Kalem suresi, Kalem suresinin okunuşu ve anlamı

Kalem suresinin okunuşu nasıldır? Kalem suresinin meali nasıldır? Kalem suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. Kalem suresi 68 ayeti kerimedir. Kalem suresinde Peygamber efendimizin akli mükemmelliği ve yüksek ahlakı, O’nu yalanlayanların kötü vasıfları, ahlaksızlıkları, bencillikleri ve başlarına gelenler, onların inatçı ve inkarcı tutumları karşısında Peygamber efendimizin nasıl tavır takınacağı konuları bildirilmiştir. İşte Kalem suresinin okunuşu ve anlamı...

Kalem suresinin okunuşu nasıldır? Kalem suresinin meali nasıldır? Kalem suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. Kalem suresi 68 ayeti kerimedir. Kalem suresinde Peygamber efendimizin akli mükemmelliği ve yüksek ahlakı, O’nu yalanlayanların kötü vasıfları, ahlaksızlıkları, bencillikleri ve başlarına gelenler, onların inatçı ve inkarcı tutumları karşısında Peygamber efendimizin nasıl tavır takınacağı konuları bildirilmiştir. İşte Kalem suresinin okunuşu ve anlamı...

Kim Kalem sûresini okursa, Allahü teâlâ ona ahlâkını güzelleştirdiklerinin sevâbını verir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) Kur’ân-ı kerîmin altmış sekizinci sûresi. Nûn sûresi de denir. Kalem sûresi, Mekke’de nâzil oldu (indi). Elli iki âyet-i kerîmedir. İlk âyetinde geçen, kalem kelimesinden dolayı, Sûret-ül-Kalem denilmiştir. Sûrede, Peygamber efendimizin aklî mükemmelliği ve yüksek ahlâkı, O’nu yalanlayanların kötü vasıfları, ahl âksızlıkları, bencillikleri ve başlarına gelenler, onların inatçı ve inkârcı tutumları karşısında Peygamber efendimizin nasıl tavır takınacağı konuları bildirilmiştir. (Taberî, Senâullah Dehlevî)

KALEM SURESİNİN TÜRKÇE VE ARAPÇA OKUNUŞU İLE MEALİ

Kalem 1 (Mealleri Karşılaştır): Nûn vel kalemi ve mâ yesturûn(yesturûne). بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ نٓ ۚ وَٱلْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ (1-2) Nûn. (Ey Muhammed) Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki, sen Rabbinin nimeti sayesinde, bir deli değilsin.

Kalem 2 (Mealleri Karşılaştır): Mâ ente bi ni’meti rabbike bi mecnûn(mecnûnin). مَآ أَنتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ (1-2) Nûn. (Ey Muhammed) Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki, sen Rabbinin nimeti sayesinde, bir deli değilsin.

Kalem 3 (Mealleri Karşılaştır): Ve inne leke le ecren gayre memnûn(memnûnin). وَإِنَّ لَكَ لَأَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍ Şüphesiz sana tükenmez bir mükâfat vardır.

Kalem 4 (Mealleri Karşılaştır): Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin). وَإِنَّكَ لَعَلَىٰ خُلُقٍ عَظِيمٍ Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.

Kalem 5 (Mealleri Karşılaştır): Fe se tubsıru ve yubsırûn(yubsırûne). فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَ (5-6) Hanginizin deli olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.

Kalem 6 (Mealleri Karşılaştır): Bi eyyikumul meftûn(meftûnu). بِأَييِّكُمُ ٱلْمَفْتُونُ (5-6) Hanginizin deli olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.

Kalem 7 (Mealleri Karşılaştır): İnne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne). إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِۦ وَهُوَ أَعْلَمُ بِٱلْمُهْتَدِينَ Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi daha iyi bilir. O, hidayete erenleri de daha iyi bilir.

Kalem 8 (Mealleri Karşılaştır): Fe lâ tutııl mukezzibîn(mukezzibîne). فَلَا تُطِعِ ٱلْمُكَذِّبِينَ O hâlde yalanlayanlara boyun eğme.

Kalem 9 (Mealleri Karşılaştır): Veddû lev tudhinu fe yudhinûn(yudhinûne). وَدُّوا۟ لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ İstediler ki, yumuşak davranasın, böylece onlar da yumuşak davransınlar.

Kalem 10 (Mealleri Karşılaştır): Ve lâ tutı’ kulle hallâfin mehîn(mehînin). وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَّهِينٍ (10-14) Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.

Kalem 11 (Mealleri Karşılaştır): Hemmâzin meşşâin bi nemîm(nemîmin). هَمَّازٍ مَّشَّآءٍۭ بِنَمِيمٍ (10-14) Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.

