Kasas suresi adını 25. ayetinde geçen kasas kelimesinden alıyor. Mekke döneminde nazil olan Kasas suresi 88 ayeti kerimedir. Peki Kasas suresinin tefsiri nasıldır? Kasas suresi ne anlatıyor? İşte Kasas suresinin tefsiri...
Kasas Sûresi, "Allah'ın birliği, peygamberlik ve öldükten sonra dirilme" gibi inanç yönlerine önem veren ve Mekke'de inen sûrelerdendir. Bu sûre izlediği yol ve varacağı hedef bakımından Nemi ve Şuarâ sûreleri ile aynıdır. Aynı zamanda, iniş sebepleri bakımından da birbirlerine uygundurlar. Bu sûre, kendinden önce gelen bu iki sûrede kısaca anlatılan konuları açıklar veya tamamlar.
Bu mübarek sûrenin ana konusu hak ve bâtıl fikri ile itaat ve isyan mantığı etrafında döner. Sûre, Allah ordusu ile Şeytan ordusu arasındaki mücadele kıssasını tasvir eder. Sûre, bu hususta iki kıssa anlatmıştır: Birincisi, hükümranlık ve saltanat sebebiyle azgınlık gösterme olayıdır ki, bu, İsrailoğullarma azabın kötüsünü tattıran, onların erkeklerini kesip kadınlarını diri bırakan ve ilâhlık iddia edecek kadar cür'et gösterip Allah'a karşı ululuk taslayan zorba ve azgın Firavun'un kıssasında misal gösterilerek anlatılmıştır. Nitekim Firavun, "Sizin için, benden başka bir ilâh tanımıyorum"[1] demişti. İkincisi, mal ve servet sebebiyle azgınlık ve ululuk gösterme olayıdır ki, bu da, Karun'un, kavmiyle olan kıssası örnek olacak şekilde anlatılmıştır. Her iki kıssa da, insanın bu hayatta, gerek mal, gerek makam ve gerekse saltanat sebebiyle gösterdiği azgınlığın bir sembolüdür.
Bu sûre, Firavun'un azgınlığı, üstünlük taslaması, yer yüzünde fesat çıkarmasından, azgınlığın, her zaman ve her yerdeki mantığından bahsederek söze başlar.
Bundan sonra, Musa'nın (a.s.) doğuşundan; annesinin, Firavun'un onu yakalayacağından korkmasından ve Allah'ın, Musa (a.s)'yı denize atmasını ona ilham etmesinden söz eder. Yüce Allah bunu böyle yaptı ki, Musa (a.s.), Firavun'un himayesinde, dikenlerin ve bataklığın ortasında biten tertemiz bir reyhan gibi, izzet ve ikram içinde yaşasın.
Daha sonra bu sûre, Musa (a.s)'nın rüşd çağma ermesinden, Kıptiyi öldürmesinden, Medyen mıntıkasına göç etmesinden, Şuayb (a.s)'ın kızıyle evlenmesinden söz eder.
Aynı zamanda Yüce Allah'ın, ona, azgın Firavun'u Allah'a çağırması için Mısır'a dönmesini emretmesinden, ve Allah'ın, Firavun'u boğmasına kadar geçen süre içerisinde, Musa (a.s) ile Firavun arasında meydana gelen olaylardan tafsilatıyla bahseder. Yine bu sûre, Mekke kâfirlerini ve Resûlullâh'm (s.a.v.) peygamberliğine karşı çıkmalarını anlatır. Küfür ehlinin izlediği yolun aynı olduğunu açıklar.
Daha sonra, Karun'un kıssasını anlatır. İman mantığı ile küfür mantığı arasındaki büyük farkı açıklar.
Bu mübarek sûre, yüce peygamberlerin davet ettiği mutluluk yani iman yolunu göstererek sona erer. [2]
Yüce Allah, bu sûrede, doğumundan peygamberliğine kadar, Musa'nın (a.s.) kıssasını açık ve geniş bir şekilde anlattığı için buna "Kasas Sûresi" adı verildi. Bu kıssada, öyle ilginç olaylar vardır ki, bu olaylarda, Allah'ın, dostlarına yardım ettiği ve düşmanlarını yardımsız bıraktığı açıkça görünür. [3]
KASAS SURESİNİN TEFSİRİ
Bismillâhirrahmanirrahim
1. Tâ. Sın. Mîm.
2. Bunlar, apaçık Kitâb'in âyetleridir.
3. iman eden bir kavim için Musa ile Firavun'un haberlerinden bir kısmını sana gerçek şekliyle nakledeceğiz.
4. Firavun, Mısır toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.
5. Biz ise o yerde zayıf düşürülenlere lütufta bulunmak onları önderler yapmak ve onları vâris kılmak istiyorduk.
6. Ve o yerde onları hâkim kılmak; Firavun ile Hâmân'a ve ordularına, onlardan korktukları şeyi göstermek istiyorduk.
7. Musa'nın anasına, "Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu tekrar sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız" diye bildirdik.
8. Nihayet Firavun ailesi O'nu yitik çocuk olarak aldı. O, sonunda kendileri için bir düşman ve bir tasa kaynağı olacaktır. Şüphesiz Firavun ile Hâm.ân ve askerleri yanlış yolda idiler.
9. Firavun'un karısı, "Benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz" dedi. Halbuki onlar işin sonunu sezemiyorlardı.
10. Musa'nın anasının korkudan aklı başından gide yazdı. Eğer biz, inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı.
11. Annesi Musa'nın ablasına, "Onun izini takip et" dedi. O da, onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi.
12. Biz daha önceden onun, süt analarını kabulüne müsaade etmedik. Bunun üzerine ablası, "Size, onun bakımını namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi?" dedi.
13. Böylelikle biz onu, anasına, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın vâ'dinin gerçek olduğunu bilsin diye geri verdik. Fakat yine de pek çoğu bilmezler.
14. Mûsâ yiğitlik çağına erip olgunlaşinca, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böylece mükâfatlandırırız.
15. Mûsâ, ahâlisinin habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından olan iki adamı birbiriyle döğüşür buldu. Kendi tarafından olanı, düşmana karşı ondan yardım diledi. Mûsâ da ötekine, bir yumruk vurup ölümüne sebep oldu. "Bu şeytan işidir. Şeytan, gerçekten saptırıcı, apaçaçık bir düşman." dedi.
16. Mûsâ, "Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim. Beni bağışla!" dedi, Allah da onu bağışladı. Çünkü, çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O'dur.
17. Mûsâ, "Rabbim! Bana lütfettiğin nimetlere andolsun ki, artık suçlulara asla arka çıkmayacağım" dedi.
18. Şehirde korku içinde, etrafı gözetleyerek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryâd ederek yine ondan imdad istiyor. Mûsâ ona dedi ki: Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın!
19. Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: Ey Mûsâ! Dün bir can kıydığın gibi, bana da mı kıymak istiyorsun? Demek, düzelticilerden olmak istemiyor da, bu yerde ille yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun sen!
Kelimelerin İzahı
Şiye'â, gruplar ve sınıflar demektir.
Sağ bırakıyor, öldürmüyor.
Lütfediyoruz. İhsan ediyoruz.
Yemm, deniz demektir.
Fariğ: boş.
Meradi', "süt anası," mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Çocuğa süt emzirmekte olan kadın mânâsına gelen kelimesinin çoğulu ise dır.
An cünübin, uzaktan manasınadır. Yakın olmayan, uzak olan kimseye ecnebi denilmesi de bundandır.
