Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle yaşanan krizin dünya politikasına etkileri konusunda gerek Türk medyasında gerekse uluslararası medyada çok yazılar yayınlandı. Bu yazıların bir kısmı, krizin günümüze kadar yol açtığı sonuçlara odaklanırken bir kısmı da bugüne kadar yaşanan gelişmeler ışığında geleceğe dönük analizleri içeriyor.
Şimdiye kadar yaşanan gelişmelere ve bunların etkilerine dair yorum ve analiz yapmak, krizin bundan sonraki muhtemel etkileri üzerine öngörülerde bulunmaktan çok daha kolay kuşkusuz. Krizin dünya ekonomisini ve uluslararası siyasal sistemi nasıl etkileyeceğine dair yapılan analizler, sosyal bilimlerin doğası gereği, eksik yorumlardır. Zira Kovid-19 salgını çerçevesinde yaşanan krizin dünya ekonomisini ve politikasını nasıl etkileyeceği meselesi birçok farklı parametreye bağlı. ABD, Çin ve Avrupa Birliği (AB) gibi küresel aktörlerin krizin gerek sağlık gerekse ekonomik boyutunu yönetmek için atacakları adımlar bu parametrelerin başında geliyor. Salgının ne kadar süreceği, ne zaman kontrol altına alınabileceği ve İspanyol Gribi’nde olduğu gibi, yeni dalgalar halinde gelip gelmeyeceği de önemli belirleyiciler arasında olacak.
Eğer Washington yönetimi hem kendi ülkesinde hem de küresel ölçekte krizle mücadele konusunda oynaması gereken rolü yerine getirmekte başarısız olursa ve salgın uzun sürerse, o zaman ciddi siyasi ve politik kırılmaların eşiğinde olabiliriz.Krizin etkilerine dair sürece baktığımızda, önce sağlık alanında etkilerin görüldüğünü, ikinci aşamada ekonominin en fazla etkilenen alan olduğunu ve ardından siyasal alanın iç ve dış boyutuyla krizin etkilerini yaşayacağını söyleyebiliriz. Bunların yanında, krizin toplum yapısında ve insanların psikolojilerinde yol açacağı etkiler de bu saydığımız süreçlere eşlik edecektir. Yine krizin bütün aşamalarına dair algı yönetimi de uluslararası siyasal ve ekonomik sistemin ne düzeyde etkileneceğini belirleyecektir. Krizi olduğu kadar, algıyı da iyi yönetenler diğerlerine göre daha avantajlı olacaklardır.
Bu kırılma, ABD’nin de diğer aktörlerle benzer bir güce sahip olduğu çok kutuplu bir uluslararası siyasal sistemin kapısını da açabilir, Çin’in ABD’nin yerini aldığı bugünkü uluslararası sisteme benzer bir yapının da. Ancak Çin’in de bundan sonraki süreçte küresel sisteme liderlik yapmaya hazır olup olmadığını bilmek gerekiyor. Yakın tarihteki ekonomik ve siyasi kırılmalarKovid-19 salgını nedeniyle yaşanan krizin uluslararası siyasal sistemi nasıl etkileyeceğine dair öngörülerde bulunmak için yakın tarihte yaşanan ve önemli politik ve ekonomik kırılmalara yol açan olaylara bakılabilir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, 11 Eylül saldırıları ve 2008/2009 Dünya Ekonomik Krizi incelendiğinde, her birinin dünya politikasını aynı düzeyde etkilemediği görülür. Bunlar arasında özellikle İkinci Dünya Savaşı ile Soğuk Savaş’ın sonunu getiren gelişmelerin uluslararası siyasal sistemde önemli dönüşümleri beraberinde getirdiğini, buna karşılık Birinci Dünya Savaşı, 11 Eylül Saldırıları ve 11 yıl önce yaşanan ekonomik krizin dünyada o dönemde mevcut olan siyasal sistemi fazla etkilemediğini söyleyebiliriz. İkinci Dünya Savaşı’na girerken çok kutuplu bir görünümde olan uluslararası siyasal sistem savaşın sonunda hızlı bir şekilde iki kutuplu bir yapıya evrilmiştir. Savaşa girerken dünya politikasının merkezinde yer alan Batı Avrupa ve özellikle de Britanya, savaşın sonunda artık periferiye itilmiş, merkeze ABD ve Sovyetler Birliği yerleşmiştir. Sonuçları itibarıyla İkinci Dünya Savaşı uluslararası siyasal sistemi köklü bir şekilde değiştirmiştir. Benzer şekilde Soğuk Savaş’ın sonunu getiren gelişmeler de (Gorbaçov’un Perestroyka ve Glasnost politikaları, Doğu Avrupa Devrimleri ve Berlin Duvarı’nın yıkılması) uluslararası siyasal sistemin iki kutuplu yapıdan tek süper gücün olduğu ve yavaş yavaş çok kutupluluğa doğru evrilen bir yapıya dönüşmesi sonucunu doğurmuştur.