Kalem 12 (Mealleri Karşılaştır): Mennâın lil hayri mu’tedin esîm(esîmin). مَّنَّاعٍ لِّلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ (10-14) Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.

Kalem 13 (Mealleri Karşılaştır): Utullin ba’de zâlike zenîm(zenîmin). عُتُلٍّۭ بَعْدَ ذَٰلِكَ زَنِيمٍ (10-14) Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.

Kalem 14 (Mealleri Karşılaştır): En kâne zâ mâlin ve benîn(benîne). أَن كَانَ ذَا مَالٍ وَبَنِينَ (10-14) Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.

Kalem 15 (Mealleri Karşılaştır): İzâ tutlâ aleyhi âyâtunâ kâle esâtîrul evvelîn(evvelîne). إِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِ ءَايَٰتُنَا قَالَ أَسَٰطِيرُ ٱلْأَوَّلِينَ Âyetlerimiz kendisine okunduğu zaman, “Öncekilerin masalları!” der.

Kalem 16 (Mealleri Karşılaştır): Se nesimuhu alel hurtûm(hurtûmi). سَنَسِمُهُۥ عَلَى ٱلْخُرْطُومِ Yakında biz onun burnunu damgalayacağız.

Kalem 17 (Mealleri Karşılaştır): İnnâ belevnâhum ke mâ belevnâ ashâbel cenneh(cenneti), iz aksemûle yasri munnehâ musbihîn(musbihîne). إِنَّا بَلَوْنَٰهُمْ كَمَا بَلَوْنَآ أَصْحَٰبَ ٱلْجَنَّةِ إِذْ أَقْسَمُوا۟ لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحِينَ Şüphesiz biz, vaktiyle “bahçe sahipleri”ne belâ verdiğimiz gibi, onlara (Mekkeli inkârcılara) da belâ verdik. Hani o bahçe sahipleri, sabah erkenden (fakirler gelmeden) bahçenin ürünlerini devşirmeye yemin etmişlerdi.

Kalem 18 (Mealleri Karşılaştır): Ve lâ yestesnûn(yestesnûne). وَلَا يَسْتَثْنُونَ (Bunu tasarlarken) istisna da yapmıyorlardı. (“İnşaallah” demiyorlardı.)

Kalem 19 (Mealleri Karşılaştır): Fe tâfe aleyhâ tâifun min rabbike ve hum nâimûn(nâimûne). فَطَافَ عَلَيْهَا طَآئِفٌ مِّن رَّبِّكَ وَهُمْ نَآئِمُونَ Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet (ateş) bahçeyi sardı.

Kalem 20 (Mealleri Karşılaştır): Fe asbahat kes sarîm(sarîmi). فَأَصْبَحَتْ كَٱلصَّرِيمِ Böylece bahçe, (anızı) yakılmış toprağa döndü.

Kalem 21 (Mealleri Karşılaştır): Fe tenâdev musbihîn(musbihîne). فَتَنَادَوْا۟ مُصْبِحِينَ (21-22) Derken, sabahleyin birbirlerine, “Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin” diye seslendiler.

Kalem 22 (Mealleri Karşılaştır): Enıgdû alâ harsikum in kuntum sârımîn(sârımîne). أَنِ ٱغْدُوا۟ عَلَىٰ حَرْثِكُمْ إِن كُنتُمْ صَٰرِمِينَ (21-22) Derken, sabahleyin birbirlerine, “Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin” diye seslendiler.

Kalem 23 (Mealleri Karşılaştır): Fentalekû ve hum yetehâfetûn(yetehâfetûne). فَٱنطَلَقُوا۟ وَهُمْ يَتَخَٰفَتُونَ (23-24) Bunun üzerine, “Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın” diye fısıldaşarak yola koyuldular.

Kalem 24 (Mealleri Karşılaştır): En lâ yedhulennehel yevme aleykum miskîn(miskînun). أَن لَّا يَدْخُلَنَّهَا ٱلْيَوْمَ عَلَيْكُم مِّسْكِينٌ (23-24) Bunun üzerine, “Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın” diye fısıldaşarak yola koyuldular.

Kalem 25 (Mealleri Karşılaştır): Ve gadev alâ hardin kâdirîn(kâdirîne). وَغَدَوْا۟ عَلَىٰ حَرْدٍ قَٰدِرِينَ (Yoksullara yardım etmeğe) güçleri yettiği hâlde (böyle söyleyerek) erkenden yola çıktılar.

Kalem 26 (Mealleri Karşılaştır): Fe lemmâ reevhâ kâlû innâ le dâllûn(dâllûne). فَلَمَّا رَأَوْهَا قَالُوٓا۟ إِنَّا لَضَآلُّونَ Fakat bahçeyi o hâlde gördüklerinde, “Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!” dediler.

