İstanbul ve Ayasofya İslâmiyet'in malıdır

Ayasofya'sıyla beraber İstanbul İslâm'ın malıdır. Yalnız İstanbul değil, tarihi ile beraber-bü­tün Anadolu İslâm'a âiddir.

Ali Rıza Demircan

HER haberi doğru, her sözü gerçek, her işareti hak olan Yüce Peygamberimiz, mübarek sözleri ile İs­tanbul’un fetih emirlerini vermiş, bu emri yerine geti­recek kumandanı sevmiş, fetih mücâhidlerini bağrına basmıştı. Geçtiğimiz hafta İstanbul'un fethinin 568. yılını kutladık.

Sevgili Peygamberimizin inanan kalpleri fetih aş­kıyla çağlatan bu iltifatı, İstanbul’un Müslümanlar ta­rafından defalarca muhasara edilmesine yol açmıştı. Fakat bu manevî devlet Osman Oğulları’ndan Fâtih Sultan Mehmet Han’a nasip olmuştu.

Peygamber müjdesi

İslâm Dini’nin hayat nizâmı ve adalet ilkesi üze­rinde kurulan Osmanlı Devleti’nin, Ulu Peygamberimi­zin izinde yetiştirilmiş 22 yaşındaki bu genç bilgin hü­kümdarı, Peygamberimizin «O ne güzel kumandandır» müjdesine mazhar olma aşkıyla yanmıştı. Gece-gündüz fetih sevdasıyla yaşamış, sağlam bir imanla lüzumlu bü­tün hazırlıkları yapmış, gerekli tedbirleri almıştı.

6 Nisan 1453 Cuma günü surların dibinde kılınan Cuma namazından sonra ufukları inleten tekbir sadaları ile muhasara başlamıştı. Muhasara uzadıkça bazan ümitler kırılıyor, fakat âlimler cihâd âyetlerini okuyarak mücâhidleri teşci edi­yor, asırlar önce İstanbul, surlar önünde şehid düşen büyük sahâbî Ebû Eyyüb-el-Ensârî’yi misâl vererek as­kerleri gayrete getiriyorlardı.

Oruçlu mahasara

27 Mayıs Pazar günü askerine oruç tuta­rak fethe hazırlanmalarını emreden Fâtih Sultan Mehmed Han, 29 Mayıs sah sabahı, sabah namazından son­ra okunan Fetih sûresini dinleyen mücahidleriyle son hücumu yapmış, surlar açılmıştı.

Tekbir sadâları içerisinde şehre giren Fâtih’in Pey­gamberimizin; « O ne güzel kumandandır» medhine mazhar olmanın bahtiyarlığı içerisinde kalbi sürurla dolup taşıyordu.

Sınırsız bir din ve vicdan hürriyeti tanıyarak ge­çek adaleti tesis etmişti. Büyük Fatihimiz böylece, İstanbul’un yalnız topra­ğını değil, Bizanslıların gönüllerini de fethetmişti.

Fethin 3. Günü İstanbul’da ilk Cuma namazını, ca­miye tahvil ettiği Ayasofya’da kılan, çağ kapayıp, çağ açan yüce ceddimize, Cenab-ı Mevlâ’dan rahmet niyaz ederim.

İstanbul ve Ayasofya

Evet, Ayasofya’sıyla beraber İstanbul İslâm’ın malıdır. Yalnız İstanbul değil, tarihi ile beraber-bü­tün Anadolu İslâm’a âiddir.

İslâm’la yücelmiş milletimizin Anadolu’daki tari­hini başlatan Malazgirt zaferi, İslâm’a vatan, adaleti götürecek mekân arayan Müslümanların zaferidir.

Evet… İslâm Nizamı’nın hediyesi olan Anadolu’muzu İstiklâl Harbi ile kurtaran yine halkın İslâmî imanı, gönüllerde yaşayan gaza ve şehâdet mefkûresiydi.

Yedi düvele baş eğmedik

Ezan­lar dinmesin, ma’bedlerimizin göğsüne nâmahrem eli değ­mesin, namusumuz lekelenmesin, ecdada makber, şühe­dâya türbe olmuş İslâm’ın bu son yurdu çiğnenmesin, İstiklâl-i Din ve Vatan elden gitmesin diyen her imanlı yiğit candan geçmiş, İslâm’a vatan olmuş bu topraklar­da yedi düvele baş eğmemişti.

Diriltici ruh İslâm

Tarihimizin, dinimizi gerçek manasıyla yaşadığı­mız her devrinde, İslâm mübarek topraklarımıza rah­met gibi sinmiş, ecdadımızın gönüllerinde filizlenmiş, millî zevklerimizde ve sanat eserlerimizde renk renk te­celli etmiş ve 6 asır yaşayan büyük devletimizin hayat iksiri olmuştur. Evet, aziz ecdadımızın inşa ettiği medeniyette, icra ettiği adalette, tesis ettiği vahdette görülen diriltici ruh İslâm’dı. Bizim, her muvaffakiyetimizin sırrı İslâm’dı. Gerileyişimizin ve çöküntüye uğrayışımızın ana sebebi de, İslâm şeriatından ayrılışımız olmuştur.

Gücümüzün kaynağı

Biz İslâm’la var olmuşuz, bu nizamla yaşamışız. Ah­lâkımızı, adaletimizi, var olma gücümüzü, kudretli olma aşkımızı Allah’ın dininden devşirmişiz.

Tarihimizde olduğu gibi devrimizde de fert ve top­lum olarak manevi yönden yücelmek, maddî bakımdan gelişmek istiyorsak biricik yol İslâm’a dönmek, O’nun hayat yasalarına göre hayatımızı düzenlemektir.

Yüce Rabbimden cümlemize tarih şuuru vermesini, İslâmî çizgide yürüme aşkını ihsan etmesini dilerim.

Sohbetimizi bir âyetle bitiriyorum: "(Ey Mü’minler!) Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer gerçek mü’minler iseniz en üstün sizlersiniz." (Al-i İmran, 139)

Önemli Not: Bu yazı, tam 50 yıl önce tarafımızdan hutbe olarak yazılmış ve Süleymaniye Camii minberinden göz yaşları içinde binlerce mümine hutbe olarak sunulmuştur.