Kaf suresi Kur’ân-ı kerîmin ellinci sûresidir. Kaf suresi Mekke'de nazil olmuştur. Kaf suresi 45 ayettir. Kâf harfi ile başladığı için Sûre-i Kâf denilmiştir. Surede; kafirlerin inkarlarında inad etmeleri, Allahü teâlânın varlık ve kudretinin delilleri, geçmiş bazı kavimlerin isyanları, insanın yaratılışı, Allahü teâlânın insanlara yakınlığı, ölüm ve ölümden sonraki hayat anlatılmaktadır. Peki Kaf suresinin okunuşu, anlamı, tefsiri nasıldır? İşte Kaf suresi hakkında bilgiler...Kaf suresi kaç ayettir? Kaf suresi okunuşu ve anlamı nasıldır? Kaf suresinin tefsiri nasıldır? Kaf suresi Arapça ve Türkçe okunuşu nasıldır? Son mukaddes kitap Kuranın 50. suresi olan Kaf suresine dair detaylı bilgiler haberimizde...
Kısaca Konusu : Sûre Kur’ân-ı Kerîm’in önemine dikkat çektikten sonra, Mekke döneminde iman konularına ağırlık verildiği için öldükten sonra hesap vermek ve dünyada elde edilen sonuca göre muamele görmek üzere dirilme olayını açıklamakta, buna Allah’ın ilim ve kudretinin yeterli olduğuna dair kanıtlar getirmekte, geçmiş zamanlarda peygamberlerine inanmayan toplulukların acı sonlarına ait bilgiler vermekte, Hz. Peygamber’i ve ashabını sabır ve ibadete teşvik etmekte, baş kısmında olduğu gibi yine Kur’an’ın bilgilendirme ve uyarma işlevine dikkat çekerek son bulmaktadır.
Fazileti : Sahâbe döneminden beri Kur’an’ı düzenli ve devamlı okuyan müslümanlar, günlük okunacak bölümleri, sûrelerin uzunluklarını göz önüne alarak ayırmışlar, bu ayırmaya tahzîb, her bölüme de hizb demişlerdir. İlk bölüm üç sûredir: Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ. İkinci bölüm beş sûredir: Mâide, En‘âm, A‘râf, Enfâl, Tevbe (Berâe). Üçüncü bölüm yedi sûredir: Yûnus, Hûd, Yûsuf, Ra‘d, İbrâhim, Hicr, Nahl. Dördüncü bölüm dokuz sûredir: İsrâ, Kehf, Meryem, Tâhâ, Enbiyâ, Hac, Mü’minûn, Nûr, Furkån. Beşinci bölüm on bir sûredir: Şuarâ, Neml, Kasas, Ankebût, Rûm, Lokmân, Secde, Ahzâb, Sebe’, Fâtır, Yâsîn. Altıncı bölüm 13 sûredir: Sâffât, Sâd, Zümer, Mü’min (Gåfir), Fussılet, Şûrâ, Zuhruf, Duhân, Câsiye, Ahkåf, Muhammed, Fetih, Hucurât. Bundan sonraki bölümlerin genel adı “mufassal”dır; bunların uzun olanları Kåf, vasat (orta uzunlukta olanları) Abese, kısa (kısâr) olanları ise Duhâ sûreleri ile başlamaktadır. Mufassal genel bölümünün başında Hucurât mı yoksa Kåf mı bulunduğu konusunda görüş ayrılığı bulunmakla beraber çoğunluk Kåf sûresini mufassal bölümünün ilk sûresi olarak kabul etmişlerdir (İbn Kesîr, VII, 370-371; İbn Âşûr, XXVI, 214).
Kåf sûresini, Hz. Peygamber’in cuma hutbesinde, kurban ve ramazan bayramlarında, sabah namazının farzında sık sık okuduğuna dair sağlam rivayetler vardır (Müslim, “Salât”, 165-171).
Kim Kâf sûresini okursa, Allahü teâlâ ona ölüm acılarını ve sarhoşluğunu hafifletir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
KAF SÛRESİ TÜRKÇE OKUNUŞU Bismillahirrahmanirrahim 1. Kaf vel kur’anil mecid
2. Bel acibu en caehum munzirum minhum fe kalel kafirune haza şey’un acib
3. E iza mitna ve kunna turaba zalike rac’um beıyd
4. Kad alimna ma tenkusul erdu minhum ve ındena kitabun hafıyz
5. Bel kezzebu bil hakkı lemma caehum fe hum fi emrim meric
6. E fe lem yenzuru iles semai fevkahum keyfe beneynaha ve zeyyennaha ve ma leha min furuc
7. Vel erda medednaha ve elkayna fiha ravasiye ve embetna fiha min kulli zevcim behic
8. Tebsıratev ve zikra li kulli abdim munib
9. Ve nezzelna mines semai maem mubaraken fe embetna bihi cennativ ve habbel hasıyd
10. Ven nahle basikatil leha tal’un nedıyd
11. Rizkal lil ıbadi ve ahyeyna bihi beldetem meyta kezalikel huruc
12. Kezzebet kablehum kavmu nuhıv ve ashabur rassi ve semud
13. Ve aduv ve fir’avnu ve ıhvanu lut
14. Ve ashahub eyketi ve kavmu tubba kulun kezzeber rusule fe hakka veıyd
15. E fe ayına bil halkıl evvel bel hum fi lebsim min halkın cedid
16. Ve le kad halaknel insane ve na’lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid
17. İz yetelekkal mutelekkıyani anil yemini ve aniş şimali kaıyd
18. Ma yelfizu min kavlin illa ledeyhi rakıybun atid
19. Ve caet sekratul mevti bil hakk zalike ma kunte minhu tehıyd
20. Ve nufiha fis sur zalike yevmul veıyd
21. Ve caet kullu nefsim meaha saikuv ve şehid
22. Le kad kunte fi ğafletim min haza fe keşefna anke ğıtaeke fe besarukel yevme hadid
23. Ve kale karinuhu haza ma ledeyye atid
24. Elkıya gı cehenneme kulle keffarin anid
25. Mennaıl lil hayri mu’teim murib
26. Ellezi ceale meallahi ilahen ahar fe elkiyahu fil azabiş şedid
27. Kale karinuhu rabbena ma atğaytuhu ve lakin kane fi dalalim beıyd
28. Kale la tahtesımu ledeyye ve kad kaddemtu ileykum bil veıyd
29. Ma yubeddelul kavlu ledeyye ve ma enen bi zallamil lil abid
30. Yevme nekulu li cehenneme helimtele’ti ve tekulu hel mim mezid
31. Ve uzlifetil cennetu lil muttekıyne ğayra beıyd
32. Haza ma tuadune li kulli evvabin hafıyz
33. Men haşiyer rahmane bil ğaybi ve cae bi kalbim munib
34. Udhuluha bi selam zalike yevmul hulud
35. Lehum ma yeşaune fiha ve ledeyna mezid
36. Ve kem ehlekna kablehum min karnin hum eşeddu minhum batşen fe nekkabu fil bilad hel mim mehıys
37. İnne fi zalike le zikra li men kane lehu kalbun ev elkas sem’a ve huve şehid
38. Ve le kad halaknes semavati vel erda ve ma beynehuma fi sitteti eyyamiv ve ma messena mil luğub
39. Fasbr ala ma yekulune ve sebbıh bi hamdi rabbike kable tuluış şemsi ve kablel ğurub
40. Ve minel leyli fe sebbıhhu ve edbaras sucud
41. Vestemı’yevme yunadil munadi mim mekanin karib
42. Yevme yesmeunes sayhate bil hakk zalike yevmul huruc
43. İnna nahnu nuhyi ve numitu ve ileynel mesıyr
44. Yevme teşekkalul erdu anhum siraa zalike haşrun aleyna yesir
45. Nahnu a’lemu bi ma yekulune ve ma ente aleyhim bi cebbarin fe zekkir bil kur’ani mey yehafu veıyd
KAF SÛRESİ ANLAMI Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Kaf. O şerefli Kur'an'a yemin olsun ki!
