Fahri SARRAFOĞLU / İstanbul Seyyahı
Niye müze gezelim derseniz, hem geçmişi tanımak hem de geleceğe yön vermek için geçmişte yaşanan hatıralara ihtiyaç var. Gençlerimizi özellikle müzelerle tanıştırmak çok çok önemli.
YAZININ BİRİNCİ BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ...
Uçurtma müzesi
İstanbul Uçurtmacılar Derneği Başkanı ve aynı zamanda müzenin kurucusu Mehmet Naci Aköz, batı ülkelerinde bilimsel deneylerde kullanılan uçurtmanın günlük hayatımızdaki pek çok ürünün/aracın ilk kıvılcımını ateşlediğini belirterek, uçurtmanın uçağın atası olduğunu vurguluyor.
Ücretsiz Uçurtma Dersleri
Uçurtma kültürünün yaşatılması, geliştirilmesi ve tanıtılması amacıyla kurulan İstanbul Uçurtmacılar Derneği, 1986 yılından bu yana pek çok güzel çalışmanın altına imzasını attı. Bunlar arasında yer alan Uçurtma Gönüllüleri Kulübü daha çok, derneğin okullar veya sivil toplum kuruluşlarına yönelik faaliyetlerini yürütüyor. Bu faaliyetler; okul veya sivil toplum kuruluşlarında uygulamalı uçurtma dersleri vermek, panel ve konferanslar yapmak, uçurtma etkinliklerine proje desteği vermek, uçurtma kulüpleri oluşturmak isteyen kurumları resmi olarak desteklemek şeklinde örneklendirilebilir. Ayrıca derneğin dershanesinde haftanın 3 günü ücretsiz uçurtma dersleri devam ediyor.
Türkiye’nin İlk ve Tek Uçurtma Müzesi
Mehmet Naci Aköz Uçurtma Müzesi, dünyanın çeşitli ülkelerinden toplanmış ve hala toplanmaya devam eden, toplamda 16 ülkeye ait 750’ye yakın ürünlük bir koleksiyona sahip. Müzenin kurucusu Aköz, bu yapılanmanın Türkiye’nin ilk ve tek uçurtma müzesi olduğuna dikkat çekerek “Müzemize özellikle okullar ve sivil toplum kuruluşlarından oldukça yoğun ilgi var.” dedi. Ziyaretlerin ücretsiz olarak gerçekleştiğini belirten Aköz, müzenin her gün çeşitliliğini ve aktivitelerini artırmak için çalışmalar yaptığını söyledi.
Kaşıkçı Elmasının bulunduğu yer müze oldu
Tekfur Sarayı, İstanbul’da bulunan Blaherne Sarayı kompleksinden günümüze kalan tek saray. İstanbul’da, Fatih İlçesi sınırları içerisinde kalan Edirnekapı semtinde; kara surlarına bitişik olarak inşa edilmiş, konum olarak Edirnekapı ve Eğrikapı arasında kalan kalın duvarlı saray “Tekfur Sarayı” olarak isimlendirilir. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethedilmesinden sonra “Tekfur Sarayı”, on yedinci yüzyılın sonlarına kadar metruk şekilde kalmıştır. On yedinci asrın sonlarında ise Tekfur Sarayı’na hayvanat bahçesi kurulmuştur. İstanbul şehrine gezgin olarak gelen John Sanderson’un rivayetine göre ise kendinden kırk yıl evvel gelen Ogier Ghiselin de Busbecq, buradaki hayvanat bahçesinde bulunan zürafayı görmek istemiş fakat zürafa birkaç gün önce öldüğünden dolayı dünyada hiçbir ülkede göremediği bu canlıyı görmek ve merakını gidermek için zürafanın mezarını kazdırmak sureti ile merakını nihayetlendirmiştir.
EN NADİDE ÇİNİLER BURADA ÜRETİLİYORDU?
On sekizinci yüzyıl başlarında seramik atölyesi olarak kullanılan “Tekfur Sarayı”, on dokuzuncu yüzyıl ortalarından itibaren cam ve cam ürünleri imalathanesine dönüştürülmüştür. Dünyaca ünlü “kaşıkçı elması” ise “Tekfur Sarayı”nın çöplüğünde bulunmuştur. Edirnekapı’da bulunan Tekfur Sarayı, Blaherna Sarayı (Blakhernai Sarayı) kompleksinin parçalarından biridir ve klasik Roma saray yapısının İstanbul’daki tek örneğidir. Kadim sarayın çatısının 17.yy’da bir fırtınada uçtuğu bilinmektedir. Sarayın; fil ahırı, hayvanat bahçesi, seramik fabrikası, çini atölyesi (çiniler 3.Ahmet çeşmesi süslemelerinde kullanılmış) ve şişhane (cam üretim yeri) olarak kullanıldığına dair bilgiler mevcuttur.