Ona yumruk vurdu. yumruk vurmak manasınadır. Dilciler şöyle den ve her ikiside aynı mânâyadır. Yani, elini yumruk haline getirip göğse vurmak demektir. Bir görüşe göre, vekz, göğse vurmak; lekz, sırta vurmak manasınadır. (yumruk), parmakları sıkılmış el demektir.[4]
Zahir, yardımcı manasınadır.
Ondan yardım istiyor, İstısrâh, yardım istemek demektir. Bu, feryat mânâsına gelen surâh kökündendir. Çünkü, yardım isteyen kimse, bunun için sesini yükseltir ve bağırır. Şair şöyle der.
Korkup da imdat diye bağıran biri bize geldiğinde, çabucak onun imdadına koşulurdu.[5]
Şiddetle yakalar. Sert ve şiddetli bir şekilde yakalamak demektir. Geçmiş zamanı geniş zamanı gelir. [6]
Âyetlerin Tefsiri
l. Huruf-u mukattaa Kur'an-ı Kerim'in mucize oluşuna dikkat çekmek ve fesahat ve beyan mucizesi olan bu kitabın, bu heca harflerinin benzerlerinden meydana geldiğine işaret içindir.[7]
2. Ah Bunlar, apaçık bir mucize olan, açık hüküm ve kanunlar koyan Kur'an'ın âyetleridir. [8]
3. Peygamber! Cebrail vasitasıyle, Sana Musa ve Firavun'un önemli haberlerinden, kendisine bâtılın yaklaşamayacağı, içinde kuşku ve yalanın bulunmadığı hak ve doğru haberleri okuyacağız, Bunları, Kur'an'a inanan ve ondan yararlanan bir topluluk için okuyacağız.
Bundan sonra Yüce Allah, azgın Firavun'un kıssasını anlatmaya başladı ve şöyle buyurdu: [9]
4. Kuşkusuz Firavun; Mısır'da ululuk tasladı, zorbalık ve aşırı derecede azgınlık yaptı Mısır halkını, kendisine hizmet ve itaat hususunda gruplara ve sınıflara ayırdı. Onlardan bir grubu köle ediniyor ve aşağılıyordu. Bunlar İsrail oğulları olup onlara işkence yapıyordu. Onların erkek çocuklarını öldürüyor; kızlarını, kendisine ve Kıptîlere hizmet etmeleri için hayatta bırakıyordu.Tefsirciler şöyle der: Erkekleri Öldürmesinin sebebi şudur: Firavun rüyasında, Kudüs tarafından büyük bir ateşin çıkıp Mısır'a gelerek Kıptîleri yaktığını, İsrail oğullarını bıraktığım gördü. Bunu falcı ve kâhinlere sordu. Onlar şöyle cevap verdiler: İsrailoğullarından bir çocuk doğacak, senin saltanatın onun eliyle gidecek, yok olman da onun sebebiyle olacak. Bunun üzerine Firavun, İsrailoğullarından doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti. Kuşkusuz o, yeryüzünde aşırı derecede fesat çıkaran ve zorbalık yapanlardandı. Onun içindir ki, ilahlık iddiasında bulundu, insanları öldürme ve aşağılama hususunda aşın gitti. [10]
5. Biz rahmetimizle, İsrâîl oğullarının zayıflarına lütuf ve ihsanda bulunup onları, Firavun'un işkence ve zulmünden kurtarmak; Daha önce zelil ve köle olmuşlarken, hayırda kendilerine uyulacak önderler yapmak istiyorduk. İbn Abbas şöyle der: "Eimme, hayırda önder olanlar demektir." Katâde de: "Valiler ve krallardır" diye tefsir eder. Biz o zayıflan, Firavun ve kavminin ülkesine vârisler kılmayı arzuluyorduk. Mısır'da daha önce Kiptiler lider ve yönetici iken, İsrâîloğullan onların ülkesine vâris olacaklar ve yurtlarında yerleşeceklerdi. [11]
6. İsrailoğullarmı Mısır ve Suriye'ye, buralarda istediklerini yapabilecek şekilde sahip kıldık. Beyzavî şöyle der: "Temkin, aslında, bir şeye, yerleşebileceği bir yer vermek demektir. Daha sonra bu kelime, musallat kılmak ve istedikleri gibi tasarrufta bulunmalarım sağlamak mânâsına müstear olarak kullanıldı.[12] Biz azgın Firavun'a, veziri Hâman'a ve Kıptiler'e, bu zayıf toplumdan gelmesinden korktukları şeyi, yani İsrailoğullanndan doğacak bir çocuk vasıtasıyle devletlerin yıkılacağını ve kendilerinin yok olacağını göstereceğiz. [13]
7. Musa'nın annesine ilham ederek kalbine, onu emzirme fikrini attık. İbn Abbas "Bu, ilham şeklinde bir vahydir" der. Mukâtil de: "Bunu ona Cebrail bildirdi" demiştir. Kurtubî şöyle der:" Mukatil'in sözüne göre bu olay, ilham değil, bildirme şeklinde bir vahiydir. Tefsircilerin tümü, Musa'nın (a.s.) annesinin peygamber olmadığı fikrinde birleşmişlerdir. O na meleğin gönderilmesi, meşhur hadiste anlatılan kel, alaca hastası ve kör ile konuşması gibidir.[14] Peygamberlik olmaksızın, meleklerin insanlarla konuşması bu kabildendir. Melekler İmran b. Husayn'a selam verdiler ama o bir peygamber değildi."[15] Ona "Firavun'dan gelecek bir kötülükten korkarsan, onu bir sandığa koy ve denize yani Nil nehrine at. O helak olur diye korkma, ayrılığına da üzülme, Şüphesiz biz, onu sana geri vereceğiz ve onun vasıtasıyle İsrailoğullarmı kurtarmak için onu peygamber kılıp o azgın Firavun'a göndereceğiz" dedik. [16]
8. Sonunda kendilerine bir düşman bir hüzün, musibet ve helak kaynağı olması için, Firavun'un adamları onu bulup aldı. Kurtubî şöyle der: "olması için" kelimesindeki lâm, sonuç ifade eden lâm'dır. Çünkü onlar kendileri için göz aydınlığı olsun diye onunla anlatılmıştır. Nitekim şair şöyle der:
Her emziren, emzirdiğini ölümler için besleyip büyütür.
