesi ve ABD’ye göre çok daha iyi. Ülkemizdeki durum umut vadediyor ve örnek teşkil ediyor. Şu ana kadar ölüm sayısı 4 bine yaklaştı. 100 bin nüfus başına ölüm oranımız 4,43. Bu oran Belçika’da Türkiye’nin 17 katı, İspanya’da 12 ve İngiltere’de 10 katı. Ülkemizde her 100 vakanın sadece 3’ü vefat ederken, mesela Fransa’da her 100 vakanın 18’i vefat etti.
Günlük vaka artış sayıları birçok ülkede tepe noktasını gördü ve inişe geçti. Bu sebeple ülkeler artık normale dönmenin yollarını arıyor ve kısıtlayıcı tedbirlerin gevşetilmesi için yol haritaları geliştiriyor. Yanı sıra ülke yönetimleri salgının sonlanmadığının, sadece bir düzeye kadar kontrol altına alındığının, ancak henüz kalıcı bir çözümün olmadığının da farkında.
Mevcut tablo bazı soruları da beraberinde getiriyor: Avrupa ülkelerine kıyasla Türkiye’nin pandemi yönetimindeki başarısının püf noktaları neler? Normalleşme artık mümkün mü; mümkünse ne zaman ve nasıl olabilir? Pandemi Türkiye için artık bir tehdit olmaktan çıktı mı?
Fakat bu dalga henüz salgının birinci dalgası ve alınan sıkı önlemlerin tekrar gevşetilmesiyle girilen normalleşme sürecinde ikinci, hatta üçüncü ve dördüncü dalgaların da oluşabileceği bilimsel hesaplamalarda ifade ediliyor. Kovid-19 mücadelesinde iyi uygulama örneği: TürkiyeKovid-19 salgınının kontrolü için her ülke kendi mücadele stratejisini geliştirdi. Bu süreçte Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) rehberleri, salgınla erken karşılaşan ülkelerin deneyimleri, bilim insanları, bilim kurulları, üniversiteler ve araştırma kuruluşlarının analiz ve raporları salgını yöneten karar vericilere rehberlik etti. Geliştirilen önlemler, temel salgın yönetimi önlemlerine dayanıyor. Toplumun bilinçlendirilmesi, el yıkama, sosyal mesafe, test yapma ve tarama, riskli nüfusun karantina altına alınması, hastaların izole edilmesi bu müdahaleler içinde öne çıkanlar. Bu önlemlerin hangi sırayla veya hangi kombinasyonlarla uygulanacağına yönelik mutlak doğrular ve standartlar yok. Bu nedenle ülkeler kendi sosyal ve kültürel yapılarına, sağlık sistemi kapasitelerine, coğrafi özelliklerine, nüfus hareketliliklerine ve devlet yönetimi tarzlarına göre kendi mücadele modellerini geliştirdiler.
Ülkelerin salgını nasıl yönettiği değerlendirilirken, hangi önlemlerin alındığı, bu önlemlerin alınma zamanı, uygulanma derecesi, kapsamı ve uygulanma süresi ilk incelenen faktörler. Örneğin kimi ülkeler ilk vakanın görülmesiyle kimileri ise vaka artışı belirgin hale geldikten sonra önlem almaya başladı. Bazı ülkelerde önlemler tüm topluma, bazılarında ise sadece riskli gruplara ve bölgelere odaklandı. Ülkemizde 20 yaş altı ve 65 yaş üstü nüfusa yönelik sokağa çıkma yasakları riskli gruplara yönelik önlemlerden biriydi.