TEKFUR SARAYI MÜZE OLARAK AÇILDI Uzun bir tadilat sürecinden sonra Tekfur Sarayı halkın ziyaretine açıldı. Müze hakkında bilgi veren Arkeolog Prof. Dr. Sümer Atasoy, özgün mimarisini bozmadan evrensel kurallara uygun olarak malzemeler kullanılıp üretildiğini dile getirdi. Prof. Dr. Sümer Atasoy, “Sarayı farklı şekillerde değerlendirelim hatta otel yapalım gibi pek çok tartışmalar yapıldı. Sonunda buranın bir müze olarak kullanılması fikri ağır bastı ve yapıldı. Ki iyi oldu. Çünkü 1993 yılından 2001 yılına kadar burada yapılan kazılarda ilk defa çini atölyesinin ve cam atölyesinin varlığı ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla burada hem bina hem de buradan çıkan eserler önemlidir” cümlelerine yer verdi.
TÜRKİYE’NİN İLK SAĞLIK MÜZESİ
Sultanahmet Tramvay Durağının yanındaki bina, önemli ilklere ev sahipliği yaptı. 1875 yılında yanan ahşap konak yerine, Defter-i Hakani Senedat (Tapu Kadastro) Müdürü Salih Efendi tarafından yaptırılan kagir konağın alt katında, yedi dükkan bulunmaktaydı. Dükkânlardan biri, ‘Büyük Kahve’ adıyla bilinen bir kahvehaneydi. Diğer dükkânlarda, İstanbul halkına leziz içme suyu satılmaktaydı. Bu bina bir zamanlar aynı zamanda film merkeziydi. Sonra okul oldu. Sonra da müze oldu. Ama en büyük acıyı ise İstanbul’un işgali sırasında çekti. Zira müze de ne kadar sergilenen eşyalar varsa apar topar bir gecede neredeyse toparlandı ve bu bina İtalyanlara teslim edildi. İstanbul’un işgali bitene kadar da bu bina işgali sürdü. İşte bu binanın hazin öyküsü:
Türkiye’nin ilk Sağlık Müzesi 1917 yılında, nüfusun büyük bir bölümünü etkileyen salgın hastalıklara karşı halkı bilinçlendirmek amacıyla kurulmuştur. Bu tarihten 1989 yılına kadar 72 yıl boyunca Sultanahmet Divanyolu’ndaki Salih Efendi Konağında varlığını sürdürmüştür. 1917’de dönemin Sıhhiye Umum Müdürü Dr. Adnan Adıvar tarafından kurulmasına karar verilmiş ve müze müdürlüğü için Dr.Hikmet Hamdi Bey görevlendirilmiştir. Dr.Hikmet Hamdi doktorluğunun yanında, iyi bir ressam ve hattattır. Teknisyen Halit Hakkı Bey de mülaj mütehassısı olarak atandı. Sıhhi Müze, Hıfzıssıhha Müzesi adıyla 23 Temmuz 1918 tarihinde, Sultanahmet Divanyolu’ndaki bugünkü binasında açıldı. Fakat İstanbul’un işgali sırasında ise müze bir gecede boşaltılarak İtalyanlara verildi. Bu esnada sergilenen birçok eşya zarar gördü.
1918 yılından 1989 yılına kadar bina Sağlık Müzesi olarak kullanıldı; yapılan onarımdan sonra zamanla müze fonksiyonunu kaybetti ve İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün ek hizmet binası olarak hizmet vermeye başladı. 2011 yılında bina yeniden müze işlevi kazandırılmak üzere restorasyona girdi ve halen devam etmektedir. İlk kurulan Sıhhiye Müzesi daha sonra ülke genelinde kurulan 12 müzeye de öncülük etmiştir.