Biz de evlerimizi, zaman yıksın diye yaparız."[17] Kuşkusuz Firavun, Hâmân ve orduları âsi, müşrik ve günahkâr idiler. Alimler şöyle der: "kasten günah işleyen; ise, kasıtsız günah işleyen demektir." [18]
9. Firavun'un karısı ona şöyle dedi: Bu çocuk, benim için de, senin için de bir sevinç ve mutluluk vesilesidir. Onunla mutlu olacağımızı ve onun bizim için bir göz aydınlığı olacağanı umuyorum. Taberi şöyle der: "Rivayete göre karısı Firavun'a bunları söyleyince, Firavun şöyle cevap verdi: "Senin için dersen, evet; ama benim için göz aydınlığı değildir."[19] İbn Abbas şöyle der: Eğer Firavun, o çocuk benim için göz aydınlığı olur, deseydi, Allah mutlaka onu, Musa vasıtasıyle hidâyete erdirir ve Firavun kesinlikle iman ederdi. Fakat o bunu söylemekten kaçındı. Ey Firavun! Onu öldürmeyin, istediği işte kendisine yardımcı olsun diye, Firavun'a saygılı davranmak maksadıyle, diktatörlere hitap edildiği gibi, ona çoğul kipiyle hitap etti. Umulur ki, büyüdüğünde bize yararı dokunur, ya da onu evlatlık olarak yanımıza alır da, kendimize gözlerimizin aydın olacağı bir çocuk ediniriz. Tefsirciler şöyle der: Firavun'un karısı çocuk doğurmuyordu. Dolayısıyla Firavun'dan Musa'yı (a.s.) kendisine bağışlamasını istedi, o da bağışladı. Firavun ve ordularının helakinin, Musa (a.s.) ile olacağının farkına varmadan böyle yaptılar. [20]
10. Musa'nın annesinin kalbi, onu anmanın dışında, dünyadaki hiçbir şeyle meşgul olmadı.[21] Bir görüşe göre de mânâ şöyledir: Annesi, Musa'nın, Firavun'un eline düştüğünü işitince, aşırı Üzüntü ve sıkıntıdan dolayı aklı başından gitti. Annesi aşırı Üzüntü ve kederden, neredeyse durumu ortaya çıkaracak ve onun, kendi oğlu olduğunu açıklayacaktı. İbn Abbas şöyle der: "Neredeyse, "Vah oğlum!" diye bağıracaktı. Bunu, oğlunun, Firavun'un eline düştüğünü işittiğinde yapacaktı." Onun kalbini sağlam tutup, sabretmesini ilham etmeseydik, durumu ortaya çıkaracaktı. Allah'ın, Musa'yı kendisine geri vereceğine dair va'dini tasdik edenlerden olsun diye böyle yaptık. [22]
11. Annesi, Musa'nın kızkardeşine dedi ki: "Onun hakkında bilgi edininceye kadar onu izle. "Mücâhid şöyle der: Onu takip et ve ona ne yapacaklarına bak", Musa'nın kız kardeşi, onlar, onun kardeşi olduğunu farketmeden uzaktan Musa'yı gördü. Çünkü kızkardeşi, denizin kıyısında yürüyordu ve sandık Firavun'un evine varıncaya kadar, onlar farkına varmadan onu gözetliyordu. [23]
12. Annesi gelmeden önce, emzirilmesi için getirdikleri süt annelerinin memesini emmeyi Musa'ya yasakladık. Tefsirciler şöyle der: Musa günlerce Firavun'un yanında kaldı. Ne kadar süt annesi getirildiyse Musa memesini kabul etmedi. Bu durum onları üzdü ve canlarını sıktı. Bunun üzerine bir emzirici aramak üzere onu saray dışına çıkardılar. Saray dışında kızkardeşini gördüler. "Size, onun bakımını sizin adınıza üstlenecek bir süt anneyi göstereyim mi?" dedi. O aile, çocuğun emzirilmesi ve beslenmesi hususunda kusur etmez. Süddî şöyle der: "Kızkardeşi, Musa'nın annesini onlara bildirdi. Onların emriyle annesine gitti ve getirdi. Çocuk, Firavun'un elinde bulunuyor, O, meme isteğiyle ağlarken, Firavun onu şefkatle avutuyordu. Annesi gelince, çocuğu ona verdi. Çocuk, annesinin kokusunu alınca, memesini emdi. Firavun şöyle dedi: "Sen onun nesi oluyorsun? O senin memen dışında hiçbir memeyi kabul etmedi. "Annesi dedi ki: "Ben kokusu güzel, sütü güzel bir kadınım. Bana hangi çocuk getirilse, beni kabul eder!' Bunun üzerine Firavun, çocuğu ona teslim etti. Annesi aynı gün evine döndü. Firavun hanedanından ona mücevher ve hediye vermeyen kimse kalmadı. İşte, Musa'nın (a.s.) annesine dönüşü şu âyetle anlatılıyor. [24]
13. Verdiğimiz sözü tutmak için Musa'yı annesine iade ettik ki, çocuğuna kavuşarak mutlu olsun, ayrılığına üzülmesin, Ve Musa'nın, kendisine geri verilmesi ve Firavun'un şerrinden korunması hususunda Allah'ın va'dinin doğruluğunu iyice anlasın. Fakat insanların çoğu, Allah'ın kesin va'dinden şüphe eder ve kuşkuya düşerler. [25]
14. Musa, olgunluk çağma erip kuvveti olgunlaşıp akıl ve itidal melekesi tamamlanınca, ona peygamberlikle birlikte, anlayış, ilim ve dinde derin bilgi verdik. Mücahid, olgunluk çağının kırkıncı yaş olduğunu söylemiştir, İşte güzel iş yapanlara, iyiliklerinden dolayı, böyle büyük mükâfatlar veririz. [26]
15. Mısır'a, insanların öğle uykusu zamanında istirahate çekildikleri bir vakitte girdi. Orada, biri, kendi kavmi İsrâîloğullarmdan; diğeri Firavun'un kavmi Kıptîler'den olup birbirleriyle kavga eden iki şahıs gördü. İsrailli, Kıptî'nin kötülüğünü kendisinden savmak için Musa'dan yardım istedi. Musa, bir yumrukta onu Öldürdü. Kurtubî şöyle der: "Musa, öldürme isteği olmadan bunu yaptı. O sadece, onu uzaklaştırmak istiyordu. Yumruk, hassas yerine rastladı ve öldü."[27] Bu Şeytanın aldatmasmdandir. Benim öfkemi kabarttı da ona vurdum. Kuşkusuz Şeytan, Âdem oğlu'nun apaçık düşmanı ve onu yoldan çıkarandır. Sâvî şöyle der: "Kıptîyi öldürmekle emrolunmadığı için, olayı Şeytana nisbet etti. Başına sıkıntılar geleceği için, öldürmemenin daha doğru olduğunu anladı. Fitneler ise, Şeytanı sevindirir. Bunu anladığı için yaptığına pişman oldu."[28]
16. Musa dedi ki, Ey Rabbim! Adara öldürmekle kendime zulmetmiş oldum. Beni affet ve hatamdan dolayı cezalandırma. Rabbi de onu bağışladı. Çünkü O, kullarını çokça bağışlayan ve onlara karşı çok merhametli olandır. [29]
17. Musa, "Ey Rabbim, bana verdiğin kuvvet sebebiyle ve bana ikram ettiğin makam ve kuvvet hakkı için hiçbir suçluya asla yardımcı olmayacağım."[30] Bu, Musa (a.s.)'nm, Rabbi ile yapmış olduğu bir ahitleşmedir. Bir görüşe göre, bu bir yemindir. Fakat bu görüş zayıftır. [31]
18. Musa, Kıbtî'yİ öldürdüğü şehirde, kendine bir şey olacağından korkarak sabahladı. Başına gelecek kötülüğü bekliyor ve suçundan dolayı cezalandırılmaktan korkuyordu. Bir de baktı ki, dün kurtardığı İsrailli arkadaşı başka bir Kıbtî ile dövüşüyor. İsrailli, Musa'yı (a.s.) görünce, düşmanına karşı kendisine yardım etmesi için, "imdat, imdat" diye bağırmaya başladı, Musa (a.s.) İsrailliye dedi ki: "Sen, apaçık bir azgın ve sapıksın. Dün senin yüzünden bir adam öldürerek kendimi belaya attım. Bugün beni başka bir belaya düşürmek mi istiyorsun?"[32]
19. Musa, kendisinin de, israillinin de düşmanı olan o Kıbtîyi yakalamak isteyince Kıptî dedi ki: Dün benden başkasını öldürdüğün gibi, şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun?[33] Ey Musa, Sen, Sadece yeryüzünde fesat çıkaran zorbalardan olmak istiyorsun. Sen, insanların arasını sulh edenlerden olmak istemiyorsun. [34]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler, aşağıdaki edebî sanatları kapsamaktadır:
1. "Bunlar, o apaçık kitabın âyetleridir" cümlesinde, kemal derecesinin yüksekliğinden dolayı, yakın olan âyetler, uzak için kullanılan işaret ismiyle gösterilmiştir.
