İsrail nerede durdurulacak?

Süregelen işgallerin başlangıcı 7 Ekim 2023 değildi. Siyonist ideoloji üzerine kurulan İsrail devleti, kurulduğu günden bu yana bölgede genişlemeci bir siyaset izleyerek işgal ettiği topraklarda zulüm ve baskıyı artırdı.

Analiz: GÖKHAN DEMİR

7 Ekim’de yaşanan olaylar, yıllardır biriken bu gerilimin patlama noktasıydı. İran’ın ve ona bağlı Şii milislerin kışkırtmalarıyla Hamas’ın başlattığı saldırılar, İsrail’e beklediği 'meşru müdafaa' gerekçesini sundu. Bu durumu fırsata çeviren aşırı sağcı İsrail hükümeti ve katil Netanyahu yönetimi, Gazze’ye yönelik geniş çaplı bir saldırı başlattı. Bu operasyonlar, yalnızca askeri hedefleri değil, masum sivilleri de vurdu. Saldırılar, askeri operasyonların ötesinde, açıkça bir etnik temizlik ve soykırıma dönüştü. Dünya genelinde bu duruma karşı tepkiler yükselmesine rağmen, İsrail hükümeti uluslararası hukuku göz ardı ederek Gazze’yi haritadan silmeye yönelik adımlar atmaya devam etti.

YENİ HEDEF: LÜBNAN

1 Ekim 2024’te, İsrail dikkatini bu kez kuzeye çevirdi ve yeni bir savaş stratejisiyle harekete geçti. İlk hamle olarak Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’a yönelik nokta atışı bir suikast gerçekleştirdi ve Nasrallah'ı kelimenin tam anlamıyla yerle bir etti. Bu hamle, Hizbullah’ı yalnızca zayıflatmakla kalmıyor, aynı zamanda Lübnan’a yönelik bir işgalin de zeminini hazırlıyordu. Ancak İsrail, daha önce olduğu gibi, uluslararası kamuoyunu yanında görmek için yine bir 'meşru müdafaa' bahanesine ihtiyaç duyuyordu. Ve bu bahaneyi, ne yazık ki, İran bir kez daha altın tepsiyle İsrail’e sundu.

Tahran, tarihinin en büyük füze saldırısını başlattığını ilan etti; fakat bu saldırı, her zamanki gibi bir gösteriden ibaretti. İran’ın bu 'büyük' füze saldırısı, İsrail’e zarar vermeyi hedeflemiş gibi görünse de boş arazilere düştü. Nedense boş arazilere düşecek olan bombalar Demir Kubbe tarafından bertaraf edilmemişti. Bu tablo, Trump’ın yıllar önce dile getirdiği o itirafı hatırlattı: İran’ın, ABD’ye önceden haber vererek boş alanlara saldırdığı gerçeği. Bu ucuz numara, bir kez daha tekrarlanarak, İran’ın uluslararası arenada sahte bir direniş gösterisi sergilediği ancak İsrail’e ciddi bir zarar vermekten bilerek kaçındığı ortaya kondu.

SAHTE BOMBALAMA: İRAN TİYATROSU

İran’ın bu tiyatrosu, sadece İsrail’in işgalci politikasına haklılık kazandırmaya yarıyordu. İran’ın bu göstermelik hamleleri, Filistin halkının ve bölgedeki direniş güçlerinin mücadelesine ihanet niteliğinde. Sözde direnişin arkasına saklanarak, bölgeyi daha da karanlık bir geleceğe sürüklemeye devam etti. İran vurdu, İsrail kazandı.

İsrail bu zayıf saldırıyı, Lübnan'a müdahale için uluslararası desteği toplamak adına bir fırsata dönüştürdü. İran’ın bu göstermelik füze saldırısı sonrası, İsrail'in "meşru müdafaa" adı altında Lübnan’a yönelik geniş çaplı bir işgale girişmesi kaçınılmaz oldu. Öte yandan, dünya genelinde Filistin ve Gazze'ye destek için düzenlenen kitlesel protestolarla dolup taşan meydanlar, bu kez İran'ın başarısız saldırıları sonucu yön değiştirdi. Sokaklar, İsrail'e destek veren gösterilerle dolarken, kamuoyu tepkisi hızla değişti. Uluslararası arenada İran'ın eylemleri sert eleştirilere yol açarken, birçok ülkede İsrail lehine gösteriler düzenlenmeye başlandı.