2. Aralarından bir uyarıcının gelmiş olmasına şaştılar da, kâfirler şöyle dediler: "Bu şaşılacak bir şey!"
3. "Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (diriltileceğiz)? Bu akla uzak bir dönüştür."
4. Biz toprağın onlardan neleri eksilttiğini muhakkak bilmekteyiz. Yanımızda (her şeyi) zapteden bir kitap (Levh-i mahfuz) vardır.
5. Hayır! Onlar, hak kendilerine gelince onu yalanladılar. Şimdi onlar karışık bir durum içindedirler.
6. Onlar üstlerindeki göğü nasıl donatmışız bir bakmazlar mı? Onda hiçbir çatlak da yok!
7. Yeryüzünü döşedik, oraya sabit dağlar yerleştirdik. Onda her güzel çiftten yetiştirdik.
8. Bunlar Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak, ona ibret vermek içindir.
9. Gökten bereketli bir su indirdik. Onunla bahçeler ve biçilecek taneli ekinler bitirdik.
10. Birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları.
11. Kullarına rızık olmak üzere ve biz o su ile ölü bir toprağa can verdik. İşte insanların çıkışı (dirilmesi) de böyledir.
12. Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı ve Semud da yalanlamıştı.
13. Âd, Firavun ve Lut'un kardeşleri de yalanlamışlardı.
14. Eyke halkı ve Tubba' kavmi de. Bütün bunlar peygamberlerini yalanladılar, tehdidim (azabım) da onlara hak oldu.
15. Biz ilk yaratışta güçsüz mü düştük? Hayır! Onlar yeni bir yaratılıştan şüphe içindedirler.
16. Andolsun ki insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler verdiğini de biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.
17. Sağında ve solunda oturan, amellerini yakalayıp tesbit eden iki yazıcı melek vardır.
18. O bir söz atmaya dursun, mutlaka yanında onu gözetleyen, söylediği her sözü zapteden (bir melek) hazır bulunur.
19. Ölüm sarhoşluğu bir gün gerçekten gelir. "İşte bu senin öteden beri korkup kaçtığın şeydir." denir.
20. Sûra üfürülür. İşte bu geleceği vâdedilen gündür.
21. Herkes beraberinde bir sürücü bir de şâhid bulunduğu halde gelir.
22. Ona: "Andolsun ki sen bundan gâfildin, işte şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık, bugün artık gözün keskindir." denir.
23. Beraberindeki arkadaşı: "İşte bu yanımdaki hazırdır." der.
24. Allah şöyle buyurur: "Ey sürücü ve şahid! Haydi ikiniz atın cehenneme her inatçı nankör kâfiri!"
25. "Hayra, iyiliklere bütün hızıyla engel olan azgın zalim şüpheciyi!"
26. "O ki, Allah ile beraber başka bir ilâh edinmişti. Haydi, atın şiddetli azabın içine!"
27. Yanındaki arkadaşı der ki: "Ey Rabbimiz! Ben onu azdırmadım, fakat o kendisi derin bir sapıklık içindeydi!"
28. Allah şöyle buyurur: "Benim huzurumda çekişmeyin! Size daha önce bunu bildirmiştim."
29. "Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara aslâ zulmetmem."
30. O gün cehenneme: "Doldun mu?" deriz. O da: "Daha yok mu?" der.
31. Cennet de Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılır. Zaten uzak değildir.
32. Onlara şöyle denilir: "İşte size vaad olunan cennet budur. Allah'a çok dönen, (hududu) muhafaza eden,"
33. "Görmediği halde Rahman'dan korkan ve Allah'a yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere mahsustur."
34. "Oraya esenlikle girin! İşte bu ebedî yaşama günüdür."
35. Orada kendileri için diledikleri her şey bulunur. Katımızda daha fazlası da vardır.
36. Onlardan evvel biz nice nesiller helâk etmiştik. Ki onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Memleketlerde delikler aramışlardı. Kaçacak bir yer var mıydı?
37. Doğrusu bunda kalbi olan, yahut kendisi huzur içinde olduğu halde kulak veren kimse için bir öğüt vardır.
38. Şüphesiz ki biz gökleri, yeri ve ikisinin arasında olan şeyleri altı günde yarattık. Buna rağmen bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.
39. Onların dediklerine sabret! Güneşin doğuşundan önce ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et!
40. Gecenin bir kısmında ve secdelerin ardından O'nu tesbih et!
41. Bir çağırıcının yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver!
42. O gün insanlar o çağrıyı gerçek olarak işitirler. İşte bu, kabirlerden çıkış günüdür.
43. Şüphesiz ki hayat veren de, ölümü veren de biziz. Dönüş de ancak bizedir.
44. O gün yer üzerlerinden yarılır, (insanlar kabirlerinden) süratle çıkarlar. Onları böylece toplamak bizim için pek kolaydır.
45. Biz onların neler demekte olduklarını çok iyi biliyoruz. Sen onların üstünde bir zorlayıcı değilsin. Onun için sen sadece benim tehdidimden korkacak olanlara Kur'an ile öğüt ver.
KAF SÛRESi TEFSİRİ
Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Kâf. 'Şerefli üstün' Kur'an'a1 andolsun.
2 Hayır, onlara kendilerinden 2bir uyarıcı-korkutucunun gelmesine şaştılar da, o kâfirler: "Bu şaşılacak bir şey" dediler.
3 "Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (yeniden diriltilecekmişiz)? Bu uzak bir dönüş (iddiasıdır)."3
4 Doğrusu biz, yerin onlardan ne eksilttiğini bilmişizdir. Katımızda (bütün bunları) saklayıp-koruyan4 bir kitap vardır.
5 Hayır, hak kendilerine gelince yalanladılar. Şimdi onlar, derin bir sarsıntı içinde bulunuyorlar.5
AÇIKLAMA
1. "Mecid" Kelimesi Arapça'da iki manada kullanılmaktadır. 1) Yüksek mertebeli, azametli, şerefli, izzet sahibi. 2) Kerem sahibi, çok veren, çok faydalı ve menfaatli olan.