Pandemi sonrası bir normalleşme için taviz verilmemesi gereken ve yeni normlarımız olması gereken üç tedbiri şöyle sıralayabiliriz: Kişisel ve çevresel hijyen, sosyal mesafenin korunması, tüm yaşam ortamlarında minimal temas.Ülkelerin Kovid-19 mücadelesinde hangi önlemleri, ne düzeyde uyguladığı uzmanlarca takip ediliyor. Oxford Üniversitesi’nde geliştirilen bir sistemle (OxCGRT) ülkelerin aldıkları önlemler, hayata geçme tarihlerine ve düzeylerine göre kaydediliyor. Her ülkeye özgü “sıkılık endeksi” (stringency index) hesaplanıyor. Bu puan, ülkelerin Kovid-19 önlemlerinin ne kadar sıkı olduğunu gösteriyor ve ülkelerin karşılaştırılabilir olmasını sağlıyor. Endeksin güncel versiyonunu incelediğimizde, Türkiye için 24 Ocak’tan itibaren puan hesaplanmaya başlandığı; ilk vakanın görüldüğü 11 Mart’ta alınan önlemler sonucunda Türkiye’nin 30 puanda olduğu; en yüksek puanı olan 89’a ise 28 Mart’ta ulaştığı ve indeksin en son güncellendiği 8 Mayıs’a kadar bu sıkılık seviyesinde kaldığı görülüyor. Bu endekste de görüldüğü üzere Türkiye’nin tedbir almak konusunda pek çok ülkeye göre erken davrandığı söylenebilir. Henüz vaka görülmeden önce riskli ülkelerle uçuşların kısıtlanması ve başarılı toplumsal bilinçlendirme kampanyaları bu süreçte önemli ölçüde etkili oldu. Tüm önlemler sürecin en başında, 10 Ocak’ta oluşturulan Koronavirüs Bilim Kurulu’nun danışmanlığında alındı. İlk vaka görülene kadar geçen sürede saha rehberi hazırlandı. Zaman içinde bu rehberle birlikte test, izolasyon ve tedavi algoritmaları düzenli olarak güncellendi. Vakalar görülmeye başlandıktan sonra da toplum düzeyindeki diğer önlemler hızla alındı. Tüm bunlar göz önünde bulundurularak, Türkiye’nin salgın yönetiminde proaktif davrandığı söylenebilir.
Bu süreci değerlendirirken, önlemlerin erken alınmasının vakaların görülmesini ertelediği, ülkemizde vakaların pek çok ülkeye kıyasla geç görülmesinin salgına hazırlanmak, önlemleri planlamak ve artırmak için zaman kazandırdığı söylenebilir. Sıkılık endeksine göre yaptığımız araştırma, ülkelerin önlemleri hayata geçirmek veya yürürlükte olan önlemleri sıkılaştırmak için, ülkelerinde vaka görülmesini veya tespit edilen vakaların artmasını beklediklerini gösteriyor. Örneğin İtalya’da ilk vaka 31 Ocak’ta bildirilmiş olmasına rağmen, vaka sayısının sabit kaldığı 22 Şubat’a kadarki sürede İtalya’nın endeksi artmıyor. Yani bu 22 günlük sürede, önlemlerde herhangi bir sıkılaşmaya gidilmediği gözleniyor. 31 Ocak-22 Şubat arasında ülkedeki vaka sayısı 3 iken, bu tarihten itibaren vakaların hızla arttığı görülüyor. 8 Mayıs tarihinde ise İtalya’nın 94 puanla sıkılık endeksi en yüksek ülkeler arasında yer aldığı görülüyor.
Salgının kontrol altına alınmasının esas olarak tedavi edici sağlık hizmetleriyle değil, toplum düzeyinde alınacak önlemlerle, bunlara ek olarak doğru test, izolasyon ve izleme uygulamalarıyla mümkün olduğunu halk sağlığı uzmanları ısrarla vurguluyor. Bu önlem ve uygulamalara toplumun uyumu da salgının kontrolünde önemli bir bileşeni oluşturuyor. Ülkelerin salgın yönetimi başarılarını belirleyen temel faktörler, uygun ve gerekli önlemlerin yeterli düzeyde ve doğru zamanda alınması, etkin uygulanması ve toplumun uyum sağlaması olarak sıralanabilir.
Ülkemizde salgının diğer ülkelere nispeten geç başlaması ve ilk vaka görülene kadar geçen zamanın hazırlık için etkin kullanılması, önlemlerin erken ve zamanında alınmasını sağladı. Vakaların görüldüğü ilk günlerde vaka artış hızı yüksek olmasına rağmen, saha rehberinin sürekli olarak güncellenmesi, ülke çapındaki test kapasitesinin kısa sürede artırılması, vakaları ve temaslıları tespit etmek amacıyla yapılan vaka tarama (filyasyon) çalışmalarının niteliğini artırmak için bilişim teknolojilerinin aktif kullanılması, tüm sağlık kuruluşlarının pandemi düzenine geçmesi ve ülkedeki sağlık insan gücünün tamamının Kovid-19 mücadelesinin ön cephesinde büyük fedakârlıklarla yer almasıyla, sistemde oluşan talep karşılandı. An itibarıyla devam etmekte olan salgının kontrol altında tutulabilmesi için, tüm sağlık kaynaklarının sürdürülebilirliğini sağlamak gerekiyor. Bununla birlikte, bu zamana kadar alınan ve bundan sonra alınacak tüm önlemlere toplumun uyum sağlamaya devam etmesi gerekiyor.