MOSSAD ÜSSÜ: TAHRAN

Mossad’ın, İran’ın en üst düzey devlet kademelerinde dahi etkili bir ağ kurmuş olması, ülkenin güvenliği açısından ciddi bir tehdidi ortaya koymak için yeterliydi. İran’ın stratejik kararlarının, aslında İsrail istihbaratının kontrol ve yönlendirmeleri doğrultusunda şekillendiği bu durum, büyük bir istihbarat zaafiyetine işaret etmekteydi. Daha da ironik olanı, İsrail'in etkisini kırmak amacıyla kurulan İran istihbarat servisinin başındaki kişinin bile bir Mossad ajanı olduğunun ortaya çıkması, bu sorunun ne kadar derin ve sarsıcı olduğunu gösterdi.

ARAP DEVLETLERİ NEREDE?

Geçtiğimiz yüzyılda Arap devletlerinin İsrail'e karşı iki büyük savaşa girdiği ve her ikisini de kaybettiğini biliyoruz. Bugün gelinen noktada ise Arap ülkelerinin büyük bir çoğunluğu, İsrail'in Filistin'de uyguladığı soykırım ve baskılara karşı sessiz bir politika izlemekte.

Hamas’ın İran ve Şii gruplarla kurduğu ilişki, özellikle Sünni Arap devletleri arasında ciddi rahatsızlık yaratmıştı. Bunun yanında, İsrail ile Arap ülkeleri arasında imzalanan Abraham Anlaşmaları, bölgedeki birçok devletin İsrail ile diplomatik ve ticari ilişkileri geliştirmek istediğinin en somut göstergesiydi.

İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırılarına Arap devletlerinin sessiz kalması ise Şii bir örgüt olan Hizbullah’ı savunmanın, ‘dost’ gördükleri İsrail ile ilişkileri riske atmak istememelerinden kaynaklanıyor. Netanyahu’nun bu Arap devletlerinin liderleri için BM Genel Kurulundaki konuşmasında ‘dostlarım’ dediğini de unutmayalım.

Birçok Arap devleti, İsrail’e karşı net bir duruş sergilemekten kaçınırken, bu politikada bir istisna dikkat çekiyor: Katar. Katar, Hamas’a verdiği açık destek ve İsrail karşıtlığıyla diğer Arap ülkelerinden belirgin bir şekilde ayrışıyor. Bu tutum, Katar’ın Arap dünyasında diplomatik ve siyasi anlamda özgün bir konumda durmasını sağlıyor. Özellikle Filistin meselesinde oynadığı rol, Katar’ı bölgedeki diğer devletlerden farklılaştırıyor ve onu Arap dünyasında muhalif bir ses haline getiriyor.

İSRAİL, TÜRKİYE’YE YAKLAŞIYOR!

Lübnan'ın Türkiye'ye olan coğrafi yakınlığı, İsrail’in Türkiye’ye yönelik potansiyel tehdit oluşturabileceği tartışmalarını da gündeme getirdi. Ancak, hiçbir senaryoda İsrail’in Türkiye’ye doğrudan bir askeri saldırı düzenlemesi olası görünmemektedir. Bunun en önemli sebeplerinden biri, Türkiye’nin NATO üyesi olmasıdır. NATO’nun kolektif savunma ilkesi gereği, herhangi bir NATO ülkesine yapılacak bir saldırı tüm üyelere yapılmış sayılır ve bu, İsrail için büyük bir caydırıcı faktördür. Ayrıca Türkiye, Gazze’ye sıkıştırılmış Hamas’tan, gösteri amaçlı zayıf saldırılar düzenleyen İran’dan veya Ortadoğu’daki diğer devletlerden çok daha farklıdır. Türkiye’nin güçlü askeri kapasitesi ve bölgedeki stratejik konumu, İsrail’in göze alamayacağı büyük bir risk teşkil eder. Farkında olalım; İsrail Türkiye’ye yaklaşıyor fakat Türkiye de İsrail’e yaklaşıyor!

İSRAİL, PYD/YPG’Yİ KIŞKIRTACAK

Ancak bu, İsrail'in Türkiye'ye tehdit oluşturmadığı anlamına gelmez! İsrail, PYD/YPG üzerinden Türkiye’ye yönelik tehditlerini daha da artırma potansiyeline sahiptir. Hem sınır hattı boyunca PYD/YPG’nin hem de sınırlarımız içerisinde PKK’nin saldırı girişimleri bu zaman diliminde artış gösterebilir.

PYD/YPG, sadece Türkiye için değil, aynı zamanda Esad rejimi için de ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bu tehdit, belki de Esad rejiminin Türkiye ile yakınlaşmasını kaçınılmaz kılacak bir senaryoya yol açabilir. Zira İsrail, Hizbullah’a yönelik operasyonları ile Şam'ı adım adım kuşatmaktadır ve Esad rejimi her an İsrail'in müdahalesi ile ortadan kaldırılma riskiyle karşı karşıyadır.

