'İtalya Başbakanı tam bir siyasi cehaletle konuşuyor'

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, İtalya Başbakanı Mario Draghi'nin Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik sözleriyle ilgili, Draghi'nin tam bir siyasi cehaletle konuştuğunu söyledi.

Ömer Çelik'in açıklamalarından öne çıkan başlıklar:

"İtalya Başbakanının yaptığı şey, Avrupa’daki aşırı sağcıların diliyle bir saldırıdır"

Bizim AB ile ilişkilerimiz konusunda İtalya her zaman diğerlerine nazaran daha pozitif yaklaşan bir ülke olmuştur. Bu atanmış İtalya Başbakanının yaptığı şey, Avrupa’daki aşırı sağcıların diliyle bir saldırıdır. Biz bunu Cumhurbaşkanımıza, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk millerine yapışmış bir saygısızlık olarak kabul ediyoruz, aynen iade ediyoruz ve mutlaka bunun düzeltilmesi gerektiğini söylüyoruz.

"Türkiye bir diplomasi devletidir"

AB Konseyi Başkanı Michel ile AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Cumhurbaşkanımızın daveti üzerine Türkiye'ye geldiler. Geldiklerinde oturma düzeniyle ilgili olarak, Konsey Başkanı, Devlet Başkanı pozisyonunda, Komisyon Başkanı ise Başbakan pozisyonundadır. Konsey Başkanının protokolüyle Türk protokolü arasındaki istişareler neticesinde, karşı tarafın talepleri karşılanarak böyle bir düzen ortaya çıktı.

Şimdi bunu tutup iki gündür, sanki Türkiye kendi misafirine bir saygısızlık yapmış gibisinden bir propagandaya çeviriyor bazı merkezler. Arkasından tutuyorlar, o kadar hadlerini aşan bir noktaya geliyorlar ki "Türkiye İstanbul Sözleşmesinden çıktı, o yüzden kadın Komisyon Başkanına koltuk bile verilmedi" gibisinden çirkin ifadelerle yayın yapanlar var.

Türkiye bir diplomasi devletidir. Türkiye her zaman misafirlerine büyük bir saygıyla davranır. Cumhurbaşkanımızın, bütün misafirlerinin en titiz şekilde ağırlanması konusundaki yüksek hassasiyeti de herkes tarafından bilinir. Ortada aslında AB Konseyi Başkanıyla AB Komisyonu Başkanının protokol ekipleri arasındaki anlaşmazlığın neticesi var. O neticeyi Türkiye yapmış gibi yansıtarak bir saldırıya dönüştürdüler bunu.

"Bu konunun bizimle hiçbir ilgisi yok"

İtalyan Başbakanının, gerçekten Türk-İtalyan ilişkilerinden de bir şey anlamadığı, hiçbir şey bilmediği, ayrıca bu konuyla ilgili de tam bir siyasi cehaletle konuştuğu ortaya çıktı. Eğer böyle bir krizi, sizin açıklama yapacağınız kadar, Türk-İtalyan ilişkilerini krize sokacak şekilde, Cumhurbaşkanımıza karşı hadsiz ve çirkin ifadeleri kullanacak şekilde bir mesele haline getiriyorsanız AB Konseyi Başkanı Michel'e sorun. AB Komisyonu Başkanı Leyen'e sorun. Bu konunun bizimle hiçbir ilgisi yok. Ama her vesileyle biz Türkiye’ye nasıl diktatör deriz, kendi içimizdeki aşırı sağcılardan ve faşistlerden nasıl kredi alırız diyerekten bu şekilde bir kısır döngünün içerisine girdiler.

"En tepeye Erdoğan düşmanlığını koyuyorlar"

Bunun neticesi nedir biliyor musunuz? Artık merkez sağda ve merkez solda tüm siyasiler giderek Avrupa’daki aşırı sağın bir ajandası haline geliyorlar. Sağ ve sol adına söyleyecek hiçbir orijinal şeyleri kalmadı. En tepeye Erdoğan düşmanlığını koyuyorlar, onun altına İslam düşmanlığını yerleştiriyorlar, onun altına Türkiye düşmanlığını yerleştiriyorlar, onun altına da göçmen düşmanlığını yerleştiriyorlar. Yani Avrupa'daki faşistlerin düşmanlık skalasını aynen Avrupa demokrasilerinin merkez sağ ve merkez sol siyasetlerine tercüme ediyorlar. Bunun neticesi, aşırı sağ ve faşist siyasetin merkez sağ ve merkez sol siyaseti yutmasıdır, Avrupa demokrasilerinin zehirlenmesidir.

Bu faşistlerin ajandasının görünür tarafı. Görünür tarafının altında, bunlar hala anti semitizmi, Yahudi düşmanlığını devam ettiriyorlar. En alta da Avrupa Birliği'ne ve değerlerine olan düşmanlıklarını devam ettiriyorlar. Buradaki mesele, bunlara direnmesi gereken demokratik güçlerin bunlar karşısında teslim olmasıdır. Bunu Fransa'da da görüyoruz, Almanya’da da görüyoruz.

