AHMET YASİN ALDI
Mushaf-ı Şerîfler, hattatların öteden beri Kur’an-ı Kerim’i yazmaya büyük ehemmiyet verdiklerinin göstergelerinden biridir. İtina ile yazıldığı için yazılması yıllarca süren İstanbul Mushafı üzerine bir metin yazmam önerildiğinde bu fikir, beni önce çok heyecanlandırsa da, hemen ardından heyecanımın yönünü değiştiren birtakım düşüncelere sevk etti: Hattat Hüseyin Kutlu’nun çabasını hat sanatı tarihi ve Mushaf geleneği çerçevesinde yazmanın yollarını aramaya başladım.
Güzel yazı ile şekillenen Mushaf geleneğinin ortaya çıkışı ve süreklilik kazanması üzerinde durulması gereken bir noktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın takdim ve tanıtım programına katıldığı İstanbul Mushaf-ı Şerîfi bu noktada çok değerlidir. Büyük Çamlıca Camisi Konferans Salonu’ndaki programda konuşan Erdoğan, İstanbul Mushafı’nın İslam medeniyetindeki ekollerin yeniden yorumlanmasıyla hazırlandığını kaydetti. Cumhurbaşkanının konuşması hat sanatını kavrama şeklini görmek, böylece Mushaf yazma geleneğine dair bakışının izlerini takip etmek açısından bir rehber gibidir. Sorulmayanı sorduran, bakılmayan yere işaret eden konuşma “Kur’an-ı Kerim Hicaz’da nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul'da yazıldı.” sözünü doğrulayan bir kültürel arka planla şekillenmişti.
Hat Sanatındaki On Ekol
Hakikaten hat sanatını iyi bilenlerin ortaya koyduğu üzere güzel yazı geleneği yüzyıllar boyunca devamlı şekilde inkişaf etmiştir. Muhtelif yazı ve süsleme çeşitlerinde farklı ekoller meydana gelmiştir. Bunlardan bazıları bir müddet yaşadıktan sonra tarih sahnesinden silinmiş, yerlerini yeni gelen ekollere bırakmıştır. Burada eskilerin ekol yerine çığır, mektep, yol, üslup kelimelerini kullandıklarını da belirtmemiz icap eder. Bütün bu değişiklikler, söylemeye lüzum yoktur ki hat sanatının zengin bir muhtevaya kavuşmasına vesile olmuştur. İslâm dünyasında geçmişten günümüze kadar geçen zaman müddetince oluşan Mushaf geleneği on dönem içinde mütalaa edilebilir.
Asrısaadetten Selçuklulara kadarki dönem canlılık ve parlaklığı ile iftihar ettiğimiz geleneğin başlangıcını oluşturur. Hattatların göz nuru ve el emeği ile şekillenen Endülüs (714-1492), Memlukler (1250-1517), İlhanlı- Celayir (1256- 1432) dönemini Türkmen dönemleri olarak anabileceğimiz Akkoyunlu ve Karakoyunlu devri (1378-1508) takip eder. Timur (1370-1507), Babür (1206-1526) ve Safevi (1501-1736) dönemleri başlı başına önemlidir. Hat sanatı bakımından Osmanlı’nın ilk ve son dönemlerinden günümüze kadar uzanan (1299 ve sonrası) yıllara özellikle işaret etmek yerinde olur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında çeşitli yönlerine temas ettiği Mushaf geleneğinin güzide hattatlarının eriştikleri sanat mertebeleri ancak bu sayede anlaşılabilir.
Osmanlılar ve Hat Sanatı
Türkler, hat sanatını dinî bir vecd ve heyecanla benimsedikleri için bunun harika örneklerini İstanbul’un fethinden sonra asırlar boyunca vermeye devam ettiler. Malumdur ki bunların gelişmeleri ve büyük ustaları hakkında kati bilgilere ve neticelere ulaşmak için bu hususta derin tetkiklere lüzum vardır. Sıhhatli hat sanatı tarihi yazma vazifesini üstüne alan hat tarihiyle alakadar hattatlar veya çok dikkatli hat araştırmacıları şu konuda mutabıktır: Türk hattatları, hat sanatında kendi görüş ve sanat anlayışlarına uygun üsluplar meydana getirerek kendi ekollerini ortaya çıkarmışlardır.