Kur'an-ı Kerim'de bu kelime bu iki manada da kullanılmıştır. Dünyada hiç bir kitap bu Kur'an-ı Kerim'le karşılaştırılamayacağı için, Kur'an en büyük bir kitaptır. Dili ve edebî yönü ile de o bir mucizedir. O nazil olduğu zamanda da insanlar onun benzeri bir kelamı söylemekten aciz kalmışlar, bugün de acizdirler. Hiç bir sözünün hiçbir devirde yanlış ve asılsız olduğu ispat edilememiştir, ispat edilemez de. Batıl onun karşısına geçip karşı koyamaz, ne de arkadan saldırıp onu yenemez. Bu bakımdan O Kur'an-ı Kerim'dir. Yani insan ne kadar onu kendisine önder yapmaya çalışırsa o kadar fazla dünya ve ahiret iyilikleri elde eder. O'nun fayda ve menfaatlerinin bir sınırı yoktur, insanın artık O Kur'an'a ihtiyaç duymayacağı veya ulaştığı takdirde faydalılığının son bulacağı bir son çizgi de yoktur.
2. Bu ifade belağatin en güzel bir örneğidir. Burada çok geniş bir konu, birkaç kelime içerisinde ifadenin en yüksek derecesine ulaştırılmıştır. Neden dolayı Kur'an'a yemin edildiği açıklanmamış, bunun yerine ortada hoş bir boşluk bırakılarak gelecek söz "belki" kelimesi ile başlatılmıştır. İnsan biraz dikkat eder ve bu sözün buyurduğu manzarayı da göz önüne alırsa, "yemin" ile "belki" kelimeleri arasında bırakılan boşluğun ve konusunun ne demek olduğunu anlar. Yemin aslında burada, şundan dolayı yapılmıştır: Mekkeliler Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliğini akla yatkın bir yolla inkar etmediler, bilakis baştan başa akıl ve mantık dışı yollarla inkar ettiler. Onların en çok hayret ettikleri: Kendilerinden bir insanın, kendi kavimlerinden bir ferdin, hatta daha kısa deyimle insanlardan bir insanın Allah tarafından haberci olarak gelmesi idi. Halbuki hayret edilmesi gereken bir şey varsa, o da: Allah Teala'nın kullarının iyilik ve kötülüklerine değer vermeyip onlara bir haberci göndermemesi veya insanlara haberci olarak insanlardan olmayan birini göndermesi veya Araplara haberci olarak bir Çinliyi göndermesi idi. Bu bakımdan inkarcıların inkarlarının bu dayanağı kesin olarak akıl dışıdır ve akl-ı selim sahibi olan biri, Allah tarafından kullarına bir habercinin gönderilmesi gerektiğine ve haberci olarak gönderilenin kendilerine gönderilenlerden biri olması gerektiğine kesin olarak inanır.
Allah'ın Hz. Muhammed'i (s.a) bu iş için gönderdiğine gelince: Buna karar vermek için şu yüce ve kerim olan Kur'an'ın ortaya koyduğu şahitlikten başkasına ihtiyaç yoktur. Bu konunun ispatına o tamamen yeterlidir. Bu izahlardan artık anlaşılmaktadır ki, bu ayette Kur'an-ı Kerim'in yemini Hz. Muhammed'in (s.a.) Allah'ın gerçek olarak Rasulü olduğunadır. Kafirlerin onun peygamberliğine hayret etmeleri yersizdir. Ve Kur'an'ın "Mecid olduğu" bu davanın isbatında takdim olunmuştur.
3. Bu, o şahısların ikinci hayreti, şaşkınlıkları idi. Birinci ve asıl hayretleri öldükten sonraki hayata ait değildir. Tam tersine, kendi cins ve kavimlerinden bir kişinin ortaya çıkıp "Ben Allah tarafından size haberci olarak gönderildim." davasını ortaya koymasına idi. Bundan sonraki daha büyük hayretleri de; o kişinin bütün insanların öldükten sonra yeniden diriltileceklerini, daha sonra da bir araya toplanarak Allah'ın adaletinin karşısına çıkarılacaklarını ve amellerinin hesabını verdikten sonra ceza ve mükafata kavuşacaklarını haber vermesine idi.
4. Yani bu adamların aklı şu gerçeği almıyorsa, onların akıllarının darlığındandır. Bu böyledir diye Allah Teala'nın ilminin ve kudretinin de dar olması gerekmez. Onlar, yaratılışın başlangıcından kıyamete kadar ölen sayısız insanların vücutlarının toprakta darmadağın olmuş, gelecekte daha da dağılacak olan zerrelerini bir araya getirmek hiçbir şekilde mümkün olamaz, diyorlardı. Fakat gerçek olan şudur ki: O vücutlardan her bir parça, hangi şekilde olursa olsun, Allah Teala'nın doğrudan doğruya bilgisi dahilindedir. Hatta onun baştan sona bütün kaydı Allah Teâla'nın Kitabında mahfuzdur. Ve hiç bir zerresi kaybolup gitmeyecektir.
Allah'ın emri verildiği an melekleri bu kayda müracaat ederek, her zerreyi teker teker çıkarıp bütün insanların, içinde yaşayarak dünya hayatını geçirdikleri ve onunla iş yaptıkları eski vücutlarını yeniden şekillendireceklerdir.
Açık ifadeler taşıyan diğer bir takım ayetler gibi bu ayet de ahiret hayatının sadece bu dünyadaki cismani hayattan ibaret kalmayacağını, hatta her insanın vücut şeklinin bu dünyadaki vücut şeklinin aynı olacağını belirtiyor. Hakikat böyle olmasa idi, kafirlerin sözüne karşılık, "Toprağın vücudunuzdan yediklerinin hepsini biz biliyoruz ve parça parça hepsinin kaydı bizde mevcuttur" denmesi hiçbir mânâ ifade etmezdi. (Geniş bilgi için bkz. Fussilet an: 25)
5. Bu kısa cümlede de geniş bir konu işlenmiştir. Bu ayette şu anlatılmaktadır: Bu adamlar, sadece hayret etmekle ve akıldan uzak bulunmakla yetinmediler. Hatta Hz. Muhammed'in (s.a.) hak yola daveti başlar başlamaz hiç düşünmeden ona kesin yalan dediler. Bu da, sonuç olarak onların, bu davet ve bu daveti yapan peygamber konusunda herhangi bir tutumda karar kılamayacaklarını doğuracaktı, öyle de oldu.