ARA GÜLER MÜZESİNİ GÖRMELİSİNİZ
Sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin tanıtılmasına hem katkıda bulunmuş hem de olayların içinde yaşayarak tanıklık etmiş olan Ara Güler’in müzesini mutlaka görmenizi tavsiye ederim. Müzenin kurulduğu bina zaten hem Osmanlı dönemine hem de genç Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarına tanıklık etmiş önemli bir tarihi bina. Tarihi binanın tarihsel dokusuna hiç dokunulmadan Ara Gülerin tarihe tanıklık eden fotoğrafları sergileniyor. Bugün birçoğu kaybolmuş olan tarihi eserler, camiler, çeşmeler, köprüler ortada yok ama Ara Güler bunların hepsini fotoğraflayarak geçmişin kayboluşuna izin vermemiş. Teşekkürler Ara Güler !
Modern üretim teknikleriyle ilk defa bira üretimi 1892 yılında İsviçreli Bomonti biraderlerin Feriköy’de kurdukları fabrikada yapılmıştır. Fabrika 1938 yılında Tekel yönetimine girmiş, uzun bir süre sonra Efes Pilsen tarafından satın alınmıştır. Fabrikada 1991 yılında üretim durdurulmuş ve boşaltılmıştır. Binayı ve arsasını alan “IC İçtaş İnşaat”, 2010 yılında bu alan üzerinde yeni bir otel projesine başlamıştır. 2015 yılından itibaren bina eğlence merkezi olarak kullanılmaktadır.
Doğuş Grubu’nun 2016 yılında Ara Güler’le yaptığı işbirliği sonucu kurulan Ara Güler Müzesi, usta sanatçının arşivinden derlenen “Islık Çalan Adam” sergisi ile Ara Güler’in doğum günü olan 16 Ağustos’ta ziyarete açıldı. İstanbul bomontiada’da sanatseverlerle buluşan müze, Türkiye’de uluslararası niteliğe sahip ilk fotoğraf müzesi olma özelliğini taşıyor. Müzenin projesi ise PAB Mimarlık’a ait. Müze ücretsiz gezilebilir. Müze ilgili detaylı bilgi için: www.aragulermuzesi.com
Jale Kuşhan Balmumu Heykel Müzesi
Türkiye’nin ilk ve tek Balmumu Müzesi’nin sahibi Jale Kuşhan tarafından hayata müzede, dünyaca ünlü 60’a yakın kişinin eserinin yer alıyor. İstanbul Balmumu Heykel Müzesi’nde, birebir ölçülerde, protez göz, balmumu heykel protez diş ve gerçek saç kullanılarak hazırlanan balmumu heykeller yer alıyor. Her bir heykelin, döneminin dekoru ile sergilendiği müzede, bazı heykeller de hareket özelliği ile ziyaretçilere dördüncü boyutu yaşatıyor. Müze bünyesinde atölyeler var ve heykel çalışmaları burada devam ediyor. Dünyadaki diğer balmumu heykel müzelerinden farklı olarak, kişiye özel balmumu el çalışması yapabiliyor. Ayrıca müzede konusunda uzman rehberler eşliğinde, bire- bir rehberlik hizmeti verilmektedir. Görsel anlatım, akılda kalıcı. Kültür-sanat zevki, tarih bilinci ve sevgisi aşılamada son derece yararlı olmaktadır. Adres: Taksim Çeşmesi Sk. No:3 Kocatepe, Taksim Çeşmesi Sk. No:3, 34437 Beyoğlu/İstanbul
ALAY KÖŞKÜNDEN MÜZE KÜTÜPHANEYE
İstanbul kütüphaneleri içerisinde çok özel bir yeri olan Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi, geçmişle geleceği birbirine bağlıyor. Kütüphanede hem dinleniyor, hem dinlenirken kitap okuyabiliyor hem de tarihi güzellikleri seyredebiliyorsunuz. Gülhane Parkı’nın muhteşem güzelliği içerisinde kitap okumak hiç bu kadar güzel olmamıştı…
Alay Köşkü, Bâb-ı Âli’nin karşısında, Gülhane Parkı’nın hemen girişinde, Topkapı Sarayı surlarının Alemdar Caddesi’ne bakan burçlarının üstünde yer almaktadır. Geçmişte köşkün şu andaki yerinde, Fatih Sultan Mehmet zamanında yapıldığı düşünülen aynı isimli ahşap bir köşk bulunduğu bilinmektedir. Köşkün pencere kemerlerinde bulunan tunç harfler ile yazılmış manzum kitabesinden mevcut köşkün, eski köşkün konumuna göre daha yüksek bir şekilde 1819 yılında Sultan II. Mahmut döneminde yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Alay Köşkü eğer padişahlar ordu ile birlikte sefere gitmeyecekse buraya gelir ve buradan orduyu sefere uğurlardı. Bu nedenle köşkün bir diğer ismi de “Selam Köşkü ”dür. Ayrıca, şehrin esnaf ve tüccarlarının lonca alaylarını da padişah yine bu köşkten izlerdi. Lonca alaylarının sonuncusu 1769 yılında Sultan II. Mustafa zamanında yapılmıştır.