"Türkiye düşmanlığıyla bunu kapatabileceklerini zannediyorlar"

Avrupa'nın temel meselelerini çözemeyenler Erdoğan düşmanlığıyla, Türkiye düşmanlığıyla bunu kapatabileceklerini zannediyorlar. Sürekli olarak neredeyse bu siyasetçilerin hepsinin ortak ajandası bu şekilde gerçekleşiyor. Ben Avrupa Birliği Bakanıyken, o zamanki Avrupa Parlamentosu Başkanı, 'Cumhurbaşkanımızı ne kadar çok sevdiğini, onu örnek aldığını, onun konuşmalarını okuyarak, siyasi söylemini, siyasi hitabetini geliştirmeye çalıştığını söylemişti. Ben oradan çıktım Türkiye’ye geldim. Ertesi gün ekranda aynı kişiyi izliyorum. "Erdoğan diktatördür" diye konuşmuş.

Bu ikiyüzlülük artık oradaki gündelik siyasetin bir parçası haline gelmeye başlamış. AB Konseyi Başkanı ve AB Komisyonu Başkanı, heyetler arasında diplomatik protokol krizini Türkiye'ye yansıtıyorlar. Oradan da tutmuş Cumhurbaşkanımıza haddini aşan bir şekilde "diktatör" diyor. Ne faşizm ne diktatörlük bizim kültürümüzde yok.

"Meseleyi indirdiler sadece göçmen meselesine"

İlk bu 18 Mart anlaşması yapıldığında, içinde üst düzey istişareler vardı, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi vardı, fasılların açılması vardı. Meseleyi indirdiler sadece göçmen meselesine. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında artık yeni bir sayfanın açılması gerektiği konusunda hem konsey düzeyinde hem komisyon düzeyinde hem Türkiye tarafında oluşmuş bir mutabakat var. Şimdi birileri çıktı bunu zehirlemeye çalışıyor.

Tabii biz burada birkaç şeye dikkat edeceğiz. Birincisi Cumhurbaşkanımıza karşı, Türkiye Cumhuriyetine karşı, Türk milletine karşı bu saygısız ifadelerle en güçlü şekilde mücadele edeceğiz. Zaten Dışişleri Bakanlığımız anında İtalya’nın büyükelçisini çağırdı ve gereken tutumu ortaya koydu. Ama bir yandan da bunların Konsey, Komisyon ve Türkiye arasındaki olumlu ajandayı da zehirlemeye çalıştıklarını görüyoruz. Türkiye ile AB arasında herhangi bir ilerleme olmamasını sağlamaya çalıştıklarını, bunu sabote etmeye çalıştıklarını görüyoruz. Tabii buna da müsaade etmeyeceğiz. Bunların bu tuzağına da düşmeyeceğiz.

AB Konseyi Başkanı Michel, "Durumdan üzüntü duydum ama Türk tarafının bunda bir sorumluluğu yok." diye bir açıklama yaptı. O açıklamayı biz kayda geçirdik.

"Avrupa’nın sınırı Türkiye sınırlarıdır"

Bu göçmen krizi, aynı Kavimler Göçü gibi Avrupa’nın bütün sosyolojisini ve siyasi haritasını değiştirebilirdi. Eğer Türkiye 3 milyon, 4 milyon göçmeni barındırmasaydı bu dalgayla birlikte bütün aşırı sağ ve faşistler, Avrupa demokrasilerini ele geçirirlerdi. Buradan şunu anlamaları gerekiyordu. jeostratejik olarak. Avrupa’nın sınırı Türkiye sınırlarıdır. Ama Avrupa’nın sınırlarını Türkiye’yi dışarıda bırakarak çizdiğiniz zaman geldiğiniz nokta budur. Maalesef aşırı sağ ve faşistler, Avrupa’nın demokrat merkez sağ ve merkez sol güçlerini pasifizme etmiştir.

Neticede şu nettir: Eğer Cumhurbaşkanımız Türkiye’nin hak ve menfaatleri konusunda bu kadar kararlı olmasaydı, Yunanistan’ın bu saldırganlığı karşısında pasifist bir tutum izleseydi Türkiye, o zaman bakın sizin o bahsettiğiniz bütün yayın organlarında Erdoğan’ın ne kadar demokrat bir lider olduğuna dair manşetler atılacaktı. Ya da Cumhurbaşkanımız bunların yüzüne o çifte standartlarını vurmasaydı o zaman o yayın organları ve bu Draghi gibi siyasi cehaletle konuşanlar, ne kadar demokrat bir lider olduğunu söyleyeceklerdi. Maalesef şu anda tarihin en kaba siyasi ve ideolojik oryantalizminin içine düşmüş durumdalar. Ama biz yine de bütün bunlara cevap verirken, mücadele ederken, AB değerlerinin korunması gerektiğini, Avrupa’nın bir Hristiyan kulübüne ya da mahalle dayanışmasına dönüşmemesi gerektiğini, bu siyasi değerlere tekrar dönmeleri gerektiğini hatırlatmaya devam edeceğiz.