Ülkemizin elde ettiği tüm bu başarının sürüp sürmeyeceğini ise yine toplumumuzun tedbirlere riayet derecesi belirleyecek. Salgının bittiği algısına kapılıp yeni normlara uyum sağlamazsak kazanımlarımız eriyecektir. Normalleşme sürecinde yeni normlarToplum maske kullanmadan rahatça dışarı çıkabileceği, ihtiyaçlarını giderebileceği, sevdikleriyle buluşabileceği zamanların özlemini çekiyor, bir an önce eski günlere dönebilmek için sabırsızlanıyor. Zorunlu sokağa çıkma yasakları dışında Ramazan ayının beklenenden daha hareketli geçiyor olması bu sabırsızlığın bir göstergesi. Bayramda ise çok daha fazla hareketlilikle karşılaşılabilir.
Normalleşmenin yöntemini iki faktör belirliyor: Birincisi, salgının bundan sonra nasıl seyredeceği, diğeri ise salgına karşı ülkelerin uyguladıkları mücadele planları. Kovid-19 pandemisi hâlâ sürmekle birlikte, yeni vaka sayılarının giderek azalması ve salgının kontrol altına alınması sebebiyle, bazı ülkelerde uygulanan sıkı önlemler yavaş yavaş gevşetiliyor. Salgınla erken karşılaşan ve dolayısıyla ilk dalganın erken gerilemeye başladığı ülkeler veya çok erken önlem alan ve en az düzeyde zarar gören ülkeler daha erken gevşetme politikaları uyguluyor.
Çin, Güney Kore, İspanya, İtalya, Almanya, Avustralya, Danimarka, İsveç, Yunanistan’da normalleşme takvimleri açıklandı. Mevcut durumda ise bu ülkelerin çoğunda restoranlar, toplu taşıma, alışveriş merkezleri, kişi sayısı sınırlanarak açılmış durumda. Bu ülkelerin çoğunda okulların da Haziran-Temmuz aralığında kademeli olarak açılması bekleniyor. Ancak gevşetilen hiçbir önlem, eski hayata tamamen dönme anlamı taşımıyor. Örneğin okullarda her sıraya bir öğrencinin 1 metre mesafeye oturması gerekiyor ve bu sebeple okula çok az öğrenci alınabiliyor. Bu nedenle, öğrencilerin çoğunluğu uzaktan eğitime devam ediyor. Restoranlar açıldı ancak çok az sayıda kişinin aynı anda hizmet alması mümkün oluyor. Birçok küçük ölçekli işletme kapalı alanının dışına, dükkânlarının önündeki açık alana tezgahlarını kurmuş durumda. Bu örneklerde de görüldüğü gibi, normalleşme tamamen eski hayata dönüş anlamı taşımıyor. Hayatımıza eklenen yeni normların benimsenmesi ve beklentimizin bu normlara göre şekillenmesi gerekiyor.
Yeni dalgalar sırada bekliyorSalgının başından beri artış eğiliminde olan günlük vaka sayıları, artık birçok ülke için azalma eğiliminde. Yani önce yükselen ve şimdi alçalan olan bir “dalga” söz konusu. Bu hepimizi sevindiriyor ve adeta salgının artık bittiğine yönelik bir algı oluşturuyor. Fakat bu dalga henüz salgının birinci dalgası ve alınan sıkı önlemlerin tekrar gevşetilmesiyle girilen normalleşme sürecinde ikinci, hatta üçüncü ve dördüncü dalgaların da oluşabileceği bilimsel hesaplamalarda ifade ediliyor. Minnesota Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları Araştırma ve Politikaları Merkezi (CIDRAP) tarafından yapılan araştırmaya göre salgının seyri (18 ayda 50 milyon kişinin ölümüyle sonuçlanan) 1918 İspanyol gribi pandemisine benziyor; fakat yeni tip koronavirüsün bulaşıcılığı, mevsimsel gribe göre çok daha fazla. Bu ise Kovid-19 salgınını daha tehlikeli hale getiriyor. Aynı merkez tarafından yapılan modelleme çalışması ise bize salgının iki yıl sürebileceğini ifade ediyor; ikinci ve daha sonraki dalgalar için hazırlıklı olmamız gerektiği konusunda uyarılarda bulunuyor. Sonbahar ve kış aylarında ikinci dalgayla karşılaşabileceği, bu dalganın şu an yaşanılan dalgadan çok daha şiddetli olabileceği de ifade ediliyor.