Buna karşılık Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarının sonunu getirse de uluslararası siyasal sistemin çok kutuplu yapısında bir değişikliğe yol açmamıştır. Britanya, Fransa ve İtalya sistemin önemli aktörleri olarak devam ederken Almanya ve Rusya da savaşın yol açtığı tahribatları hızla bertaraf edip yeniden büyük güçler arasına dahil olmuşlardır. Aynı şekilde 11 Eylül Saldırıları ve 2008/2009 Dünya Ekonomik Krizi de başta ABD ve AB olmak üzere önemli aktörlerin politikalarına etki edecek sonuçlar doğursa da uluslararası siyasal sistemin yapısını dönüştürecek etkide bulunmaları söz konusu olmamıştır. ABD, her iki olay öncesinde olduğu gibi, sonrasında da dünya politikasının en güçlü aktörü olma konumunu korumuştur.
Bu noktada, Kovid-19 salgını nedeniyle yaşanan ve bütün dünyayı saran krizin, sonuçları itibarıyla yukarıda saydığımız gelişmelerden hangisine benzeyeceği sorusunu sorabiliriz. Öncelikle krizin bugüne kadarki etkilerinin bile onu sıra dışı bir gelişme kategorisine yerleştirdiğini söyleyebiliriz. Petrol fiyatlarında yaşanan tarihi düşüş, dünya ekonomilerinin krizden ne düzeyde etkilendiğinin açık göstergesi. Ekonominin çarkları dönmeyince enerji kaynaklarına duyulan ihtiyaç ve talep de ortadan kalkıyor. Yine, sadece ABD’de bir ay içerisinde 26 milyon kişinin işsizlik yardımı için başvurmuş olması da krizin ekonomik boyutunun çok büyük olduğuna işaret ediyor. Amerikan Başkanı Donald Trump’ın ekonominin çarklarını yeniden döndürme konusundaki çabası da eyaletlerin direnci yüzünden şu ana kadar işe yaramamış görünüyor.
ABD, salgın nedeniyle yaşanan krizi gerek sağlık gerekse ekonomik boyutlarıyla kontrol edip, krizin küresel boyutlarıyla mücadeleye öncülük edebilirse ve salgın çok uzun sürmeden kontrol altına alınabilirse, Kovid-19 krizinin uluslararası siyasal sistemde köklü bir dönüşüme yol açması söz konusu olmayacak. Salgının vurduğu AB ülkelerinde finansal kriz ihtimaliBu ve buna benzer göstergeler ışığında, krizin şu ana kadarki boyutları itibarıyla bile 2008/2009 Ekonomik Krizinden daha büyük tahribata yol açtığı tahmin ediliyor. Ama bu tek başına, Kovid-19 krizinin uluslararası siyasal sistemin yapısını değiştirecek bir kırılma olarak nitelendirilmesi için yeterli değil. Nihayetinde 2008/2009 Dünya Ekonomik Krizinin böyle bir dönüşüme yol açmadığı tespitini yapmıştık. Fakat bu noktada, her iki ekonomik krizin birlikte böyle bir etkiye yol açıp açamayacağı sorusu sorulabilir. Ya da Kovid-19 salgını nedeniyle yaşanan ekonomik krizin, 11 yıl önce yaşanan büyük krizin yarım bıraktığı dönüşümün yolunu açması mümkün olabilir mi? Zira 2008/2009 krizinin en fazla sarstığı AB, toparlanıp krizin etkilerini üzerinden atabilmiş değildi. Yunanistan, İtalya ve İspanya başta olmak üzere, birçok AB üyesi ülke ekonomilerini sağlıklı bir zemine oturtup dışarıdan finansal desteğe ihtiyaç duymayan bir yapıya kavuşamamışlardı. Her üç ülkenin de turizm gelirlerine ne kadar muhtaç ülkeler oldukları ve Kovid-19 krizinin en fazla olumsuz etkilediği ve etkileyeceği sektörlerin başında turizmin geldiği düşünüldüğünde, bu ülkelerin yeniden ciddi bir finansal krize sürüklenmeleri ihtimali çok yüksek. Ayrıca salgın nedeniyle Avrupa’da en fazla ölümlerin yaşandığı İtalya ve İspanya’nın sağlık sistemlerinde ciddi iyileştirmeler yapmaları gerekirken böyle bir riskle karşı karşıya olmaları bu ülkelerin sorunlarla baş edebilme şansını zayıflatıyor. Almanya’nın bu ülkelere yardım konusunda ne kadar istekli olacağı sadece AB’nin geleceğini değil, aynı zamanda Rusya ve Çin gibi ülkelerin Avrupa’daki nüfuzlarının nasıl şekilleneceğini de belirleyecektir.