PYD/YPG ise sanılanın aksine sadece kuzeyi değil, güneyi hedef alan bir strateji ile hareket edebilir. ABD'nin sağladığı büyük askeri destekle donatılmış olan bu terör örgütü, eğer Şam'ı hedef alırsa, İsrail'in doğrudan komşusu haline gelecektir. İsrail'in sürekli olarak Kürt grupları kışkırtmasının altında yatan somut hedef de bu olabilir.

NASIL DURDURULACAK?

Peki, İsrail’i durdurabilecek bir güç yok mu? Elbette var! Ancak İsrail, sadece kendi askeri gücüne güvenerek hareket eden bir devlet değil. 7 Ekim'de başlayan ve günümüze kadar devam eden savaşta, İsrail'in arkasındaki asıl güçlerin Batılı ülkeler olduğu bir kez daha görüldü. İsrail, ABD başta olmak üzere birçok Batılı ülkenin askeri desteğini doğrudan hissetti. ABD, İngiltere ve Fransa'nın Akdeniz’e gönderdiği uçak gemileri ve savunma sistemleriyle donatılmış savaş gemileri, İsrail’in arkasında güçlü bir kalkan görevi üstlendi. Bu destek, İsrail’in bölgedeki askeri faaliyetlerini sürdürebilmesinin temel nedenlerinden biri haline geldi. Bu büyük güçlerin askeri ve stratejik desteği sürdüğü sürece, İsrail’i durdurabilecek doğrudan bir bölgesel güç bulunmamaktadır.

Olası senaryoların dışına çıkarsak, katil Netanyahu’ya yönelik bir suikast girişimi veya Kasım seçimleri sonrasında ABD’de çıkabilecek bir iç kaos, İsrail’in durdurulması için beklenmedik etkilere yol açabilir. Özellikle Lübnan’da başlatıldığı açıklanan kara harekâtı sonrasında yaşanacak şehir savaşları, Netanyahu hükümetinin kaldırmakta zorlanacağı büyük bir baskı doğurabilir. Şehir savaşları hem askeri hem de siyasi açıdan yönetmesi son derece zor süreçlerdir ve bu durum, İsrail’in iç politikası üzerinde de büyük bir baskı oluşturabilir. Netanyahu’nun liderliği altında devam eden İsrail politikalarının başarısızlığı veya uluslararası arenada artan tepkiler, hükümetin gücünü zayıflatabilir.

TÜRKİYE, MISIR, İRAN

İsrail'i durduracak gücün dışsal değil, içsel bir kuvvet olacağı açıktır. Bölge ülkelerinin hiçbirinin İsrail'e karşı bir savaş açma girişiminde bulunmayacağı da aşikârdır. Ancak bu durumun üç önemli istisnası bulunmaktadır: Mısır, İran ve Türkiye. Sisi öncesi Mısır, özellikle askeri ve diplomatik gücüyle İsrail’i bölgede dengeleyebilecek bir güç olarak öne çıkıyordu. Ne var ki, Sisi yönetimindeki Mısır, İsrail ile istihbarat ve güvenlik iş birliği yaparak bölgesel dengelerde İsrail’e daha yakın bir duruş sergilemeye başladı. İran ise devrim muhafızları ve bölgedeki milisleri aracılığıyla İsrail’i dengeleyici bir güç gibi görünse de, rejimin iç sorunları ve uluslararası izolasyonu göz önüne alındığında, İran'ın bu rolü sürdürebilmesi giderek zorlaşmaktadır. Dahası, İran rejimi çok da uzun olmayacak şekilde son dönemlerini yaşıyor gibi görünmektedir.

Türkiye ise İsrail'e karşı en dikkat çekici ve dengeli duruşu sergileyen ülke konumundadır. Akıllı güç stratejisini benimseyen Türkiye, askeri müdahaleden önce tüm diplomatik, ekonomik ve siyasi seçenekleri titizlikle değerlendirmektedir. Bu politikayı uygularken de uluslararası yükümlülüklerine sadık kalarak, bölgesel barış ve istikrarı koruma sorumluluğunu ön planda tutmaktadır. Türkiye, birçok çatışma bölgesinin merkezinde yer almasına rağmen, İsrail’i ekonomik, diplomatik ve siyasi alanlarda sıkıştırarak durdurma çabasında lider rolünü sürdürmektedir. Özellikle Filistin meselesindeki aktif tutumu ve bölgedeki İsrail politikalarına karşı gösterdiği tepkiler, Türkiye’nin İsrail’i dengelemeye yönelik en güçlü aktör olduğunu ortaya koymaktadır.