İlk dalga bize ulaştığında birçok konuda hazırlıksızdık, kişisel koruyucu ekipmanlarımız yetersizdi, sağlık sistemlerimiz yeterince hazırlıklı değildi, sosyal müdahalelere uyum düşüktü ve toplumun durumun vahametini algılaması gecikmişti. Ancak mevcut durum itibarıyla, salgını en ağır geçiren toplumlar başta olmak üzere küresel toplum konunun ciddiyetini daha iyi algıladı ve teması azaltmanın, ortaya çıkacak bir dalgayı sönümlendirdiğini tecrübe etti. Bu sebeple, beklenen diğer dalgaların en az zararla atlatılması, yine toplumun teması en aza indirmesiyle mümkün olacak. Fakat salgının bittiği yanılgısına düşen kişilerin sosyal hayatta hijyene, sosyal mesafeye ve teması azaltmaya dikkat etmemesi yeni dalgaları daha da büyütebilir.
Yeni normlar: Hijyen, sosyal mesafe, en az temasTarihteki tüm pandemiler hayatı nasıl yeniden tasarlamamıza sebep olduysa, Kovid-19 da benzer şekilde hayatımızı reforme etmemizi zorunlu kılıyor. Yeni dalgalar sırada beklerken normalleşmeyi konuşabilmek için, önce yeni normların tanımlanması ve beklentilerin bu normlara göre şekillenmesi gerekiyor.
Pandemi sonrası bir normalleşme için taviz verilmemesi gereken ve yeni normlarımız olması gereken üç tedbiri şöyle sıralayabiliriz: Kişisel ve çevresel hijyen, sosyal mesafenin korunması, tüm yaşam ortamlarında minimal temas.
Kişisel hijyenin de iki boyutu söz konusu: El yıkama ve solunum hijyeni. Ellerimiz virüsün vücudumuza girmesine sebep olan temel taşıyıcılar. Bu sebeple eskiden olduğundan daha sık el yıkanması, kişisel havlular kullanılması, el yıkama imkanının olmadığı yerlerde dezenfektan kullanımı, yeni normun önemli bir bileşeni. Solunum hijyeni için maske kullanmak ve öksürme-hapşırma sırasında ağzımızı dirsek içiyle kapatmak, kişisel solunum hijyeninin olmazsa olmazı. Çevresel hijyen için de evde ve işyerinde ortamın doğru dezenfektanlarla periyodik olarak dezenfekte edilmesi gerekiyor.
Sosyal mesafenin korunması için, tüm yaşam alanlarında, diğer insanlarla 1 metre mesafe kuralı uygulamak bu yeni normun bir bileşeni. Her ne kadar kişisel temizliğe ve sosyal mesafeye dikkat ediyor olsak da, temas ettiğimiz her nesne, virüsü bize taşıyan bir köprü görevi görüyor. Temas sayısını azaltmak, yapacağımız her işi en az temasla gerçekleştirmek, virüsün bize bulaşma olasılığını en aza indiriyor. Yapılan araştırmalar, doğru ve yeterli düzeyde uygulanan sosyal mesafe uygulamalarının virüsün bulaşmasına sebep olabilecek temas sayısını yüzde 75 azalttığına işaret ediyor. Bu rakam pratik olarak şu anlama geliyor: Sosyal mesafeye dikkat etmeden haftada 1 kez dışarı çıkmak, sosyal mesafeye dikkat ederek 4 kez sokağa çıkmaya eşdeğer. Dolayısıyla bu kurala uymak kaydıyla, toplumun daha fazla sokağa çıkabilmesi ve durma noktasına gelen sosyal hayatın, virüsü yaymadan, bir düzeye kadar yeniden canlanması mümkün.