2. "Biz, ihsan etmek istiyorduk" cümlesinde, o manzarayı zihinde canlandırmak için, "şimdiki zamanın hikayesi" kipi kullanılmıştır.
3. "Biz onu sana geri verecek ve onu peygamberlerden biri yapacağız" ifadesinde, isim cümlesi fiil cümlesine tercih edilmiş ve denilmemiştir. Bu da, müjdeye verilen önemden dolayıdır. Çünkü isim cümlesi sübût ve devamlılık ifade eder.
4. "Biz onun kalbini kuvvetlendirmeseydik..." âyetinde istiare vardır. Musa'nın (a.s.) annesinin kalbine Allah'ın attığı sabır, çözülmüş bir şeyi kaybolur korkusuyla bağlamaya benzetildi, ve Rabt (bağlamak) lafzı, sabır için müsteâr olarak kullanıldı.
5. "Onu öldürmeyin" cümlesinde, saygı ifade eden çoğul kipi kullanılmıştır. Karısı, saygı göstermek için, Firavun'a, "onu öldürme" dememiş, "onu öldürmeyin" diye hitap etmiştir.
6. "Zorba", "azgın" ve "apaçık" kipleri, vurgu ifade eden mübalağa kipleridir. Çünkü ve kalıpları bu kiplerdendir.
7. "Zorba" ile "İslah edenlerden olmak istemiyorsun" arasında manevî tıbâk vardır. Çünkü Cebbar, bozgunluk çıkaran, tahrip eden, çok öldüren ve çok kan döken demektir. Burada, mânâ yönünden tıbâk vardır.
8. "Rabbim ! Bana lütfettiğin nimetler sebebiyle, artık asla suçlulara yardımcı olmayacağım" cümlesinde isti'tâf yani merhamet talebi vardır.
9. Onlar farketmeden", "Onlar ona iyi davranırlar" ve "Fakat çoğu, bilmezler" gibi birçok âyetin sonları birbirine uygun düşmüştür. Bu da edebî sanatlardandır. [35]
Bir Nükte
Büyük âlim Kurtubî, Asmaî'nin şöyle dediğini nakleder: "Bedevi bir cariyeyi, şu beyitleri okurken dinledim. Bütün günahlarım için Allah'tan af diliyorum. Helâl olmayan bir insanı öptüm. O insan, sükûnet içersinde rahat
olan bir ceylan gibiydi. Gece yansı oldu. Ben hâlâ namaz kılmadım. "Allah canım alsın! Ne kadar da fasîh okudun?" dedim. Câriye dedi ki: ya-ziklar olsun sana! Allah'ın şu âyetinin fesahati yanında%bu fesahat mı sayı
Musa'nın anasına, onu emzir, ona zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize bırak. Korkup üzülme. Çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız" diye vahyettik.
Yüce Allah bir tek âyette, iki emir, iki yasak, iki haber ve iki müjdeyi bir araya getirmiştir."[36]
20. Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi: "Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzâkere ediyorlar. Derhal çık! İnan ki ben senin iyiliğini isteyenlerdenim " dedi.
21. Mûsâ korka korka, etrafı gözetleyerek oradan çıktı. "Rabbim! Beni zâlimler güruhundan kurtar" dedi.
22. Medyen'e doğru yöneldiğinde, "Umarım, Rabbim beni doğru yola iletir " dedi.
23. Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan bir çok insan buldu. Onların gerisinde de, hayvanlarını engelleyen iki kadın gördü. Onlara, "Derdiniz nedir?" dedi. Şöyle cevap verdiler: "Çobanlar sulayip çekilmeden biz sulamayız; babamı?: da çok yaşlıdır."
24. Bunun üzerine Mûsâ, onların yerine davarlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve "Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım" dedi.
25. Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek ona geldi, "Babam, dedi, bizim yerimize sulamanın karşılığını ödemek için seni çağırıyor". Mûsâ, ona gelip başından geçeni anlatınca o, "Korkma, o zâlim kavimden kurtuldun" dedi.
26. İki kızından biri, "Babacığım! Onu ücretle tut.
Çünkü ücretle istihdam edebileceğin en iyi kimse, bu güçlü ve güvenilir adamdır" dedi.
27. Dedi ki: "Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden; yoksa sana ağırlık vermek istemem. İnşaallah beni iyi kimselerden bulacaksın."
28. Mûsâ şöyle cevap verdi: "Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, demek ki bana karşı husumet yok. Söylediklerimize Allah vekildir.
29. Sonunda Mûsâ süreyi doldurup ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafından bir ateş gördü. Ailesine "Siz bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber yahut ısınmanız için bir ateş parçası getiririm" dedi.
30. Oraya gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısından, ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: "Ey Mûsâ! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım."
31. Ve "Asanı at!" Mûsâ asayı yılan gibi deprenir görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın"
32. "Elini koynuna sok; kusursuz, bembeyaz çıkacaktır. Korkudan kollarını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kat'î delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır".
33. Mûsâ dedi ki: "Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm, beni öldürmelerinden korkuyorum.
34. Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle gönder. Zira bana yalancılık ithamında bulunmalarından endişe ediyorum."
35. Allah buyurdu: "Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki, âyetlerimiz sayesinde onlar size erişemiyecekler. Siz ve size tâbi o-lanlar üstün geleceksiniz.
36. Mûsâ onlara apaçık âyetlerimizi getirince, "Bu, olsa olsa uydurulmuş bir sihirdir. Biz önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik" dediler.
37. Mûsâ şöyle dedi: "Rabbin kendi katından kimin hidâyet getirdiğini ve hayırlı akıbetin kime nasip olacağını en iyi bilendir. Muhakkak ki, zâlimler iflah olmazlar."
38. Firavun, "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey Hâmân, haydi benim için çamur üzerine ateş yak, bana bir kule yap ki Musa'nın tanrısına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir" dedi.
39. O ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar.
40. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atı-verdik. Bir bak ki zâlimlerin sonu nice oldu!
41. Onları, ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.
42. Bu dünyada arkalarına lanet taktık. Onlar, kıyamet gününde de kötülenmişler arasındadır.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu âyetler, Musa'nın (a.s.) kıssasını anlatmaya devam eder. Önceki âyetler, onun doğumu, emzirilmesi ve delikanlı oiup olgunluk ve rüşt Çağma erişinceye kadar Firavun'un evinde büyütülmesi ve Kiptilerden birini öldürmesi olayını kapsamıştı. Buradaki âyetler de, Musa'nın (a.s.) Med-yen'e göç edişini, Şuayb Peygamberin kızı ile evlenmesinden, Sonra da Mısır'a dönüşünden, kendisine peygamberlik verilmesinden ve Firavun'un, onun eliyle yok oluşundan bahseder. [37]
Kelimelerin İzahı
Birbirlerine danışırlar. Ezherî şöyle der: Toplumun fertleri birbirlerinden birşeyin yapılmasını istediğinde, veya denir.
Engelliyorlar, Bir kimse bir şeyi hapsedip engellediğinde ili denir. Geniş zamanı, gelir. ali Kelimesi, "kovdu" mânâsına da gelir. Şair şöyle der:
Temimoğulları, senin âsânı almışlardır. Artık, hangi âsâ ile kovacağım bilemezsin.[38] Sizin haliniz. Hatb, hal demektir. Ru'be şöyle der:
Hayret, onun ve benim durumum nedir?" Ria, koyunları otlatan çoban mânâsına gelen, kelimesinin çoğuludur. Kalıp bakımından, kelimesinin çoğulu gibidir. Hıcec, sene anlamına gelen kelimesinin çoğuludur. Cezve, alevli kor demektir.