Alay Köşkü, ampir üslubu ile yapılmış üç katlı kâgir bir yapıdır. Mimari üslubu nedeniyle köşkün mimarının devrin gözde mimarlarını yetiştiren Balyan ailesinden Kirkor Amira Balyan tarafından yapıldığı düşünülmektedir. Köşkün ahşap olan dış cephesi mermer ile kaplanmıştır. Gülhane Parkı’na bakan iki kanatlı iki kapısı ile on dört adet penceresi bulunmaktadır. Köşkün pencere kemerleri, Hattat İzzet Molla tarafından yazılan yazılar ile pencereler ise demir parmaklıklarla süslüdür. Yapının üstünü örten kurşun kaplı külahın altında yer alan kubbenin içinde ve sofanın tavanında zengin kalem işi süslememeler bulunmaktadır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Güzel Sanatlar Birliği’ne tahsis edilen köşk, 1938’de Topkapı Sarayı Müdürlüğü’ne bağlanmış ve kapsamlı bir tadilattan geçirilmiştir. 1959-60 yıllarında tekrar bir tadilat geçiren köşke sonradan eklenen ahşap katlar ve bölmeler kaldırılmıştır. Alay Köşkü, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, 12 Kasım 2011 tarihinde Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi ve Kütüphanesi olarak tekrar hizmete açılmıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi 12 Kasım 2011 yılında açıldı. Kütüphanede 1000’i aşkın yazar, 9000 kitap mevcuttur. Kütüphane ’de zaman zaman çeşitli etkinlikler yapılmaktadır.
SU MÜZESİ OLDUĞUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?
Adell Abı-ı Hayat Su Kültür Varlıkları koleksiyonu Topçu kardeşler tarafından 25-30 yılın birikimi olarak oluşturulmuş. Yıllar itibariyle damlaya damlaya koleksiyon oluşmuş. Ailenin büyüklerinden kalan eşyaları biriktirmeyle başlanılmış.. Zaman zaman çarşıdan pazardan alınan eserlerle, hediye edilen eserlere koleksiyon giderek zenginleşmiş. Fabrika genel müdürlüğünün ait bir katta oluşturulan daimi sergide su kültürü meraklıları, dileyen şahıs veya grupların ziyaretine her zaman açık. Koleksiyona kayıtlı eserler Türk İslam Eserleri müzesine kayıtlıdır.
Güğüme yansıyan zarafet
Ab-ı Hayat Su Medeniyeti Müzemizden Osmanlı Dönemine ait bir bakır su kapı, gügüm…günlük yaşamında zarif yaşıyordu. Zerafet sokağa kadar inmiş, sıradan vatandaşların hareketlerine yansımıştı. Buyrun size güğümün üzerine yansımış bir zerafet örneği. Hicri 1266 tarihinde Fetoğlu Hüseyin Ağa’ya gönderilen Bakır Güğüm üzerinde yazanlara bakalım:
Bu güğümden su içene şifalar olsun. Eğer dahi kafir içerse islamla müşerref olsun. Tarih 1266 dır.Cümle hakkında hayır olsun. Fetoğlu Hüseyin Ağa Tul-i ömrüyle muammer olsun…
TURŞU VE KOMPOSTO MÜZESİ OLUR MU?
Osmanlı mutfağının değişmez tadı olarak yüzyıllardır sofralarımızı süsleyen turşu ve hele hele Ramazan sofralarının vazgeçilmez hoşafları -kompostoları Türk yeme-içme alışkanlığı açısından önemli bir yere sahip… Turşu ve komposto deyince bugün ilk akla gelen yer Hacı Abdullah Lokantası. Özellikle 1970 yılında yapılmış kompostolar halen gidilip görülebilir. Hacı Abdullah Korun, turşu ve komposto “müzesi” benzetmesinin kendilerine çok memnun ettiğini ve sırf komposto ve turşuları görmek için özellikle turistlerin ve meraklı ziyaretçilerin geldiğini anlatıyor.