Hayatımızın normlarına zorunlu olarak eklenen bu üç faktörün tüm sosyal hayatımızdaki etkilerini gelecek dönemde göreceğiz. Örneğin otobüslerde , uçaklarda, tüm raylı sistemlerde koltuklar arası mesafenin artırılması veya aralıklı oturma, toplu taşımaya ve kapalı alanlara kısıtlı sayıda kişinin alınması, tüm işyerlerinde birim alana düşen çalışan sayısının sınırlanması, mesafe uygulaması sebebiyle şehirlerin yatay mimariyle yeniden kurulması, nakit para kullanımının azaltılması ve kredi kartıyla temassız ödeme, kamusal hizmetlerin sosyal hareketliliği en aza indirecek şekilde mümkün olduğunca uzaktan ve kolaylıkla halledilebilir olması, dezenfektan ve maske kullanımının toplumda zorunlu hale gelmesi, alışverişlerin internetten yapılması gibi pek çok uygulama görülebilecek.
Diğer taraftan Kovid-19 pandemisinin oluşturduğu kaotik durum, bazı bölgeler ve toplum kesimleri için bir avantaja da dönüşmüş durumda. Sokaklarda yaşayan evsizler pandemi önlemleri kapsamında yatacak bir yatağa kavuştu, kırsal bölgelerdeki maddi durumu iyi olmayan çocuklara uzaktan eğitim için bilgisayar ve tabletler gönderildi.
Ne zamana kadar sürecek?Salgının tamamen sonlanması ancak iki şekilde mümkün: Birinci yol, Kovid-19 aşısının bulunması ve topluma uygulanması, böylece toplumun bağışık hale gelmesi. Ne var ki politikaların aşının bulunacak olduğu kabulüne endekslenmesi, topluma sürekli baskılama stratejisi uygulayarak belirsiz bir zaman için beklemeyi gerektiriyor ve böyle bir durumun uygulanabilirliği oldukça tartışmalı. Şu anda molekül olarak tespit edilmiş bir aşının tüm topluma uygulanması için geçmesi gereken zorunlu aşamalar, en hızlı şekilde uygulandığında dahi, 1 yıllık bir süreye tekabül ediyor. Bu ise 2021 yılı ilkbahar dönemine denk geliyor.
İkinci yol ise toplumun yaklaşık yüzde 70’inin (Kovid-19 için hesaplanan toplumsal bağışıklık sınırı) hasta olup iyileşerek doğal bağışıklık kazanması. Böyle bir durumda ise ölümlerin epey yüksek sayıda görülmesi muhtemel. Bu ikinci strateji, riskli grupların korunması ve hastaneye yatışı gerekecek herkese gerekli ve yeterli sağlık hizmeti sunulması kaydıyla uygulanabilir olsa da, yapılan araştırmalar böyle bir sürecin 2 yıl sürebileceğine, tamamen sonlanmasının 2024 yılına kadar uzayabileceğine işaret ediyor.
Tedbirler gevşetilirken beliren tehditlerSalgının seyrine dair tahmin çalışmaları ve kötü senaryoların yanında iyimser senaryolar olsa da, asemptomatik son vakanın bulaştırıcılığı bitinceye kadar, salgının sonlanmış sayılamayacağı ifade ediyor. Bu durum ise salgın sonuçlanıncaya kadar daha şiddetli ya da daha hafif dalgaların mümkün olabileceğini gösteriyor. Bu dalgaların oluşmasını önlemek için, zorunlu önlemlerin aralıklı, bireysel önlemlerin ise kalıcı şekilde hayatımızda olması gerekiyor.
AVM’ler ve bayram buluşmalarıÜlkemizdeki en sık kullanılan sosyal ortamlardan biri olan alışveriş merkezlerine (AVM) dair kuralların belirlenmesi ilk tartışılan konulardan biriydi. AVM gibi kapalı alanlarda, havalandırma sistemleri ve metrekareye düşen kişi sayısı, sosyal mesafenin korunması ve temasın azaltılması önem arz ediyor. Benzer şekilde pazar yeri, mesire alanı gibi toplanma yerlerine dair de belirli kuralların oluşturulması gerekiyor.
Ev ortamındaki sosyal buluşmalarda sosyal mesafeye uyum, zorunlu tedbirlere gösterilen uyum kadar yüksek seviyede değil. Ramazan Bayramı’nda gün içindeki temasın normal bir güne göre çok daha fazla sayıda ve çok daha farklı kişilerle olacağı göz önüne alındığında Ramazan Bayramı’ndaki buluşmalar önemli bir bulaş riski oluşturuyor. Bu sebeple Ramazan Bayramı’nın sosyal mesafeye ve en az temasa uygun şekilde geçirilmesi gerekiyor.