Rid', yadımcı demektir. Cevherî şöyle der: Bir kimse birine yardım ettiğinde, der. "Ona yardımcı oldum" mânâsına der. Makbûhîn, helak olanlar ve uzaklaştırılanlar veya şekil bakımından çirkin olanlar manasınadır. Allah bir kimseyi çirkinleştirdiğinde. veya denir. [39]
Âyetlerin Tefsiri
20. Firavun'un adamlarından, mü'min olup da imanını gizleyen bir adam, şehrin en uzak tarafından hızla koşarak geldi. İbn Abbas şöyle der: "Bu adam, Firavun hanedanından mü'min birisiydi." Dedi ki: "Ey Musa! Firavun'un ileri gelenleri ve devlet erkânı seni öldürmek maksadıyle, hakkında meşveret ediyorlar. Onlar seni yakalamadan çık git. Ben senin iyiliğini isteyenlerden biriyim." [40]
21. Musa, başına birşey gelmesinden korkarak Mısır'dan çıktı. O esnada kendisinin aranıp aranmadığını gözetliyor ve arayanın onu yakalayıp cezalandırmasını endişe ile bekliyordu. Allah'tan başka sığınacak birşey olmadığını bildiği için, bundan sonra, dua ederek Allah'a sığındı. Rabbim! Beni kâfirlerden kurtar ve onların şerrinden koru." Kâfirlerden maksat, Firavun ve adamlarıdır. [41]
22. Musa, Şuayb (a.s)'ın şehri olan Medyen tarafına yönelince, dedi ki, umulur ki Allah, varacağım yere ulaştıracak doğru yolu bana gösterir. Tefsirciler şöyle der: "Musa, (a.s.) korku içinde, azıksız ve bineksiz yola çıktı. Mısır ile Medyen arasında sekiz günlük mesafe vardı. Rabbi hakkında taşıdığı iyi zannın dışında, yol hakkında herhangi bir bilgisi yoktu. Allah ona bir melek gönderdi de melek ona yolu gösterdi. Rivayete göre, Musa (a.s.) Medyen'e vardığında, zayıflıktan ve yolda ağaç yaprağı yemiş olmasından dolayı, otların yeşilliği karnında görülecek gibi idi." [42]
23. Şuayb'ın şehri olan Medyen'e vardığında, çobanların su aldığı kuyunun başında, hayvanlarını sulayan kalabalık bir grup insan gördü, Bu çoban topluluğunun ötesinde de, koyunlarının suya gelmesine engel olan iki kadın dikkatini çekti. Onlara, "Durumunuz nedir? Niçin, koyunların suya gitmesine engel oluyorsunuz? Hayvanlarına su verenlerle birlikte, siz de niçin su vermiyorsunuz?" dedi. Dediler ki,"Genellikle biz, çobanlar koyunlarıyle birlikte sudan ayrılıncaya kadar bekleriz. Kuvvetli kimselerle yarışacak gücümüz yok, erkeklere karışmak da istemiyoruz. Babamız ise, yaşlı bir adam olup, zayıf olduğu için kendisinin koyunlara su verecek hali yok. Bu sebeple, hayvanlarımıza kendimiz su vermek zorunda kaldık. Ebu Hayyân şöyle der: "Burada, kızlar, bizzat kendilerinin hayvanlara su vermelerinden dolayı Musa'ya (a.s.) karşı mazeret beyan etmiş; babalarının, ihtiyarlık ve yaşlılıktan dolayı hayvanlara su veremediğine dikkat çekmiş ve kendilerine yardım etmesi hususunda Hz. Musa'nın şefkatini istemişlerdir.'[43]
24. Musa, onlara acıyarak koyunlarını suladı. Sonra bir kenara çekilerek, bir ağacın gölgesinde oturdu. Dedi ki, "Ey Rabbim, kuşkusuz senin lütfuna, ihsanına ve açlığımı giderecek yemeğe ihtiyacım var." Aşırı derecede acıktığı için, Allah'tan yiyecek şeyler istedi. Dahhâk şöyle der: "Yedi gün, yeşillikten başka hiçbir şey yemeden durdu"[44] İbn Abbasda şöyle der: "Musa, Mısır'dan, yeşillik ve ağaç yapraklarının dışında hiçbir yemeği olmaksızın Medyen'e kadar yürüdü. Yalın ayaktı. Zira Medyen'e varmadan ayakkabıları yıpranmıştı. Musa (a.s.), Allah'ın, mahlukatı içinden seçtiği bir kul olarak, gölgede oturdu. Karnı, açlıktan sırtına yapışmıştı. Yediği bitkilerin yeşilliği, karın boşluğundan görünür gibiydi. Ve o, yarım hurmaya muhtaç kalmıştı."[45]
25. Derken, o İki kadından biri, utana utana ona geldi. Bu kelamda kısaltma olup, takdiri şöyledir: Kadınlar hızla babalarına gittiler. Halbuki onlar, genellikle yavaş yürürlerdi. Adamın durumunu ona anlattılar. Babaları, kadınlardan birine, Musa'yı çağırmasını emretti. O da haya ve utanma duygusu içersinde, hür kadınların yürüyüşü ile yürüyerek Musa'ya geldi. Yüzünü, örtüsüyle örtmüştü. Ömer (r.a) der ki: "O, çokça girip çıkan cüretkâr kadınlardan değildi."[46] Dedi ki, koyunlarımızı sulama ücretini ödemek için babam seni istiyor. İbn Kesir şöyle der: "Bu, ifadede edepli davranma vardır. Zira kuşku uyandırmamak için "babam seni çağırıyor" diye mutlak bir şekilde onu istemedi.[47] Musa onun yanma gelip durumunu ve Mısır'dan kaçış sebebini anlatınca, Şuayb (a.s) dedi ki: "Korkma, sen emin bir beldedesin. Burada Firavun'un sözü geçmez. Allah seni, suçluların tuzağından kurtarmış." [48]
26. O iki kadından biri dedi ki: Babacığım, Bu adamı, koyunlarımızı otlatması ve su vermesi için ücretle tut. Ücretle tuttuğun en iyi kimse, güçlü ve kuvvetli olanıdır. Ebu Hayyân şöyle der: "Kadının bu sözü, hikmet dolu ve kapsamlıdır. Çünkü, herhangi bir işi yapan kimsede, yeterlilik ve güvenirlilik vasıflan bulunduğunda maksat tamamlanmış olur."[49] Rivayete göre, Şuayb (a.s.) kızma, "O'nun güçlü ve güvenilir olduğunu nereden anladın?" diye sordu. Kızı şöyle cevap verdi: O, ancak on kişinin kaldırabileceği kayayı kaldırdı. Onunla beraber gelirken önüne geçmiştim, o bana, "arkamdan gel ve bana yolu göster" dedi. yanına gittiğimde başını eğdi, bana dönüp bakmadı. Bunu duyan Şuayb (a.s), kızlarından birini onunla evlendirerek Musa'yı damat edinmek istedi. [50]
27. Dedi ki, ücretli olarak, sekiz sene koyunlarıma çobanlık etmen şartıyla, Şu iki kızımdan birini, büyüğünü veya küçüğünü seninle evlendirmek istiyorum. Yapman şart olmamakla birlikte, Eğer bu süreyi on yıla tamamlarsan, bu senin bir lütfün olur. On yıl şartını koyarak, seni zora sokmak istemiyorum. İnşallah, sen benim, sözünde duran, iyi huylu ve güzel muamele eden kimse olduğumu göreceksin. Kurtubî şöyle der: "Bu âyet, kız velisinin, bir erkeğe, kızıyla evlenmesini teklif ettiğini ifade eder. Bu, uygulanagelen bir sünnettir. Şuayb (a.s.), kızıyle evlenmesini Musa (a.s.)'a teklif etmiştir. Ömer'de (r.a.) kızı Hafsa (r.a.) ile evlenmesini önce Ebubekir'e, (r.a.) sonra da Osman'a (r.a.) teklif etmiştir. Mevhûbe (r.a.) de, Rasulullah'(s.a.v.)'a, kendisiyle evlenmesini teklif etmişti. Selef-i sâlihe uyarak, kişinin, iyi bir erkeğe, velisi olduğu kızla evlenmesini teklif etmesi güzel bir şeydir."[51]