Bazen ona şair diyorlar, bazen deli, bazen de kahin.... Bazen sihirbaz diyorlar, bazen de biri ona büyü yapmış diyorlardı. Bazen; kendi hakimiyetini kurmak için bunları uyduruyor diyorlardı. Bazen de; bunun arkasında yani geri planda bu sözleri ona fısıldayan birileri vardır yaftasını yapıştırıyorlardı. Zaten bu çelişkili ifadelerin kendileri, bu insanların kendi tutumlarında tamamen bir çıkmaz içinde olduklarını gösteriyor. Acelecilik yapıp da peygamberi ilk adımda yalanlamasalardı ve düşünüp taşınmadan, ön yargı ortaya koymadan önce dikkatle düşünerek bu daveti kim yapıyor, ne diyor ve ne gibi deliller ortaya koyuyor diye araştırsalardı, bu çıkmaza asla düşmezlerdi.
Bu şahsın (Hz. Peygamber'in (s.a.)) onlar için yabancı olmadığı meydandadır. Herhangi bir yerden, ansızın onların arasına gelip ortaya çıkmamıştır. Kendi kavimlerinin bir ferdi idi, onların görüp tanıdıkları biri idi. O'nun hayatı ve hareket tarzını ve onun kabiliyetlerini biliyorlardı. Böyle bir insan tarafından bir mesele ortaya konulunca o mesele derhal kabul edilmeyebilir. Ama duyar duymaz, işitir işitmez reddedilmesi de doğru olmaz. Hem de o söz; delilsiz ve isbatsız da değildi. O bu sözlerine deliller ortaya koyuyordu. İyice kulak verilip dinlenmesi ve ne derece makul sözler olup olmadığının araştırılması gerekirdi. Fakat böyle bir tutum tercih edilmesi gerekirken, bu insanlar işi inada bindirip daha başlangıçta Peygamber'i yalanlayınca bir hakikate ulaştıracak kapıyı kendilerine kapadılar. Ve her tarafa rastgele yönelmelerinden dolayı pek çok inkar kapıları açtılar. Artık bu başlangıçtaki hatalarını geçerli kılmak ve doğru göstermek için çelişkili, mânâsız sözler uydurdular. Ama, acaba bu peygamber, sözünde doğru da olabilir mi, bize sunduğu bu mesele gerçek olabilir mi? diye bir tek konuda düşünmeye hazır değillerdi.
6 Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? 6Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik?7 Onun hiç bir çatlağı yok.8
AÇIKLAMA
6. Yukarıdaki beş ayette, Mekke kafirlerinin tutumlarının akıl dışı olduğu açıklandıktan sonra, Hz. Muhammed'in (s.a) ahiret hakkında verdiği bilgilerin doğruluğuna ait deliller ve isbatlar ortaya serilmektedir. Burada şunu iyice anlamak gerekir: Kafirlerin akıl erdiremeyip hayret ettikleri iki konu vardı. Onlardan biri, Hz. Peygamber'in (s.a.), hak peygamber olup olmadığı idi. Bu konda daha önce iki delil ortaya konulmuştur. Birincisi şudur: Sizin önünüzde onun peygamber olduğunu açık bir şekilde ispat eden Kur'an-ı Kerim vardır. İkincisi de: O sizin kendi cinsiniz, kavminiz, akrabalarınızdan bir insandır. Ansızın gökten yahut başka bir gezegenden gelmemiştir ki, sizin için onun hayatı, hareket ve karakterini incilemeniz zor olsun. İtimat edilir biri midir, değil midir? Bu Kur'an kendisinin sözü olabilir mi, olamaz mı? Bütün bunları incelemeniz, aranızda yetişmiş bu insanı tanımanız için engel değildir. Bu bakımdan onun peygamberlik davasına şaşmanız yersizdir.
Bu delillendirme meseleyi geniş bir şekilde ortaya koyma yerine, iki özlü işaret şeklinde açıklamıştır. Çünkü çocukluğundan, gençlik ve olgunluk çağına kadar bütün hayatını bilip tanıdıkları Hz. Muhammed'in (s.a), Mekke'de ortaya çıkıp Kur'an'ı onlara tebliğ ettiği zaman, bu işaretlerin bütün izahı, açıklığı, çevredeki herkes tarafından biliniyordu. Bu bakımdan onu bırakarak, şimdi o insanların tuhaf ve akıldan uzak dedikleri meselenin doğruluğunu genişçe ispatlamaktadır.
7. Burada "sema" (gök)den maksat: Gece gündüz insanın üzerini kapladığı o bütün derin kainattır. O kainatta gündüz güneş parlar, gece ay ve sayısız, hesapsız yıldızlar gözümüzü aydınlatır. Bunları insanoğlu çıplak gözle görünce hayrete düşer ama dürbünle bakarsa, nerden başlayıp nerde bittiği görülmeyen sınırsız geniş ve kocaman bir kainat gözleri önüne serilir. Bizim dünyamızdan yüzbinlerce defa daha büyük gezegenler bu kainat içinde bir top küre gibi yüzer dururlar. Güneşimizden binlerce defa daha parlak yıldızlar onun içinde parlarlar.
Bütünü ile bizim bu güneş sistemimiz, bu kainatın sadece bir kehkeşanı (Galaksi)sinin bir köşesine sıkışmıştır. Sadece bu bir galakside bizim güneşimiz gibi yüzbinlerce sabit yıldız vardır. Bu ana kadar beşer müşahedesi bu şekilde, bir milyon galaksinin varlığını tespit etmiştir. Bu yüzbinlerce galaksiden bize en yakın komşu galaksi, ışık senesine göre bir milyon senede ışığı yeryüzüne ulaşan bir mesafede bulunmaktadır. Bu da insanoğlunun şu ana kadar bilgi ve görgüsünün ulaşabildiği kainatın genişliğinin sadece bir parçasıdır. Allah'ın kudret ve azameti ne kadar geniştir, bunu biz ölçemeyiz. İnsanın bildiği ve düşünebildiği kainat gerçek kainat karşısında belki de denizde bir damla kadar bile değildir. Allah'ın yarattığı bu muhteşem varlık alemi konusunda küçücük, konuşan bir hayvan olan insanın, "Öldükten sonra tekrar nasıl diriltilebiliriz" diye inkar etmesi onun aklının kısalığındandır. Kainatın yaratıcısının kudreti bu kadar basit bir şeyden nasıl aciz kalır?
8. Yani, bu hayrete düşüren genişliğine rağmen, muhteşem kainat nizamı o kadar sağlam ve birbirine bağlıdır ve bu irtibatlar o kadar sağlamdır ki, boşluğu içindeki hiçbir yerde yarık ve çatlak yoktur. Ve onun birbiri ile olan irtibatı herhangi bir yerde kopmamaktadır. Bunu bir misalle daha iyi açıklayabiliriz. Yakın zamanda feza araştırmacıları bir galaksi sistemini görüp keşfetmişlerdir. Ve adına da, "Kaynak 3 C. 2.95." (Source 3 C. 2.95) demişlerdir. Bu galaksi hakkında, bize şu anda ulaşan ışıkların dört milyar senede gelebildiği tahmin edilmiştir. Eğer yeryüzü ve bu galaksi arasında kainat bağı ve irtibatı bir yerden kopuk ve herhangi bir yerinde çatlak olsa idi, o kadar uzak mesafeden bu ışıklar yeryüzüne nasıl ulaşabilirdi?
