İsrail'in Kıbrıs'ta nüfuz alanını genişlettiğine dair ciddi iddialar var

Bandırma On Yedi Eylül Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. İsmail Şahin, ''İsrail vatandaşlarının ya da İsrail vatandaşı olmayan Yahudilerin KKTC'de yoğun bir mülk alımına yöneldiğine ilişkin iddialar hassasiyetle araştırılmalı ardından da siyasi ve jeopolitik hesaplamaları sağlıklı bir şekilde yapılmalı.

Prof. Dr. İsmail Şahin; İsrail’in nüfuz alanını genişlettiğine dair ciddi iddialar var. Tüm iddialar titizlikle irdelenmeli, zira toprak meselesi ihmali kaldırmaz’’ diye konuştu.

Bandırma On Yedi Eylül Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı ve Kıbrıs Uzmanı Prof. Dr. İsmail Şahin ile Kıbrıs’taki son gelişmeleri, İsraillilerin mülk alımını, ABD üssünü, KKTC’yi bekleyen tehlikeleri ve alınması gereken önlemleri konuştuk.

Kıbrıs'ta son durum nedir? Kıbrıs Türk Cumhuriyeti uluslararası arenada hangi konularda mücadele veriyor?

KKTC, 1983 yılında ilan edilmesinden bu yana yalnızca Türkiye tarafından tanınmaktadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararlarından dolayı uluslararası toplumun büyük bir kısmı, Kıbrıs adasında sadece Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla yasal hükümet olarak kabul etmektedir. Kıbrıs’ta toplumlararası müzakereler 1968 yılında, federasyon temelli görüşmeler ise 1977 yılında başlamış olmasına rağmen bu süre zarfında iki toplum tek çatı altında buluşabilecek bir devlet kurmayı başaramadı. Bunun temel nedeni, Rum tarafının Kıbrıs’ı Türklerle birlikte yönetme konusunda gösterdiği isteksizlikti. Diğer taraftan Birleşmiş Milletler (BM) ve uluslararası toplumun Kıbrıs Rum Yönetimini “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında adanın tamamını temsil eden meşru hükümet olarak tanıması, Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğün bir başka önemli nedenidir. Zira bu durum, Kıbrıs Rum tarafının müzakere süreçlerinde daha az uzlaşmacı bir tutum sergilemesine yol açmıştır. Kıbrıs Türkleri bir taraftan bu eşitsizlikle mücadele ederken diğer taraftan da “iki devletli çözüm” kapsamında uluslararası düzeyde önemli bir diplomatik mesai yürütmektedir.

TOPRAK MESELESİ İHMALİ KALDIRMAZ

KKTC’de İsraillilere yönelik mülk satışı hakkında neler söylersiniz?

KKTC’de yabancılara mülk satışı konusunda ciddi bir yoğunluğun varlığı herkesin malumu. Özellikle İsrail’le ilişikli kişilerin mülk alımında ön sıralarda yer aldığı biliniyor. Bu konu oldukça hassas. İşin birçok yönü bulunuyor. Bu mesele, ekonomik fırsatlar sunduğu kadar jeopolitik riskler de ihtiva ediyor. KKTC gibi küçük ve zayıf bir ekonomiye sahip bir ülkeye blok halinde yabancı bir sermaye girişi, oradaki emlak düzenini olduğu kadar toplumsal yapıyı da altüst edebilir. Diğer yandan İsrail vatandaşlarının ya da İsrail vatandaşı olmayan Yahudilerin KKTC’de yoğun bir mülk alımına yöneldiğine ilişkin iddialar hassasiyetle araştırılmalı ardından da siyasi ve jeopolitik hesaplamaları sağlıklı bir şekilde yapılmalı. İsrail’in nüfuz alanını genişlettiğine dair ciddi iddialar var. Tüm iddialar titizlikle irdelenmeli, zira toprak meselesi ihmali kaldırmaz.

ABD, KIBRIS’TA ASKERİ VARLIĞINI ARTIRIYOR

Kıbrıs'ta ABD üs kurarak neyi amaçlıyor?

Kıbrıs, Orta Doğu’ya coğrafi olarak yakın bir konumda bulunuyor. Bu bağlamda Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının kontrolü, Orta Doğu’nun gözlem altında tutulması ve İsrail’in güvenliğinin tesis edilmesi gibi birçok stratejik avantaja sahiptir. Bu yüzden Kıbrıs, Avrupa Birliği (AB) NATO ve ABD için stratejik önem arz eder. Bunların yanında ABD, Kıbrıs’ta askeri varlığını artırarak, Rusya, Çin ve Türkiye’nin bölgedeki nüfuzunu sınırlamayı amaçlıyor. Dolayısıyla ABD’nin Kıbrıs’a yönelik yeni siyasetinde birçok çıkarı bir arada görmek oldukça mümkün. Özellikle ABD’nin İsrail’in güvenliğini güçlendirmek adına İsrail ile Güney Kıbrıs arasında yeni bir güvenlik şemsiyesi kurmaya çalıştığını görebiliyoruz.