28. "Musa (a.s.) şöyle dedi: Söylediğin ve benimle ahitleştiğin konu, her ikimiz için de geçerlidir, sözümüzden dönmeyeceğiz. Sekiz veya oh yıldan hangisini senin için yerine getirirsem, bana herhangi bir güçlük çıkarılmayacak ve bir vebal de yüklenilmeyecek. Anlaşmamıza ve sözleşmemize Allah şahittir. [52]
29. Musa, anlaşmış oldukları süreyi tamamlayıp da eşini alarak Mısır'a gitmek üzere yola çıktığında, İbn Abbas şöyle der: Musa (a.s.), üzerinde anlaşma yapılan iki süreden, fazla olanını yani on yılı tamamladı. yolda, Tur Dağı tarafında, uzakta parlayan bir ateş gördü. Eşine dedi ki: Burada dur. Ben uzakta bir ateş gördüm, Tefsirciler şöyle der: O gece, soğuk bir geceydi. Yollarını kaybetmişlerdi. Şiddetli bir fırtına esmiş, hayvanlarını dağıtmıştı. Hanımı doğum sancıları çekiyordu. O sırada Musa (a.s) uzakta bir ateş gördü. Kendisine yol gösterecek birini bulurum diye oraya gitti. Nitekim şu âyet bunu ifade ediyor: Umulur ki, orada bana yolu gösterecek birini bulur ve size yol hakkında bir bilgi getiririm. Ya da, ısınmanız için size bir kor getiririm. [53]
30. Musa, ateşin olduğu yere vardığında, bir ateş değil, bir nur buldu. O mübarek yerde, vadinin sağ yanında, ağaç tarafından bir ses geldi, Ey Musa, sana hitap eden ve seninle konuşan, benim. Ben noksan sıfatlardan uzak, ulu ve yüce olan Allah'ım. Ben, insanların cinlerin ve bütün mahrukatın rabbiyim. [54]
31. "Elindeki asanı yere at" denildi. Musa. asayı attı. Asâ yılana dönüştü. Musa. onun. çok çabuk hareket eden hafif bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, korkarak geriye dönüp ona hiç bakmadan kaçtı. İbn Kesîr şöyle der: Asâ, yılana dönüşlü. O, dişlerinin sağlamlığı, ağzının genişliği ve iri cüssesine rağmen, sanki, çok hızlı hareket eden küçük bir yılandı. Öyle ki önüne gelen her kayayı yutuyor. Yuttuğu kaya onun ağzında, sanki bir vadide yuvarlanıyormuş gibi yuvarlanarak ses çıkarırdı. İşte o anda Musa arkaya dönerek kaçtı. Dönüp bakmadı. Çünkü insan tabiatı bundan ürker.[55] Musa'ya şöyle seslenildi: Ey Musa! Yerine dön. Korkma, Sen, korkulardan eminsin. Bunun üzerine Musa geri döndü, elini yılanın ağzına soktu, yılan tekrar asâ haline geldi. [56]
32. Elini gömleğinin yakasından içeri sok. Sonra onu çıkar. O, herhangi bir hastalık ve alacalık olmaksızın, şimşek aydınlığındaki bir ay parçası gibi parlak ve çevresini aydınlatıcı olarak çıkar. İbn Abbas şöyle der: Duyduğun korkudan dolayı elini göğsüne çek, korkun gider. Tefsirciler de şöyle der: Âyette geçen "cenâh"tan maksat el'dir. Çünkü insanın iki eli, kuşun kanatları yerindedir. İnsan sağ elini sol koltuğu altına soktuğunda, kolunu kendine çekmiş olur. Böyle yapınca, ondan, yılan ve her şeyin korkusu gider. Bu ikisi, yani asâ ve el, Yüce Allah tarafından, senin doğruluğunu göstermek üzere verilmiş iki açık, parlak ve kesin delildir. Bunlar, Firavun'a ve onun kavminin azgın, zorba ileri gelenlerine gösterilecek iki mucizedir, Şüphesiz onlar, bize itaatten çıkan, emrimize uymayan bir topluluktur. [57]
33. Musa, ey Rabbim, dedi. Ben, Firavun'un kavminden bir Kıptîyi öldürmüştüm. Bu yüzden, Onların yanına gittiğim takdirde beni öldürmelerinden korkuyorum. Tefsirciler şöyle der: O, Musa'nın yumruk vurması neticesinde ölen Kıptîdir. Musa (a.s.), Rabbinden, kardeşi Harun'u kendisiyle birlikte göndermek suretiyle, Firavun'a karşı gücünü artırmasını istedi. Şöyle dedi. [58]
34. Kardeşim Harun, benden daha açık ve daha rahat konuşur. Küçüklüğünde ağzına aldığı bir korun etkisiyle, Musa'nın (a.s.) dilinde bir tutukluk vardı. Onu bana yardımcı olarak gönder de benim onlara söylediklerimi, delilleri açıklayarak benim adıma onlara anlatsın, Bir vezirim ve yardımcım olmadığı takdirde, beni yalanlamalarından korkarım. Çünkü onlar sözümü, hemen hemen hiç anlamazlar. Râzî şöyle der: Yani, kardeşim Harun'u benimle beraber gönder ki, delili açıklama ve anlatma hususunda bana destek olsun. Yoksa bundan maksat, Harun'un ona, "doğru söyledin" diyerek tasdik etmesi, veya insanlara, "Musa, doğru söyledi" demesi değildir. Maksat ancak, Harun'un, fasih diliyle delillerin mânâlarını özetleyip anlatmak, şüpheleri gidermek ve o fasih diliyle kâfirlere karşı mücadele etmektir.[59]
35. Yüce Allah onun isteğine şöyle buyurarak cevap verdi: Seni Kardeşin ile, dektekleyecek ve yardımcı olacağız. Size, Firavun ve kavmine karşı galibiyet verecek ve sizi onlara musallat kılacağız. Apaçık mucizelerle desteklediğim İçin size eziyet etmelerine yol yoktur. Dünya ve âhirette güzel sonuç, sizin ve sîze tâbi olanlar içindir. Siz, o suçlu kavme üstün geleceksiniz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Allah, elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir."[60]
36. Musa onlara, kendisinin doğru olduğunu ve Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu gösteren kesin delil ve mucizelerle geldiğinde, Dediler ki: Senin bize getirdiğin bu asa ve el, uydurulmuş bir yalan büyüden başka birşey değildir. Sen onu kendinden uydurdun, fakat, "Allah gönderdi" diyorsun. Biz bu iddiayı, yani Allah'ın bir olduğu gibi bir iddiayı, geçmiş atalarımızdan ve dedelerimizden dahi işitmedik. [61]
37. Hz. Musa, tatlı bir şekilde hitap etmek ve onlarla mücadelede en güzel yolu tercih etmek maksadıyle güzel bir şekilde cevap verdi: Size getirdiğim, bir sihir değil, bir gerçek ve bir hidâyet kaynağıdır. Rabbim bunu biliyor. Sizin bâtıl yolda, benim ise hak yolda olduğumu da biliyor. Ve yine biliyor ki, dünya ve âhirette övülen sonuç kimin içindir. Şüphesiz, zâlim, günahkâr ve Allah'a karşı yalan söyleyen kimse başarılı ve mutlu olamaz. [62]
38. Firavun kavminin ileri gelenlerine ve yöneticilerine. Sizin için, benden başka herhangi bir ilah tanımıyorum" dedi. İbn Abbas şöyle der: Bu kötü sözü ile, Ben sizin en yüce rabbınizım.[63] Sözü arasında kırk yıl vardır. Allah'ın düşmanı, yalan söylüyordu, bilakis kendisinin bir rabbi olduğunu ve bu rabbin, hem kendisinin hem de kavminin yaratıcısı olduğunu biliyordu.[64] Hâmân! Tuğla yap da onunla bana yüksek bir kule bina et. Belki, çıkar, Musa'nın, kendisini gönderdiğini iddia ettiği ilâhını görürüm. Bunu, alay yoluyla söyledi. Onun içindir ki bu sözün ardından şöyle dedi: Ben, gökte bir ilah olduğunu iddia eden Musa'nın, bu iddiasında yalancı olduğunu sanıyorum. [65]