Allah Teala bu hakikatlere işaret ederek aslında insanoğlunun önüne şu soruyu koymaktadır: Benim kainatımın bu düzeninde en ufak bir çatlaklık bulunmadığına göre, benim kudretimi tanımak konusunda senin dünya imtihanın bitince, hesaba çekilmen için, tekrar seni diriltip karşıma çıkarmamda aciz kalacağımı nasıl düşünübelirsin? Bu sadece ahiretin mümkün olduğunu değil, ayrıca Allah'ın birliğini de ispat etmektedir. Dört milyar ışık yılı mesafeden bu ışıkların yeryüzüne ulaşması ve burada insanların yaptığı aletlerle tesbit edilmesi, bu galaksiden başlayarak yeryüzüne kadar bütün kainatın birbirine bağlı tek maddeden yaratıldığını, ona bir tek kuvvetin hükmettiğini ve hiç bir fark ve ayrıcalık olmadan aynı kanunlar ölçüsünde hareket ettiğini bize göstermektedir. Öyle olmasaydı bu ışıklar ne buraya kadar ulaşabilir ne de insanlar, yeryüzü ve çevresine hükmeden kanunları öğrenerek yaptıkları aletlerle onu tespit edebilirlerdi. Bu da bütün bu kainatın yaratıcısının, yöneticisinin, sahibinin, hakiminin bir tek Allah olduğunu bize isbat etmektedir.
7 Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik.9
8 (Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir.
9 Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik,
10 Ve birbiri üstünde dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da.
11 Kullara rızık olmak üzere. Ve onunla (o suyla) ölü bir şehri dirilttik.10 İşte (ölümden sonra) dirilip-çıkarılma da böyledir.11
12 Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı12 ve Semud (kavmi) de yalanladı.
AÇIKLAMA
9. Geniş bilgi için bakınız: Nahl an: 12-14, Neml an: 73-74, Zuhruf an: 7.
10. Geniş bilgi için bakınız: Neml an: 73-74-81, Rum an: 25-33-35, Yasin an: 29.
11. Yerküresini canlı yaratıkların kalması için uygun bir yer yapan, yeryüzünün cansız toprağını, gökyüzünün cansız suyu ile birleştirerek bağ ve bahçelerinizde göz alıcı manzaralar içinde gördüğünüz binbir çeşit bitkileri yaratan ve bu bitkileri insan, hayvan herkes için rızık ve hayat kaynağı kılan Allah hakkında sizin; öldükten sonra tekrar diriltmeye gücünün yetmediğini zannetmeniz baştanbaşa akılsızca bir zandır. Siz kendi gözlerinizle her geçen gün, bir bölgenin tamamen kuru ve cansız kaldığını görüyorsunuz. Yağmur taneleri düşer düşmez o kuru yerlerden birden hayat fışkırdığını, bir müddetten beri ölmüş olan köklerin aniden dirildiğini, binbir çeşit böceklerin toprağın altından çıkarak koşuşmaya başladıklarını görürsünüz. Bunların hepsi öldükten sonra tekrar dirilmenin imkansız olmadığını apaçık ispat eden gerçeklerdir. Gözlerinizle apaçık gördüğünüz bu gerçekleri inkar edip yalanlıyamıyorsunuz da, Allah dilediği an, o ot filizlerinin çıktığı gibi sizinde yerden öyle canlanıp çıkacağınızı nasıl inkar eder, nasıl yalanlarsınız?
Bu arada hatırlatılması uygun olan şudur: Arabistan'ın pekçok bölgelerine bazan beş sene boyunca bir damla yağmur düşmez. Bu kadar uzun zaman boyunca ısınan hatta kavrulan çöllerde ot köklerinin ve böceklerin yaşayışı bile düşünülemez. Buna rağmen oraya bir gün azıcık bir yağmur yağsa hemen ot bitiyor, böcekler canlanıveriyor. Bu bakımdan Arabistan halkı bu ispat yolunu, uzun kurak bir sene tecrübesi geçirmeyen insanlara göre daha iyi anlar.
12. Bundan önce Furkan Suresi'nin 38. ayetinde "Ashab'ur-Ress" ifadesi geçmişti. Ve şimdi ikinci kere burada tekrar zikrediliyor. Fakat iki yerde de Peygamber'i yalanlıyan toplumlar dizisi içinde sadece bu yerlerde "Ashab'ur-Ress" adı geçmişti. Bunlar hakkında geniş bilgi de verilmemişti. Arap kaynaklarına göre "Er-Ress" adında iki yer bilinmektedir. Biri Necid'de, diğeri kuzey Hicaz'da bulunmaktadır. Necid'de bulunan "Er-Ress" daha çok meşhurdur. Ve cahiliyet devri şiirlerinde daha çok bunun adı geçmektedir. Şimdi zor olan, "Ashab'ur-Ress" bu ikiden hangi yerde yaşıyanlardı? Bunlara ait sağlam, geniş bilgi hiçbir kaynakta görülmemektedir. Bu konuda, kendi peygamberlerini kuyuya atan bir kavim olduğunun denilmesi en doğru olan bir ifadedir. Fakat Kur'an'da bunlara sadece bir işaret yapılarak bırakılması, isimlerinin söylenip başka hiçbir bilgi verilmemesi, Kur'an-ı Kerim'in nazil olduğu sırada genellikle Arapların bu kavmi ve onların hikayelerini bildiklerini, daha sonra bu bilgilerin tarihi kaynaklar arasında korunamadığını tahmin ettirmektedir.
13 Ad, Firavun13 ve Lût'un kardeşleri,
14 Eyke'liler ve Tübba kavmi14 de yalanladı.15 Bunların hepsi (kendilerine gönderilen) peygamberleri yalanladılar.16 Bu yüzden tehdidim (azabım) (onlara) hak oldu.17
15 Ya, biz ilk yaratılışta güçsüz mü düştük? Hayır, onlar 'karmaşık bir kuşku' içindedirler.18
AÇIKLAMA
13. "Firavun kavmi", yerine sadece Firavun'un adı anılmıştır. Çünkü o milletine öyle musallat olmuştu ki; onun karşısında milletinin hiçbir şahsî görüş ve kanaati, hür düşüncesi ve inancı kalmamıştı. Onun gittiği yanlış yolda millet de peşine düşmüş gidiyordu. Bundan dolayı tüm kavminin sapkınlığının sorumlusu sadece o kişi kabul edilmiştir. Milletin görüş, kanaat ve hareket hürriyetinin olduğu yerde, o millet yaptığı işlerden sorumlu tutulur, vebaline katlanır. Bir adamın diktatörlüğü milleti güçsüz bırakıp zavallı hale getirmişse, bu durumda tek başına o adam bütün milletin günahının yükünü kendi omuzlarına almış olur. Bir tek kişinin bu sorumluluğu yüklenmesi, milletin sorumluluktan kurtulması demek değildir. Çünkü, böyle bir durumda öyle bir diktatörün tepelerine musallat olmasına tahammül etme acizliğini göstermelerinin sorumluluğu da kendilerine aittir. Zuhruf Suresi'nin 54. ayetinde bu konuya işaret vardır. "Firavun, kavmini basite aldı, onlar da ona itaat ettiler. Şüphesiz ki onlar fasık bir kavimdi." (Geniş bilgi için bakınız: Zuhruf an: 50.)