TÜRKİYE’Yİ KIBRIS’TAN ÇIKARMA PLANI

Yunanistan Kıbrıs'ta sorunun çözümsüzlük yaşaması noktasında hangi kirli politikaları güdüyor?

Gelinen noktada Yunanistan’ın Kıbrıs politikasının özünde, Türkiye’nin garantörlük haklarını sonlandırma ve Türk askerinin adadan çekilmesini sağlama stratejisi yer alıyor. Kısacası Türkiye’yi bir daha geri dönmemek üzere Kıbrıs’tan çıkarmak diyebileceğimiz bu politikayı ABD, AB ve Rum tarafı da destekliyor. Diğer taraftan Yunanistan, Ege Adaları’ndan Kıbrıs’a kadar uzanan bir yayı ABD ile birlikte silahlandırarak Türkiye’yi çevrelemeye çalışıyor. Doğu Akdeniz krizinde bu durum tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Türkiye ile Libya arasında imzalanan antlaşmalarla Yunanistan bir kez daha sükûtu hayale uğradı; bu gelişme, bölgedeki dengeleri değiştiren ve Yunanistan’ın hesaplarını altüst eden bir dönüm noktası oldu.

RUM TARAFI BLOK OLUŞTURMA GAYRETİ İÇİNDE

Rum kesiminin son politikaları hangi yöndedir ne amaçlanmaktadır?

Rum tarafının en temel politikası, KKTC’nin tanınmaması ve hatta ortadan kalkmasıdır. Her ne kadar Rumlar iki bölgeli federatif bir çözüm modelini kabul ettiklerini ileri sürseler de gerçekte hiçbir zaman Kıbrıs Türkleriyle adanın yönetimini paylaşmak istemediler. Rum tarafı 1980’lerden bu yana Kıbrıs sorununu toplumlararası müzakereler yoluyla değil de uluslararası kurumlar yoluyla çözmeye çalışmaktadır. AB üyesi olmasıyla bu süreç daha da hızlanmıştır. Günümüzde ise Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki jeopolitik tehdit ve fırsatları kendi lehine çevirme stratejisiyle hareket ederek ABD, Fransa ve İsrail gibi devletleri yanına alarak Türk tarafına karşı yeni bir blok oluşturma gayretindedir. Fakat tüm bunlar, GKRY gibi küçük bir devletin tek başına altından kalkabileceği işler değildir. Dolayısıyla Rum tarafı, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olabilir.

KKTC halkı hangi konularda uyanık ve duyarlı olmalıdır?

Açıkça söylemek gerekirse KKTC halkı kendileriyle Türkiye’yi karşı karşıya getirmeye çalışan her türlü eylemden uzak durmalı. İçinde bulunduğumuz dönem oldukça hassas bir dönem. Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’tan Türkiye’yi uzaklaştırmak için birçok planın hayata geçirilmeye çalışıldığını biliyoruz. Türkiye haricinde hiçbir güç, Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerini koruyamaz. Şu kritik dönemde, Türkiye ile Kıbrıs Türkleri arasında küçük bir anlaşmazlık bile yaşanmamalı. Zira beşinci kol dediğimiz faaliyetler hiç olmadığı kadar aktif bir şekilde çalışıyor.

KKTC’nin TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİATINDAKİ KONUMUKKTC'nin Türk Devletleri teşkilatında nasıl bir konumda olması gerekir?

KKTC'nin uluslararası tanınırlık girişiminde bu teşkilatta gözlemci üye olarak kabul edilmesi önemli bir mihenk taşıdır. Çünkü bu adım, KKTC’nin ilk kez resmi adıyla çok taraflı bir uluslararası organizasyonda resmi bir statüyle temsil edilmesini sağlamıştır. Bu durum, Kıbrıs Türk halkının uluslararası izolasyonunu kırma yolunda kritik bir kazanım, KKTC’nin egemenlik iddiasını destekleyen sembolik ve diplomatik bir başarı olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda, Türk dünyasının KKTC’ye yönelik desteğini açıkça ortaya koyarak, diğer devletlerin de benzer bir duruş sergilemesine zemin hazırlayabilecek ciddi bir örnek teşkil edebilir. KKTC’nin TDT’de ki konumu, yalnızca sembolik bir dayanışma ifadesiyle sınırlı kalmamalı, ekonomik, siyasi ve stratejik iş birliğine dayalı somut bir ortaklık zeminine dönüşmelidir. Bu süreç, iki tarafa da önemli kazanımlar sunma potansiyeline sahiptir. Mesela bu sayede KKTC, uluslararası izolasyonları kırma ve tanınma yolunda siyasi ve ekonomik fırsatlar elde edebilir. Türk Devletleri Teşkilatı da Doğu Akdeniz’deki Türk varlığını güçlendirme konusunda emsalsiz bir fırsat yakalayabilir.