120 yıllık mekan
1888 yılında açılış ruhsatı bizzat Sultan 2. Abdülhamit tarafından verilen, o günden bugüne Türk mutfağının geleneksel lezzetlerini taşımayı başaran Hacı Abdullah, bugün 120 yaşında. İstiklal Caddesi’nde Ağa Camii’nin sokağından bulunan Hacı Abdullah’ın lezzetinin ve başarısının sırrı, yönetimin babadan oğula ya da satılarak değil, ustadan çırağa geçmesi. Hacı Abdullah’ın önemli özelliklerinden birisi de kendi imalatları olan turşular, reçeller ve kompostolar. Çeşit sayısı neredeyse üç bin. Çeşit çeşit reçel ve komposto kavanozlarının üzerindeki kimi tarihler 50’leri ve 60’ları gösteriyor.
Hacı Abdullah’ta ilk olarak, mekânın aldığı ödüller, ünlü gazetelerde çıkan yazıları karşılıyor müşterileri. Ardından bir iki adım sonra mekânın en çok ilgi gören, yiyeceklerin sergilendiği bölüm yer alıyor. Burada çok güzel kavanozlarda turşular, kompostolar köy balları, yine köylerden gelen meyve sebzeler satılıyor. Hiç turşu sevmeyen bir insan bile, bu iştah açıcı turşu kavanozlarından bir tane alıp eve götürmek isteyebilir. Hacı Abdullah Lokantası’nın sahibi H.Abdullah Korun’la kendilerinin özel yaptığı bu turşuları konuştuk. Turşu kültürünün çok geniş olup sadece sebze değil meyvelerin de turşularının yapıldığının rivayet edildiğini belirten H.Abdullah Korun kendi yaptıkları turşuların tamamıyla ev yapımı turşular gibi olduğunu ve hiçbir katkı maddesi katmadıklarının altını çizdi.
ŞEREFEYE SARNICI MÜZESİ
İstanbul ilimizde bulunan tarihi sarnıçlardan biri de Şerefiye Sarnıcı’dır. Bizans İmparatoru 2. Theodosius emriyle, Bozdoğan Kemeri’nden su depolayabilme amacı ile yapımına başlanan sarnıç, 15 yıllık bir çalışma sonrasında yani 443 yılında tamamlanabilmiştir. Yaklaşık olarak 45 m x 25 m alan ebatlarına sahip olan bu sarnıç, 9 m yüksekliğe ulaşan tam 32 tane mermer sütun içeriden desteklenmiştir.
Bozdağan Kemerinden gelen sular burada toplanıyordu
Sarnıç 428 ve 443 tarihleri arasında İmparator II. Theodosius tarafından, Bozdoğan Kemeri vasıtasıyla su depolamasını sağlamak amacıyla inşa edildi. Bozdoğan Kemeri, Theodosius tarafından antik Yunan ve Roma’da Nemf’e adanan anıt olan “Nymphaeum”, “Zeuksippos Banyoları” (100-200 arasında inşa edilen ve 532 tarihindeki Nika Ayaklanması’nda tahrip olan ve daha sonra yeniden inşa edilen) ve Büyük Saray’a yeniden dağıtıldı. Bu yeniden dağıtma işlemi Şerefiye Sarnıcı’nın yapımına öncülük etti.
Üstünde önce konak vardı sonra belediye
Fatih ilçe sınırlarında yer alan sarnıcın Modern girişi Piyer Loti Caddesi üzerinde, eskiden Eminönü Belediyesi olarak kullanılan binanın altında bulunuyordu.Sarnıcın üzerine ilk inşaatın 1910 yılında gerçekleştirildiği biliniyor. Yaklaşık bin 600 yıl öncesinden günümüze gelen bir yapı. 1910’lu yıllarda üzerine Arif Paşa Konağı konmuş, 1950’li yıllarda üzerine Eminönü Belediyesi binası yapılmış. 2010 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından, Eminönü eski belediye binası yıkıldı ve bölgede, Şerefiye Sarnıcı’nı da içine alan bir restorasyon çalışmaları başladı. Yerebatan Sarnıcı ile Binbirdirek Sarnıcı’ndan hem sütun hem de alan olarak daha küçük olan bu yapı yaklaşık 1.600 yaşında ve bu iki meşhur sarnıçtan daha yaşlı. Geçmiş dönemlerde Constantinus veya Theodosius sarnıcı olarak da biliniyormuş fakat 19 uncu yüzyıldan bu yana genellikle Şerefiye Sarnıcı olarak anılmakta. En göze çarpan özelliği ise tıpkı Yerebatan Sarnıcı gibi bu sarnıcın da Binbirdirek Sarnıcı’na bağlanıyor olması. Konu hakkında şimdilik detaylı çalışmalar yapılmış değil fakat bu konu hakkında daha kapsamlı çalışmalar yapılacağı biliniyor.