14. Fazla bilgi için bakınız: Sebe an: 37, Duhan an: 32.
15. Yani onların hepsi, peygamberlerinin peygamberliğini de, peygamberlerin, "Siz öldükten sonra yeniden diriltileceksiniz", diye verdiği haberi de yalanladılar.
16. Her ne kadar her millet sadece kendilerine gönderilen peygamberi yalanladıysa da, bütün peygamberlerin hepsinin ortaklaşa verdikleri haberi yalanlamalarından dolayı bir tek peygamberi yalanlamak, aslında bütün peygamberleri yalanlamak demektir. Ayrıca bu milletlerden herbiri sadece kendilerine gelen peygamberin peygamberliğini reddetmedi, aksine onlar insanlara doğru yol göstermek için Allah tarafından bir insanın gönderilebileceğini kabul etmeye hiçbir zaman yanaşmıyorlardı. Bu bakımdan onlar peygamberliğin kendisini inkar ediyorlar, dolayısıyla, milletlerden hiçbirinin suçu da sadece bir peygamberi yalanlamaktan ibaret değildir.
17. Bu, ahiret hakkında tarihi bir isbattır. Bundan önceki altı ayette ahiretin mümkün olduğuna deliller verilmiştir. Şimdi bu ayetlerde Arapların ve onların çevresindeki milletlerin tarihi son buluşları bu konuya delil olarak ortaya konmuştur. Çünkü bütün peygamberlerin öne sürdükleri ahiret inancı hakikate uygun ve hakikatin ta kendisidir. Onu inkar eden her millet en kötü ahlaki bozukluğa müptela olmuş, sonunda da Allah'ın azabı gelerek o kavmin varlığından dünyayı temizlemiştir. Tarih akışı içerisinde görülen ahiretin inkar edilmesinin ve ahlakın bozulmasının arkasından gelen olaylar insanın aslında bu dünyada sorumsuz olmadığını ve hesaba çekilmeden terkedilmediğini ispat etmektedir. Ancak, o mutlaka kendisine verilen hayat süresi bittikten sonra yaptığı işlerin hesabını verecektir. Bu bakımdan kendini sorumsuz kabul ederek dünyada istediğini yapmaya kalkarsa bütün hayatı felakete sürüklenecektir. Herhangi bir işten arka arkaya yanlış sonuçlar elde ediliyorsa, bu o işin gerçekle çatıştığını gösteren açık bir işarettir.
18. Bu, ahiret hakkında akılla yapılan bir ispatlamadır. Artık bizim bu dünyada canlı olarak var olduğumuz gerçeği ve yer, gök sisteminin gözlerimiz önünde sürüp gitmesi, Allah'ın bizi ve bu kainatı yaratmaktan aciz olmadığını açıkça ispat etmektedir. Bundan sonra birinin çıkıp da; "Kıyameti koparttıktan sonra o Allah bir başka dünya düzeni kuramaz, öldükten sonra da o bizi diriltemez" demesi sadece akıl dışı bir söz olur. Allah aciz olsa idi -hâşâ- önceden yaratamazdı. Madem ki O önceden yaratmıştır ve o yaratma sayesinde siz de varlık alemine gelip kurulmuşsunuz, o halde kendi yaptığını bozarak kendi kurduğunu yıkarak, yeniden kurmaktan, yapmaktan aciz olabileceğini iddia etmek hangi akıl ve mantık ölçüsüne sığabilir?
16 Andolsun, insanı biz yarattık 19ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.20
17 Onun sağında ve solunda oturan 'iki tesbit edici ve yazıcı' tesbit edip yazarlarken,
18 O, söz olarak (herhangi bir şey) söylemeyiversin, mutlaka yanında hazır bir gözetleyici vardır.21
19 O ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de,22 (insana) "İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir" (denildiği zaman da).23
AÇIKLAMA
19. Ahiret'le ilgili isbatları ortaya koyduktan sonra artık şöyle buyurulmaktadır: Siz ister o ahirete inanın veya inkar edin o mutlaka meydana gelecektir. Sizin inkarınıza rağmen o gerçek bir hadise olarak önünüze çıkacaktır.
Peygamberlerin önceden haber vermelerine kulak verip inanarak, o vakit için hazırlanırsanız kendinizi kurtarmış olursunuz. Eğer kulak asmaz inanmazsanız kendi kendinizin felaketini hazırlamış olacaksınız. Siz inanmıyorsunuz diye, ahiret gelmek üzere iken durup geri gitmeyecek, gelmekten vazgeçmeyecek ve Allah'ın (cc) adalet kanunu değişmeyecektir.
20. Yani, bizim kudret ve ilmimiz insanoğlunu içinden ve dışından öyle çepeçevre sarmıştır ki, bizim ilim ve kudretimizin ona yakınlığı, şah damarının ona yakın oluşundan daha yakındır. Onun konuşmasını işitmek için bir mesafe katedip yanına gelmemiz gerekmez, gönlünden geçen düşünceleri bile doğrudan doğruya biliriz. Bunun gibi onu ele geçirmemiz gerekirse bir mesafeden gelip yakalamamız gerekmez. Nerede olursa olsun her zaman o kabzamızdadır, istediğimiz zaman onu ele geçiririz.