ERDOĞAN LİDERLİĞİNDE ATILAN ADIMLAR ORTADA Sayın Cumhurbaşkanımızın Kıbrıs davasına yönelik destek siyaseti hakkında neler söylersiniz?

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın Kıbrıs davasına uluslararası düzeyde verdiği destek, Kıbrıs Türk halkının haklarının korunması ve uluslararası alandaki izolasyonlarının kırılması açısından takdire şayandır. Çünkü Erdoğan, Kıbrıs Türklerinin siyasi eşitlik ve egemenlik haklarını her platformda dile getirdiği gibi son yıllarda BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmalarda diğer devletleri KKTC’yi tanımaya davet etmiştir. Şimdiye kadar başka bir lider, BM kürsüsünden bu yönde bir çağrıda bulunmamıştır. Erdoğan’ın Kıbrıs Türklerinin haklı mücadelesine uluslararası camiada daha fazla görünürlük kazandırdığı inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM başta olmak üzere katıldığı tüm uluslararası platformlarda Kıbrıs Türklerinin meşru taleplerini dile getirirken, Türkiye’nin desteğini her fırsatta vurgulamış ve Kıbrıs meselesinin adil bir çözüme kavuşturulması için diplomatik çabalarını sürdürmüştür. Özellikle Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerini savunmak adına Erdoğan liderliğinde atılan adımlar ortadadır.

KIBRIS TÜRKTÜR TÜRK KALACAK

Mücahitlerin Kıbrıs Türk'tür Türk kalacak sloganın arka planında neler var?

Kıbrıs Türkleri, adanın geçici surette İngiltere’ye bırakıldığı 1878 yılından bu yana büyük bir kimlik mücadelesi vermektedir. Bu mücadele, Rumların “Kıbrıs Yunandır” tezine karşı bir tepki niteliğinde doğdu. Rumların niyeti ve çabası, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak yani Enosis’i gerçekleştirmekti. Onlar adanın Yunan olduğunu iddia ettikçe Türkler de adanın Türk olduğunu haykırdılar. Bu sloganın arka planında, Kıbrıs Türklerinin, Rumların artan saldırıları ve baskıları karşısında kendi kimliklerini, kültürlerini ve siyasi haklarını koruma kararlılığı bulunmaktaydı. Slogan aynı zamanda, Kıbrıs Türklerinin kültürel kimliklerini, dinini, dilini ve geleneklerini koruma mücadelesini de ifade ediyordu. Açıkçası Rumların Türkleri yok sayma, Türkleri asimile etme ya da yok etme eylemlerine karşı Türk kimliğini yaşatmak için verdikleri mücadeleyi simgeliyordu.

DOĞU AKDENİZ VE KIBRIS’I DAHA KURUMSAL DÜŞÜNMEKTürkiye kamuoyunun Kıbrıs duyarlılığının artması hususunda neler yapılabilir?

Türkiye kamuoyunun Kıbrıs konusundaki duyarlılığı zaten takdire şayandır. Lakin bu duyarlılığı daha kurumsal hale getirmek oldukça elzemdir. Kıbrıs meselesinin ortaya çıkışının üzerinden yaklaşık 75 yıl geçmiş olmasına rağmen Türkiye’de halâ bir Kıbrıs Enstitüsü’nün kurulmamış olması büyük bir eksikliktir. Bu enstitü sayesinde Kıbrıs’ı tüm yönleriyle ele alan akademik çalışmalar sistematik bir şekilde yapılabilir. Böylece Kıbrıs meselesi, tüm yönleriyle ulusal ve uluslararası kamuoyuna aktarılabilir. Bunu sadece akademik bir çaba olarak değerlendirmemeli. Bu enstitü eğitimden siyasete, medyadan kültürel etkinliklere, sinemadan sivil toplum kuruluşlarına tüm alanlarda kamuoyunu kurumsal bir şekilde besleyebilir. Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ın dünyanın yeni güç merkezlerinden biri haline geldiği bir dönemde, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ı daha kurumsal düşünmek ve ele almak gerekiyor.