Kalem 27 (Mealleri Karşılaştır): Bel nahnu mahrûmûn(mahrûmûne). بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ (Gerçeği anlayınca da), “Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!” dediler.

Kalem 28 (Mealleri Karşılaştır): Kâle evsatuhum e lem ekul lekum levlâ tusebbihûn(tusebbihûne). قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ Onların en akl-ı selim sahibi olanı, “Ben size ‘Rabbinizi tespih etseydiniz ya! dememiş miydim?” dedi.

Kalem 29 (Mealleri Karşılaştır): Kâlû subhâne rabbinâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne). قَالُوا۟ سُبْحَٰنَ رَبِّنَآ إِنَّا كُنَّا ظَٰلِمِينَ Onlar, “Rabbimizi tesbih ederiz (yüceltiriz). Şüphesiz biz zalim kimseler imişiz” dediler.

Kalem 30 (Mealleri Karşılaştır): Fe akbele ba’duhum alâ ba’dın yetelâvemûn(yetelâvemûne). فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَلَٰوَمُونَ Bunun üzerine birbirlerini kınamaya başladılar.

Kalem 31 (Mealleri Karşılaştır): Kâlû yâ veylenâ innâ kunnâ tâgîn(tâgîne). قَالُوا۟ يَٰوَيْلَنَآ إِنَّا كُنَّا طَٰغِينَ Şöyle dediler: “Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz!”

Kalem 32 (Mealleri Karşılaştır): Asâ rabbunâ en yubdilenâ hayren minhâ innâ ilâ rabbinâ râgıbûn(râgıbûne). عَسَىٰ رَبُّنَآ أَن يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِّنْهَآ إِنَّآ إِلَىٰ رَبِّنَا رَٰغِبُونَ “Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz artık Rabbimizi arzulayanlarız.”

Kalem 33 (Mealleri Karşılaştır): Kezâlikel azâb(azâbu), ve le azâbul âhıreti ekber(ekberu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne). كَذَٰلِكَ ٱلْعَذَابُ ۖ وَلَعَذَابُ ٱلْءَاخِرَةِ أَكْبَرُ ۚ لَوْ كَانُوا۟ يَعْلَمُونَ İşte böyledir azap! Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür; ah bir bilselerdi!

Kalem 34 (Mealleri Karşılaştır): İnne lil muttekîne ınde rabbihim cennâtin naîm(naîmi). إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّٰتِ ٱلنَّعِيمِ Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında Naîm cennetleri vardır.

Kalem 35 (Mealleri Karşılaştır): E fe necalul muslimîne kel mucrimîn(mucrimîne). أَفَنَجْعَلُ ٱلْمُسْلِمِينَ كَٱلْمُجْرِمِينَ Biz müslümanları suçlular gibi kılar mıyız?

Kalem 36 (Mealleri Karşılaştır): Mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne). مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?

Kalem 37 (Mealleri Karşılaştır): Em lekum kitâbun fîhi tedrusûn(tedrusûne). أَمْ لَكُمْ كِتَٰبٌ فِيهِ تَدْرُسُونَ Yoksa size ait bir kitabınız var da (bu batıl hükümleri) ondan mı okuyorsunuz?

Kalem 38 (Mealleri Karşılaştır): İnne lekum fîhi lemâ tehayyerûn(tehayyerûne). إِنَّ لَكُمْ فِيهِ لَمَا تَخَيَّرُونَ Onda, “Seçip beğendiğiniz her şey mutlaka sizindir” (diye mi yazılı?)

Kalem 39 (Mealleri Karşılaştır): Em lekum eymânun aleynâ bâligatun ilâ yevmil kıyâmeti inne lekum lemâ tahkumûn(tahkumûne). أَمْ لَكُمْ أَيْمَٰنٌ عَلَيْنَا بَٰلِغَةٌ إِلَىٰ يَوْمِ ٱلْقِيَٰمَةِ ۙ إِنَّ لَكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَ Yahut bizden, her ne hükmederseniz mutlaka öyle olacağına dair Kıyamete kadar sürecek kesin sözler mi aldınız?

Kalem 40 (Mealleri Karşılaştır): Sel hum eyyuhum bi zâlike zeîm(zeîmun). سَلْهُمْ أَيُّهُم بِذَٰلِكَ زَعِيمٌ Sor onlara: “Onların hangisi bu (iddianın doğruluğu)na kefildir?”

Kalem 41 (Mealleri Karşılaştır): Em lehum şurekâu, fel ye’tû bi şurekâihim in kânû sâdikîn(sâdikîne). أَمْ لَهُمْ شُرَكَآءُ فَلْيَأْتُوا۟ بِشُرَكَآئِهِمْ إِن كَانُوا۟ صَٰدِقِينَ Yoksa onların ortakları mı var? Doğru söyleyenler iseler, haydi getirsinler ortaklarını!