21. Yani, "Bir taraftan biz doğrudan doğruya insanın her çeşit hareket ve davranışlarını ve düşüncelerini biliriz. Diğer taraftan da her insan üzerine iki melek gönderilmiştir. Onlar tek tek her sözü not ederler. Onun hiç bir söz ve hareketi onların yazmasından kurtulamaz." Bunun manası şudur: İnsan Allah'ın adaletinde hesaba çekildiği zaman, bizzat Allah Teala kimin ne yaptığını bilmesine rağmen ona şahitlik yapmak için amellerini zaptedip gözü önüne serecek olan iki tane de şahit olacak. Bu zaptedip yazılan (amel defteri) nasıl olacak ve ne cinsten olacak? Bunu doğru bir şekilde tasavvur etmemiz zordur, ama gözümüz önünde cereyan eden gerçeklere bakarak kesin olarak anlamaktayız ki; insanın yaşadığı ve hareket yaptığı çevrenin her tarafında seslerinin, şekillerinin, davranışlarının izleri her zerreye yerleşmektedir ve onların hepsi tamamen o şekli ile ve o ses tonları içinde tekrar aslında zerre kadar farkı olmadan öne sürülecektir. İnsanlar, aynı işi son derece sınırlı ölçüdeki aletler yardımı ile yapmaktadır. Fakat Allah'ın melekleri ne bu aletlere muhtaçtırlar ne de bu kayıtlara bağlıdırlar. İnsanın kendi vücudu ve çevresindeki herşey onun her sesini ve şeklini (bütün konuşmalarını ve hareketlerini) en ince ayrıntıları ile zaptedip içine alan bir film ve teyp gibidir. Kıyamet günü insanoğlu kendi kulağı ile, dünyada söylediği sözleri kendi sesi ile işitecektir. Ve kendi gözü ile, yaptığı bütün işlerin canlı tasvirlerini görebilecektir. Bunların doğruluğunu inkar etmesi de mümkün olmayacaktır. Burada şu da iyice anlaşılmalıdır: Allah Teala ahirette adaletin hesaba çektiği kimseyi sırf kendi zatî bilgisine dayanarak cezalandırmayacak, bilakis adaletin bütün şartları tamamlandıktan sonra ona ceza verecektir. Bu bakımdan dünyada herkesin söz ve hareketlerinin tam ve eksiksiz kaydı, yaptığı işlerin bütün isbatı, inkar edilemez şahitliklerle hazırlanmaktadır.
22. Hak ile gelmekten maksat, ölümün canı söküp alan o başlangıç safhasıdır. Bu sahfada, dünya hayatında üzerine perde çekilmiş olan hakikat açılmaya başlar. Bu noktadaki insan, peygamberlerin haber verdiği öbür alemi berrak bir şekilde görmeye başlayacaktır. Bu anda insan ahiretin tamamen hak olduğunu öğrenecektir ve hayatın bu ikinci safhasına şanslı ve bahtiyar olarak mı, yoksa bedbaht olarak mı giriyor olduğunu da bu arada öğrenmiş olacaktır.
23. Yani bu, senin inanmaktan kaçtığın o hakikattır. Sen istiyordun ki dünyada başıboş sığır gibi gezip dolaşasın. Öldükten sonra da yaptığın işlerin karşılığını göreceğin ikinci bir hayat olmasın. Bu yüzden ahiret düşüncesinden kaçmakta ve bu alemin olacağını da hiçbir şekilde kabul etmeye yanaşmamakta idin. Şimdi bak! Gözünün önüne serilen işte o ikinci alemdir.
20 Sur'a da üfürülmüştür.24 İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür.
21 (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid25 ile gelmiştir.
22 "Andolsun, sen bundan bir gaflet içindeydin; işte biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün oldukça keskindir."26
23 Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: "İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey."27
24 (Allah şöyle buyurur) Cehenneme atın28 son derece inatçı olan her nankör (kâfir)ü29
25 Hayra engel olan30 saldırgan31 şüpheciyi;32
AÇIKLAMA
24. Bundan maksat, sûrun üflenmesidir. O üflenişle bütün ölmüş insanlar tekrar cismani hayata kavuşacak. Ayağa kalkacaktır. (Fazla bilgi için bakınız. En'am an: 47, İbrahim an: 57, Taha an: 78, Hacc an: 1, Yasin an: 46-47, Zümer an: 79.)
25. Büyük ihtimalle bundan maksat; dünyada o kişinin söz ve hareketlerini tesbit edip yazmakla görevli iki melektir. Kıyamet günü sûrun sesi yükselir yükselmez her insan mezarından kalkınca derhal o iki melek gelerek o kişiyi kendi hükmü altına alacak, biri onu Allah'ın mahkemesine doğru çekerek götürecek, diğeri de onun amel defterini taşıyacaktır.
26. Yani, "Artık sen iyice görüyorsun ki Allah'ın Peygamberi'nin sana haber verdiği şeylerin hepsi burada mevcuttur."
27. Bazı müfessirler; "arkadaş"dan maksat, 21. ayette "Şahitlik yapan" diye buyrulan melek kastedilmektedir demektedirler. O melek, bu şahsın işte şu amel defteri benim yanımdadır diyecektir. Bazı müfessirler de "arkadaş"tan maksat, "Dünyada o şahısla uyumluluk göstermiş olan şeytandır" demektedirler. O şeytan, kendisini idarem altına alarak cehennem için hazırladığım bu şahıs artık sizin emrinizdedir diye takdim edecek. Fakat konunun akış ve gelişine daha uygun düşen tefsir ve izah, Katade ve İbni Zeyd'den naklolunandır. Onlar diyorlar ki: Arkadaştan murad sürükleyip getirici olan melektir ve o melek ilahi mahkemenin önüne çıkarak "Bana havale edilen bu kişi Hakim-i Mutlak'ın önüne arzolunur" diyecektir.
28. Ayette "Elkiya fi cehennem" (İkiniz onu cehenneme atın) şeklinde geçmektedir. Kelime dizisi kendiliğinden açıklamaktadır ki; bu emir mezardan kalkar kalkmaz suçluyu yakalayıp ilahi adalet huzuruna getiren o iki meleğe verilecektir.
29. Asıl, ayette "Keffar" kelimesi kullanılmıştır. İki manası vardır. Biri çok nankör, diğeri de çok inkarcı, hakikati inkar eden demektir.
30. "Hayır" kelimesi, Arapça'da mal için de kullanılmaktadır, iyilik için de. Birinci mânâ açısından: O, kendi malından hiç kimsenin hakkını vermiyordu. Ne Allah'ın ne de kulların hakkını demektir. İkinci mânâ açısından da: O iyilik yolundan kendi kendini engellemekle kalmıyor, başkalarını da bu yoldan men ediyordu. Dünyada hayr yolunun engeli olmuştu. Bütün gücünü "İyilik hiçbir şekilde yayılmasın" diye harcıyordu.
31. Yani, her işinde ahlak sınırını yıkıp aşan idi. Kendi menfaati, kendi istekleri ve arzuları uğruna herşeyi yapmaya, herşeyi yıkıp geçmeye hazırdı. Haram yolla mal biriktirir ve haram yollarda da harcardı. İnsanların haklarına el uzatır, tecavüz ederdi. Ne dili bir ahlak sınırı tanır, ne de eli zulüm ve eziyet etmekten geri kalırdı. İyilik yolunda sadece engeller çıkarmakla kalmaz, daha da ileri giderek, iyiliği benimseyenlere eziyet eder, iyilik için çalışanlara kötülük yapardı.