39. Firavun ve kavmi, Mısır'da bâtıla ve zulme dalarak kibirlenip böbürlendiler ve Musa'ya iman etmediler, Öldükten sonra dirilmenin, haşrin, hesap ve cezanın olmadığını zannettiler. [66]
40. Onu, ordularıyla birlikte yakalayıp hegsini denize attık. Onlardan hiç kimse kalmamak üzere hepsini boğduk. Ey Peygamberi Kalp gözünle, ibretle bir bak ki, inkâr ve azgınlıkta zirveye ulaşan o zalimlerin sonu ne oldu?! [67]
41. Onları dünyada küfrün öncüleri kıldık, sapıklar onların peşinden gider. Kıyamet gününde onlardan azabı savacak herhangi bir yardımkcılan da yoktur. [68]
42. Bu dünyada da, Allah'ın, meleklerin ve müminlerin lanetini onlara ulaştırdık. Kıyamet gününde ise, onlar, Allah'ın rahmetinden kovulup uzaklaştırılanlardır. [69]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler, birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "İleri gelenler, seni öldürmek için hakkında meşveret ediyorlar" cümlesinde, durumun gereğine uygun olarak ve ile pekiştirme yapılmıştır.
2. "Rabbim, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım" cümlesinde, merhamet ve şefkat dileme vardır.
3. "Ona olayı anlattı" cümlesinde, cinas-ı iştikak vardır.
4. "O, küçük bir yılan gibi hareket ediyor" cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır. Vech-i şebeh hazfedildiği için mücmel olmuştur.
5. "Beni doğrular" ile beni yalanlarlar arasında tıbak vardır.
6. "Elini kendine çek" cümlesinde kanat mânâsındaki cenah kelimesi, el mânâsındaki yed kelimesinden kinaye olarak kullanılmıştır. Çünkü insanın eli, kuşun kanadı gibidir.
7. "Pazunu kardeşinle güçlendireceğiz" cümlesinde mecaz-ı mürsel vardır. Sebep söylenmiş netice kastedilmiştir. Çünkü pazunun kuvvetlendirilmesi, elin kuvvetlendirilmesini gerektirir. Elin kuvvetlendirilmesi kuvvetin bulunmasını gerektirir. Şihâb şöyle der: "Bu cümlenin istiare-i temsiliyyeden olması mümkündür. Musa'nın, kardeşiyle desteklenme hali, elin, kuvvetli bir elle takviye edilmesi haline benzetilmiştir." [70]
Bir Nükte
Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah,"Hâmân! Benim için çamur üzerine bir ateş yak, ondan tuğla imal et" dedi. "Benim için tuğla pişir" demedi. Çünkü bu ibare Kur'an'm fesahatına ve makamının yüceliğine daha iyi uymakta, zorbaların sözüne daha çok benzemektedir. Hâmân, Firavun'un veziri ve halkının işlerim idare edendir. [71]
43. Andolsun biz, ilk nesilleri yok ettikten sonra Musa'ya, olur ki düşünür öğüt alırlar diye insanlar için apaçık deliller, hidâyet rehberi ve rahmet olarak o Kitâb'ı vermişizdir.
44. Musa'ya emrimizi vahyettiğimiz sırada, sen batı yönünde bulunmuyordun ve o hâdiseyi görenlerden de değildin.
45. Bilâkis biz nice nesiller var ettik de, onların üzerinden uzun zamanlar geçti. Sen, onlara ilgili âyetlerimizi okurken, Medyen halkı arasında oturuyor da değildin; aksine biz peygamberler, göndermekteyiz.
46. Musa'ya seslendiğimiz zaman da, sen Tûr'un yanında değildin. Bilâkis, senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak orada geçenleri sana bildirdik; ola ki düşünüp Öğüt alırlar.
47. Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde, "Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü'-minlerden olsaydık!" diyecek olmasalardı seni göndermezdik.
48. Fakat onlara tarafımızdan o hak gelince "Mûsâ'ya verilen mucizeler gibi ona da verilmeli değil miydi?" dediler. Peki, daha önce Musa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi? "Birbirini destekleyen iki sihir!" demişler ve şunu söylemişlerdi: "Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz."
49. De ki: Eğer doğru sözlüler iseniz. Allah katından bu ikisinden daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım!
50. Eğer sana cevap veremezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir? Elbette Allah zâlim kavmi doğru yola iletmez.
51. Andolsun ki biz, düşünüp öğüt alsınlar diye, sözü birbiri ardınca yetiştirmişizdir.
52. Ondan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da îman ederler.
53. Onlara Kur'an okunduğu zaman "O'na îman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce müslüman idik" derler.
54. İşte onlara, sabretmelerinden ötürü, mükâfatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rıziktan da Allah rızası için harcarlar.
55. Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüzçe-virirler ve "Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun. Biz kendini bilmezleri istemeyiz" derler.
56. Sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin, bilâkis, Allah dilediğine hidâyet verir ve hidâyete girecek olanları en iyi O bilir.
57. "Biz seninle beraber doğru yola uyarsak, yurdumuzdan atılırız " dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rizık olarak herşeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir yere yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.
58. Biz, refahlarına şımarmış nice memleketi helak etmişizdir. İşte yerleri! Kendilerinden sonra oralarda pek az oturulabjlmiştir. Onlara biz vâris olmuşuzdur.
59. Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin ana merkezine gönderme-
dikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zâlim olan memleketleri helak etmişizdir.
60. Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtası malı ve süsüdür. Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâla buna aklınız ermeyecek mi?
61. Şu halde, kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz ve ardından ona kavuşan kimse, dünya hayatının geçici menfaat ve zevkini yaşattığımız, sonra kıyamet gününde huzurumuza getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir?
62. O gün Allah onları çağırarak, "Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede?" diyecektir.
63. O gün aleyhlerine söz gerçekleşmiş olanlar: "Rabbimiz! Şunlar azdırdığımız kimselerdir. Biz nasıl azmışsak onları da öylece azdırdık. Onların suçlarından berî olduğumuzu sana arzederiz. Zaten onlar aslında bize tapmıyorlardı" derler.