Salgının kontrol alınması sürecinin uzaması ekonomik maliyetinin boyutlarının, ekonomik maliyetin artması ise dünya siyasetine etkisinin artması anlamına gelecektir. Ancak salgının ne kadar devam edeceği ve ekonomiye etkileri kadar, mevcut uluslararası siyasal sistemin lideri ABD ile ona meydan okuyan ya da bunu yapmaya aday olan Çin’in reaksiyonları da dünya politikasının krizden ne kadar etkileneceği açısından belirleyici olacaktır. Bu noktada, ABD’nin son üç büyük kırılma ya da krizi (Soğuk Savaş’ın sona ermesi, 11 Eylül Saldırıları ve 2008/2009 Ekonomik Krizi) yönetmekte başarılı olduğunun altını çizmek gerekir. Daha öncesinde zaten ABD küresel bir güç değildi. Şimdi sorulması gereken soru şudur: ABD daha önceki krizler ve kırılmalarda olduğu gibi, bu krizi de başarıyla yönetecek bir liderliğe sahip mi?
Bu fırsat, Çin için uluslararası sistemde ABD’nin yerini almak, ABD için en büyük rakibi Çin’i tökezletmek, Rusya için AB’yi bölmek ve Almanya için Avrupa’nın tartışılmaz lideri olmak olabilir. ABD'nin performansı belirleyici olacak“Önce Amerika (America first)” sloganıyla iktidara gelen ve kendisinden önceki yönetimlerden farklı olarak, uluslararası kurumlara liderlik yapıp diğer ülkelerle birlikte hareket etme konusunda istekli görünmeyen Trump’ın Kovid-19 krizi döneminde başkanlık koltuğunda oturan yanlış kişi olduğunu düşünenlerin sayısı oldukça fazla. ABD’nin, yalnız başına hareket etmek yerine, küresel liderlik rolünü üstlenip geleneksel müttefikleriyle birlikte çalışarak krizin aşılmasına öncülük yapmasını isteyenler bu şekilde düşünüyorlar. Trump’ın, şu anda salgınla mücadele konusunda en önemli uluslararası kurum olan Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) fonlarını kesmesinin yanlış olduğunu, bunun yerine ABD’nin DSÖ’de ağırlığını artırıp liderlik rolü üstlenmesi gerektiğini söylüyorlar.
Eğer ABD, kendi ülkesinde salgın nedeniyle yaşanan krizi gerek sağlık gerekse ekonomik boyutlarıyla kontrol edip, krizin küresel boyutlarıyla mücadeleye öncülük edebilirse ve salgın çok uzun sürmeden kontrol altına alınabilirse, Kovid-19 krizinin uluslararası siyasal sistemde köklü bir dönüşüme yol açması söz konusu olmayacaktır. Fakat eğer Washington yönetimi hem kendi ülkesinde hem de küresel ölçekte krizle mücadele konusunda oynaması gereken rolü yerine getirmekte başarısız olursa ve salgın uzun sürerse, o zaman ciddi kırılmaların eşiğinde olabiliriz. Bu kırılma, ABD’nin de diğer aktörlerle benzer bir güce sahip olduğu çok kutuplu bir uluslararası siyasal sistemin kapısını da açabilir, Çin’in ABD’nin yerini aldığı bugünkü uluslararası sisteme benzer bir yapının da. Bu noktada, bizi nasıl bir uluslararası siyasal sistemin beklediği sorusuna cevap verirken, sadece ABD’nin nasıl davranacağı ve Kovid-19 salgınının ne kadar süreceğini bilmenin yetmediği, aynı zamanda Çin’in de bundan sonraki süreçte krize tepkisinin nasıl olacağını ve küresel sisteme liderlik yapmaya hazır olup olmadığını da bilmek gerektiği ortaya çıkıyor.
Şu ana kadarki kriz yönetimlerini karşılaştırdığımızda, Çin’in kriz yönetiminde ABD ve Avrupa ülkelerinin çoğundan daha başarılı olduğu ya da bu yönde algı oluşturma konusunda etkili bir performans sergilediği görülüyor. Ne var ki uluslararası güç mücadelesinin aynı zamanda algı ve propaganda savaşı olduğunu bilen Trump, salgını Vuhan Virüsü ya da Çin Virüsü şeklinde isimlendirerek Pekin yönetiminin sorumluluğunu tescil etmeye ve Çin’in Avrupa ülkelerine yardım ederek kazandığı prestiji yıpratmaya çalışıyor.
Küresel güçler bir yandan salgınla mücadele ederken diğer yandan da birbirleri arasındaki güç mücadelesini artırarak sürdürüyorlar. Çünkü bu tür kriz zamanları, aynı zamanda içinde büyük fırsatları barındırıyor. Bu fırsat, Çin için uluslararası sistemde ABD’nin yerini almak, ABD için en büyük rakibi Çin’i tökezletmek, Rusya için AB’yi bölmek ve Almanya için Avrupa’nın tartışılmaz lideri olmak olabilir.
[Prof. Dr. Kemal İnat Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]