PATRONA HALİL HAMAMİ VE MÜZESİ
İstanbul’daki 16. yüzyıl Osmanlı hamamları içinde gösterişli mimarisi, boyutu ve çifte hamam oluşu ile dikkati çeken II. Bayezid Hamamı, 1985 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültürel Miras Listesi’ne alınan “İstanbul Tarihi Alanları” içinde yer alır. İstanbul Üniversitesi mülkiyetinde olan II. Bayezid Hamamı’nda, restorasyon sonrasında özgün kullanımına uygun olarak Türk Hamam Kültürü Müzesi olarak kullanılmaktadır. Giriş ücretsiz olup ziyaret edilebilir.
Beyazıt Hamamı erkekler ve kadınlar kısımlarına sahip bir çifte hamamdır. Yan yana olan kısmen taştan inşa edilmiş bu iki bölümün büyük kubbeli soyunma yerleri cadde kenarında olmakla beraber erkekler kısmının yüksek sivri kemerli bir taçkapı karakterinde olan girişi caddeye açılır. Çifte hamamlarda usulden olduğu gibi kadınlar kısmının kapısı ise yan sokak (Derviş Paşa sokağı) ile bağlantılıdır. Her iki kısım da aynı planda yaptırılmıştır. Yalnız kadınlar kısmının camekân bölümü diğerinden biraz ufak ölçüdedir. Soğukluk bölümlerinde giriş eyvanlarının iki yanlarında kubbeli hücreler vardır. Esas soğukluklar (ılıklık) ise üçer kubbelidir. Sıcaklık bölümleri dört eyvanlı tipte olup köşelerde halvet hücreleri bulunur. Arkada ise boydan boya külhan uzanır. Beyazıt Hamamı’nın bir diğer özelliği, suyunun aynı yerdeki çok derin ve geniş bir kuyudan dolapla çekilmesidir. 1920’lere kadar duran bu ağaç dolap bugün ortadan kalkmışsa da bu muazzam kuyu hamamın külhanı ile Hasan Paşa Medresesi arasında kurumuş olarak durmaktadır. Beyazıt Hamamı önünden geçen cadde 1955-1957 yıllarında genişletildiğinde zemin seviyesi de çok indirildiğinden, bu husus bilhassa cadde üzerindeki cephesinde belirlidir. Aynı zamanda şehrin en büyük ve âbidevî karakterde hamamı olan Beyazıt Hamamı, Türkleşen İstanbul’da yeni bir şehircilik anlayışına göre kurulan Beyazıt Külliyesi’nin bir parçası ve onu tamamlayan bir eleman olarak da değerlidir.
BİLİM DÜNYASINA YOLCULUK YAPTIRAN MÜZE
Hafta sonu çocuklarımızı nereye götüreyim diye düşünmeyin hemen İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nden başlayın gezmeye derim. Bir zamanların Avrupa’sı birbirleri ile savaşırken İslam dünyası keşiflerle meşgul oluyordu. Birçok Müslüman bilim adamı dünyaya birçok buluş yaparak, bugün bile hayırla yad ediliyorlar. İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi, Gülhane Parkı içerisinde Saray Sur Duvarına bitişik Has Ahırlar Binası’nda yer almaktadır. Has Ahır (İstabl-ı amire); Osmanlı Dönemi’nde, padişahın ve yakın hizmetinde bulunan kimselerin atlarının bulunduğu ahırlara denilmiştir. İslam Bilim Tarihçisi Prof. Dr. Fuat Sezgin tarafından hazırlanan ve 24 Mayıs 2008 yılında açılan müze ziyaretçilerini bekliyor. 3500 m² ’yi kapsayan sergi alanı ve toplam 570 adet alet, cihaz kopyaları, maket ve model koleksiyonu ile alanında Türkiye’de ilk, Frankfurt’tan sonra dünyada ikinci örnek teşkil eden müze olması açısından önem arz etmektedir.