32. Kelimenin aslı "mürîb" olarak kullanılmıştır. İki mânâsı vardır. Biri şüphe eden,diğeri şüpheye düşüren demektir. Burada ikisi de kastedilmektedir. O bizzat şüpheye düşmüştü, başkalarının kalplerine de şüphe sokuyordu demektir. Onun nazarında Allah, melekler, ahiret, peygamberlik ve vahiy; yani dinin bütün temelleri şüpheli idi. Hak konusunda peygamberler tarafından sunulan her söz, onun kafasında inanılacak cinsten şeyler değildi. O; bu hastalığı Allah'ın diğer kullarına da aşılayıp duruyordu. Kiminle karşılaşırsa onun kalbine, nasıl olursa olsun bir vesvese sokuyordu.
26 Ki o, Allah'la beraber başka bir ilah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.33
27 Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: "Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi."34
28 (Allah buyurur:) "Benim huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim."35
29 "Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz36 ve ben kullara zulmedici değilim."37
30 O gün cehenneme diyeceğiz: "Doldun mu?" O da: "Daha fazlası var mı?" diyecek.38
31 Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır.39
AÇIKLAMA
33. Bu ayetlerde Allah Teala, insanı cehenneme layık kılan sıfatları sayıp bildirmiştir: 1- Hakkı inkar, 2- Allah'a şükretmemek, 3- Hak ve haklıya karşı direnmek, 4- İyilik ve doğruluk yolunda engel olmak, 5- Kendi malından Allah'ın ve kullarının hakkını vermemek, 6- Muamelelerinde haddi aşıp, doğruluktan sapmak, 7- İnsanlara zulüm ve eziyet etmek,
8- Dinin temel prensiplerinden şüphe etmek, 9- Başkalarının kalbine şüphe sokmak, 10- Allah ile beraber başka birini ilahlığa ortak kılmaktır.
34. Sözün gelişi kendiliğinden belirtmektedir ki, burada "Arkadaş"tan maksad, dünyada o kişi ile uyum içinde olan şeytan demektir. Ayetteki ifade tarzından da o şahısla şeytanın, Allah'ın mahkemesinde birbiri ile kapışıp atışacakları da açığa çıkmaktadır. O kişi: "Ya Rabbi! Bu zalim şeytan benim peşimi bırakmadı, hatta benim dalalete düşmeme sebep oldu, bu bakımdan ceza ona verilmeli" diyecektir. Şeytan da cevap olarak, "Ey Mevla! Bu kişi; günahkar ve asi olmak istemediği halde ben onu zorla isyankar yapmaya sevketmedim. Bu konuda hiçbir zorlama yapmadım. Bu zavallının kendisi iyilikten şiddetle kaçan, kötülüğe de tutkun olup yapışan biri idi. Bu yüzden peygamberlerin hiçbir sözü hoşuna gitmedi, benim teşviklerime de koşarak geldi" der.
35. Sizden hanginiz kötülük yaparsa o cezasını bulacaktır. Ve hanginiz doğru yoldan ayrılırsa vebalini yüklenecektir, diye ikinizi de uyarmıştım. Benim bu uyarıma rağmen ikiniz de kendi haklarınıza düşen suçları işlemekten vazgeçmediniz. Şimdi çekişmekten elinize ne geçecek? Doğru yoldan sapana, saptığından dolayı, doğru yoldan saptırana da saptırdığından dolayı mutlaka ceza verilecektir.
36. Yani, benim katımda kararımı değiştirme prensibi yoktur. Size verdiğim cehenneme atma kararı geri alınamaz. Daha dünyada iken yolunu sapıtanlara ve yolu saptıranlara ahirette ne ceza verileceğini ilan ettiğim o kanun da değiştirilemez.
37. Ayette geçen "Zallam" kelimesi "Çok büyük zalim" demektir. Bu kelimeden kastolunan; ben kendi kullarım hakkında zalimim ama, çok büyük zalim değilim, değildir. Bilakis bundan kastolunan şudur: Eğer ben yaratıcı ve Rab olarak kendi beslediğim yarattığıma zulmedersem o zaman çok büyük zalim olmuş olurum. Bundan dolayı ben kendi kullarıma en ufak bir zulüm bile yapmam. Size verdiğim ceza doğrudan doğruya, kendi kendinizi müstahak kıldığınız cezadır. Hak ettiğinizden bir gram bile fazla ceza size verilmeyecektir. Benim mahkemem benzersiz bir adaletin mahkemesidir. Tamamen kesin şahadetlerle isbat edilemeyerek hak etmediği bir cezaya hiç kimse bu mahkemede uğratılamaz.
38. Bundan iki mânâ kastedilmiştir. Biri "Artık benim içimde daha fazla insana yer yoktur." Diğeri ise "Ve daha ne kadar günahkar varsa onları da alın gelin." Birinci mânâ alınırsa o zaman bu ilahi buyruktan şöyle bir anlam ortaya çıkar: Günahkarlar, cehennemde bir iğne boşluğu bile kalmayacak şekilde tıka basa doldurulmuştur. O derecede ki, kendisine, "Artık doldun mu, yeter mi?" diye sorulunca o öfkelenip, "Daha gelecek adam var mı?" diye bağıracak.
İkinci mânâsı ele alınırsa; şu yorum ortaya çıkıyor: O zaman günahkarlarına cehennemin öfkesi öyle kabarmış oluyor ki; o, daha var mı? diye istekte bulunuyor ve o gün hiç bir günahkarın kendisinden kurtulmamasını istiyor. Burada akla şöyle bir soru geliyor. Allah Teala'nın cehenneme sorması ve onun cevabı ne mahiyet taşımaktadır? Bu sadece mecazi bir konuşma mıdır? Veya gerçekte cehennem canlı ve konuşan bir şey midir ki ona hitap edilebilsin, o da konuşmaya cevap verebilsin? Bu konuda aslında hiçbir söz kesin şekilde söylenemez. Bu mecazi bir konuşma olabilir ve sadece durumu tasvir edebilmek için cehennemin hali soru ve cevap şeklinde açıklanmış olabilir. Aynen şöyle konuşan insan gibi. "Ben, arabaya niçin yürümüyorsun diye sordum, o da, içimde benzin yok diye cevap verdi." Bu konuşmada konuşulan değil, konuşanın ifadesi geçerlidir. Fakat bu sözün gerçeğe dayanabileceği de tamamen mümkündür. Çünkü bize göre, dünyanın sessiz ve cansız olan eşyalarının mutlaka Allah Teala nazarında da sessiz ve cansız olduğunu düşünmemiz doğru değildir. Yaratıcı kendi her yarattığı ile konuşabilir ve onun her yarattığı, yaratıcısının konuşmasına -onun dilini bizim anlamamız mümkün olmasa bile- cevap verebilir.
39. Yani bir kimsenin muttaki olduğu ve cennete layık olduğu Allah'ın mahkemesinde kararlaşırsa, derhal o cenneti önünde hazır bulacaktır. Cennete ulaşmak için yürüyerek veya herhangi bir vasıtaya binerek yolculuk yapmak sureti ile gitmeyecek. Karar zamanı ile cennete girme arasında hiçbir bekleyiş olmayacaktır. Burda karar verilmiş, şurda kişi mutlaka cennete girmiş olacak. Sanki