Kovid-19 haricindeki hastaların sağlık hizmetine erişim sorunlarıSalgını kontrol altına alabilmek için uygulanmakta olan birçok kısıtlama, toplumda enfeksiyona karşı duyarlı bireyleri korurken, bir yandan da toplumun diğer kesimlerinin sağlık hizmetine erişimini zorlaştırıyor ve sağlıklarını tehdit ediyor. İtalya’daki ölümlerin yüzde 90’dan fazlasını 60 yaş üstü ve kronik hastalıkları olan bireyler oluşturuyordu. Vaka sayısının her geçen gün azaldığı ülkemizde de hastane yatışları, daha çok ek hastalıkları olan hastalardan oluşuyor. Normalleşme sürecinde, Kovid-19 yoğunluğuna bağlı olarak, mağdur olabilecek kronik hastalıklı bireylere sabit bir kapasite ayrılması gerekiyor.
Türkiye için güçlü yönler ve fırsatlarSalgınla mücadelede yüzde yüz başarılı olan bir ülke henüz yok. Ülkelerin başarısını salgını kontrol altına alma hızları ve ölüm sayıları belirliyor. Bu iki faktör ise sağlık çalışanlarının sayısı, yatak kapasitesi, temel sağlık hizmetlerinin sunulabilmesi, sağlık sigortasının kapsayıcılığı gibi unsurlara göre şekilleniyor. Türkiye’nin güçlü yönleri olarak, ülkedeki sağlık insan gücünün fedakârlığı, toplumumuzun hızlı kriz yönetebilme becerisi, sağlık altyapısı, kapsayıcı sigorta sisteminin varlığı ve vatandaşlarını mağdur etmemeyi hedefleyen sosyal devlet anlayışı öne çıkıyor.
Vaka ölümlülük hızı düşük ülkelerin ortak özelliklerinden birinin de kapsamlı vaka taraması olduğu görülüyor. Bu bağlamda Türkiye’deki köklü halk sağlığı kültürü ve etkili filyasyon çalışmalarının, salgının kontrolü için anahtar bir rol oynadığı söylenebilir. Sağlık çalışanlarının fedakârlığına ek olarak, toplumumuzdaki dayanışma kültürü de bu ağır travmayı göğüsleyebilmemizi mümkün kılan en önemli unsurlardan biri. Kültürümüzde yer alan yaşlıya ve hastaya sahip çıkma geleneği, yaşlı insanlarımızı yalnızlıktan koruyor ve sağlık hizmetine erişimlerini kolaylaştırıyor.
Kovid-19 tüm dünya ülkeleri için zorlu bir imtihan. Her ülke kendi gelişmişlik düzeyi, sağlık sistemi ve kültürüyle sınanıyor. Sağlık sistemi sosyal devlet yaklaşımına daha uygun olan ülkelerin, halk sağlığı ve temel sağlık hizmetleri açısından daha köklü bir kültüre sahip olması, bu zorlu sınavda o ülkeleri öne taşıyor. Sağlık sistemi daha fazla özel sektöre dayanan, sağlık sigortası kapsayıcılığı zayıf ve sosyoekonomik olarak zayıf toplum kesimlerinin yeterli hizmet alamadığı ülkelerdeyse pandeminin daha ağır seyrettiği görülüyor. Ülkemizin elde ettiği tüm bu başarının sürüp sürmeyeceğini ise yine toplumumuzun tedbirlere riayet derecesi belirleyecek. Salgının bittiği algısına kapılıp yeni normlara uyum sağlamazsak kazanımlarımız eriyecektir. Eğer bu yeni normlara uyum sağlayabilirsek, yaşlılarımızın elini öpebileceğimiz daha çok Ramazan’lara erişebileceğiz.
[Tıp doktoru ve aile hekimi olan Abdullah Uçar aynı zamanda İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda doktora öğrencisidir] [Tıp doktoru ve Halk Sağlığı Uzmanı olan Sabanur Çavdar İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Sağlık Yönetimi doktora öğrencisidir] [Tıp doktoru olan Şeyma Arslan İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı uzmanlık öğrencisidir]