Müze iki kattan oluşmaktadır. Üst katta; müze ile ilgili çeşitli görsellerin izlenebildiği Sinevizyon Salonu, Astronomi, Saat Teknolojisi, Denizcilik, Savaş Teknolojisi ve Tıp Bölümü bulunmaktadır. Alt katta ise, Madenler, Fizik, Matematik-Geometri, Şehircilik ve Mimari, Optik, Kimya ve son olarak da Coğrafya ile ilgili harita ve çeşitli harita çizimlerinin sergilendiği bölüm bulunmaktadır. Sergi salonlarının tamamında, İslam bilim adamlarının ortaya koydukları eserlerin model ve maketleri sergilenmektedir.
Müzenin bahçe kısmında ise, üzerinde Halife el-Me’mun’un 9. Yüzyılda yaptırdığı Dünya Haritasının kopyası olan yerküre ile, tıbbi bitkilerden 26’ sının bulunduğu İbn-i Sina Botanik Bahçesini görmeyi sakın unutmayın. Müze teşhir salonlarında, El-İdrisi’nin, Halife el-Me’nun’un haritasını temel alarak çizdiği Dünya Haritası’nın kopyası, Takiyeddin’in 1559 yılında yaptığı Mekanik Saati, el-Cezeri’nin (1200 yılları) kitabından Fil Saati ve Hacamatı, Ebu Said Es-Siczi’nin Planetaryum’u, Abdurrahman eş- Sufi’nin gök küresi, Hıdr el-Hucendi’nin Usturlabı, 12. Yüzyılda Abdurrahman el-Hazini tarafından yapılan su ve ağırlık prensibine göre çalışan Dakika Terazisi, İbn-i Sina’nın el-Kanun fi’t Tıp Kitabı gibi, daha birçok önemli bilim adamlarının, İslam Medeniyetinin 9. ve 16. yüzyıllar arasındaki yaratıcılık döneminde gerçekleştirdiği bazı icatların kopyalarının örneklerini görmek mümkündür. ASILLARI YURT DIŞINDA
Müzede yer alan eşyaların neredeyse tamamına yakını, Frankfurt’taki Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi’ne bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü tarafından, yazılı kaynaklardaki tarif ve resimlere göre, çok küçük bir kısmı ise günümüze ulaşan eserlerin orijinallerine dayanılarak yaptırılmıştır. Önemli not: MÜZE 18 YAŞ ALTI GENÇLERE ÜCRETSİZDİR
CUMHURİYET MÜZESİ VE SANAT GALERİSİ
Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi İstanbul’da tarihi hipodrom olarak adlandırılan alanın güneyinde tarihi Sphendone duvarlarının üstüne konumlanmıştır. Hâlihazırda kullanılmakta olan yapı ise I. Ahmet tarafından Mimar Sedafkar Ağaya yaptırılan Sultanahmet Külliyesi içindeki yapıların dönüşümü ile olmuştur. 20. yüzyılın başında külliyenin At Meydanı’na bakan cephesindeki dükkanların üzerine kat eklenerek Ziraat, Orman ve Maadin Nezareti binası yapılmıştır. 20. yüzyılda kullanımı İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisine verilen yapı, Marmara Üniversitesi rektörlük binası olarak kullanılmaya başlanmıştır. 2008 yılında ise Rektörlük binasının giriş katı “Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi ve Sanat Galerisi” adıyla müzeye çevrilmiştir. Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi Özgün Baskı Koleksiyonu, kısa süreli sergilerin yapıldığı Sanat Galerisi ve İhap Hulusi Görey Galeri'sinden oluşmaktadır. Bu ismi hiç duydunuz mu bilmiyorum. Fakat İhap Hulisi birçok başarılı işlere imza atmış çok değerli bir “Grafiker Sanatçısıdır.” Türkiye’nin ilk kurulduğu yıllarda birçok kamu kurumunun afişlerini yapmıştır. Yine birçok özel kuruluşun da afişlerini yaparak “Genç Türkiye’nin” tanıtılmasına büyük önem vermiştir.
İhap Hulusi Görey’in yıllarca ilkokul birinci sınıflarında okutulan Alfabenin kapağını Atatürk’ün siparişi üzerine 1932 yılında tasarladı. Zamanla afiş çalışmalarına ağırlık veren İhap Hulusi, afişi yaparken “Buluş”un önemine değinerek “Seyredenlerin ilgisini çekmeli ve düşündürmeli” diye yorumladı. İlk afiş siparişini 1927’de aldı; bu, İzmir’den İnci Diş Macunlarının reklam afişi idi.