Yazısının sevimliliği ve cana yakınlığı ile dikkati çeken Şeyh Hamdullah’ın hüsnühattaki şöhreti kendisine İstanbul’un kapılarını açmıştır. Onu koruyan II. Bayezid, onun sanatının daha doğrusu Osmanlı- Türk aklam-ı sittesinin İslâm dünyasınca tanınmasını sağlamıştır. Şeyh Hamdullah’ın 89 yaşında yazdığı Mushaf-ı Şerîf başta olmak üzere, torunları Hattat Derviş Mehmed ile Ahmed b. Pir Mehmed’in Mushaflarına ilaveten Nefeszâde’ye ve Abdullah el-Kırîmî’ye ait Mushaf-ı Şerîfler tarihî ve sanatsal özellikleriyle güzel yazıda açılan çığırdan kesitler sunmaktadır. Ekrem Ayverdi’nin dediği gibi, “Nasip Şeyh Hamdullah’ın imiş; açtığı çığır o kadar şayanı hayrettir.”
İslâm medeniyetindeki Mushaf geleneğini şekillendiren isimlerden Şeyh Hamdullah tarzındaki hat sanatı 150 yılı aşkın bir zaman sürdü fakat gelenek donuk bir şekilde devam etmedi. Zira Hafız Osman (1052/1642-1110/1698) adındaki bir başka hat sanatkârı, kendisine has bir yazı tarzı ortaya koyarak Şeyh Hamdullah tarzının aşılabileceğini ispatladı. Onun hat sanatında açtığı çığır sürerken bir yüzyıl sonra gelen İsmail Zühdi (v.1220/1806) ve kardeşi Mustafa Rakım (1171/1758- 1241/1826) Hafız Osman’ın harikulade yazılarından ilhamla kendi tarzlarını ortaya çıkardılar. Denilebilir ki Osmanlı hat sanatının gelişmesinde rolü olan ekoller ve mensupları, bu güzel yazı sanatını sürekli yenilemişlerdir. Yazının esasını bozmadan yeni üslup ve sentezlerle daima yüksek bir mertebeye taşımayı bilmişlerdir.
Mushaf Geleneğinin Farklı Bir Boyutu
Mushaf-ı Şerîfler, kendi bünyesi içinde yenilenme kabiliyetine sahip hüsnühat sanatının tarihî, dinî, estetik ve kültürel boyutlarıyla şekillenmiştir. “Marifet iltifata tâbidir” sözü mucibince, hattat, teşvik ve iltifat gören sanatkârlar arasında yer almıştır. İstanbul Mushafı bu boyutuyla önem taşımasının ötesinde ayrı bir değere daha sahip. Çünkü İslâm âlemindeki yöneticiler Müslümanların hamisi olduklarını Mushaf-ı Şerîf’le de göstermek istemişlerdir. Bunu seçkin sanatçılara yazdırdıkları sanat değeriyle öne çıkan eserlerle ortaya koymaya çalışmışlardır. Birçok Osmanlı padişahı zamanının hattatlarına başta Mushaf olmak üzere kıymetli eserler yazdırmıştır. Mesela Sultan İkinci Abdülhamid Han izdivacı münasebetiyle Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin yazdığı kıymetli bir Mushaf’ı Müşfika Kadınefendi’ye hediye etmiştir.
En nihayetinde, böylesi eserlerin, asırlar öncesinden daha yeni yazılmışçasına güzelliğini muhafaza ederek günümüze kadar ulaşması bu yönden de değerlendirme yapmayı hak etmektedir. Hattatın Mushaf’ı yazma sürecini incelerken bu geleneğin siyasi meşruiyet inşasında ve aynı zamanda sahip olduğu sembolik anlam ele alınmalıdır. Ne var ki İslâm güzel sanatlarının cazip bölümlerinden biri olmasına rağmen üzerinde az çalışılmış bir sahadır bu. Elbette her üst yönetici Kur’an-ı Kerim yazdırmamıştır fakat hattatlar Mushaf yazmayı nihai bir hedef kabul etmişlerdir. Yazdıkları Mushaf, En’am- Şerîf, kıt’a, murakkaa gibi eserleri götürüp yöneticiye ya da yardımcısına ya da paşalara takdim etmişlerdir. Maziden atiye kurulan köprünün en güçlü ayaklarından biri olan yazı sanatımızın bugünkü temsilcilerinden hattat Hüseyin Kutlu’nun ve onlarca sanatkârın el emeği göz nuru olan İstanbul Mushafı da bu çerçevede kapsamlı bir okumaya imkân sağlıyor.
İslâm medeniyetinde ekol hâline gelmiş on dönemin yeniden yorumlanmasıyla hazırlanan İstanbul Mushafı, yıllara yayılan kolektif bir çalışmanın neticesi. Kâğıdından boyanmasına, aharlanmasından mürekkebine, yazılarından süslemelerine ve cildine kadar çok değerli olan bu eser, güzel yazı kültürüne ilgi duyan meraklılar için onu müstesna bir konuma yükseltiyor. İleride yapılacak geniş tetkiklerle daha farklı yorumlanabilecek olan İstanbul Mushafı, bugün Türkiye’de hat sanatının bir güzel sanat dalı olarak yeniden canlanışının göstergesidir.