Kalem 42 (Mealleri Karşılaştır): Yevme yukşefu an sâkın ve yud’avne iles sucûdi fe lâ yestetîûn(yestetîûne). يَوْمَ يُكْشَفُ عَن سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ إِلَى ٱلسُّجُودِ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ (42-43) Baldırların açılacağı (işlerin zorlaşacağı) ve kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir hâlde buna güç yetiremeyecekleri günü (Kıyamet gününü) düşün. Hâlbuki onlar sağlıklarında secde etmeye çağrılıyorlar (ve buna yanaşmıyorlar)dı.

Kalem 43 (Mealleri Karşılaştır): Hâşiaten ebsâruhum terhekuhum zilleh(zilletun), ve kad kânû yud’avne iles sucûdi ve hum sâlimûn(sâlimûne). خَٰشِعَةً أَبْصَٰرُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۖ وَقَدْ كَانُوا۟ يُدْعَوْنَ إِلَى ٱلسُّجُودِ وَهُمْ سَٰلِمُونَ (42-43) Baldırların açılacağı (işlerin zorlaşacağı) ve kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir hâlde buna güç yetiremeyecekleri günü (Kıyamet gününü) düşün. Hâlbuki onlar sağlıklarında secde etmeye çağrılıyorlar (ve buna yanaşmıyorlar)dı.

Kalem 44 (Mealleri Karşılaştır): Fe zernî ve men yukezzibu bi hâzel hadîs(hadîsi), se nestedricuhum min haysu lâ ya’lemûn(ya’lemûne). فَذَرْنِى وَمَن يُكَذِّبُ بِهَٰذَا ٱلْحَدِيثِ ۖ سَنَسْتَدْرِجُهُم مِّنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ (Ey Muhammed!) Bu sözü (Kur’an’ı) yalanlayanlarla beni baş başa bırak. Biz onları bilemeyecekleri biçimde adım adım helâka yaklaştıracağız.

Kalem 45 (Mealleri Karşılaştır): Ve umlî lehum, inne keydî metîn(metînun). وَأُمْلِى لَهُمْ ۚ إِنَّ كَيْدِى مَتِينٌ Onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım sağlamdır.

Kalem 46 (Mealleri Karşılaştır): Em tes’eluhum ecren fe hum min magremin muskalûn(muskalûne). أَمْ تَسْـَٔلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar bu yüzden ağır bir borç yükü altına mı girmişlerdir?

Kalem 47 (Mealleri Karşılaştır): Em inde humul gaybu fehum yektubûn(yektubûne). أَمْ عِندَهُمُ ٱلْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ Yahut gayb (Levh-i Mahfuz) kendi yanlarında da onlar mı (bundan aktarıp) yazıyorlar?

Kalem 48 (Mealleri Karşılaştır): Fasbir li hukmi rabbike ve lâ tekun ke sâhıbil hût(hûti), iz nâdâ ve huve mekzûm(mekzûmun). فَٱصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُن كَصَاحِبِ ٱلْحُوتِ إِذْ نَادَىٰ وَهُوَ مَكْظُومٌ Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, (balığın karnında) kederli bir hâlde Rabbine yakarmıştı.

Kalem 49 (Mealleri Karşılaştır): Levlâ en tedârekehu ni’metun min rabbihî le nubize bil arâi ve huve mezmûm(mezmûmun). لَّوْلَآ أَن تَدَٰرَكَهُۥ نِعْمَةٌ مِّن رَّبِّهِۦ لَنُبِذَ بِٱلْعَرَآءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı, o mutlaka kınanmış bir hâlde ıssız bir yere atılacaktı.

Kalem 50 (Mealleri Karşılaştır): Fectebâhu rabbuhu fe cealehu mines sâlihîn(sâlihîne). فَٱجْتَبَٰهُ رَبُّهُۥ فَجَعَلَهُۥ مِنَ ٱلصَّٰلِحِينَ (Fakat böyle olmadı.) Rabbi onu (peygamber olarak) seçti ve salih kimselerden kıldı.

Kalem 51 (Mealleri Karşılaştır): Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebsârihim lemmâ semîûz zikra ve yekûlûne innehu le mecnûn(mecnûnun). وَإِن يَكَادُ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَٰرِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا۟ ٱلذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُۥ لَمَجْنُونٌ Şüphesiz inkâr edenler Zikr’i (Kur’an’ı) duydukları zaman neredeyse seni gözleriyle devirecekler. (Senin için,) “Hiç şüphe yok o bir delidir” diyorlar.

Kalem 52 (Mealleri Karşılaştır): Ve mâ huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne). وَمَا هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَٰلَمِينَ Hâlbuki o (Kur’an), âlemler için ancak bir öğüttür.