TÜRK BASIN TARİHİNİ MERAK EDENLER İÇİN BASIN MÜZESİ
Bugün Basın Müzesi olarak kullanılan, Müze binası, Maarif Nazırı Safvet Paşa tarafından 1865 yılında, neo-klasik tarzda inşa edilmiş dört katlı bir yapıdır. Maarif-i Umumiye Nezareti ve Darülfünun (üniversite) hizmetinde kullanıldı. Türk resim sanatının ikinci sergisi 1 Temmuz 1875’te, o sırada Darülfünun olarak hizmet vermekte olan bu binada açıldı (birincisi 27 Nisan 1873’te Sultanahmet’teki Sanayi Mektebi’nde açılmıştı). Şeker Ahmet Paşa’nın öncülüğünde düzenlenen karma sergide ressamın kendi eserleri ile diğer Türk ressamların ve yabancı ressamların eserleri yer alıyordu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Müzesi, müzecilik açısından taşıdığı bu üstünlüğünün yanı sıra, kültür ve sanat etkinlikleri yönünden de devletçe dahi gerçekleştirilmeyen işlevleri yerine getiriyor. Konferans ve panel, gibi toplantılarla, çeşitli sanat çalışmaları ve değişik seminerler düzenlemesi Basın Müzesi`nin faaliyetlerinden yalnızca birkaçı. 4 kattan oluşan Basın Müzesi, yalnız Sultanahmet – Çemberlitaş - Beyazıt turistik çevresinin bir kültür-sanat merkezi olmakla kalmıyor, İstanbul’un önde gelen bir övünç kaynağı oluyor. Basın Müzesi`nin salonlarında basın teknolojisinin başlangıçtan bu yana geçirdiği dönemi görebilirsiniz. Taşbaskı örnekleri, düz baskı makinesi, rotatif tipo entertip, prova tezgahları, giyotin, eski daktilolar, teleksler, telefotolar arasında ücretsiz olarak nostaljik bir gezi yapabilirsiniz.
BU MÜZEYİ GEZERKEN HEYKELLERİ YEMEYİN
Esenyurt’ta, Pelit Çikolataları Üretim Tesisleri bünyesinde yer alan Pelit Çikolata Müzesi dünya sanatının başyapıtlarını, masal kahramanlarını, ünlü efsanelerin heykellerini tamamını çikolatadan hazırlayıp çikolata ve sanatseverlerin beğenisine sunuyor. İstanbul’da çocuklarla gezilecek müzelerden biri olan Pelit Çikolata Müzesi’nde çikolata şelalelerinin arasında dolaşmak, çikolata kokusunu solumak hem büyükler hem çocuklar için çok keyifli oluyor. Bu kocaman çikolata rüyasının içerisinde çocuklar için çikolata ve pasta yapımı atölyeleri de düzenleniyor. İstanbul bölümünde Galata Kulesi’nden, Sultan Ahmet Camii’ne, Kız Kulesi’nden, Boğaz Köprüsü’ne ve İstanbul’u temsil eden bir çok tarihi yapıt çikolata formunda sizleri bekliyor. Türk büyükleri salonunda Türk tarihine damga vuran Atatürk, Fatih Sultan Mehmet, Osman Gazi ve birçok önderin çikolatadan büstleri, Sanatçılar salonunda Aralarında Pablo Picasso’nunda bulunduğu, dünya sanatına yön veren pek çok sanatçının eseri sizleri bekliyor. Medeniyetler bölümünde ise dünya tarihinde yer almış Hitit, Antik Yunan, Bizans, Osmanlı devlet ve milletlerini sembolize eden tablolar ile geçmişe çikolata tadında yolculuk yapılıyor. Pelit Çikolata Müzesi Esenyurt’ta yer alıyor. Toplu taşıma ile ulaşmak isteyenler metrobüse binip son durak olan Avcılar durağında inip buradan 142 nolu İETT otobüsleri ile Pelit Çikolata Müzesi’ne ulaşabiliyor. Avcılar – Karaağaç minibüsleri de müzenin tam önünden geçiyor.
Sonuç: Değerli okuyucularımız, bu müzelerin bir kısmı pandemi nedeniyle kapalı ama ümit ediyor ve dua ediyor en kısa zamanda açılır ve ailece gezersiniz. (F.S)