64. "Ortaklarınızı çağırın!" denir, onlar da çağırırlar; fakat kendilerine cevap vermezler ve azabı görürler. Ne olurdu doğru yola girselerdi!
65. O gün Allah onları çağırarak, "Peygamberlere ne cevap verdiniz?" diyecektir.
66. İşte o gün onlara bütün haberler körleşmiştir; onlar birbirlerine de soramayacaklardır.
67. Fakat tevbe eden, îman edip iyi işler yapan kimseye gelince onun kurtuluşa erenler arasında olması umulur.
68. Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir ve sânı yücedir.
69. Rabbin, onların, sinelerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.
70. İşte O, Allah'tır. O'ndan başka tanrı yoktur. Önünde de, sonunda da hamd O'nundur, hüküm O'-nundur. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah, azgınlığın başı Firavun'u yok etmek ve İsrailoğullarmı onun zulmünden kurtarmak suretiyle onlara verdiği nimeti hatırlattıktan sonra, burada da, içinde hidâyet ve nur bulunan Tevrat'ı indirmekle onlara yaptığı ihsanı hatırlattı. Aynı zamanda, semavî kitapların sonuncusu olan Kur'an-ı Kerim'i indirmek suretiyle Araplara verdiği nimetine dikkat çekti. [72]
Kelimelerin İzahı
Sâvî, ikamet eden demektir. Bir kimse bir yerde ikamet ettiğinde denilir. Şair şöyle der:
Sen orada bir sene kaldın.[73] Savarlar, savmak demektir. Hadiste şöyle gelmiştir:
Cezalan, şüphelerle giderin"[74] Toplanır. Bir kimse suyu havuzda topladığında, denir. Büyük havuz demektir.
Şımardı. nimet içinde olduğu halde azmak demektir. Enbâ, önemli haber mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.[75]
Nüzul Sebebi
Ebu Tâlib ölmek üzere iken, Rasûlullah (s.a.v.) ona şöyle dedi: "Ey Amca, de ki, kıyamet gününde bu sözle senin lehinde şahitlik edeyim." Ebu Tâlib şöyle cevap verdi: "Kureyş beni ayıplayıp da, "Ölüm korkusu ona bunu söyletti" demeyecek olsaydı, onu söyleyerek seni sevindirirdim" Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi:" Sen, sevdiğini hidâyete erdiremezsin, bilâkis Allah dilediğine hidâyet verir. Hidâyete girecek olanları en iyi o bilir"[76] [77]
Âyetlerin Tefsiri
43. Kelimesinin başındaki, kendisinden önce bir yeminin bulunduğuna işaret etmek içindir. Yani, Vallahi, Musa'dan önce gelmiş Nûh, Âd; Semûd, Lût ve peygamberlerini yalanlayan diğer kavimleri helak ettikten sonra Musa'ya Tevrat'ı verdik, Onu, İsrailoğulları için bir ışık ve kalpleri için bir nur olarak indirdik. Onunla gerçekleri görürler ve hakkı bâtıldan ayırırlar. Yine onu, sapıklıktan kurtaran bir hidâyet ve kendisine inananlar için bir rahmet olarak indirdik ki, onda bulunan ilâhi öğüt ve irşatlardan faydalansınlar. [78]
44. Ey Peygamber! Musa'ya Peygamberlik görevi verdiğimiz ve onu Firavun ve kavmine gönderdiğimiz zaman, sen dağın batı tarafında değildin. Orası, Allah'ın Musa ile konuştuğu yerdir. Sen, o yerde .bulunanlardan da değildin. Fakat Allah, onu sana vâhyetti ki, bu, senin doğruluğuna bir delil olsun. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğini gösteren delile dikkat çekerek böyle buyurmaktadır. Zira Hz. Muhammed (s.a.v.), geçmişe dâir gayblardan öyle haber vermiştir ki, onu dinleyen, sanki yukardaki olayı görüyor ve seyrediyormuş gibi olur. Halbuki Muhammed (s.a.v.) ümmî bir kimse olup kitaplardan herhangi bir şey okuyamazdı. O, okuma yazma bilmeyen bir toplum içinde yetişmişti. Buna göre âyetin manası şöyledir: Sen orada hazır değildin. Fakat Allah bunu sana vâhyetti ki, bu gayb haberlerini onlara bildiresin.[79]
45. Fakat biz Musa'dan sonra birçok millet ve nesiller yarattık. Onların üzerinden uzun zaman geçti. Fetret devri uzadı, neticede Allah'ı unuttular, dinlerini bozdular ve değiştirdiler. Dolayısıyle, ey Peygamber! din işini yenileyesin diye seni gönderdik. Ebussuûd şöyle der: "Yani, biz seninle Musa arasındaki zamanda; birçok millet yarattık. Üzerlerinden uzun zaman geçti. Şeriatlar ve hükümler değişti. Haberleri anlamaz oldular. Bunun üzerine seni gönderdik. "Onların üzerinden uzun zaman geçti" ifadesiyle yetinildiği için diğer anlaşılan mânâlar hazfedildi."[80] Ey Peygamber! Sen Medyen-liler içinde kalmış değilsin ki, Musa'nın, Şuayb'm ve iki kızının haberini öğrenip de bunları Mekkelilere okuyasın. Fakat biz seni, Mekkeliler arasından seçip peygamber olarak gönderdik ve bu haberleri sana biz bildirdik. Böyle olmasaydı, elbette onları bilemezdin. [81]
46. Musa'ya seslendiğimiz ve onunla konuştuğumuz zaman sen, Tur Dağı'nın yanında da değildin. Sen, peygamberlerin haber ve kıssalarından hiçbirşeyi görmedin. Fakat Rabbinden bir rahmet olarak onları sana biz vahyettik ve anlattık ki, ey Muhammed, senden önce kendilerine bir peygamber gelmemiş olan kavmi korkmasın. Belki, onlara getirdiğin apaçık mucizelerden ibret alırlar da dinine girerler. Tefsirciler şöyle der: Âyette geçen kavimden maksat, Hz. İsa İle Hz. Muhammed (s.a.v) arasındaki fetret devrinde yaşamış olanlardır. Bu süre, altıyüz yıl kadardır. [82]
47. İnkâr ve isyanları sebebiyle kendilerine bir musibet geldiğinde, işte o zaman, "Ey Rabbımiz! Bize, âyetlerini tebliğ edecek bir peygamber gönderseydin de, onlara uyup tasdik edenlerden olsaydık" demeselerdi, peygamberleri göndermezdik. Kurtubî şöyle der: Âyetteki edatının cevabı hazf edilmiştir. Takdiri: "Elbette peygamberleri göndermezdik" şeklindedir.[83] İbn Cüzeyy şöyle der: Birinci, "eğer olmasaydı" mânâsına gelen imtina harfidir. İkinci ise, arz ve teşvik edatıdır. Yani, inkârları yüzünden onlara musibet gelmeseydi, peygamberleri göndermezdik. Biz peygamberleri ancak, mazereti ortadan kaldırmak ve aleyhlerine delil getirmek için gönderdik ki, "Ey Rabbimiz, bize bir peygamber gönderseydin de, senin âyetlerine uyup mü'minlerden olsaydık" diyemesinler.[84]
Bundan sonra Yüce Allah, müşriklerin hakkı kabul etmeme hususundaki inat ve direnmelerini haber vererek şöyle buyurdu. [85]
48. Mekkelilere apaçık hak geldiğinde, ki, bu katımızdan mucize Kur'an'ı getiren Mu-hammed'dir, inatla ve direnerek dediler ki: "Musa'ya verilen asâ ve el gibi, apaçık mu